tatlidede

Otlakçı - Memduh Şevket Esendal Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Otlakçı kimin eseri? Otlakçı kitabının yazarı kimdir? Otlakçı konusu ve anafikri nedir? Otlakçı kitabı ne anlatıyor? Otlakçı kitabının yazarı Memduh Şevket Esendal kimdir? İşte Otlakçı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 04.03.2022 02:00
Otlakçı - Memduh Şevket Esendal Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Memduh Şevket Esendal

Tasarımcı: Fahri Karagözoğlu

Yayın Evi: Bilgi Yayınevi

İSBN: 9789754940893

Sayfa Sayısı: 216

Otlakçı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Otlakçı'daki öyküler doğaya, insanlara arı duru bir sevgiyle bakan; gerilimleri bile sevecenlikle karşılayan bir anlayışın ürünüdür. Soyuttan arınmış gözlemleri, alabildiğine derin ve gerçekçi boyutlarıyla, her dönemin yapıtı olabilecek öyküler bırakmıştır Memduh Şevket Esendal.

Otlakçı Alıntıları - Sözleri

  • "İçimde sebepsiz bir küskünlük duyuyordum."
  • "Biz hem yalancılıkları kendimiz öğretiyoruz, hem de yeni nesil bozuldu, diye şikâyet ediyoruz."
  • "Adam oğluna bu yeryüzünde rahat var mı?"
  • "Yeryüzü karanlık, yaşamak da acı!"
  • "Biz hem yalancılıkları kendimiz öğretiyoruz, hem de yeni nesil bozuldu, diye şikayet ediyoruz."
  • Vallahi beyefendimiz, öyle zaman oldu ki, bendeniz, gece uykularını uyuyamaz oldum.
  • "Hayat kadınlar hakkında çok merhametsiz, çok zalimdir. Kadın tez ihtiyar oluyor ve geç ölüyor."
  • Adam kıtlığında bunlara da adam diyorlar.
  • Hayat kadınlar hakkında çok merhametsiz , çok zalimdir. Kadın tez ihtiyar oluyor ve geç ölüyor.
  • Ben canlı bir adamın karısı olmak istedim. Yüzü güneşte yanmış olsun. Eve yorgun argın gelsin, bir iş yapmış olduğuna inansın. Yemek istesin. Yaramaz çocuklar gibi gürültü etsin. Evde, bir iş odası olsun, orada resim çizerken ıslık çalsın. Bu yurdu, bu yerleri, bu ağaçları, bu sokakları, bu insanları benimsesin. Bir utanması olsun, yüreği temiz adam olsun. Benden çok da işlerini düşünsün.
  • Biz hem yalancılıkları kendimiz öğretiyoruz, hem de yeni nesil bozuldu, diye, şikâyet ediyoruz.
  • --Efendim, tütün tabakasını ortada unut- mağa gelmiyor, insafsız herif, tütünün ne kadar saçak yeri varsa içti, tozlan bana kaldı. Çok otlakçı gördüm ama böylesine hiç rasgelmedimdi. Bizim rahmetli İlhami de otlakçı idi ama hiç olmazsa bir inceliği vardı, adamı eğlendirirdi. Karşınıza oturdu mu gözleri ile tütün paketini arar, sokulur, tabakayı cebime koyanın sözlerini şaşırır, cebimden çıkarıp masanın üstüne bırakınm, sevinir. Saatlerce gözleriyle tabakanın arkasından koşar, sonra bir fırsatını düşürüp bir cıgara yakınca keyiflenir, güler, söyler, dinleyenleri de eğlendirirdi. En çok hoşlandığı da fırsatını düşürüp cıgarayı kendi eliyle almasında idi. Siz ona paketinizi uzatırsanız alır ama, kendi eliyle aldığı cıgaradan duyduğu haram tadını duymazdı. Bu otlakçıya canım kurban, kardaşım! Bu herif öylesi değil ki. Dün artık dayanamadım, söyledim : - Ama Mahmut Efendi, dedim, bu kadar da olmaz. İçiyorsun, neyse iç. Ama hiç olmazsa tozunu da katık et! O, alışmış, aldırmıyor. Yan gözle bana baktı : - Bir cıgara sardım diye mi söylüyorsun? dedi. Hangi bir cıgara birader, dedim, bak gene bir tutam saçak tütün kalmadı. Bana yalnız tozları kalıyor. Kayıtsızca, - Senin tütünün de içimli bir şey değil ya! dedi, bunu nasıl içiyorsun? Kaçak içsen ondan daha iyi! Kızdım. - A birader, dedim, iyiye kötüye baktığımız yok, sen benden çok içiyorsun. Fena ise niçin içiyorsun? - Ne yapayım, dedi, daha iyisi olsa onu içerim ... - Neden yok, dedim, tütüncü dükkanları dolu! Yüzüme dik dik baktı : - Ben, dedi, bu zıkkıma para vermem. Mundar şey ... Mekruh. Kalkıp üste de para vereceğim! İşim yoktu da ... - Çok iyi buyuruyorsun, dedim, ama biz para veriyoruz! - Ben de onu söylüyorum ya, dedi, pa- ra verdin verecek, bari iyisine ver. Bunun böylesini içecek olduktan sonra hiç içmesen daha iyi! - Sen, dedim, kırk yaşından sonra benim huyumu mu değiştireceksin? Kayıtsızca omuzlannı kaldırdı : - Benim neme gerek, dedi, ben kimsenin keyfine kanşmam. Sen bana kanşıyorsun da ben de söylüyorum. - Canım, dedim, senin kuruyasıca huyu- nun bana ziyanı olmasa ben de kırk yıl söylemem. Ziyanın bana dokunuyor.Benim sana ne ziyanım dokunuyor? di- ye sordu. Bu sözleri hep bir cıgara için ıni söylüyorsun? Ziyan olmuş da dünya batmış ... Ben içmeseydim de sen içseydin, daha mı kar edecektin? Bari başkalarının yanında söyleme, seni ayıplarlar. Tepem attı : - Neden ayıplıyorlarmış? diye sordum. - Neden olacak, dedi, bir cıgaralık tütün için bu !kadar lakırdı ediyorsun. - Canım birader, dedim, hangi bir cıga- ra, hangi beş cıgara? ... - Haydi on cıgara olsun, dedi, yirmi cı- gara, otuz cıgara olsun ... Daha diyeceğin yok ya! Yok tütünün saçak yerini içmişim, sana tozu kalmış ... Bunları söylemek ayıp. Tozu kaldı ise bir paket al, saçak tütün iç. Bunun kemali altmış para! - Bunu ben alacağıma, sen alsan ne olur, dedim, şunu neden almak bize düşüyor da, içmek size? - Ben adet etmemişim, dedik ya! Böyle zehire para vermem, dedi. Sen a.det etmişsin, ben içsem de alıyorsun, içmesem de. Benim için tütün almıyorsun ya. Benim için alıyorsan bir daha alma. Hem bir cıgara için adama böyle kahve ortasında bu kadar söz söylemek ayıp değil mi? Bu sana yakışır'mı? - Çıldıracağım, dedim, sen altmış para verip bir paket tütün almaz, herkesin tabaka- sından geçinirsin, bu ayıp değil; ben tütünü katık et, saçağından bana da kalsın, dedim, bu ayıp öyle mi? - Bana neden ayıp oluyormuş? dedi, hırsızlık etmiyorum ya, zorla da almıyorum, tütünün saçağı dururken tozunu içecek kadar ahmak değilim ... - Biz tütünün tozunu içip ahmak mı oluyoruz? dedim. Doğrusu çok da kızdım. Onun da cıgara- dan sararmış parmaklan titremeye başladı, ama sözünü kesmedi : - Sen, dedi, demindenberi bana o kadar söz söyledin, ben sesi.mi çıkardım mı? Tütünün saçağı dururken tozunu içmek ahmaklıktır dedimse niçin kızıyorsun? Kahvede olanlara bakarak, - Yalan mı söylüyorum, efendiler, dedi. Bana bir cıgara verdi diye bu kadar söz söylenir'mi, bu nerede görülmüş şey? Karşı peykede oturan Miralay Esat Bey bana işaret etti. Kendimi topladım : - Sen, dedim, birader bir daha benim yanıma gelme, benimle de konuşma. Bir gün öfke ile kafana bir şey vururum, başıma bela olursun, anladın mı? İşte bu kadar! İş buraya vannca Esat Bey cebinden ta- bakasını çıkardı : - Mahmut Efendi, dedi, gel sen buraya, bak ben sana bir tütün vereyim, nasıl beğenir- sin ... Tabakayı görünce kalktı, karşıya gitti. Ba- na da, - Benim kabadayılığım yok, dedi, kimseye de bir fenalık etmedim, gene de etmem. Bütün suçum nedir : bir cıgara sarmışım! Sanki tufan olmuş ... Bir yandan söylendi, bir yandan da EsatBeyin tabakasında ne var ne yok içti. Ben artık cevap vermedim. Ancak Mahmut Efendi bana darıldı, ben de ondan kurtuldum sanmayınız. Ertesi sabah, erken, çocuk haber verdi ki bir efendi gelmiş, beni görmek istiyormuş. Aşağı odaya indim. Baktım, Mahmut Efendi. Beni görünce dedi ki, - Birader, dün sizin hatırınızı kırdım. Sonradan ben de pişman oldum. Sizden özür dilemeğe geldim. Kusura bakmayın, insanlık hali ... İnsan hazan 'boş bulunuyor ... Siz olsanız ne yaparsınız? Özür dileyen bir yüzüm adam. Kalkıp evinize kadar da gelirse ... Benim tutmaz. «Buyurun» dedik. Kahve de pişirttik. Önü- ne bir dolu kase tütün de koyduk. Kardaşım, emin olun, kalem vaktine kadar kasenin dibinde yalnız tozlar kaldı, cıgara tablası da ağzına kadar doldu! 24 Nisan 1923
  • Ben istemedikten sonra, kim beni ona yahut başka birine bağlı tutabilir!
  • Hani, bazen sırası geliyor da, 'maziye merbutiyyet' filan diyoruz; bizim gibilerde maziye merbutiyyet ekseriya bir iptila halinde, sözün doğrusu bizim yaptığımız yenileri beğenmemek için bir hikayeden ibaret. Biz hem yalancılıkları kendimiz öğretiyoruz, hem de yeni nesil bozuldu, diye şikayet ediyoruz.
  • Bir kadının gülüşü, bir eşyanın duruşu öykü olamaz mı?

Otlakçı İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Anadolu İnsanı: Cumhuriyet kurulduktan sonra Anadolu'nun kültür catışmasını seziyoruz. Harf inkılabından sonra yepyeni bir dil ile karşılaştıklarını söyleyen insanlara bakıyoruz ki Osmanlı Türkçesi'nin kalıplaşmış deyimlerine yabancı. Burda büyük yazar ve diplomat MŞE devreye giriyor ve bizlere şu soruları yöneltiyor : Kardeşim sen "üzüntü sözcüğüne müteessir" dediğinde, "hor görme sözcüğüne istihfaf" dediğinde kültürlü olmuş mu sanıyorsun ? Memduh Şevket Esendal o dönemde arapça farsça kelimeler kullanıp Anadolu insaninin konuşmasına alayci yaklaşan kesimi çok güzel tokatlıyor. Ufak ufak küçük bu öykülerini ari bir Türkçeyle kaleme alıyor, kendisi öykülerinde insanları neşelendirmeyi amaç edinmiş. Diyor ki: İnsanlarin üzülecek bunca şeyi varken bir de ben kalemimle onları üzmeyeyim. İstabulda yaşayan zengin kesim Anadoluyu iteklerken o Anadolu'yu yüceltmek için ellerini kaldırmış bir isim. (İsmail)

İsmini hepimizin bildiği ancak yine birçoğumuzun okumaya yönelmediği, belki de ileride unutulmaya yüz tutacak bir yazar yazar/Memduh-Sevket-Esendal Anadoluyu karış karış gezmesinin, girmiş olduğu siyasal yaşamının izlerini taşıyor öyküleri. O, Anadolu insanının cahillik ile boyun eğme, razı olma gibi durumlarını, o samimi yaşamlarını yalın ve akıp giden bir anlatım ile yansıtmış. Kulaç ata ata ilerledim bu sefer. Yüzerek kıyılara vardım. Tek tek öykü adalarına ulaştım. Adaların hepsinden bahsedemem. İrili ufaklı birçok ada vardı. Kimisinde dinlendim düşündüm, kendi adamla karşılaştırdım, kimisinde de uzaktan el sallayıp tebessüm ederek yüzmeye devam ettim. Bir ada vardı ki Hayriye Hanım 'ın ince ve düşünceli oluşuyla, kocasına olan sevgisinin büyüleyici etkisiyle karşılaştım. Küçük ama sevgi kaplı bu adadan ayrılarak bu sefer olumsuz bir havayla karşılaştım. Ali Rıza Efendi pek dertliydi. Karısı ve kaynanasının dedikoduculuklarından dert yanıyordu. Oturdum dinledim onu. Teselli etmeye çalıştım. Daha sonra ayrılık vakti geldi. Otlakçı ile karşılaştık bu sefer. Mahmut idi ismi. Aman efendim herkesten tütün otlanıyordu. Hem de iyi tütünleri kendi alıyor kötüleri sahibine bırakıyordu uyanık. Bir laf da denmiyor, suçlu siz oluyordunuz. Her neyse fazla durmayım burada dedim. Bir de cebime baktım ki sigaralarımı yürütmüş çakal! Son bir dal kalmış. Onu da kaptırmayım diye koştum denize hemen. Sıradaki küçük adada ise bir mektupla karşılaşıverdim. Yazık bir kadın yazmış. Kocasından boşanacağı yazılıydı. Açgözlülük ve türlü üç kağıtçılıkla zengin olan kocasının yerine, alnının teriyle az ama öz yemek yemeği yeğlediğini anlatmıştı. Övüneceği kürklü mantolar yerine, üç kuruş da olsa ellerinde huzur olmalıydı onun için. Takdir ettim bu kadını. Nerde öyle insanlar? Sonra ona benzer biri daha çıkmasın mı karşıma? Şaşırdım vallahi. Behin'in sosyetede yeri var. Kocası ile de evde kalma korkusu yüzünden evlendirilmiş. Kumarbaz olan kocasını sevmiyor. Onunla boşanıp fakir ama gururlu, ailesine düşkün ve sevgiyle bağlı bir adamla evlendi. Anne ve babası ile çevresi şiddetle karşı çıksa da dinlemedi onları. Helal olsun! Bu adaları böyle böyle gezip bitirdiğim anda birden irkilerek uyandım. Meğer hepsi rüyaymış. Eee doğru ya yüzerek onlarca adayı nasıl gezeyim. Heleki yüzme de bilmiyorum. Laf işte benimki de... Hepinizi bu samimi ve sımsıcak içimizi ısıtan hikayeleri okumaya davet ediyorum efendim. (Esther. Sema)

Memduh Şevket Esendal ya da takma isimleriyle söyleyecek olursak "M.Ş , M.Ş.E , Mustafa Yalınkat , Mustafa Memduh , M. Oğulcuk" un öykü kitabı olan "Otlakçı" kesinlikle güzeldi. Karşılaştırma yapılacak olursa ( ki aslında buna gerek yok her yazar , öykücü kendine özel elbette ) Sait Faik'in öyküleri kadar etkilemedi beni ancak yine de okunması , ihtimam gösterilmesi gereken bir yazar olduğunu düşünüyorum. Kitabın içeriğinden bahsedecek olursam toplamda 25 tane öyküden oluşuyor ve hepsi de bizden , içimizden , Anadolu'dan. Dolayısıyla dili inanılmaz sade , eski kelimeler de geçiyor tabii ki ama kitabın sonunda "Açıklamalar" kısmında bu eski kelimelerin geçtiği öyküleri adlarıyla birlikte kelime kelime açıklama gereği duymuşlar bence bu gerçekten çok hoş ve gerekli. Özellikle ben bilmediğim kelimeleri not ettiğim için fazlasıyla verimli bir okuma oldu. Kitabın başında da kısaca Esendal'ın hayatı ve öykülerin değerlendirmesini de okumak isteyen okurlar için Dr. Mustafa Şerif Onaran'ın Türk Dili Dergisi'nin Türk Öykücülüğü Özel Sayısında ( Temmuz 1975 , sayı 286 , s.34-44 ) yayımlanan "Esendal" yazısını da öykülere geçmeden önce paylaşmışlar ki bence bu da Esendal'ı tanımak , kişiliği , görüşleri , ilk öyküleri , öykülerin dökümü , öykülerinin yapısı , toplumun ve toplumsal bakış açısının eserlerinde ele alınış şekli , yaşama bakışı , dili hakkında fikir edinmek için yerinde bir hareket olmuş. Kısacası , sade ve halkın içinden öyküler okumak istiyorsanız başvurmanız gereken bir kitap. NOT : Bahsettiğim dergideki olan yazıda da altını çizdiğim birkaç yer oldu onları da paylaşmak isitiyorum; • Halkı kazanmak için önce onu sevmek gerektiği görüşündeydi. Söyleşilerindeki , öykülerindeki o ince hoşgörüde , o gülümseyen bağışlamada bu insan sevgisinin izi yok mu ? • Buna göre Esendal ülkemiz için toprak uygarlığının geçerli olacağına inanmaktadır. Bu görüşü benimsediği için Esendal'a "Gandi" derlerdi. • İnsanlara yaşamak için ümit , kuvvet ve neşe veren yazılardan hoşlanırım. İnsanları yuğunmuş mutfak paçavrasına çeviren ve yeise düşüren yazılardan hoşlanmam. (İklim️)

Kitabın Yazarı Memduh Şevket Esendal Kimdir?

29 Mart 1883 tarihinde Çorlu'da doğdu. Çiftçilikle uğraşan ailesinin maddi sıkıntıları nedeniyle hiçbir mektepten mezun olamadı. 1906'da intisap ettiği İttihat ve Terakki'de 1908'de müfettiş oldu, çok genç yaşlarda gizli politika işleriyle uğraşmaya, gizli kurumlara girip çıkmaya başlayan Memduh Şevket, Farsça, Fransızca ve Rusça da öğrenerek kendi kendisini yetiştirdi. İttihat ve Terakki Fırkası'nda Kara Kemal'in siyasi cephe yardımcılığını üstlendi, Mütarekede İtalya'ya kaçtı, İzmir'in işgalinde geri döndü. 1919'da Ali İhsan Bey'le birlikte Mesleki Temsil Programını hazırladı ve bu görüşü Halk ve Meslek dergilerinde de işleyerek Cumhuriyet dönemine taşıdı. Milli Mücadele'de Mustafa Kemal'e intisap eden, Memduh Şevket, 1920'de Azerbaycan Cumhuriyeti nezdinde Hükümet temsilcisi olarak görevlendirildi, 1924 yılında Rusların Azerbaycan Cumhuriyetini lağvetmeleri üzerine İstanbul'a döndü, 1925'te Tahran elçiliğine atanıncaya kadar Galatasaray ve Kabataş Liselerinde tarih, coğrafya öğretmenliği yaparak geçimini sağlamaya çalıştı. 1925'de, Mesleki temsil görüşünü benimseyen eski arkadaşlarıyla birlikte Meslek gazetesini çıkardı, siyasi rakiplerini tasviye için İzmir Suikastini plânlayanlarca, bu işten zarar görmemesi için elçilikle yurt dışına gönderildi (1926). 1930'da Elazığ'dan milletvekili yapılan Memduh Şevket Esendal, 1933 yılında memur-milletvekili olarak Kabil, ardından Moskova Büyükelçiliğiyle görevlendirildi. 1941 yılında Bilecik milletvekili olarak yeniden Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne döndü. Bir yıl sonra da 1945 yılına kadar sürdüreceği Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliği'ne getirilen Memduh Şevket, II. Dünya Savaşı'nın başlangıcında Almanya'nın yanında yer alan Turancıları desteklerken, 1945'in başında Japonya ile ilişkilerin kesilmesi, Almanya ile Japonya'ya savaş ilanı konularında Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verilen önergelere imza koydu. 1945'de CHP Genel Sekreterliğinden ayrılan Memduh Şevket, 1947'de Peker'e kırmızı oy veren 35. kişi olarak, CHP'nin 7. Kurultayında liberal politikacılar kuşağının partide öne çıkmasına katkıda bulundu. Son yıllarında aktif siyaseti bırakarak, eski öykülerini derleyip yayımlayan ve yeni öyküler yazan Memduh Şevket 16 Mayıs 1952 tarihinde Ankara'da öldü.

Memduh Şevket Esendal Kitapları - Eserleri

  • Ayaşlı ile Kiracıları
  • Otlakçı
  • Mendil Altında
  • Vassaf Bey
  • Miras
  • Bir Kucak Çiçek

  • İhtiyar Çilingir
  • Hava Parası
  • Veysel Çavuş
  • Kelepir
  • Sahan Külbastısı
  • Gönül Kaçanı Kovalar
  • Güllüce Bağları Yolunda

  • Bizim Nesibe
  • Gödeli Mehmet
  • Mutlu Bir Son
  • Feminist
  • Ev Ona Yakıştı
  • Oğullarıma Mektuplar
  • Bir Haydut Kuş

  • Tahran Anıları ve Düşsel Yazılar
  • Temiz Sevgiler
  • Kızıma Mektuplar
  • Tahran Anıları ve Düşsel Yazılar

Memduh Şevket Esendal Alıntıları - Sözleri

  • Düşünmüyorlar ki sevmek insanın elinde olan bir şey değildir. İnsan isteyerek sevemez ve zaten geçen bir şey için yemin olur ama geleceğe yemin olmaz. 'Ben seni sevdim ve seviyorum' yeminine inanılsa doğru olur. Ancak, 'seveceğim' de yemin olmaz. (Mutlu Bir Son)
  • Böyledir. Birçok şeyleri, başkalarına göstermezsek hiç değeri yoktur. Başkaları görüp de onu değersiz bulurlarsa biz de soğuruz. (Gödeli Mehmet)
  • Sonra anladım ki erkekler de sevmek, kadınlarda da sevilmek tarafı kuvvetlidir. Erkek ‘ beni seviyor!’ dese, bundan anlamalıdır ki kendisi o kadını seviyor. Kadın, ‘seviyorum!’ derse o da ‘beni seviyor ‘ demektir. Donna Alvonza’ nın Söylevi / Mutlu Bir Son (Mutlu Bir Son)
  • Bu yıllarda herkes yemeğe ekmek bulamazken onlar rahat geçiniyorlardı. (Mendil Altında)
  • Düşmanın yaklaştığını ve girdiği köylerde cami yıkıp kadınlara iliştiğini duyan bir Müslüman köyünde kadınlar, genç ihtiyar ne kadar erkek varsa kavgaya sevk ettiler, bir ordu karşısında bir köy halkı nedir? Elbette hepsi öleceklerdi. Kadınlar kocalarını, babalarını son dakikaya kadar beklediler ve nihayet bir taraftan köye düşman girerken onlar ilkin çocuklarını dereye attılar, sonra kendileri de, bütün kadınlar el ele tutuşarak ve Allah Allah çağırarak kendilerini suya atıp boğuldular. (Gödeli Mehmet)
  • Ben gençliğimde böyle bir kadına rasgelebilse idim, bekârlığın bu kadar uzun süren yıllarının acılığını çekip, türlü sinir hastalıkları ile yıpranmazdım. Kimsesizlik insanı canından bezdirir. (Vassaf Bey)

  • “Bir günde, bir dakikada ondan vazgeçtim. Bu kadar da olur mu? Kendimden korkuyorum.” (Vassaf Bey)
  • Hiç hastalığın iç yüzü, dış yüzü olur mu? Yatak çarşafı mı bu? (Veysel Çavuş)
  • İçimde bir düğüm gibi kaskatı kalacağına söyleyivereyim dedim. (Vassaf Bey)
  • Yalancı şöhret beni korkutuyor (Ayaşlı ile Kiracıları)
  • Benim yaşayışım gün geçtikçe tatsızlaşıyor. Ne ben kimseyi seviyorum, ne kimse beni arıyor. (Ayaşlı ile Kiracıları)
  • Unutmamak ne kadar güçse,unutmak da o kadar güçtür.   (İhtiyar Çilingir)
  • Dün iyi sayılan, beğenilen,istenilen şeylerin bugün istenilmemesi, beğenilmemesi bizim iyiliğimizden mi, kötülüğümüzden mi olduğunu kestiremiyorum. (Gödeli Mehmet)

  • Öldüreceklerse ortalığı soyanları öldürsünler. (Bizim Nesibe)
  • Dilimizin yalnız sözleri değil, sözlerin kullanışları da değişmiş; o kadar ki, söylenilince güçlükle anlıyorum. (Gödeli Mehmet)
  • Söylemeye değil, yapmaya kıymet veriyordu. (Miras)
  • Biz hem yalancılıkları kendimiz öğretiyoruz, hem de yeni nesil bozuldu, diye, şikâyet ediyoruz. (Otlakçı)
  • Başkaları sizin olan şeyleri severlerse siz de seviyorsunuz. Onlar sevmezlerse siz de soğuyorsunuz. (Gödeli Mehmet)
  • "İçimde sebepsiz bir küskünlük duyuyordum." (Otlakçı)
  • Böyledir. Birçok şeyleri, başkalarına göstermezsek hiç değeri yoktur. Başkaları görüp de onu değersiz bulurlarsa biz de soğuruz. (Gödeli Mehmet)

Yorum Yaz