diorex
life
Dedas

Ölümcül Kimlikler - Amin Maalouf Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Ölümcül Kimlikler kimin eseri? Ölümcül Kimlikler kitabının yazarı kimdir? Ölümcül Kimlikler konusu ve anafikri nedir? Ölümcül Kimlikler kitabı ne anlatıyor? Ölümcül Kimlikler kitabının yazarı Amin Maalouf kimdir? İşte Ölümcül Kimlikler kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 06.02.2022 02:45
Ölümcül Kimlikler - Amin Maalouf Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Amin Maalouf

Çevirmen: Aysel Bora

Orijinal Adı: Les Identites Meurtrieres

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları

İSBN: 9789750801990

Sayfa Sayısı: 134

Ölümcül Kimlikler Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Ben kimim?.. Nereye aitim?.. Doğulu muyum yoksa Batılı mı? Nereye aitim?.. Kültürel özellikler beni ne kadar ben yapıyor?.. Toplumsal yapı beni ne kadar belirliyor? Toplumsal ve kültürel koşullanmalardan ne kadar bağımsız düşünebiliyorum ve ne kadar özgür hareket edebiliyorum? Baktığım aynalar sürekli çatlayıp kırılıyor... Gerçekten ben, düşündüğüm ben miyim yoksa bir yanılsamanın içinde debelenip duruyor muyum?.. Son deneme kitabı Ölümcül Kimlikler'de bu can alıcı sorunları irdeleyen Amin Maalouf, böylece romanlarının teorik arka planını da açmış oluyor. Yirmi altı yaşında ülkesinden ayrılıp Paris'e yerleşen Amin Maalouf, ekonomi ve toplumbilim okudu. Gazetecilik yaptı... İlk kitabını 1983'te yayımladı. Bugün bir klasik kabul edilen ilk romanı Afrikalı Leo (1986) Fransız-Arap Dostluk Ödülü'nü, Tanios Kayası (1993) Goncourt Ödülü'nü kazandı. 1988'de yayımlanan ikinci romanı Semerkant ise pek çok dile çevrildi ve yazarı dünya çapında bir ilginin odağına yerleştirdi. Yazınsal sorunlarını kültür arkeolojisi temeli üstüne oturtan Lübnanlı yazar Amin Maalouf'u daha önce yine yayınlarımız arasında çıkan Afrikalı Leo, Doğunun Limanları, Semerkant, Tanios Kayası romanlarıyla Türkiyeli okurlar da çok sevdi ve benimsedi. Şimdi Maalouf, yeni kitabıyla yine önümüzde yeni ufuklar açıyor, kitaplığımızda yerini alıyor.

Ölümcül Kimlikler Alıntıları - Sözleri

  • "Ben hoş görülmeyi arzu etmiyorum, inançlarım ne olursa olsun her türlü hakka sahip bir yurttaş olarak görülmek istiyorum. İster Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkede Hıristiyan ya da Yahudu ister Hıristiyan ve Yahudiler arasında bir Müslüman, hatta hiçbir dine bağlı olmadığını ilan eden biri de olsam."
  • İstisnasız her insan karma bir kimlikle donanmış; unutulmuş çatlakları, hiç akla gelmeyen dallanmaları ortaya çıkarmak ve kendisinin karmaşık, biricik olduğunu, yerinin başkası tarafından doldurulamayacağını keşfetmesi için kendi kendine birkaç soru sorması yeterli.
  • Bir gerçekliğin belirsiz, kavranamaz ve istikrarsız olması onun var olmadığı anlamına gelmez.
  • "Çileyi hemen çözmek istemek hayalcilik olurdu, ama çileden ilk ipliği çekmeye çalışılabilir."
  • Dünya bugün dahi eziyet çeken ya da eski çilelerin anısını içinde saklayan ve intikam anını düşleyen yaralı toplumlarla doludur.
  • "Hayatım bana sözcüklerden çekinmeyi öğretti. En açık gibi görünenleri çoğu zaman en kalleşleridir.."
  • "Bir insanı diline bağlayan göbek bağını koparmaya çalışmak kadar tehlikeli bir şey yoktur."

Ölümcül Kimlikler İncelemesi - Şahsi Yorumlar

https://youtu.be/KX2emE7QB0k Kimlik! Kimlik son ikiyüz yılın sorunu değil aslında. İnsanlık kavramını yarattığımız günden beri, bütün olayların, olguların, düşüncelerin, inançların dahî ayrışma ve birleşmelerin de sebebi. Zira “ben” tanımlaması kadar, “biz” tanımlaması da kimlikten doğuyor. Hatta “sen" "siz", "o", "onlar" dahi bütün zamirler kimlikten doğuyor. Sosyologlar “Kimlik, insanlığın tekamülü için aşılması gereken bir olgu mudur?” diye soruyorlar. İçlerinden bir grup ise “Yok edilerek kurtulunması gereken bir illet midir?” diye ekliyor. Madem öyle; bir taş da biz atalım kuyuya: “İnsan, bütün kimliklerinden sıyrılarak, insanlığı yüceltebilir mi?” Hatta son zamanların fenomen sorusunu da dahil edelim; “Ben olmadan biz olabilir mi?” “İnsan, bütün kimliğini yok etse, insan kimliğini silebilir mi?”. ... Bunca soru, bunca müşkilat boşa değil elbet! Ama insan da itiraz etmeden duramıyor; “Kim söyledi kardeşim size kimliğin kötü bir şey olduğunu? İnsanlar, kimliği, birleşmek için kullanamazlar mı? “ Öyle ya; "kimlikleri yok ederek birleştirme" mefkuresine sahip olan kominizm’in, pratik sonuçlarını bütün insanlık olarak gördük. Peki kimliklerle bütünleşip de birleşmeyi gördük mü? Bütün kimliklerin üst kimliği ve birleştiricisi olarak “Dünyalı kimliği” gerçekten sadece bir hayal midir? İşte; Amin Maalouf’un eseri, bu soruya “Elbette değil!” diye cevaplayarak başlıyor. Bütün eser boyunca muhatap alınan ve cevap aranan dahası -kısmen de olsa- cevap olunan sorular, bunlar. Cevaplar doğru mudur (?), ona siz karar vereceksiniz; ama, müşkilatın ve soruların doğru olduğu muhakkak. ... Amin Maalouf, Lübnanlı bir Hristiyan Arap olarak doğar. Fransa’ya göç eder, yahut sığınır. Ömrünün ekseriyetini, Fransa’da, bir göçmen veya mülteci olarak sürdürür. Bu hayat, ona, her türlü kompleksleri, kimlik çatışmalarını ve kuramsal fikirlerin eylemsel karşılığını görme imkanı tanır. Dünyayı önce Arap gözüyle, ardından Fransız gözüyle seyreder. Batı Medeniyeti kulağıyla dinler; Doğu medeniyeti duygusu ile hisseder. İnançlarını Hristiyanlık’tan, değerlerini ise İslamiyet’ten alır. Tüm bunlar; birleştirmek gayesinde olan Maalouf’u elbette “öteki” konumuna itilmesine neden olur. Fakat o, özünde “insan” olan fikirlerinden asla vaz geçmez. Anlayacağınız, dünyayı görülebilecek en fazla renkle görür Amin Maalouf. Doğal olarak da bu zenginlikle boyar eserini. ... Okuyucuları Amin’in, ne derece yetkin bir kalem olduğunu elbette bilirler; fikirlerinin olgunluğuna da eserlerinin idelerinden şahittirler fakat bu eserin, tahminlerinin çok ötesinde olduğunu peşinen ifade edelim. ... Bu eseri farklı kılan yapısal bir özellik var. Bu eserde fikirlerin tamamı, nazari perspektiften sunulmayıp hayatın içerisinden başarılı örneklerle eylemselliğe dönüştürülmüştür. Elbette kimlik konusunda en yetkin örnek, mültecilerin zihin dünyası olduğu için -ve dahası Amin’in de bir mülteci olduğu düşünülürse- eserde “mültecilerin ruh dünyasından” bahsedildiği tahmin edilebilir. Hatta eser kaçınılmaz olarak mültecilerle, empati yapılmasını sağlıyor desek mübalağa etmiş de sayılmayız. Öyle ya dünyayı bir de dünyaya sığdırılamayanların gözünden okumak gerekir. Bu, -tabiri caiz ise- “öteki” olma duygusunu bir nebze de olsa tatmak anlamına gelir. — Bütün bu örneklerle yazar, temelde, “Dünyalı Kimliğinin” kuramsal tavrını irdeler. Dünyalı kimliğinin zihinde canlandırdıklarından tutun da bu doktrinin hayata yansımalarına kadar bir çok konuya değinir. Diğer yandan modernizmi “dünyalı kimliğinin” merkezi olarak gören yazar, dinin manevi açlığı tatmin eden yönününü de bu merkezden ayırmayıp dini de modernizm ile birlikte gelecekte baş köşeye oturtur. “Bu noktada yazarın, modernizmin yanında dini nasıl konumunlandırdığını belirtmekten kaçındığını da itiraf edelim. Kendisinin bir takım endişeler taşıması, bu konuyu geçiştirmek için gerekli bir mazeret sayılmaz bize göre. Bu yönüyle bu kaçınmayı bir eksiklik olarak değerledirdiğimizi itiraf edelim.” — Özetle eser; doğu ve batı medeniyetlerini, geleneksellik ve modernizmi, bilim ve dini, evrensel ve yöresel dili, insanlar arasındaki iletişim ve etkileşimi, kimlik çatışmalarını, yönetim şekillerini, siyaset felsefelerini, devlet ve yasa yapısını dahası insanlığın ortak tininin geleceğini ve daha bir çok güncel konuyu ihtiva etmektedir. Her ne kadar uzun cümleler, fikirlerin odağını dağıtıp okumayı zorlaştırsa da bu aşılamayacak bir problem değil. ... Bütün bu konulara -ki bunlar en tümel konulardır, dolayısıyla her insan dolaylı dolaysız merak eder- ilgi duyan arkadaşlar için eser, tam bir hint kumaşı. Hali sebepten eseri bütün okuyuculara muhakkak öneriyoruz. Sevgi ve saygılarımızla... (Muhammet İkbal)

Bu denemeyi en güzel şekilde anlatmam tabii imkansız fakat yazarımız buna da bir çözüm bulmuş diyebilirim . Yazarımız kitabın son kısımında yani son söz bölümüne birkaç satır karalamıştır ve bu satırlar bu kitabı ifade edebilecek en eşsiz ve en güzel satırlardır. Son Söz ... Genelde , bir yazar son sayfaya geldiğinde en kalpten dileği, kitabının yüz yıl sonra , iki yüz yıl sonra hâlâ okunuyor olmasıdır. Kuşkusuz bu asla bilinemez. Sonsuz olması istenen ve ertesi gün ölen kitaplar varken , bir okulunun eğlence olsun diye yazdığı sanılan bir başkası ayakta kalır. Ama daima umut edilir. Ben ne bir eğlencelik ne de edebî eser olan bu kitap için o dileği tersine çevirecegim : torunum yetişkin biri olup da, günün birinde rastlantıyla aile kitaplığında onu keşfettiğinde biraz sayfalarını karıştırsın , biraz göz atsın, sonra omuz silkerek ve büyükbabasının zamanında hâlâ böyle şeylerin konuşulmasına ihtiyaç duyuluşuna hayret ederek hemen aldığı tozlu yere geri koysun . (Özgürlüğüne Düşkün Bir Tutsak)

Ben Kimim?: Kimlikler.. Üzerinde yaşadığımiz dünyaya bizim tercihlerimiz doğrultusunda farklı farklı kimliklerle geliriz. Doğarsiniz ya hemen size Müslüman kimliği Yahudi kimliği ya da Türk Kürt kimliği ya da siyah beyaz.. Nitekim olay kıtalara dahi gidebilmekte ve Asyali Avrupali dahi denilmektedir. Üstelik sizin haberiniz olmadan.. Bir bakıma doğru bir tespit aslında lakin elimizde olmadığı için sıkıntılar başgosterebiliyor. Niye mi? Hristiyan bir ailede doğan bir kişi pek ala ilerleyen yıllarda Hindu dinini benimseyebilir ve bu durum Hristiyan aile tarafından kabul edilmeyebilir. Hele ki aile Hristiyanluga çok bağlıysa.. İşte tam olarak mesele bu. Kazanılmış kimlikler zamanla edinilmiş kimlikleri golgelemeye başladığı anda çatışma çıkıyor. Kazanılmış kimlikler kişinin daha çok ait hissettiği kimlik durumuna geliyor bu arada.. Foucault hapishanenin doğuşu adlı eserinde iktidarın insanları taksonomiye alma şekline benzetebiliriz bu kimlikleri. İktidar nasıl ki bir gurubu hastaneye bir gurubu hapishaneye ya da postaneye endeksleyip siniflandiriyorsa ve bu şekilde yönetim kolaylığı sağlıyorsa belki de kimlikler de bu amaca hizmet ediyordur.. Sonuç itibariyle hepimiz Doğu Afrikalıyiz.. Homo sapiens ordan çıkmış ya. Hoş başka bir tür çıktı bu aralar ismini unuttum. Neyse. Kimliklerimize bağlılığımiz niye bu kadar üst seviye ki? Üstelik bazen zarar verdiğini bilmemize rağmen. Aklıma Tesla nin sahibi Elon Musk geldi. Çocuğuna xyz23 (farazi) diye bir isim vermişti ya. Bunu yapamaz mıyız. Farklılıkları ortadan kaldırmak için. Hepimizin bir kodu olsun yeter. Peki içimiz el verir mi? Kimliklerin dış denetimler sonucu bazen tabiri caizse raydan çıktığını ve bu yüzden savaşların meydana geldiğini dile getirir. Yazarımız bunu gerekli kılacak bir şeyin olmadığıni ve olmaması gerektiğini beyan ediyor aynı zamanda. Buna istinaden soruyor. Bize soruyor. Buna biz yani hepimiz neden olmuyor muyuz göz yummuyor muyuz? İçimizdeki cevaplarla vicdanları baş başa bırakiyoruz... Kimligin üst seviyeden fanatize edilmesi yazara göre zamanla bunalıma itmistir insanlığı. Yeri geldiği zaman ise kimliklerin çekilen açılardan dolayı reddedildigini dile getirir ya da geri plana atıldığını söyler. Uzun süren çatışma hali ve savaşlar bunun esas nedenidir diye düşünür yazar. Bundan dolayı toplumsal konsensüsler oluşmakta kadınlar erkeklere eşittir söylemi dile getirilmekte melezlik kavramı can bulmaktadir der. Yıllar önce bu durum benim de dikkatimi çekmişti ve çok ütopik bir düşünceye kapılmıștım. Genel bir sperm bankası :) bu banka BM bünyesinde olup tek merkezde olmalıydı. Çocuk isteyen çiftler çocuğu kendileri yapacaklarina bu bankaya başvurmaları gerekirdi ve bu bir zorunluluk olmali ve insanlar buna uymaliydi. Çok değil bi kaç nesil sonra 'genel melez' bir ırk ortaya çıkmış olup en azından köken üzerinden yapılan kimlikler son bulacaktı. Belki de sıra diğerlerine gelecekti. Ha bu arada konuşulacak dil ise Elf'çe olmalıydı.. Ütopya işte :) Bazı sorunların nedenlerini doktrinlere bağlamanin pek faydası olmadığı kanısında yazar. İster dini doktrinler olsun ister ekonomik ya da siyasi.. Islam ve Hristiyanlik dinini ele alıp bu dinlerin özlerinde sevgiyi barındırdığıni dile getirir lakin bu dine mensup olan bazı fanatik kişilerin davranışlarıyla dinleri yok ettiğini ya da olumsuz gösterdiğini söyler. Burda ince bir nüans vermekten de alıkoymamistir kendisini. Sizler de biliyorsunuz ki fanatizm kokan bazı davranışlar karşısında bazılarımız 'ama bu bizim özümüzde yok' deriz. Yazar bu 'bazılarımizi' da eleştiriyor gibi. Çünkü fanatik guruplar belki de sessiz kalan, tepki vermeyen 'bazılarımız' yüzünden böyle yapıyorlardir... Karşılaştırmali tarih anlayışına yönelen yazar İslam ve Hristiyanlik dinlerinin dününü ve bugününu gözler önünde seriyor. Bazı oluşumların hayat bulması için zeminin uygun olması lazım gelir. İslam dininin ortaya çıkışını Roma imparatorluğunun yıkılmasına bağlar. Siyasal otorite boşluğunu dolduran kendini gerçeklestiren kehanet gibi. Tabi İslam dininin yayılmasını sadece Roma imparatorlugunun yıkılışına bağlamaz. Ayni zamanda yazara göre dönemin en ileri paradigmasiydi belki de. Bir zamanlar İslam dininin içeriğinin çok güzel şeylerle dolu olduğunu ve bu sayede ispanyadan hindistana kadar olan yerlere sirayet ettiğini dile getirir. Günümüz İslam anlayışıyla eskiyi karşılaştıran yazar günümüzdeki anlayış karşısında derin üzüntü duyduğunu dile getirmektedir. Kendisine yöneltilen - ama şimdi bakın ne kadar da kötüler - gibi söylemlere ise anlam yukleyemedigini söyler. Muhtemelen tarihsel yorumlama biçiminden olsa gerek. O zamani ayrı bu zamanı ayrı tutan bir anlayış. İslam dini ile Hristiyanlik dinini de karsilastirmistir yazar. Daha doğrusunu söylemek gerekirse ikisinin yorumlanma biçimlerini karsilastirmistir. Ona göre İslam dini Hristiyanlik dinine göre (yorumlanma biçimine göre) daha insancıl ve özgürlükçü. Örnekler verir bu konuda. Hala Arap topraklarında (Müslüman topraklarda) Müslüman olmayan nice nice kavimler söyler. Kendisi de Lübnanli bir Hristiyan olmasından dolayı bence güzel bir tespitte bulunmuştur. Oysaki Avrupa (hristiyan) topraklarinda Müslüman kavimlerin olmadıgini söyler. İspanyada yaşayan Müslümanların öldürüldugunu ve bazılarınin cebren hristiyanlastirildigini söyler. İnsana verilen değerin dini yorumlamalar karşısındaki durumunu böyle tespit eder. Yanlış hatırlamiyorsam böyle bir tespiti Nietzsche de bir kitabında dile getirmisti. Modernizmin insan yaşamını kolaylaştırdigini ve insanı en azından maddi anlamda ileriye taşıdığı konusunda sanırım çoğumuz hemfikir oluruz. Bir dönem İslam dünyasının modernizmi göğüsledigini söylerken sonraları Hristiyan dünyasının ipi göğüsledigini dile getirir. Antik yunun felsefesinin İslam toplumlarınca yorumlanmasıni ve geliştirilmesini İslam'ın modernizmi sayar yazar. Bunu file getiriken dinin modernizmi getirdiğini savunmuyor. Tarihteki mevcut insan anlayışının modernizmi getirdigini söyler. Hatta yer yer din kurumunun modernizme karşı olduğunu savunur. Örnek verip Avrupa modernizmini klisiye rağmen hayat bulduğunu söyler. Aslına bakacak olursak çok haklı bir tespit daha. Din aynı din ama Abbasiler ile Emeviler arasında belirgin fark var. Keza yine din aynı din ama Ortaçağ klise anlayışı ile Rönesans Reform dönemleri arasında yine belirgin farklar var. Mesele bir şeyi nasıl ele aldığınız meselesi aslında.. Bakarsan bağ olur bakmazsan dağ, taş olur gibi bisey. Tuhaf bisey oldu. Okuduğum bir önceki kitapta da Modernizmin tek tiplestirici durumuna atıfta bulunmuştu sevgili Russell. Amin Maalouf da Modernizmin renkliligi yok ettiğini dile getiriyor. Gittikce Batınin kültürü egemen oluyor. Ve kim olursa olsun bu kültüre uyduğu zaman kendinden biseyler kaybettiğini dile getiriyor. Neredeyse teknik gelişmenin olduğu her yerde Batılılasmanin söz konusunu olduğunu dile getirir. Bizi biz olarak hatırlatan şeyler ise sanırım zamanında yapmış olduğumuz yapıtlar. Taş yani. Sayın sevgili okurlar bir nebze coğrafya okuduğum için sizlere şunu dile getirmekten kendimi de alıkoyamayacam. "Var olan en iyi en büyük şahitler taşlardir." Emin olabilirsiniz. O yüzden litoloji hakkında az biraz bilginiz olsa bence hiç fena olmaz. Kendinizi hiç tanımladiniz mi. Daha da doğrusu kimliğinizi hiç tanitladiniz mi daha önce ? İnsan birçok kimlikle sarmalanmis durumda aslında. Bunlardan biri ise baskın kimlik durumudur. Gunumuzde baskın kimlik yazarın anlattığına göre İslam a dahil olmaktır yani Müslüman olarak kişinin kendisini tanıtmasidir. Elbette ki bizim coğrafyalarda. Peki ne oldu da İslam zaman içinde baskın kimlik oldu? Yazara göre bi enjekte edilmiş bir durumdur. Bazı şeyler karsitlariyla hayat bulur mantalitesiyle baskın kimliğin Müslüman olmasını komünizme bağlar. Komünizmin Batı tarafından engellenebilmesi adına İslam kimliği baskın kimlik haline geldi. Tarihi kayıtlara baktığımızda bunun somut örneklerine ulaşabiliriz. ABD nin yapmış olduğu Truman doktrini Marshall planı ve Afganistan'daki salt I ve salt II anlaşmaları belki en iyi örnekleri oluşturur. Diğer yandan küreselleşmenin getirdiği ani değişikler. Gerçekten de insan psikolojik olarak ani değişimleri kolay kolay hazmedemeyebilir. Günümüzde bile bircok kimse yanlizlik depresyon gibi ruhi 'hastaliklarla' mucade ediyor. Hal böyle olunca yazara göre kişi aidiyet hissine ihtiyaç duyuyor. İnsan kendisini bir yere ait hissedemiyorsa, yalnız kalmışsa, söyledikleri onemsenmiyorsa illa ki problem doğurur bu durum diye dusunuyourm ve yazara da katılıyorum. Ekonomik gücünüz yok bu yüzden birçok ortama giremiyor ya da dislaniyorsunuzdur. Bilimsel bir gelişme kaydedemiyor dolayısıyla yeniliğe kapalı oluyor ve yerinde sayıyorsunuz. Tüm bunlardan dolayı kişi kendisini eskiye entegre etmeye çalışıyor ya da eskiyi yüceltme girişiminde bulunuyor. Ortadoğudaki gerici ve yoz durumun nedenlerini az biraz bu şekilde ele almış yazar. Söyle bir düşününce hak vermemek elde değil. Pek tabi sanuca hak vermemek elde değil. Ama böyle mi olması gerekir diye soracak olsaydık elbette ki kesinlikle ve kesinlikle böyle olması gerekmezdi.. Laiklik düşüncesi yazarda da hakim sanırım. Kilisenin devletten ayrılması gerektiğine inanıyor. Hatta ve hatta klisinenin bir kimlik olmaktan çıkması gerektiğini ifade ediyor. Yazara göre kimlikler din üzerinden sekillenmemeli. Bunun yerine zamana uygun farklı kimlikler oluşum göstermeli. Dinler arası sentez, komünizm ve kapital sistemin gün geçtikçe birbirine yaklaşması be komünizmin sosyalizmi doğurması gibi durumlar esas itibariyle yeni ortak bir kimlik oluşturma yolundaki taşlar olarak addeder. Aslında gerek yok tüm bunlara. Sevgili uzaylı kardeşlerimizden bir saldırı gelse hepimiz dünyalı oluruz. Evet işte o zaman belki de 'dünyalı' olduğumuzu ve hepimizin dünyada yaşadığını farkederiz. Kahrolsun uzaylilar yaşasın dunyalilar...Gezegenler arası turler arası mahkemesi dunyalilari dışlıyor gibi söylemler artık dilimize pelesenk olacak belki de... Dünyalılașma... Maalouf dünyalılasma ile günümüzdeki ve gelecekte olması muhtemel bazı problemlerin önüne geçilebilecegini savunur. Peki dünyalılasma nedir ki acaba? Dünyaya entegre olmak demek istiyor sanırım. Politik, kültürel, ekonomik ve sosyolojik açıdan dünyayla entegre olma ve aradaki bariz farkların azami ölçüde azalmasi. Bunu güzel dile getirmesine rağmen modernizme atıfta bulunurken aynı zamanda Russell gibi aynılașmadan da dem vuruyor ve eleştiriyor. Madolyonun iki tarafını aynı anda kullanmak gibi gelebilir bize fakat Maalouf burda da ince bir nüans sunuyor bizlere. Ona göre dünyalılasma kapsayıcı olması gerek. Her kültürden biraz biraz. Sadece ve sadece ABD ve Batı medeniyeti ile dünyalılasma olacak olursa Doğu medeniyeti bunu hazmetmekte sıkıntı yaşayacağı gibi bu durum problemlerin önünü de kesmez. O yüzden dünyalılasma derken sadece batı endeksli değil de komple dünya endeksli bir dünyalılasmadan bahseder. Diyalektigin olmazsa olmaz, olması gereken söylemi olan 'herseyde herseyden biraz vardır' mottosunu hatırlatti. Ne az ne çok ne sağ ne sol ne aşağı ne yukarı! Hepsi. Tüm sebzeleri ve meyveleri toplayıp kazana atın kısık ateşte pişirin. İşte bunun adı da 'Dünyalılașma çorbası' olsun. Kültürel çeşitliliğin zenginlik kaynağı olduğunu dile getirir Maalouf. Bizler nasıl ki bitki ve hayvan çeşitliliğinin korunmasında mücadele veriyorsak kültürlerin korunmasında da mücadeleci olmalıyız der. Bu konuda özelde dil üzerine eğilmiştir. Dillerin korunması ve yaşatılması amaclanmalidir der. Din ve dil ayrımına giden Maalouf dilin dinden daha önemli olduğunu dile getirir hatta. Bir kişi pek ala dinini değiştirebilir. Ama dilini değiştiremez. Öte yandan din değişikliğine gittiği zaman yine sadece bir dine mensup olur ve eski mensup olduğu din anlayışı geride kalmış olur ona göre. Halbuki edinilen ikinci dil ise artı kazanç olarak bize yansımaktadır. Bazı kaynaklarda dünya üzerinde 5 bin dil olduğu dile getirilir bazı kaynaklara göre ise 3 bin ya da 4 bin vs vs. Bunların 700 kadarı ise Hindistan coğrafyasında mesela.. Sentinel isminde bir kabile var dünyanın bilmem neresinde (hatırlamiyourm) bu kabile dış dünyaya karşı tamamen izole bir hayat tarzı sürmekte hala. Bildiğiniz ok mızrak kullanıyorlar hala. Ve muhtemelen hala avcılık ve toplayicilik çağındalar. Sizce bu dünyanın zenginliği değil midir. Çok ama cooook uzaklara gitmeye gerek yok. Ülkemizde, Van şehrinde bir adam var ve Urartuca biliyor :) kitabeler üzerindeki yazıları hala okuyabiliyor. Ve bu dili bilen onlarca kişiden biri. Pür dikkat lütfen çünkü onlarca kişiden biri diyorum. Onlarca ne demek biliyor musunuz sayın pek sevgili okurlar. Bir dilin onlarca kişi tarafından konuşulması çok ekstrem bir durum olmakla birlikte aynı zamanda bir trajedidir. Ve bu dilin kurtarılmasi lazım.. Derhal tıp bilginleri ölümsüzlük formülünü bulup bu adamı yasatmali :) çünkü bu dili bilen onlarca kişiden biri bizim ülkede yaşıyor ya. Lütfen ama lütfen şu dediğimi idrak etmenizi istiyourm. Onlarca kişiden biri..! (Çekiçli feylesof)

Kitabın Yazarı Amin Maalouf Kimdir?

Emin Maluf (Arapça: أمين معلوف‎ Fransızca Amin Maalouf) 25 Şubat 1949 doğumlu, yapıtlarını Fransızca veren Lübnanlı yazar.

1949'da Beyrut, Lübnan'da doğdu. Ekonomi ve toplumbilim okuduktan sonra gazeteciliğe başladı. Lübnan'da iç savaşın çıktığı 1975'e kadar Lübnan'da gazetecilik yaptı. Bu tarihte Paris'e göç etti. Yazar halen Paris'te yaşamaktadır. Çeşitli yayın organlarında yöneticilik ve köşe yazarlığı yapmış olan Maalouf, bugün vaktinin çoğunu kitaplarını yazmaya ayırmaktadır.

Yapıtlarında çok iyi bildiği Asya ve Akdeniz çevresi kültürlerinin söylencelerini başarıyla işleyen Maalouf, 1983 yılında yayımlanan ilk kitabı Arapların Gözüyle Haçlılar (Les Croisades vues par les Arabes) ile tanındı. Bu kitap, çevrildiği dillerde de büyük bir başarı kazandı. 1986'da yayımlanan ve aynı yıl Fransız - Arap Dostluk Ödülü'nü kazanan ikinci kitabı ve ilk romanı Afrikalı Leo (Léon l'Africain) bugün bir "klasik" olarak kabul edilmektedir.

Maalouf'un 1988'de yayımlanan ikinci romanı Semerkant (Samarcande) da coşkuyla karşılandı ve pek çok dile çevrildi. Maalouf'un sonraki kitapları da yine roman tarzındaydı: 1991'de yayımlanan Işık Bahçeleri (Les Jardins de Lumiére) ve 1992'de yayımlanan Beatrice'den Sonra Birinci Yüzyıl (Le premier siècle après Béatrice).

Emin Maluf, 1993'te yayımlanan romanı Tanios Kayası (Le Rocher de Tanios) ile Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü'nü kazandı. 1996'da Doğunun Limanları (Les Echelles du Levant) adlı romanı ve 1998'de ise Ölümcül Kimlikler (Les Identités Meurtrières) adlı deneme kitabı piyasaya çıktı. Maalouf 2000'de Yüzüncü Ad - "Baldassare'nin Yolculuğu" (Le Périple de Baldassare) adlı romanını yayımladı.

Ayrıca 2002'de opera için yazdığı ve Finlandiyalı müzisyen Kaija Saariaho'nun bestelediği Uzaktan Aşk (L'Amour de loin) Maalouf'un ilk librettosudur. 2004'de yayımlanan Yolların Başlangıcı (Origines) adlı romanından sonra, 2006 yılında Adriana Mater adlı ikinci librettosunu yayınladı.

Kitaplarında genellikle doğuya ait öğeleri çok iyi işlemektedir. Doğuya ait gelenek ve görenekleri kitaplarında mutlaka tanıtır. Bir çok kitabında Osmanlı-Türkiye üzerine yorumlara da rastlanmaktadır. Osmanlı ve Yavuz Sultan Selimin Kahire seferinde 8000 kişiyi katletme derecesinde öldürdüğünü Afrikalı Leo kitabında iddia etmiştir. Kitaplarında doğu halklarının neden geri kalmış olduğu konusunda sürekli analizler ve tespitler yapmaktadır. Doğu halkları ile ilgilenen kişilerin mutlaka okuması gereken kitaplardır bunlar. Kitapları roman tarzında yazılmış da olsa sosyolojik temalar kitaplarında sürekli olarak işlenir.

Kitaplarının Türkçe çevirileri YKY tarafından yayımlanmaktadır.

Amin Maalouf Kitapları - Eserleri

  • Tanios Kayası
  • Semerkant
  • Adriana Mater
  • Beatrice'ten Sonra Birinci Yüzyıl
  • Çivisi Çıkmış Dünya
  • Doğu'nun Limanları

  • Yolların Başlangıcı
  • Işık Bahçeleri
  • Ölümcül Kimlikler
  • Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri
  • Yüzüncü Ad
  • Afrikalı Leo
  • Doğu'dan Uzakta

  • Uzaktan Aşk
  • Fransız Akademisi'ne Kabul Konuşması ve Jean-Christophe Rufin'in Yanıtı
  • 29 Numaralı Koltuğun Hikâyesi
  • Uygarlıkların Batışı
  • Empedokles'in Dostları

Amin Maalouf Alıntıları - Sözleri

  • Yaşamda neşe ve karışıklık birbirini tamamlar. (Afrikalı Leo)
  • biz aynı yalnızlığı yaşamıyoruz (Empedokles'in Dostları)
  • "Doğulular, Batı'nın onları geçmiş olduğunu gördüler, ama bunun nedenini bir türlü anlamadılar. Bir gün, yakasına çiçek iliştirmiş bir Batılı gördüler. Demek buymuş, dediler kendi kendilerine, bunların ileri olmasının nedeni! Biz de yakalarımıza çiçekler takarsak, onları yakalarız!" (Fransız Akademisi'ne Kabul Konuşması ve Jean-Christophe Rufin'in Yanıtı)
  • Her şeyin başka türlü olmasını nasıl da isterdim! (Adriana Mater)
  • Çoğunluk zorunlu ihtiyaç maddelerinden yoksun yaşarken bir avuç insanın gereksiz şeyler bolluğu içinde yüzmesi doğa kanununa açıkça aykırıdır. (Fransız Akademisi'ne Kabul Konuşması ve Jean-Christophe Rufin'in Yanıtı)
  • İnsanların kim oldukları sade adlarından mı anlaşılır sanıyorsun? Bakışlarından, yürüyüşlerinden, konuşma biçimlerinden de anlaşılır. (Semerkant)

  • Cehalet öldürür , ilerleme kurtarır . (Empedokles'in Dostları)
  • Tanrı güzelliği size vermiş kontes, Ama başkalarının gözleri için. (Uzaktan Aşk)
  • Sonra da hiçbir şey avutmadı gönlümü. Kendi sürgünlüğümü anımsatıyor şimdi Ne zaman bir gemi yanaşsa rıhtıma Ve bir bırakılmışlık duygusu salıyor içime. Kıyıdan uzaklaşıp giden her yelkenli. (Uzaktan Aşk)
  • İnsanın bilmek istemeyeceği o kadar çok şey var ki!.. (Adriana Mater)
  • Bizi savaş birleştirmiş olsa da, onunla barış içinde yaşamak istiyordum. (Doğu'nun Limanları)
  • Siyasette, dinin kendisi bir amaç değildir, düşüncelerden biridir yalnızca; meşruiyet en inançlı olana değil, mücadelesi halkınkiyle aynı olana verilir. (Çivisi Çıkmış Dünya)
  • Nefrete son vermeli, ırkları, dinleri, kökenleri aşmalı. (Fransız Akademisi'ne Kabul Konuşması ve Jean-Christophe Rufin'in Yanıtı)

  • Rüzgârın, yağmurun altında kalmak, bana neredeyse bir tür avuntu veriyordu. (Yolların Başlangıcı)
  • …çok yaşayan, çok görür!.. (Tanios Kayası)
  • “Yiyecekleri pis, temiz diye ayırmak hurafedir; insanları pis, temiz diye ayırmak aptallıktır, her şeyde, her birimizin içinde aydınlık ve karanlık yan yanadır.” (Işık Bahçeleri)
  • Arzuladığım kadın öyle uzak, öyle uzakta ki Hiçbir zaman sarılmaya yetmez kollarım. (Uzaktan Aşk)
  • Bu yüzyıl daha genç ama daha şimdiden insanların bu yüzyılda dinle yollarını yitirebilecekleri biliniyor, tıpkı onsuz da yollarını yitirebilecekleri gibi. (Çivisi Çıkmış Dünya)
  • Tiksindiğim bir şey varsa , o da ırkçılık , ayrımcılıktı. (Doğu'nun Limanları)
  • Ben asıl, sözlerim insanların kulağına yastıktaki tüyler kadar yumuşak geldiğinde telaşlanacağım. (Işık Bahçeleri)

Yorum Yaz