diorex
Dedas

Özgürlükten Kaçış - Erich Fromm Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Özgürlükten Kaçış kimin eseri? Özgürlükten Kaçış kitabının yazarı kimdir? Özgürlükten Kaçış konusu ve anafikri nedir? Özgürlükten Kaçış kitabı ne anlatıyor? Özgürlükten Kaçış PDF indirme linki var mı? Özgürlükten Kaçış kitabının yazarı Erich Fromm kimdir? İşte Özgürlükten Kaçış kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 29.05.2022 19:00
Özgürlükten Kaçış - Erich Fromm Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Erich Fromm

Çevirmen: Şemsa Yeğin

Orijinal Adı: Escape From Freedom

Yayın Evi: Payel Yayınları

İSBN: 9789753880428

Sayfa Sayısı: 234

Özgürlükten Kaçış Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

... Çağdaş toplumlarda birey, kendi yazgısıyla başbaşa bırakılmakta bu da kendisine korku ve güçsüzlükten başka bir şey getirmemektedir. Kendini içinde yaşadığı dünyadan ve toplumdan soyutlanmış duyan bireyler gittikçe çaresizleşerek yeni diktatörlüklere, totaliter yönetimlere verimli bir zemin oluşturmaktadır. İşte Dr. Fromm, bu çok önemli konuyu bilimsel yöntemlerle inceleyerek, herkesin anlayacağı bir dille gözler önüne sermektedir.

(Arka Kapak)

Özgürlükten Kaçış Alıntıları - Sözleri

  • Kişinin kendi dışındaki dünyayla bağlantılı olma gereksinimi, yalnızlıktan kaçınma gereksinimidir. Fiziksel açlık nasıl bedeni ölüme götürürse, kendini tümden yapayalnız ve soyutlanmış hissetmek de aynı şekilde insanın zihnini parçalanmaya götürür.
  • İsteklerini kendisi belirleyen bireyler olduğumuz yanılsaması içinde yaşayan robotlar haline geldik.
  • Kimliğim yok, başkalarının benden olmamı beklediği benliğin yansısından başka benlik yok: Ben, "olmamı istediğiniz şeyim" .
  • Bir öğreti ne kadar mantıksız olursa olsun, toplum tarafından kabul edilerek güç kazandığı zaman milyonlarca insan kendilerini dışlanmış ve izole edilmiş hissetmenktense ona inanmayı tercih edecektir.
  • Özgürlük, yalnızca dış baskının yokluğu mudur yoksa aynı zamanda bir şeyin varlığı mıdır ve eğer böyleyse, neyin varlığıdır?
  • Özgürlük, bir insanın kaldıramayacağı kadar ağır bir yük, kaçmaya çalıştığı bir şey haline gelebilir mi?
  • Şikayetini duyurmaya yetecek kadar etkisi vardı ama bir önlem alınmasını sağlayacak kadar güçlü değildi.
  • Ben, kendim için değilsem, kim benim için olacak? Yalnızca kendim içinsem, neyim ben? Şimdi değilse, ne zaman? Talamud deyişi
  • Birey, kendisini dış dünyaya bağlayan -simgesel- göbek bağından ne ölçüde kurtulmuşsa, o ölçüde özgürdür ya da kurtulmadığı ölçüde özgürlükten yoksundur; ama bu bağlar ona güven duygusu, bir ait olma, köklerinin bir yere bağlı olduğu duygusunu vermektedir.
  • Ne var ki, düşüncelerimizi ifade etme hakkı, ancak ve ancak, kendimize ait düşüncelere sahip olabilmemiz halinde bir anlam taşır
  • Bazı çıkarlar hakikatin bulunmasıyla, bazılarıysa onun yok edilmesiyle gelişir.

Özgürlükten Kaçış İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Yazar özgürlük kavramını analitik olarak incelerken özgürlüğü farklı boyutlarla ele almış, aktörün ruhsal yapısı ve iç dinamiklerinden hareketle aktörün psikolojik tutumlarının topluma yansıyan yönünü değerlendirmiştir. “ Özgürlük" ancak ve ancak çağdaş insanın kişilik yapısının bütünüyle çözümlenmesi temel alındığında tam anlamıyla anlaşılabilir” açıklamasından da anlaşılacağı üzere toplumu oluşturan bireyin hem fiziksel hem de ruhsal olarak incelenmesi gerektiğine, özellikle kişilik yapısının çözümlenmesine vurgu yaparak bu düşüncesini dile getirmiştir. Hem toplumun hem de toplumu oluşturan aktörün dinamik yönü düşünüldüğünde özgürlük kavramını değerlendirmek ve kavramsal olarak bir sınır çizmek neredeyse imkânsız görünmektedir. Bu imkânsızlık düşüncesini değişkenlik kavramı çerçevesinde sosyolojik düzlem içerisinde tekrar ele alırsak hem toplumun hem de bireyin hangi yönde ve nasıl bir evrilmeye doğru ilerlediğini çözümleyebilir ve bir olumlamaya ulaşabiliriz. Kültür kalıpları içerisinde kendi değişimini devam ettiren bireyle toplumsal sürecin kendi dinamiğini anlamak aynı kitabın farklı dillerde okumaya benzemektedir. Her yapının ontolojik olarak var ettiği sistemler kontekstinde kendine kavramlar sistemi ve adeta bir lisan da oluşturmuştur diyebiliriz. Bu iki lisan ne birbiri ile aynı ne de tamamıyla birbirinden farklı bir dil olup her iki dilin de çok iyi anlaşılması semantik yanlışlıklara mahal verilmemesi gerekmektedir. Özgürlük kavramı insanın varlığı ile birlikte ortaya çıkmış bir olgu olarak görünse de aslında insan kendi varlığından önce dış dünyanın farkına varmış ve evereni gözlemlemiş, sorgulamış, anlamlandırmış, şekillendirmiş ve hatta olanı değiştirmeye çalışmıştır. Doğaya egemen olduğunu yaratılmış her şeyin kendine hizmet ettiğini anladıktan sonra kendi iç dünyasını bizatihi kendi varlığına bir dönüş yaşamış artık içindeki “ben” i sorgulamaya başlamıştır. Burada yazar insanın kendi özgürlüğünü keşfetme sürecini anlatırken özellikle Avrupa’da yaşanılan skolastik döneme ve insan üzerindeki baskısına hayli vurgu yapmıştır. Zira bu dönemde insan kendi varlığını doğadan ya da dini tekelinde bulunduran kiliseden ayrı bir varlık olarak düşünmemekte onun bir parçası olarak görerek özgürlük gibi bir düşünceye de ulaşamamış durumdadır. Aynı zamanda kilisenin bu baskıcı ve totaliter tutumu insanın kendi varlığını sorgulamasına, özgürlük kavramına doğru ilerlemesine de neden olmuştur. İnsan da sürekli olarak kendini var eden değişim bir kalıba dökülmese de kendi içinde bir tutarlılık bir ahenk barındırmaktadır. Tıpkı uçsuz bucaksız gökyüzünde uçan kuşların belli bir koordinatta uçması gibi. Bu bağlamda yazarın şu cümlesi bu düşüncemizi destekler mahiyettedir. “ İnsanı hem kendi iç dünyasında hem de toplum hayatında denetleyen davranışlarının tutarlı olmasını sağlayan ruh ile beden arasında dengeyi kuran bir kuvvet vardır.” İnsan ontolojik olarak farklı kişilik ve karakter özelliklerinde yaratılmış, hem karmaşık hem de bu karmaşanın içinde “uyarlanabilen” bir mekanizmaya da sahip bir canlıdır. İçinde yaşadığı zamanın ve toplumun ayrıca kendi içsel dürtülerinin de yadsınamaz etkilerinden hareketle uyum sağlama ya da uyarlanma iç denetimiyle varlığını sürdürmede kararlı ve güçlü bir yapıdadır. “ İnsan varoluşu ve özgürlüğü en baştan birbirinden ayrılmaz iki öğedir.” Cümlesinden hareketle yazarın özgürlüğe olan bakış açısını anlayabilmekte, hem anlamsal hem de sosyolojik olarak incelenmesi gereken bir kavram olduğu sonucuna varabilmekteyiz. Yazarın özellikle üzerinde durduğu diğer iki kavram ise “yapma özgürlüğü” ile “ yapmama özgürlüğü” söylemleridir. Bu iki kavram arasında gözle görülmeyen fakat insan ruhunda belli yaptırımlara sahip bir konum bulunmakta bu iki olgu arasındaki mesafenin artmasıyla kişi kendini yalnızlaşmış, tükenmiş ve özgürlüğünü sorgular halde bulmaktadır. Bu kitapta özgürlük tanımı yapılırken özellikle çağdaş yani modern insanın özgürlüğüne değinilmekte var olan bireysellikten hareketle ortaya çıkan soyutlanma, bireysel önemsizlik, güçsüzlük duygusu ve yalnızlık hissine atıfta bulunulmaktadır. Skolastik düşüncenin belli aşamalarla önemini yitirmesi, pozitif ve rasyonel düşüncenin hayata entegre olmasıyla birlikte insan kendini ekonomik ve kültürel bağlamda bireysellik yarışında bulmuş, bu yarışı kazandığını düşündüğünde ise varlığını temellendirdiğini düşündüğü manevi bağlardan koparak anlamsızlık seremonisinin içinde kendini yeni bir anlam arayışı içinde bulmuştur. Zira gelenekten gelen dinin ortaya koyduğu normlar ve değerler kapitalizmin de etkisiyle seküler bir yaşam süren insana artık yeterli gelmemekte kopan bağlar “yeni” oluşturulacak manalara yönelmektedir. Bireyselleşen insan özgürlüğünü her açıdan kavradıktan sonra daha önce yaşadığı tutsak düşünce kalıplarına dönüşü reddetmekte değişen manevi istek ve arzularıyla kendi değer ve inanışlarını oluşturmaya başlamıştır. Dinsel özgürlük ile göbek bağını kendi elleriyle kesen insan hem özgürlüğü talep etmekte hem de bir dine bir manaya bir ideolojiye bağlanma ihtiyacı duymaktadır. Çağdaş özgürlük insanı böylesi bir ikilemle baş başa bırakmış ruhen ve karakter olarak evrilen aktörü kendi güçsüzlüğüyle tanıştırmıştır. Kapitalizm insanı özgürlük söylemi altında modern bir köleliğe doğru sürüklerken kişiyi hem köklerinden koparmış hem de yalnızlığa iterek kendine bağımlı hale getirmiştir. Calvinizmin dikte ettiği “ çalış, israf etme, sermayeye dönüştür” söylemleri çağdaş insanın adeta kutsal metinleri haline gelmiştir. Ekonomik hayattaki niteliksiz ve çıkar ilişkileri toplumsal ve kişisel ilişkilerde de kendini göstermiş bu ilişkilerin “insansı” özelliğinin yitirilmesine neden olmuştur. İnsan içinde yaşadığı toplumda yaptırımların katı kuralların ve değişmez dini normların etkisinden kurtulduğu anda kendi özgürlüğünün peşine düşmüş maddeye hükmetmeye başlamış her anlamda hazza ulaşmaya çalışmıştır. Bu hazcılık ve bitmek bilmeyen tüketim arzusu bireysellik çıkmazı ortasında kalan insanı köksüz ağaçlara dönüştürmüş manen içsel bir çöküntüye uğramasına neden olmuştur. Bu özgürlük paradoksu içinde bunalan insan kendine kaçış mekanizmaları geliştirmiştir. Bu mekanizmalar fundamanadalist bir yaklaşım olup ya boyun eğme ya da egemenlik kurma olarak ortaya çıkmıştır. Bu ortaya çıkan durumlar aşırılıkları ve insanın ruhsal düzlemde bir saplantıya dönüştüğü için “sadizm” e ve “ mazoşizm” e dönüşmüştür. Sadist eğilimde de mazoşist eğilimde de soyutlanmış bireyin tek başına ayakta kalma yetersizliğiyle bu yalnızlığı yenecek bir ortak yaşamsal ilişki gereksiniminin bir sonucudur. Kişi ekonomik özgürlüğe kavuşurken yalnızlaşmış güçsüzleşmiş ve yetkeci bir kişiliğin etkisi altına girme ihtiyacı hissetmeye başlamıştır. Bu da yeni dini hareketlerin ve marjinal grupların ortaya çıkmasına ya insanın kendini karizmatik bir lidere körü körüne bağlanarak özgürlükten kurtarmasına ya da üstünlük duygusuyla kendini vazgeçilmez bir güç olarak görmesine neden olmuştur. Hitlerin nevrotik kişiliği ve sadist gerçekliğiyle bu aşırılığa bir örnek oluştururken kendine acı çektirerek mutluluğa erişeceğini düşünen toplu intiharlara kadar giden cemaatler de mazoşizme örnektirler. Sonuç olarak yazar değişen toplumu ve toplumun yapı taşı insanın fiillerinin nedenlerini anlamak için aktörün karakter analizinin, ruhsal çözümlenmesinin yapılması gerektiğini, ayrıca çağdaş insanın içine düştüğü buhranın, yalnızlığın ve durdurulamaz değişimin hangi yöne doğru ilerleyeceğinin bir ön değerlendirmesini yapmıştır. Yazar tarihi arka plan bağlamında, değişen çağdaş insan portresinin oluşmasında var olan her bir fırça darbesini analitik olarak ortaya koyarken sosyal gerçekliklerin dinamik insan doğasında ne denli önemli değişiklikler meydana getirdiğini de örneklerle izah etmiştir. Yaşadığı evrende bir parça konumda olan insan kendi varlığını keşfe çıkmış var olan dinsel hayat, ekonomik değişim ve buna bağlı piyasa hareketleri, kutsallığın yön değiştirmesi özellikle de sekülerleşme ile kapitalizmin yeni normları ile adeta var ettiği özgürlüğünden kaçmaya kaybettiği köklerini yeniden inşa etmeye karar vermiştir. Yapılan tanımlardan hareketle özgürlük, yaşama anlam ve güven veren tüm bağlardan kurtulan çağdaş toplumda soyutlanmış ve güçsüz kalmış bireyin güvensizliğidir. (Elif)

Spoiler: Çok ilginç bir konu incelenmiş: Ortaçağ için karanlık diyoruz, o dönemde onlarca kötülük var ama modern dediğimiz şu akılcı çağda oturduğumuz sitelere güvenlik koyuyoruz, çok daha kaygılıyız. Daha çok yalnız ve soyutlanmışız. Çok daha özgür hissetmemize rağmen özgürlükten kaçmaya çalışıp bir iki kişiye, bir iki partiye irademizi teslim ediyoruz. Bunun nedeni nedir? Bu bağlamda yazarın kullandığı bebek metaforu önemlidir. Bebek, anne bedeninden ayrıldıkça özgürleşir, bu özgürlük yine de bir geçiş evresidir. Çocuk hala bakıma muhtaçtır. Tamamen ailesinden ayrıldığında ise mutlak özgürdür ancak artık güvende değildir. Tıpkı Adem gibi. Yasak elmayı yedikçe özgür olmuştur ve boyun eğmeyi reddetmiştir ancak artık güvende değildir çünkü cehennem korkusu vardır. Aile, çocuğa baktıkça çocuk için huzur vardır ama bilinçaltında özgürlüğü yitirdiğini, benliğini kaybettiğini bilir. İsyanın ve öfkenin kaynağı budur. Peki neden bunca özgürlük naralarına rağmen otoriteye ihtiyaç duyarız? Bu durum, Luthercilik üzerinden incelenmiş. Yerini burjuvaziye kaptıran, yarını belirsiz orta sınıf, kilise otoritesine başkaldırırken (çünkü kilise üst sınıfın sözcülüğüne soyunmuştur) alttan gelen sınıflara karşı ise kendisini tehlikede hissetmiştir ve kendisini yadsıyıp önemsizleştirerek Tanrı'ya koşulsuz itaate başvurmuştur. Bu itaat, Nazilerde de görülür. Kişi özgürlük ve benliğinden vazgeçerek güvenliği arar. Yetersizlik ve ürkekliğiyle iradesini lidere teslim eder, lider de daha üstün bir güce. Ancak tek ortak nokta bu değildir. Luthercilik ve Calvincilik'teki kurtarılanlar ve lanetlenenler eşitsizliği Nazilerdeki üstün ırkla benzemektedir. İşte bu açmaz bugün de sürmektedir ve bir otorite ihtiyacı, özgürlükle paralel gitmektedir. Çünkü özgürlük zannettiğimiz şey bizden güvenliği çalmıştır, yarınımız belirsizdir. Kişi, güvenliğini ancak bir çok insan gibi düşünerek sağlamaktadır. Kendi yetersizliğini başkalarının otoritesine girerek makyajlamaktadır. Aynı şekilde başkalarına hükmetme isteği de yetersizlik hissinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle özgürlükten kaçıp bu yükten kurtulma ihtiyacı hissedebilmekteyiz. Mazoşist ve sadist eğilimlerimizin kaynağı da budur. Kurtulmak için boyun eğme, baskı altına alma veya herkes gibi olarak robotlaşma yolları vardır ancak hepsi sahte çözümlerdir. Bundan kurtulmanın yolu dayatmanın olmadığı kendiliğinden özgürlükten geçmektedir. Tarih boyunca bunu başaramadık. Diktatör bozuntuları ağaçta yetişmiyor. Bu nedenle önce toplumu düzeltmeli. Ufuk açıcı kitaptı. İyi okumalar. (Yorgun demokrat)

İnsanlar Özgürlükten Neden Kaçar?: Erich From, Özgürlükten Kaçış kitabında faşizm ve nazizm üzerinden özgürlük kavramını açıklamaya çalışıyor ve temelde şu soruyu soruyor: "Doğuştan gelen bir özgürlük isteğinden başka, güdüsel bir boyun eğme isteği de olamaz mı? Eğer bu istek yoksa, bugün birçok kişinin gösterdiği, lidere hayranlık olgusunu nasıl açıklayacağız?" Fromm, özgürlüğün bir ruhbilimsel (psikolojik) sorun olup olmadığını tartıştığı kısa giriş bölümünden sonra birey ve özgürlük kavramlarını ortaya çıkışlarından alıp çağdaş döneme kadar getirerek inceliyor. İnsanın bir yandan özgürlüğü isterken diğer yandan ondan kaçışını çarpıcı örneklerle gösterdikten sonra buna sebep olan "Kaçış Mekanizmaları"nı da yine harika bir şekilde, örneklendirerek açıklıyor. Nazizmin psikolojisine de ayrı bir bölümde değinerek, Almanya'da toplumun Naziler'e karşı nasıl bu kadar kolay boyun eğdiği ve hatta destekçisi hâline geldiğini sorguluyor. Kitaptaki en çarpıcı iddialardan birisi ise çağdaş demokratik düzende de bireyin özgürlüğünün büyük ölçüde elinden alındığı görüşüdür. Üstelik Fromm'a göre bu, özgürlük gaspı dışsal etkenler tarafından değil, insanın vicdanına etki ederek gerçekleştirildiği için birey bunun farkına varamamakta, duygu ve düşüncelerini, istemlerini kendisine ait sanmaktadır. Kısacası kitap hem geçmişte hem de günümüzde örneklerini gördüğümüz otoriteye gönüllü boyun eğme davranışlarını anlayabilmek adına faydalı olduğu gibi, aynı zamanda kendimizi özgür sanmamıza rağmen bunun ne ölçüde bir özgürlük olduğunu sorgulamamıza yardımcı oluyor. (Selim Uysal)

Özgürlükten Kaçış PDF indirme linki var mı?

Erich Fromm - Özgürlükten Kaçış kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Özgürlükten Kaçış PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Erich Fromm Kimdir?

Erich Fromm (23 Mart 1900, Frankfurt - 18 Mart 1980), Musevi kökenli Almanya doğumlu Amerikalı ünlü bir psikanalist ve sosyologdur. Ruh bilimine Marksist - Sosyalist ve insancıl yaklaşımın en önemli temsilcilerindendir.

Hayatı

Heidelberg ve Münih Üniversiteleri'nde toplum bilim ve psikanaliz eğitimleri gördü. 1922 yılında Heidelberg Üniversitesi'nde doktora öğrenimini tamamladı. Münih'te ruh hekimliği ve ruh bilim üzerine ek incelemeler yaptıktan sonra, Berlin Psikanaliz Enstitüsü'nde eğitim gördü ve 1931 yılında mezun oldu.

30'lu yılların başlarında Almanya'da Nazi hareketinin güçlemesi nedeni ile İsviçre'nin Cenevre şehrine yerleşti. 1933 yılında Chicago Ruh çözümleme Enstitüsü'nden aldığı davet üzerine Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti. 1934 yılında , 1938'e kadar kadrosunda bir uzman olarak görev aldığı Frankfurt Toplumsal Araştırma Enstitüsü ile birlikte New York'a taşındı. Özel çalışmalarını sürdürdü ve Columbia Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalıştı.

1946 yılında William Alonson White Ruh Hekimliği , Ruh Çözümleme ve Ruh Bilim Enstitüsü'nün kurucuları arasında yer aldı. Yale Üniversitesi , New York Üniversitesi Bennington Koleji , Michigan Eyalet Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalıştı.

1949 yılında Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi'nden gelen bir profesörlük önerisini kabul etti ve tıp fakültesi lisansüstü bölümünde ruh çözümleme şubesini kurdu , 1965 yılında emekli olana kadar orada çalıştı.

Emeklilik yıllarını geçirdiği 1980 yılında İsviçre'de öldü.

Marxist ve sosyalist , insancıl dünya görüşünü benimseyen Fromm , batı kapitalizmi ve SSCB komünizmini reddetmiştir.

Biyofili hipotezine olan katkıları, evrimsel psikoloji konusundaki araştırmalara temel sağlamıştır.

Erich Fromm'un çalışmaları birçok dile çevrilmiştir.

Erich Fromm Kitapları - Eserleri

  • Kendini Savunan İnsan
  • Sahip Olmak ya da Olmak
  • Sevme Sanatı
  • Özgürlükten Kaçış
  • Barışın Tekniği ve Stratejisi
  • İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri
  • İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri (İkinci Kitap)
  • Freud Düşüncesinin Büyüklüğü ve Sınırları
  • Hayatı Sevmek
  • Sağlıklı Toplum
  • İtaatsizlik Üzerine
  • Özgürlük Korkusu
  • Sevginin ve Şiddetin Kaynağı
  • Umut Devrimi
  • Psikanaliz ve Din
  • Psikanalizin Bunalımı
  • Psikanaliz ve Zen Budizm
  • Rüyalar, Masallar, Mitler
  • Çağımızın Özgürlük Sorunu
  • Marx'ın İnsan Anlayışı
  • Yaşama Sanatı
  • Yanılsama Zinciri
  • Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum
  • Erdem ve Mutluluk
  • Cinsellik ve Cinsel Sapmalar
  • Tanrılar Gibi Olacaksınız
  • Olma Sanatı
  • Sigmund Freud’un Misyonu
  • İsa Dogması
  • İnsan Bilgisi ve Hümanist Planlama
  • Çağdaş Toplumların Geleceği
  • Psikanalize Yeni Bir Bakış
  • Toplumsal Bilinçaltının Araştırılması
  • Dinleme Sanatı
  • Anaerkil Toplum ve Kadın Hakları
  • İnsan Olmak Üzerine
  • Çağımızda Kişilik Sorunu
  • İnsanlık Başarabilecek mi?
  • Die Kunst des Liebens
  • Kendini Savunan İnsan - Ahlak Felsefesinin Psikolojisine İlişkin Bir Araştırma
  • Psixoanaliz ve Din
  • Liebe, Sexualität und Matriarchat

Erich Fromm Alıntıları - Sözleri

  • Ama eğer yaşamıyorsam nasıl erdemli olabilirim? Ve eğer hiçbir şeyin bilincinde değilsem nasıl iyi bir törelbilincim olabiillir? (Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum)
  • Peygamber hakikati vahiy eder, Lao-tse ve Buda da böyle yapmıştı. Ancak peygamber aynı zamanda siyasal bir liderdir, siyasal eylem ve sosyal adaletle çok yakından ilgilenmektedir. (Tanrılar Gibi Olacaksınız)
  • "... anaerkil ilke; hayat, birlik ve huzurdur... anaerkilliğin ilkesi evrenselliktir." (Anaerkil Toplum ve Kadın Hakları)
  • Cinsel sevgi iki kişilik yalnızlıktır. Oysa sevdiği kişide insan tüm insanlığı, yaşayan ne varsa hepsini sever. (Sevme Sanatı)
  • Verilen şey yitirilmez, tam tersine sıkı sıkıya tutulan şeylerdir biten ve yok olanlar. (Sahip Olmak ya da Olmak)
  • İnsanlar yeni tanıştıkları kişiler hakkında ilk anda çoğunlukla doğru olan görüşler elde ederler ve o esnada oluşan karmaşık bireysel işleyişlerin de hiç farkına varmazlar. (Rüyalar, Masallar, Mitler)
  • Bugüne değin herhangi bir sıradan insandan bile daha az sevme yeteneğine sahipmiş gibi görünüyordun. Bu aşk nasıl olabiliyor? Madem bu kadar aşıksın, kadının fikirleriyle çelişen ilkelerinden neden vazgeçmiyor, fedakarlık yapmıyorsun? Neden daima kendinden ve kendi kaderinden söz ediyor, ama sevdiğin kadının duygularına pek aldırmıyorsun? (Yanılsama Zinciri)
  • "Bütün dünyayı yargılayan adil olmalı." (Tanrılar Gibi Olacaksınız)
  • Yoksa zihinsel olarak 20.yüzyılda ama duygusal olarak taş devrinde mi yaşıyoruz? (İnsan Olmak Üzerine)
  • Erkek kibri neler yapabileceğini, hiçbir zaman başarısız olmayacağını gösterir. Buna karşı kadınlara özgü kibir esas olarak cezp etme ve kendi kendine cazip olduğunu kanıtlama ihtiyacından kaynaklanmaktadır. (İsa Dogması)
  • Biz neden her ay yeniden âşık olmuyoruz ? Çünkü her ayrılıkta , yüreğimizden bir parça da birlikte ayrılıp gidiyor . Biz neden herkesle arkadaş olmuyoruz ? Çünkü onun kaybı ve mutsuzluğu da bizi derinden etkileyecektir . (Sigmund Freud’un Misyonu)
  • “karakter insanın kaderidir”. (Çağımızın Özgürlük Sorunu)
  • Özgür insan ölümü, her şeyden az düşünür; onun bilgeliği, ölüme değil yaşama yoğunlaşmasından doğar (Sevginin ve Şiddetin Kaynağı)
  • Insan bir nesneye dönüştürülüp nesne gibi yönetildiğinde onun yöneticileri de nesne haline gelir; nesnelerin iradesi yoktur, vizyonu yoktur, planı yoktur. (İnsanlık Başarabilecek mi?)
  • ... canlı bir varlığı acıya tahammül etmeye zorlamaktan daha büyük bir güç gösterisi yoktur. (Cinsellik ve Cinsel Sapmalar)
  • İnsan nesnelliğini ne ölçüde geliştirirse, gerçeklikle ne ölçüde ilişki kurabilirse, ne denli olgunlaşırsa, içinde rahat edebileceği insancıl bir dünya yaratmaya o denli yaklaşmış olur. (Sağlıklı Toplum)
  • “Geçmişe yönelik tutum minnettarlık, âna yönelik tutum hizmet, geleceğe yönelik tutum sorumluluk olmalıdır. Zen’de yaşamak … yolunuza çıkan her şeyi ekonomik ve ahlaki açıdan eksiksiz kullanmak demektir. Zen’in amacı … eksiksiz bir emniyet ve korkusuzluğa erişmek, esaretten özgürlüğe ilerlemektir. Zen … akıl değil karakter meselesidir, bu da Zen’in yaşamın ilk prensibi olarak iradeden doğması demektir.” (Psikanaliz ve Zen Budizm)
  • Artık yabancılaşma yalnızca el emeği ile çalışan insanlarda görülmüyor; yabancılaşma memurlar, pazarlamacılar ya da profesyonel yöneticiler arasında bile hızla yayılıyor. Hatta bunlar belki de basit bir ustabaşından daha çok yabancılaşmış insanlardır. Çünkü bir ustabaşının emeği, yine de beceri, güvenilirlik ve benzeri kişisel özelliklere bağlıdır. Yetenekli bir ustabaşı; kişiliğini, gülümseyişini ve kendi fikirlerini, demin saydığımız insanların aksine, iş sözleşmeleri nedeniyle satmak durumunda değildir. Öte yandan, insanları ve toplumsal değerleri (simgeleri) etkileyip bunları yönlendirmekle görevli kişiler, kendilerini işverenlerine yalnızca becerileri için satmaz. Ayrıca onlardan uyumlu ve "istenilen kişilik tipi"ni taşımaları, rahat yönlendirilip etkilenebilir olmaları da beklenir. İşte bunlara, "örgütlenmiş (organize edilmiş) insanlar" diyoruz. Bu insanların kendilerine özgü belirli bir idealleri yoktur; idealleri, çalıştıkları şirketlerin çıkarları ve idealleri ile aynı olmuştur. Günümüzde bir el emekçisi ile bir masa başı emekçisinin (çalışanının) tüketim kalıp ve davranışlarında bir benzerlik görülmektedir. Çünkü bu insanların hepsi tek bir arzuyla yanıp tutuşmaktadır. O da, daha yeni eşyalara ya da piyasaya çıkan en son şeylere sahip olmak ve bunları kullanıp tüketmek arzusudur. Bu insanlar; edilgen, kabul edici ve tüketicidir. Onlar, yapay olarak yaratılan ihtiyaçlarını tatmin eden eşyaların buyundurukları altına girmiş olan güçsüz insanlardır. (Marx'ın İnsan Anlayışı)
  • Ve ilerleyen yaşımızla beraber, hayret etme yeteneğimiz de giderek azalır. Genelde önem verdiğimiz husus, her zaman en doğru cevabı vermektir. Ama doğru soruları sormayı bilmek, sanki daha az önemsizmiş gibi gelir bize. (Rüyalar, Masallar, Mitler)
  • " Çoğa sahip olabilen değil de, çok şey olabilen insan, bütünüyle gelişmiş ve gerçekten beşeri olan insandır." (Çağımızda Kişilik Sorunu)

Yorum Yaz