Osmanlı Tarihi 1.Cilt - Kadir Mısıroğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Osmanlı Tarihi 1.Cilt kimin eseri? Osmanlı Tarihi 1.Cilt kitabının yazarı kimdir? Osmanlı Tarihi 1.Cilt konusu ve anafikri nedir? Osmanlı Tarihi 1.Cilt kitabı ne anlatıyor? Osmanlı Tarihi 1.Cilt PDF indirme linki var mı? Osmanlı Tarihi 1.Cilt kitabının yazarı Kadir Mısıroğlu kimdir? İşte Osmanlı Tarihi 1.Cilt kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Kadir Mısıroğlu
Yayın Evi: Sebil Yayınevi
İSBN: 9755800714
Sayfa Sayısı: 768
Osmanlı Tarihi 1.Cilt Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Milletimizin İslâm ile yoğrulmuş şanlı geçmişinin en mütekâmil decresi hiç şüphesiz “Osmanlı Asırları“dır. Hattâ bu değerlendirme “Asr-ı Saâdet” istisnâ edilmek şartı ile umûmî İslâm Tarihi için de doğrudur.
Böyle olduğu hâlde, İslâm’ı reddetmekten yola çıkan Kemalist Rejim‘in hükümfermâ olduğu veya başka bir ifâde ile mutlak bir hâkimiyet tesis edebildiği zamanlarda “Din” ile “Târih” de tahkir ve tezyif edilerek, nice mübârek şahsiyetin nurânî simâı dehşetli bir yalan zifofu ile matlaştırılmak istenmiştir.
İşbu eser, Osmanlı’nın İslâmî ölçülerle değerlendirilmesi ve iftirâlara cevap vermek maksadı ile yazılmıştır.
Osmanlı Tarihi 1.Cilt Alıntıları - Sözleri
- Fâtih birgün hocası Molla Gürâni ile yemek yiyordu. Molla tiyâdı üzere Fâtih'e: “Haramdan perhiz eyle!.” diye öğüt verirdi. Fâtih o gün hocasının bu sözüne gülümsedi. İlk sahandan Molla'nın birkaç lokma alması üzerine kulağına eğilerek: “Saraylarda haram lokma varsa işte siz de ondan yemiş oldunuz!.” dedi. Molla Gürâni cevap verdi: “Benim önüme helâli düşmüştür!.” Fâtih hocasının başka bir tarafa bakmasından istifâde ederek sahanı çevirdi ve Molla bir lokma daha alınca gülümsedi ve: “Eh!” dedi. “Artık haram yediğinize şüphe kalmadı. Çünkü benim tarafımı size çevirmiştim.” Molla buna şöyle cevap verdi: "Yanılıyorsunuz. Benim önümde helâl, sizin önünüzde haram lokma kalmamıştı. Onun için sahanı çevirdiniz!”
- O'nun mübârek naaşını yıkayan gasilcilere atfen cesedinin yıkanması esnasında iki kere elleriyle setr-i avret etmiş imiş. Onlar bu büyük şahsiyetin vücüdunda yedi ben saymışlar. Bu yedi ben, mağlup edeceği yedi hükümdâra işaretmiş. Bunu söyleyenler şunu da ilâve etmektedirler, O'nun doğumunda kapıya bir derviş gelmiş. Bu derviş: “. Bu gün, bu evde Âl-i Osman'a hayru'I-halef olacak bir çocuk doğacaktır. O'nun vücüdunda yedi ben vardır. Bu O'nun yedi hükümdâra muzaffer olacağına işârettir” dedikten sonra gözden kaybolmuş. Ebeler, doğan çocuğun vücüdunu kontrol edince aynen gasilciler gibi bu yedi beni görmüşler. Bunların delâlet ettiği yedi hükümdâr da şunlarmış: Sultan Bâyezid, Sultan Ahmed, Sultan Korkut, Dülkadiroğlu Alâüddevle, Şah İsmâil, Sultan Kansu Gavri ve Sultan Tomanbay.
- Fâtih Midilli Seferi için Balıkesir'e geldiği zaman yolda Onu tanıyan bir köylü nine kendisine bir bardak ayran ikrâm etti, Lâkin ayranın içine üç ufak saman çöpü atmıştı. Ayrana memnün olan Fâtih saman çöplerini sorunca kadın: “Hey oğul! Sen uzak yollardan at üzerinde geliyorsun, terlemiş. sindir. Susadığın için birden içsen hasta olursun. O saman çöplerini Şu sebepten koydum ki; onlar ağzına girmesin diye yavaş ve durarak içersin de sana dokunmaz. Maksadım bu idi.”
- O, (Yavuz Sultan Selim) Celâdetli, harpçi ve sert mizaçlı bir şahsiyetti. Sefere çıkmadan önce uzun uzun düşünür, gerekli plan ve proglamlamayı devlet ricâliyle istişâreden sonra yapıp, bir karara varınca da bu kararından asla vazgeçmezdi. Çelik irâdeli bir şahsiyetti. Verdiği karara muhâlefet edenleri asla afvetmez ve derhal idam ederdi. Kendisine ne kadar yakın olursa olsun, hata edenleri ve böyle azmettiği işlerden O'nu vazgeçirmeye çalışanları idamla cezalandırmış olmasından dolayı bazı tarihçiler O'nun hakkında “Sultan Selim-i Kahhar” ifâdesini kullanmışlardır. Hâlbuki O'nun bu husustaki hareketleri şahsi bir kapris eseri olmayıp, devlet ve millet menfaatine idi. Üstelik babası zamanında bir hayli gevşemiş bulunan devlet idâresini yeniden bir disipline sokmak için bu tarz harekete mecbür olduğunu da kabul etmek gerekir. Aksi hâlde O'nun devrinde “Çaldıran Meydan Muhârebesi” ve “Mısır Seferi” gibi büyük başarılar elde edilemezdi.
- Biz ol âlî himem erbâb-ı cidd ü içtihadız kim, Cihangirâne bir devlet çıkardık bir aşiretten.
- Fâtih bir Salı günü beyaz at üzerinde zafer alayı ile İstanbul'a ilk girdiğinde yanında beyaz sakalı ile Akşemseddin de bulunuyordu. Fâtih henüz yirmi iki buçuk yaşında bir gençti ve başında da tolgası vardı. Bizanslılar'dan şehirde kalanların kızları ellerindeki çiçekleri pâdişah sanarak at üstünde yürüyen ak saç ve sakallı Akşemseddin'e uzatıyorlardı. O da pâdişah kendisinin olmadığını söyleyerek Fâtih'i gösteriyor ve: “. Sultan Mehmed O'dur, O'na gidiniz!.” diyordu. Fâtih ise: “. Gidiniz, yine O'na gidiniz. Evet, Sultan Mehmed benim, lâkin o benim hocamdır!.” diyordu. Fâtih İstanbul'da câmi etrâfında yaptırdığı büyük medreseden bir oda istedi. Hocalar, O'nun hoca veyâ talebe olmaması sebebiyle bu talebi reddettiler ve Ona: “. Gerçi burasını siz kurup bize verdiniz. Sizin burada bir oda alabilmeniz için ya hoca veya talebe olmanız lâzım. Her iki sıfat da sizde yok, imtihan ederiz. Muvaffak olursanız size bir oda verebiliriz!» dediler. Bunun üzerine Fâtih imtihana girip muvaffak olunca O'na bir oda verdiler.
- Bir derviş Fâtih'i yolda karşılayarak " 124.000 peygamber aşkı için bana para ver!.” dedi. Fâtih: “Say bakalım!.” emrini verdi. Lâkin derviş on tânesinin ismini Sayabildi ve saydığı nisbette para aldı.
- II. Sultan Bâyezid'e bir gün seyyâhın biri Dalmaçya sâhillerinin güzelliğinden bahsederken: “Padişahım! O diyarın Frenk beyinin iki oğlu vardır ki, yeryüzünde bedenen ve ahlâken güzelliklerinin eşi bulunmaz! Onlar âdeta cennet kaçkını iki tâze civandır!” demiş. Bunun üzerine Il. Sultan Bâyezid etrafındakilere dönerek: “Haydi ben duâ edeyim, sizler de âmin deyin” dedikten Sonra ellerini açıp: “Ey yüce Allah'ım! Bu güzel çocukları küfrün karanlığı içinde bırakmayarak İslâm'la müşerref kıl!” demiş. Bu sözün vâki olduğu anda Dalmaçya'daki o iki güzel çocuk, birer yörük ata binerek baba ocağından kaçmışlar, Türk sınırını geçtikten sonra İstanbul'a gelip, Müslümanlıkla şerefyâb olmuş ve Osmanlı Devleti'nin hizmetine girmişler imiş. Rivâyete nazaran bu çocuklar daha sonra Osmanlı ricâli arasında Dukakinoğlu Ahmed ile Dukakinoğlu Mehmed Paşa olarak Devlet-i Aliyye'ye pek çok hizmet etmişlerdir.
- Rivâyet olunur ki Akşemseddin Hazretleri'ne fethin vaktini nasıl tâyin eylediği soruldu. “. Gaybı ne süretle bildin ki hükmeyledin!.” dediler. Cevap verdi ki: “. Karındaşım Hızır'la ilm-i ledünle Konstantiniyye'nin fethini vaktiyle konuşmuş idik. Kale fetholunduğu o gün Hızır”ı gördüm. Askerin önünde hisara hücüm edenlerle berâberdi.”
- Bu büyük hükümdâr Mısır Seferi esnâsında öteden beri hayran olduğu Muhiddin-i Arabi Hazretleri'nin kabr-i şerifini bulup, ortaya çıkararak O'nun üzerine bir türbe, civârına bir câmi, imarethâne vesâireden ibâret bir külliye yapmayı murad etmişti. Bu maksadla yaptırdığı araştırmadan hiçbir netice elde edemedi. Vaktiyle bir kısım insanlar O'nun mezarını meçhul hâle getirmişlerdi. Araştırmalarından netice elde edemeyen Yavuz, tebdil-i kıyâfet Şam sokaklarında dolaşarak, bu hususta bir fikir edinmek istediyse de hiçbir şey öğrenememişti. Şehirdeki bu cevelânın sonunda ahâd-ı nâsa karışarak, bir hamama girip yıkanmaya koyulmuş, bu sırada hamam kurnalarının başındaki bir ihtiyar, elindeki hamam tasını yere vurarak keselenmek için bir tellâk çağırmaktaymış. Lâkin O'nun bu talebini duyan olmamış. Bunun üzerine Yavuz kendisine hitapla: “Tellâğın geleceği yok. Yaşına hürmeten senin sırtını ben keseleyeyim” demiş. O'nun bunu kabul etmesi üzerine Yavuz, ihtiyarın sırtını keselerken, O'na latife olsun diye: “Babalık! Sen galiba gençliğinde şeyhine hizmet etmedin ki, ihtiyarlıkta bir tellâk gelip sana hizmet etmedi” demiş.Bu söz üzerine ihtiyar: “Ben şeyhime hizmet etmeseydim, devrin sultanı bana kesecilik etmezdi” demesiyle Yavuz, O'nun Hızır (A.S.) olduğunu anlamış ve: “Tamam, bildim Sen Hızırsın, bana Muhiddin-i Arabi Hazretleri'nin mezarının nerede olduğunu söyle” demiş. Bunun üzerine Hızır kendisine şu cevabı vermiş: “Ben bu hamama neden geliyorum sanırsın” demiş. “O'nun mezarı bu hamamın külhanının altındadır. Gâfiller O'nun mezarını dümdüz edip, üzerine bu hamamı yapmışlardır” cevabını vermiş. Yavuz Sultan Selim hamamdan çıkıp eski hüviyetine bürününce, emredip hamamı yıktırmış. Muhiddin-i Arabi Hazretleri'nin mübârek cesedi orada gömüldüğü zamanki gibi bulunmakla, dini merâsimi icrâ edip, O'nu tekrar aynı yere defnetmiş. Sonra da üzerine bir türbe ve civarına da câmi, tekke vesâireyi yaptırıvermiş.
- Sinâ Çölü geçilirken Sultan Selim Han attan inip, yaya olarak yürümeye başladığında etrafındakiler çölü geçmenin meşakkatini düşünerek, attan inmemesini tavsiye edince O, bunlara cevaben: “-Görmüyor musunuz, Peygamber Aleyhissalâtüvesselâm, câriyâr-ı güzin (dört büyük sahabe) ile önümüzden yaya olarak gitmektedirler. Onlar bu meşakkatli yolda böyle yürürken, ben nasıl ata bineyim?” Rahmetullâhi aleyhim!
- Yıldırım'ın 7 erkek evlâdı vardır. Bunlardan Ertuğrul, kırkdilim muharebesinde şehid oldu. 2. Süleyman 3. Isa 4. Musa 5. Mustafa 6. Kasım
- Oğuz Han'ın Gün Han, Yıldız Han ve Ay Han adlarındaki üç oğlu dâima sağ tarafta yer alıyorlardı. Bunlara "Bozoklu" denilmekteydi. "Ok" kelimesi, kadîm Türkçe'de boy (kabile) mânâsında kullanılıyordu. Gök Han, Dağ Han ve Deniz Han adındaki diğer üç oğlu ise, sol tarafta yer alıyordu. Bunlara da "Üçoklar" veya "Üçoklu" adı verilmekte idi. Bu altı evlâdın her birinin idâresi altında dört boy vardı. Bunlar da kendi aralarında itibârlarına göre sıralanıyorlardı. Bu sûretle Oğuzlar'ın, yirmi dört boydan teşekkül ettikleri görülmektedir. Bu boyların her biri eti yenmeyen avcı bir kuşu mukaddes etmişlerdi ki; buna "Ongun" denilirdi. Bir de, her boyun bir "damga" sı vardı. Bu, uğur addedilerek davarlara, kap-kacağa vurulur ve hattâ mezar taşlarına bile hâkkedilirdi. . . . Oğuzlar, sîyasi bir câmia veya memleket için "el" veya "il" tâbirini kullanırlardı. Bu sebeple Oğuzlar'ın siyasî topluluğuna ve ülkelerine "Oğuzeli", Oğuzeli'nin başındaki hükümdara ise, "Yabgu" denilirdi. . . . Kayıhanlılar veya Kayı Boyu, Oğuzların daha itibarlı addedilen sağ tarafta yer alan boylardan, yani Bozoklar'dandı. Bu gruptaki boyların kendi aralarındaki sıralanmada da en sağda yer alıyordu. Yâni Bozoklar'dan, Gün Han'a tâbi dört boyun en itibârlısıydı.
- Yavuz Sultan Selim Han Osmanlı padişahları arasında sakal bırakmamış olmakla meşhurdur. O zamana kadar hânedân mensupları sakalı, bir hükümdarlık alâmeti olarak telâkki eder ve şehzâdeliklerinde sakal bırakmazlardı. I. Sultan Selim ise, Yeniçeri Ordusu'nu yeniden tensik ve tertipleyerek kendisini birinci ortanın bir numaralı neferi olarak ilân etmiş ve bu durum an'aneleşerek kendisinden sonra üç yüz sene devam etmiştir. Yeniçeriler kırk yaşına kadar evlenmezler ve sakal da bırakmazlardı. Bunları kırk yaşında emekli olduktan sonra yaparlardı. I. Sultan Selim, Yeniçeri Ordusu'nu böylece bir numaralı neferi olarak kendi ismini Yeniçeri listelerine yazdırdıktan sonra onların an'anesine riâyet sebebiyle sakal bırakmamıştır.
- Mısır Seferi'ne giderken bu seferle ilgili olarak müteaddid istihâre yapmış olan Yavuz Sultan Selim Han pek bir şey görememiş. Lâkin kendisine rüyâsında, “O sırrı biz Hasan kulunuza verdik” denilmiş olması üzerine O, nedimi Hasan Can'ı çağırarak: “. Sen bu gece ne rüya gördün?” diyerek O'nu sıkıştırmış. Hâlbuki Hasan Can bir şey görmemişmiş. Durumu itizâr ederek beyan etmiş. Acaba başka bir Hasan mı diye düşünen Yavuz, Hasan Can'ı Yeniçeri ağalarından Kapıağası Hasan Ağa'ya göndermiş. Hasan Can, Hasan Ağa'yı gözü yaşlı görünce: “-Hayırdır, sana ne oldu?” diye sorması üzerine O: “-Ben bu gece bir rüyâ gördüm. Onun dehşetinden böyle ağlıyorum” demiş ve rüyâsını anlatmış: “Arap simâsında nürâni bir kalabalık, sarayın kapısına gelmişler ve Hasan Ağa'ya önde bulunanlardan biri: “Ben Ali bin Ebü Tâlib'im! Bunlar da Hz. Ebubekir, Ömer, Osman vesâir sahâbe-i kirâmdır. Ya bize müsaade et, ya da sen var git söyle ki, Haremeyn'in hizmeti Sultan Selim'e havale olunmuştur. Durmayıp harekete geçsin!” Bu sözleri dinleyen Hasan Can koşup gelerek, Yavuz Sultan Selim'e: “. Evet, Hasan kullarınızdan biri gerçekten rüya görmüş. Lâkin O, ben değilim. Kapıcıbaşınız Hasan Ağa 'ymış” girizgâhından sonra dinlediği rüyâyı anlatmış. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim O'na şöyle demiş: “Hasan! Ben sana şimdiye kadar kaç kere söylemedim miki, ecdâdım mânevi bir işâret almadan sefere çıkmazlardı. Onların her birinin velâyetten nasibi vardı. Ben de böyle bir tebşirât bekledim. Lâkin bu tebşirât demek ki, büyük bir ihlâs sâhibi olan Hasan Ağa kulumuzda tecelli etti.” İşte bu tebşirattan sonra O, Mısır Seferi için hazırlık yapıp, yola girmiştir.
Osmanlı Tarihi 1.Cilt İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Osmanlı Tarihi ile ilgili muhtasar kitap olarak çok iyi bir eser.Çok fazla zamanım yok ciltlerce Osmanlı Tarihi okuyamam diyen biri iseniz bu kitaba başlamak ve sonraki 2 ciltle devam etmek sizin için bazı şeylerin yerine oturması açısından yeterli olacaktır.Tavsiye edilir efendim. (A.Ö)
yazar/kadir-misiroglu ‘nun yazdığı kitapların temel özellikleri bellidir üç tane ana kaynağı vardır. Onların özeti gibidir. Alırken bunu bilerek alın. Bunun yanında Timur’un Moğol olduğu gibi bazı hatalı bilgiler de mevcut. (Entelektüel Troll)
Osmanlı Tarihi 1.Cilt PDF indirme linki var mı?
Kadir Mısıroğlu - Osmanlı Tarihi 1.Cilt kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Osmanlı Tarihi 1.Cilt PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Kadir Mısıroğlu Kimdir?
Türk tarih araştırmacısı, yazar, şair, hukukçu ve eski gazeteci. Osmanlılar İlim ve İrfan Vakfı mütevelli heyeti başkanı ve Sebil Yayınevi kurucusu.
1933 yılında Trabzon'un Akçaabat İlçesi'nde doğdu.İlk ve orta tahsilini Akçaabat'ta, liseyi Trabzon'da tamamladı. 1954 senesinde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne girdi. Öğrenciliği müddetince birçok yurt açıp çalıştıran Mısıroğlu, fakülte yıllarından itibaren hukukçuluktan çok tarihçiliğe meylederek yakın tarih ile alakalı araştırmalara başladı. Mısıroğlu, 1964 yılında, ilk eseri olan Lozan; Zafer mi, Hezimet mi?! kitabının birinci cildini kaleme aldı ve aynı sene Sebil Yayınevini kurdu. 1970 Yılının ocak ayında Milli Türk Talebe Birliği'nde Harf Inkılabı ile alakalı verdiği bir konferansı hakkında yargılandı ve Eskişehir Örfi İdare Mahkemesi'nce mahkumiyet kararı verildi. 1976 yılı başından itibaren İslami bir dergi olan Sebil Dergisi'ni çıkarmaya başladı. Bu dergideki birtakım yazılarından dolayı kısa bir müddet sonra hakkında 163. maddeye istinaden davalar açıldı. 1980 ihtilali ile Mısıroğlu'nun da aralarında bulunduğu MSP Merkezi Umumi Heyeti hakkında tevkif kararı verilince yurt dışına kaçtı. 1991 yılında Türkiye'ye geri dönen Kadir Mısıroğlu, çalışmalarına devam etti.
Acıbadem Altunizade Hastanesi'nde 5 Mayıs 2019'da 86 yaşında hayatını kaybetti. Çamlıca Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Üsküdar'daki Nasuhi Mehmet Efendi Camii haziresine defnedildi.
Ödülleri
Mısıroğlu Macar İhtilali isimli kitabı üzerine Hür Macar Yazarlar Birliği'nin en büyük ödüllerinden olan Gümüş Madalya ile taltif edilmiştir. Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın başkanlığını yaptığı Türkiye Milli Kültür Vakfı tarafından Osmanoğullarının Dramı isimli eserinden dolayı Jüri Özel Ödülüne layık görülmüştür.
Kadir Mısıroğlu Kitapları - Eserleri
- Lozan - Zafer mi, Hezimet mi? 1
- Hayat Felsefesi Yahud Yaşamak Sanatı
- Doğru Türkçe Rehberi
- İslâmcı Gençliğin El Kitabı
- Filistin Dramı'nın Düşündürdükleri
- Sultan II. Abdülhamid Han
- Yunan Mezalimi
- Üstad Necip Fazıl'a Dair
- Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri 1
- Sultan Vahideddin
- Kanlı Düğün
- Lozan - Zafer mi, Hezimet mi? - 2
- Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücahidler
- Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri 3
- Geçmis Günü Elerken - 1
- Barbaros Hayreddin Paşa
- İslam Yazısı'na Dair
- Moskof Mezalimi
- İslam Dünya Görüşü
- Mimar Koca Sinan
- Kırık Kılıç
- Osmanoğulları'nın Dramı
- CHP'nin Günah Galerisinden Sayfalar
- Uzunca Sevindik
- Sultan Abdülaziz
- Muhtasar İslâm Tarihi 1
- Düzmece Mustafa
- Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri 2
- Geçmiş Günü Elerken 2
- Lozan - Zafer mi, Hezimet mi? - 3
- İthaflı Fıkralar
- Geçmişi ve Geleceği ile Hilafet
- Zağanos Paşa
- Kavuklu İhtilalci
- Piri Reis
- Cemre
- Veli Bayezid'in Bedduası
- Amerika'da Zenci Müslümanlık Hareketi
- Cem Sultanın Papağanı
- Asrın İhaneti
- Aşıklar Ölmez
- Trabzon Meb'usu Şehid-i Muazzez Ali Şükrü Bey
- Osmanlı Tarihi 1.Cilt
- Tarihten Günümüze Ermeni Meselesi ve Zulümler
- Sokollu Mehmed Paşa
- Zoraki Asi
- Musul Meselesi ve Irak Türkleri
- Makbul Ve Maktul İbrahim Paşa
- Benden Tarihe Haberler
- Malkoçoğlu Kardeşler
- Muhtasar İslâm Tarihi 2
- Özlü Sözler
- Hicret
- Osmanlı Tarihi 2.Cilt
- Muhtasar İslâm Tarihi 3
- Macar İhtilali
- Osmanlı Tarihi 3. Cilt
- Of Lala
- Üç Hilafetçi Şahsiyet
- Zaferden Zafere
- Perili Köşk
Kadir Mısıroğlu Alıntıları - Sözleri
- Bu nazariyeye göre; Eskiden Dünya hakimiyetinin merkezi Roma şehri idi. Bütün Dünya'ya hükmedenler orada otururlardı. Sonra bu merkezilik Bizans'a yani İstanbul'a geçmiştir.Bu süretle İstanbul '' ikinci Roma '' ya varis olan Moskova, '' Üçüncü Roma '' adıyla yad olunmaya değer bir ehemmiyet kazanmıştır. O halde Moskova'yı Hıristiyanlığın en kuvvetli merkezi olması dolayısıyla '' Üçüncü Roma '' kabul etmek zatureti vardır. Artık Dünya'nın kaderine Moskova'dan hükmedilecektir !... (Moskof Mezalimi)
- Bugün Dünya'nın özleyip de bir türlü gerçekleştiremediği, farklılıklara tahammül ve karşılıklı saygı, o devletin temel bir idârî prensibiydi. (Sokollu Mehmed Paşa)
- Olacakları evvelden bilmenin faydadan çok zararı olmalı ki, Allah kaderi meçhul kılmıştır!.. (Kırık Kılıç)
- "Türkiye arabaların kanunlarından kurtulacaktır" (İleri, 28 Şubat 1340) (Hilafet Risâleleri, İsmail Kara, sh. 541) (CHP'nin Günah Galerisinden Sayfalar)
- İSLAM DAVASI İÇİN ÇALIŞMAYAN ALNINI SECDEDE KALDIRMASA BİLE MESULDÜR!.. (Özlü Sözler)
- Bütün lise hayatım boyunca iki dindar hocayla karşılaşabilmiştim. Bunlar coğrafya muallimi merhum İsmail Hakkı Berkmen ile halen hayatta olan Ahmed Saka Bey'lerdi. İdare ve müdürümüz dindarlık ve milliyetçiliğe haşin bir sûrette karşıydı. Bundan dolayı pek çok kereler disiplin kuruluna girip çıkmak mecbûriyetinde kalmışımdır. Bu arada binbir güçlükle temin edebildiğimiz namaz odasına asılmış olan bir takvimin kartonundaki M. Kemal Paşa resmini yırtma sebebiyle üç gün "tard-ı muvakkat" cezasına çarptırılışım zikre değer. Bilahare büyütülen bu hâdise yüzünden, mezuniyet imtihanlarından sonra olgunluk imtihanlarının ikisini vermiştim ki mektepten tamamen uzaklaştırılma cezasına çarptırıldım. Ayrıca, güya beni himaye etmiş olmak töhmetiyle o zamanın başmuâvini İsmail Hakkı Berkmen ve edebiyat muallimi Kaya Bilgegil (sonradan profesör) de altı ay Vekâlet emrinde kalmak sûretiyle iz'ac olunmuşlardır. Ben de müteakip iki imtihan için Giresun'a gittim. O zaman olgunluk imtihanı dört dersten yapılırdı. Sualler bakanlıktan gelirdi. Yolda imtihanların birini kaçırmıştım. Diğerini de Giresun'da vermiştim. Kaçırdığım imtihan için 1954 Ekimi'nde Erzurum'a gittim. Bu dersin imtihanını da Erzurum Lisesi'nde vererek nihâyet lise mezunu olabildim. (Hicret)
- Maksadım yazıma başlarken belirttiğim gibi bu mes'elenin ilmi cihetlerini sâdece bir fihrist kabilinden beyan etmektir. Gâyem, böyle büyük bir işe girişmezden evvel yapacağımız işin doğru olup olmadığının hissî ve siyâsî olmaktan ziyade ilmi bir sûrette münakaşa edilmesinin ehemmiyetini belirtmektir. Temas ettiğim mes'elelerin her biri ayrı bir ilim dalıdır. (İslam Yazısı'na Dair)
- Bir parkta bulunmuş bir çocuğa, babalık veya analık iddia eden iki insan mevcud olsa, deliller de, ortada olsa, bunlardan biri müslim, diğeri gayri müslim olsa fakat müslim köle olsa, kadı, çocuğu gayri muslim fakat hür olan insana verir. Çünkü bu taktirde çocuk gayri müslim fakat <
> olacaktır. ->Tek başına sırf şu misal bile, İslam'da hürriyete atfedilen ehemmiyeti göstermeye kâfidir. (Amerika'da Zenci Müslümanlık Hareketi) - "--- Râsulullah (s.a.v.)in fitne hakkında olan sözü hanginizin hatırındadır?" deyû sormuş, içlerinden Huzeyfe: ---Ya emirelmü'minin!.. Resûl-i Ekrem'in fitne hakkında olan sözü ayniyle benim hatırımdadır ki, kişinin ıyâl(çocuklar) ve mal ve evlâdından ve komşusundan dolayı fitneye dûçar olmasıdır.Bu misullû günahlara savm ve salât ve emr-i bilma'ruf ve nehy-i anil munker kefaret olur deyu vermiş. Hz.Ömer: "--- Muradım o değil, deniz gibi temevvüç edecek fitneyi soruyorum." dedikde Huzeyfe: "---Ya emirelmü'minin!.. Senin için onda bir beis yok.Senin zamanınla onun arasında kapalı kapı var!.."demiş Hz.Ömer: "---Bu kapı kırılacak mı, yoksa açılacak mı?" dedikte Huzeyfe: "---Kırılacak!.. demekle Hz.Ömer: "--- Öyleyse artık kapanmaz!.." deyip izhar-ı teessüf etmiş." (Geçmişi ve Geleceği ile Hilafet)
- Ağaçlar ayakta ölür!.. (Geçmis Günü Elerken - 1)
- Sultan Selim Han, bu suale cevap verip vermemek arasında tereddüdde idi. Paşa'yı uzun uzun süzdükten sonra:"-Paşa! Siz sır tutarsınız. O'nun için size söyleyebilirim. Şehre girmesine elbet gireceğiz, ama karanlık bastırdıktan sonra!.."dedi. (Veli Bayezid'in Bedduası)
- M.Kemal Paşa'nın evvelce, İngilizler'le "Hilâfet'i yıkmak" esası üzerine anlaşmış olmasına rağmen, zaferden sonra bu vaadinden vazgeçerek "halife" olmak istediği kat'idir.Ancak bu dinî bir zaruret ve inanıştan ziyade âlemşumûl bir şahsi otorite sağlamak maksadının eseri idi. (Geçmişi ve Geleceği ile Hilafet)
- Bugün memleketimizin bir numaralı mes’elesi Güneydoğu Anadolu’daki anarşi değildir!.. Kıbrıs’ın kaybedilmek üzere olması da değildir!.. Bütün bunların hepsinden daha ehemmiyetli olan, lisânımızdaki korkunç tahrîbattır!.. (Doğru Türkçe Rehberi)
- Risale-i Nur, harf inkılabından sonra İslam harfleri davasını siyasi bir mesele olmaktan ziyade bir "ibadet" , "Sevap" ve "kültür" mevzu olarak ele almış ve talebeleri bütün gayretlerini bu sahaya hasretmişlerdir.. (İslam Yazısı'na Dair)
- Ben tahta değil, bir yangının kızgın külleri üzerine oturdum ! Sultan Vahideddin Merhum (Sultan Vahideddin)
- Büyük ve alemşümul İslam nizâmının iman şuur ve vecdini kaybeden bir insan için bayram birkaç dost ziyaretinden başka nedir? Lakin kim kime dostluğuyla, kelimenin hakiki manasıyla yar olup da, onu düştüğü esfel-i safilinden ala illiyyine doğru çekebilir? Ve kimde böyle bir cazibeye kapılmak istidada kaldıki? Günlük meşgalelerin basit ikliminde bunalmış, ruhen ve bedenen yorgun asrımız insanını kurtaracak, gerçek cehd ve gayret olmadan, kendi kendine sırf günlerin arka arkaya sıralanması sebebi ile gelen ve sadece bir şiarı İslam diye ismen ve şeklen devam eden bayramlar, kime ne verebilir ki? (Aşıklar Ölmez)
- Kader geçmişte malum, gelecek içinse meçhuldür (Malkoçoğlu Kardeşler)
- Bu itibarla bizde hari değişikliği aynı zamanda ve evveliyetle dini bir mes'ele teşkil etmekte olduğu halde, bugüne kadar mes'elenin bu vechesi üzerinde gerektiği şekilde du rulmamıştır Tarih boyunca milletler iki sebeple allabe değiştirmişlerdir. a-Din değiştirme, b-Esåret. (İslam Yazısı'na Dair)
- Aziz gençler!.. Unutmayınız ki, devletinizi, âlemşümul bir imparatorluktan mânâ ve maddede küçük bir Türkiye hâline getiren dâhili ve hârici düşman faaliyetlerine cevaz, meşrüiyyet ve hattâ itibar bahşeden Lozan'dır!.. Yeniden büyük devlet olma imkân ve ümitlerimizin yegâne kaynağı olan gençler!.. Unutmayınız ki, Lozan'ı yırtıp çiğnemedikçe "Büyük Türkiye" nin şafağı sökmeyecektir. Kadir MISIROĞLU 27 Ramazan 1390/ 26 Teşrinisani 1970 Serencebey/İstanbul (Lozan - Zafer mi, Hezimet mi? 1)
- Sultan Abdülaziz merhumu hal' eden devlet içâli arasında birinci derecede rol oynayan dört kişidir. Bunlara “Erkân-ı Erbaa” veyahud da “Hal'erkânı” denilmektedir. Bunlar; Hüseyin Avni paşa, Midhat Paşa, Rüşdü Paşa ve Hasan Hayrulâh Efendi'dir. Bunların terceme-i hâlleri evvelce tafsil edilmiş olduğu üzere, burada ayrıca izah edilecek değildir. Ancak karakter ve niyetleri itibariyle onlar hakkında birkaç cümlelik bir izahatla kısa bir hatırlatma yapmakta fayda görmekteyiz. Bunlardan bir numaralı ele başı Hüseyin Avni Paşa'dır. Evvelce kaynaklara istinâden nakledilmiş olduğu Üzere ahlâksız, sarhoş, muhteris, diktatör ruhlu, kindar ve rüşvetçi bir adamdır. Bu işe karışmaktaki gâyesi, sadece ve sadece saray kadınlarına karşı çirkin bir hareketinden dolayı sürgüne gönderilmiş olması sebebiyle Sultan Abdülaziz'e karşı duyduğu kin ve nefret ile ondan intikam almak ve diktatör olmak heveslerinden ibarettir. (Sultan Abdülaziz)