Postmodern Etik - Zygmunt Bauman Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Postmodern Etik kimin eseri? Postmodern Etik kitabının yazarı kimdir? Postmodern Etik konusu ve anafikri nedir? Postmodern Etik kitabı ne anlatıyor? Postmodern Etik PDF indirme linki var mı? Postmodern Etik kitabının yazarı Zygmunt Bauman kimdir? İşte Postmodern Etik kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Zygmunt Bauman
Çevirmen: Alev Türker
Yayın Evi: Ayrıntı Yayınları
İSBN: 9789755391816
Sayfa Sayısı: 352
Postmodern Etik Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Yıllardır modern sanayi uygarlığını tartışıyoruz. İlk günahı kimin işlediğini, insanın bir zamanlar doğayla barışık bir halde yaşadığı o güzel günlere kimin son verdiğini, bizi fırtınaların orta yerinde kimin çırılçıplak bıraktığını bulmak için daha çok tartışacağız. Çünkü "Tanrı(nın) öldüğünü" bilmek, geleneğin zincirlerini parçalamak yetmedi; bu kez özgürlük ciğerlerimizi yakmaya başladı. Özgürlük kendinin, ayrıca ötekinin sorumluluğunu üstlenmek, belirsizlerle, çözülmez çelişkilerle sarmaş dolaş yaşamak, yani, modern bireyler olmak demekti. Ama ağır geldi özgürlük. Taşıyamadık. O şenlikli devrim ve isyan uğrakları hariç yeni putlar icat ettik: "akıl", "sözleşme", "yasa"... gibi. Önceden haritası çıkarılmış bir alanda "özgürce" davranabilme, ahlâki eylemin çıkmaz sokaklarından muaf olabileceğimize inanmanın yarattığı konfor, bir süreliğine baştan çıkarıcı olabildi. Ama yalnızca bir süreliğine... Zygmunt Bauman büyük bir coşkuyla karşılanan bu çalışmasında, modernlik koşulları altında ahlâk sorunlarına zora dayalı normatif düzenlemelerle yanıt verme girişiminin yanında bu normati düzenlemelerin bağlayıcı olmasını sağlamak için teorik düzeyde mutlak, evrensel ve temel olanın aranması gibi iki koldan eşgüdümlü gelişen projelerin iflasını ilan eden bir post-modern perspektifi temel alıyor. İnsanın ahlâki açıdan müphem olduğunu, ahlâki fenomenlerin doğaları gereği irrasyonel oduğunu, çözümsüz çelişkilerle her tikel durumun dayattığı ahlâk sorunlarıyla baş etmenin bireye düştüğünü, ahlâkın etik bir kod altında evrenselleştirilemeyeceğini, insan benliğinin ilk gerçekliğinin ahlâki sorumluluk olduğunu kabul ederek postmodern bir etiğin önünü açmayı amaçlayan bir araştırmaya girişiyor. Bunu yaparken, Emmanuel Levinas'ın "ilk felsefe bir etik felsefesidir", "Öteki 'için olmak', Ötekinin 'yanında olmak'tan önce gelir" diyen, ahlâkın özünün herhangi bir öz barındırmamasından ibaret olduğunu bildiren felsefesinden bir hayli yararlanıyor. Bauman, "yasa", "toplum", "gelenek" kılığındaki bekçilerin ahlâkın kaynağı ve koruyucusu olmak şöyle dursun, ahlâki benliği kuruttuğunu bu felsefe yoluyla sergiliyor. Yaşadığımız çağı, duygulanımların faziletine ve açıklanamayanın meşruiyetine yönelen dünyanın "yeniden kutsanması" olarak niteliyor.Postmodern Etik yasaları olmayan bir ahlakı, tamamen ahlaki benliğin faaliyet halinde olduğu uğraklarda görünür hale gelen bir ahlakı, kendi gerekçesini yine kendinde bulan bir ahlakı, ahlakın yol göstericiliğini kabul eden kişileri birer "aziz" mertebesine yükselten bir ahlakın dış hatlarını tarif ediyor. Modernliğin yanılsamalarına kapılmayan insana etik açısından bir "şafak vakti"ni müjdeliyor.Bu kitaptaki "azizler"e yaraşır etik söyleşisine yapılan davetin, yaşadığımız topraklarda, başka hiçbir gerekçe olmasa bile sırf "Enel Hak" diten bir gelenek sayesinde bile yantısız kalmayacağını umuyoruz...
Postmodern Etik Alıntıları - Sözleri
- Saf ilişkinin amacı… Standart dışı.
- Postmodern ahlâk yaklaşımı nosyonu, fazlasıyla sık olarak etik olanın ölümünün, etiğin yerini estetiğin almasının ve bunu izleyen nihai kurtuluşun kutsanmasıyla ilişkilendirilmişlir. Etiğin kendisi de, artık çürümüş ve tarihin çöp sepetine gitmeye mahkûm olan tipik modern kısıtlamalardan biri olarak yerilmekte ya da alaya alınmaktadır; bir zamanlar zorunlu görülen zincirlerin gereksizliği artık apaçık ortadadır: Postmodern erkeklerin ve kadınların eksikliğini hiç de hissetmeyecekleri başka bir yanılsamadır bu zincirler.
- Erkeklerin ve kadınların modern yaşam koşullarındaki varoluşsal durumları eskisine göre son derece farklı olduğu halde, eski varsayımın -özgür iradenin kendisini sadece yanlış seçimlerde ifade edeceği, özgürlüğün kontrol edilmediği takdirde her zaman ahlâksızlığın kıyısında dolaştığı ve bu nedenle iyinin düşmanı olduğu ya da olabileceği varsayımının- felsefecilerin kafasında ve yasa koyucuların uygulamalarında hüküm sürmeye devam ettiği söylenebilir. Özgür olduklarında (ki modern koşullarda özgür olmamak ellerinde değildir) bireylerin özgürlüklerini yanlış yönde kullanmalarının önlenmesi gerekeceği, modern elik düşüncesinin ve tavsiye ettiği pratiğin zımni, ama hemen hemen istisnasız varsayımıydı.
- "İnsan özünde iyidir ve doğasına uygun olarak hareket etmesine yardımcı olmak yeterlidir" ve "İnsan özünde kötüdür ve kendi itkileriyle hareket etmesi önlenmelidir" şeklindeki, birbiriyle çelişen, buna karşılık sık sık aynı iman gücüyle dile getirilen iddiaların ikisi de yanlıştır. Aslında insanlar ahlaki olarak müphemdirler: Müphemlik yüz yüze insan ilişkilerinin "ilk sahnesinin" merkezinde yer alır. Bunu izleyen tüm toplumsal düzenlemeler -rasyonel bir şekilde ifade edilen ve kuralların ve ödevlerin yanı sıra iktidara dayanan kurumlar da- bir yandan bu müphemliği yapı malzemesi olarak kullanırken diğer yandan, onu müphem olma ilk günahından arındırmak için ellerinden geleni yaparlar. Bu son çaba ya etkisiz kalır ya da zararsız hale getirmek istediği kötülüğü daha da arttırır. İnsan birlikteliğinin esas yapısı düşünüldüğünde, müphem olmayan bir ahlak varoluşsal olarak imkansızdır. Mantıksal olarak tutarlı hiçbir etik kod, ahlakın esas itibarıyla müphem olan durumuna "uygun" düşemez.
- Hiçbir özgürlük mutlak, her şeyi kapsayıcı, sınırsız değildir. Bir bağımlılıktan kurtulmanın tek yolu, başka bir bağımlılığı kaldıraç olarak kullanmaktır. Her özgürlük mücadelesi, zafer kazandığında, acı veren ve can sıkıcı olan bir kısıtlamanın yerini -denenmemiş ya da görülmemiş olduğu için ehvenişer (kötünün iyisi) olan- bir başka kısıtlamanın almasıyla sonuçlanır. Kutlanan her özgürlük, en çok korkulan bağımlılıktan kurtulmaktır, bizatihi bağımlılıktan değil.
- Modernliğin gelişiyle birlikte tanrısızlaştıkları ve "dinsel dogmalar"a inançlarını yitirdikleri için insanların giderek bireysel düşünmeye. kendileriyle ilgilenmeye ve kendilerini önemserneye başladıklarından söz edildiğini sık sık işitiriz. Bu öyküye göre, modern bireylerin kendi kendileriyle meşgul olmaları sekülerleşmenin bir ürünüdür ve dinsel inancın yeniden canlandırılmasıyla ya da seküler olduğu halde, modern kuşkuculuğun saldırısına maruz kalarak yıpranmadan önce hemen hemen tam hakimiyeti elinde bulunduran büyük dinlerinkine benzer kapsayıcılığa başarıyla sahip çıkacak bir düşünceyle onarılabilir. Aslında bağlantıları bunun tersi bir sırada görmek gerekir. Modern gelişmeler erkekleri ve kadınları, hayatlarının parçalandığını, her biri farklı bir bağlamda ve farklı edimbilgisine (progmatics) göre peşinde koşulması gereken, birbirine gevşek hir şekilde bağlı amaçlara ve işlevlere bölündüğünü gören bireyler durumuna ittiği içindir ki, birleştirici bir dünya görüşünü destekleyen "her şeyi kapsayıcı" bir düşüncenin amaçlarına iyi hizmet etmesi ve dolayısıyla hayallerini etkilemesi ihtimal dışı kalmıştır.
- Eşi görülmemiş büyüklükte olan ve korkunç sonuçlara yol açma potansiyeli taşıyan seçimlerle karşı karşıya kaldığımız zaman, artık yasa koyucuların bilgeliğinin ya da felsefecilerin anlayışının bizi tüm ahlâki muğlaklıktan ve kararlarla ilişkili tereddütlerden bir kerede kurtarmasını beklemiyoruz. İşin doğrusunun bize söylenenin tersi olduğundan kuşkulanıyoruz. Toplumu, varlığının devam etmesini ve refahını mümkün kılan, üyelerinin ahlaki kapasitesidir -tersi değil. Daha doğrusu, Alan Wolfe'un dediği gibi, ahlak ''bir yanda büyüyebilen bilgili temsilciler, diğer yanda ise değişebilen bir kültür arasında müzakere" edilen bir pratiktir. Toplumun üstlendiği eğitimle alıştırma görevi olmasa ahlaki bireylerin olmayacağını tekrarlamak yerine, insanların toplumlar oluşturma ve her şeye karşın -mutlu ya da daha az mutlu olan- hayatı sürdürme yeteneğine sahip olmalarını sağlayan ahlaki kapasiteleri olmalıdır, şeklindeki anlayışa yaklaşıyoruz. Büyük bir ihtimalle ahlaki seçimler gerçekten de seçimlerdir ve ikilemler gerçekten de ikilemlerdir; insanın zayıflığının. bilgisizliğinin ya da hatalarının geçici ve onarılabilir etkileri değil. Meselelerin önceden belirlenmiş çözümleri yoktur, içkin bir şekilde tercih edilebilir yönlerin bulunduğu yol ayrımları da yoktur. Sonucu iyi olmayacak durumlardan kaçınmak, alınan ve gerçekleştirilen kararların ardından istemeden gelen acı bir ağızla adından(buna ister vicdan azabı, ister suçluluk bilinci, isterseniz günah deyin) uzak durmak için öğrenebileceğimiz, ezberleyebileceğimiz ve kullanabileceğimiz kesin ilkeler yoktur. İnsan gerçekliği karışık ve müphemdir; dolayısıyla. soyut etik ilkelerin tersine ahlaki kararlar da müphemdir. Biz böyle bir dünyada yaşamak zorundayız; sorulduğunda pek azımız bizi yönlendiren ilkeleri dile getirebileceğimiz, daha da azımız birbirimize karşı iyi ve nazik olmak için sahip olmak zorunda olduğumuz ''temeller"den haberdar olduğumuz halde, "ilkesiz" bir ahlak, temelleri olmayan bir ahlak düşünemeyen endişeli felsefecilere meydan okurcasına her gün böyle bir dünyada yaşayabileceğimizi ya da yaşamayı öğrendiğimizi veya yaşamayı başardığımızı gösteriyoruz.
- ...Bizimkisi katıksız bireycilik çağı ve sadece hoşgörü talebiyle sınırlanan iyi yaşam arayışı revaçta (kendi kendini kutlayan ve vicdandan yoksun bireycilikle birleştiğinde, hoşgörü kendini ancak kayıtsızlık olarak ifade edebilir).
- ...Aporetik olmayan, müphem olmayan bir ahlak, evrensel olan ve "nesnel temellere dayanan" bir etik, pratik olarak imkansızdır; hatta belki de bir oxymoron, terimlerdeki bir çelişkidir.
- "Kullanımında bu kadar az kılavuz olan bu kadar çok güç hiçbir zaman yoktu... Bilgeliğe, ona en az inandığımız zaman ihtiyaç duyuyoruz." (Hans Jonas)
- ...Bize sorumluluk verilmediği zaman sorumluluğu fena halde özleriz, ama geri aldığımızda tek başına taşınamayacak kadar ağır bir yük gibi görünür gözümüze. Ve daha önce bizi kızdıran şeyi özlemeye başlarız: Bizden daha güçlü olan, güvenebileceğimiz ya da itaat etmek zorunda olduğumuz, seçimlerimizin uygunluğunu teyit eden ve böylelikle "aşırı" sorumluluğumuzun bir kısmını paylaşan bir otorite. O olmayınca kendimizi yalnız, terk edilmiş, çaresiz hissederiz. Ve o zaman "yalnızlık ve güçsüzlükten kurtulma çabası içinde, yeni otorite biçimlerine itaat etme ya da kabul edilmiş otorite örüntülerine zorla uyma yoluyla bireysel benliğimizden kurtulmaya gönüllü oluruz."
- ...Kişi tedirgin edici sorumluluk yükünden yakasını kurtarmayı ne kadar çok isterse istesin gerçek bir "konformist" olamaz. Her itaat edimi, zorunlu olarak bir itaatsizlik edimidir; tüm diğer otoriteleri reddedecek ve tekel kuracak kadar güçlü ya da cesur bir otorite olmayınca, hangi otoriteye itaatsizliğin "ehvenişer" olduğu açık değildir.
- ...Robert Muchembled'in belirttiği gibi, kendi kendilerini uygarlaştıran seçkinler, kendilerindeki benzer istekleri daha iyi bastırabilmek için, kendilerine "yabani, kirli, şehvet düşkünü" görünen her şeyi reddettiler. Kendi kendilerini biçimlendiren seçkinler, def etmek istedikleri içsel şeytanlar gibi kitlelerin de "vahşi, kirli ve; uygar bir kalıba girmek için tutkularını denetim altına alma yeteneğinden tamamen yoksun olduklarına karar verdiler". Önce hangisinin geldiğini sormak anlamsız olacaktır: Kendi kendini ulvileştirme çabası, kaynaşıp duran "ötekiler"de görülen ahlak bozukluğuyla mı destekleniyordu, yoksa seçkinler kendi kendilerini eğitme çabaları sonucunda, yeni boyanmış "insanlık" cilasının altında gizli gizli varlığını sürdüren kaba tutkulara ilişkin gizli ve mahrem korkuyu kitlelere yansıttıkları için mi düşünen azınlığın gözünde kitleler daha yabancı, ürkütücü ve anlaşılmaz hale gelmişti?
- ...İnsan doğası bugün sadece in potentia mevcuttur; henüz doğmamış, uzun bir çaba ve şiddetli doğum sancıları sonucunda dışarı çıkmak için ebesini bekleyen bir olanaktır. İnsan doğası "henüz" yoktur. İnsan doğası kendi potansiyelidir; gerçekleşmemiş bir potansiyeldir, (...) kendi başına gerçekleştirilemeyecek bir potansiyeldir.
Postmodern Etik İncelemesi - Şahsi Yorumlar
kitap/postmodern-etik--65525 Kitabım bitmedi okumaktayım zor ve yorucu,bir kitap aslında yazarın kitaplarını çok seviyorum psikoloji alanında en iyi anladığım dr ve yazarlardan bir tanesi diyebilirim,aynı anda birkaç kitap okumayı da çok seviyorum birbirlerinden farklı eserleri aynı anda okumak bana hem öğretici hemde iyi geliyor bu kitap çok net bazan da durup biraz beklemek gerekiyor galiba düşünmek, bitirmek istemediğim kitaplardan birtanesi diyebilirim. yazar/zygmunt-bauman (Ayse)
Öncelikle epey yorucu bir kitap olduğunu söylemeliyim; kitabın ilk sayfasında, yazarın eserleri üzerinden kendisi hakkında, bir sorun ve bunun teşhisi etrafında dönüşünden, genellemeleri sevmesinden söz edilmiş; haklılar, şayet dizini saymazsak koskoca üç yüz iki sayfa boyunca bu teşhislerle, sorunla (Daha çok modernizm eleştirisi yapıyordu bana kalırsa, ah, bir de "ahlakın evrensel olmaması"ndan söz ediyordu...), genellemeler, alıntılar eşliğinde boğuşuyoruz yazarla birlikte. Tükendim okurken, yoruldum, bittim; sosyoloji okurlarına saygı duydum. Ve anladım ki etik, felsefe ve sosyolojinin iç içe geçerek sayfalarca benzer düşüncenin göz önüne sokulduğu bir çalışma kesinlikle bana göre değil. Ahlakın evrensel olmaması söylemini (iç çektim bu kısımda) geçersek eğer, bu kitabın da varlığını, içeriğini açıklayan şu kelimelerle baş başa kalırız: "'Postmodern etik,' diyordu Marc-Alain Ouaknin, 'bir okşama etiğidir'. Okşayan el, tipik olarak, hep açık kalır, hiçbir zaman bir pençe halinde sertleşmez, asla ele geçirmez; bastırmadan dokunur, okşanan bedenin şekline uyarak hareket eder..." Demem o ki, giriş yazısında Bauman'ın kendiliğinden belirttiği gibi, modernizmin kendi kendini eleştirel bir şekilde yıkarak yerini postmodernizme bırakması asıl konu; bunun eleştirisi, bunun haklı davası, vs. Özellikle iki yüzüncü sayfadan sonraki kısım dikkatimi çekti, diyebilirim. Oralarda, misal, iki yüz on beşinci sayfada, cadde kavramının bir incelemesini bulabilirsiniz; yeni modern dünya ya da müjdelenen "postmodern çağı" bu kavramın işaret etmesine dair. Bana kalırsa, postmodernizm, modernizmin bir başka yansıması ya, bana bakmayın siz, Bauman üç yüz iki sayfa boyunca bunu benim gibi uçuk bir basitlikle ya da yansıma olarak anlatmıyor. Bence önce bir sorgulayın, yani emin misiniz; zira üç yüz iki sayfa, şişmiş bir beyin, tam olarak haz alamamışlık falan... Neyse, lafı fazla uzattım, bunca laf kalabalığının arasında söylemek istediğim şu idi: Gerçekten ilginiz varsa okuyun ve elbette bir miktar bilginiz -ben oldukça cahil kaldım mesela. Geçmiş olsun, iyi okumalar... (Gamze Züleyha Üredi)
Etik: İnsan bir şey degildir : Ne iyi ne kötü, sorgulamayi yitirdiği / bulamadığı ölçütte iyi ve kötüdür. Otorite ahlaksızlaştırır. Daha doğrusu tüm dışsal uyaranlar bir nevi yan etkiye sahiptir ama edinimle öz’ün donanımı arrtırılabilirse daha az ahlaka ihtiyaci kalir. Yani demem o ki, gerçekte ahlak: Daha az ahlaka ihtiyaç duymaktır! Ahlaki, dini kılıflarla donatılmış dogmalarda değil, ben ile öteki arasında katedilebilen bir mesafede aramak gerekir çünkü varlığın özne olarak kurulabilmesi “sorumluluk” eşliğinde mümkündür. Bauman, etik anlayışın merkezine ötekini oturttuktan sonra, ötekine olan sorumluluğu insanlar arasındaki yakınlığa ve birlikteliğe, bir bakıma insanların toplumsallaşmasına bağlamıştır. ‘İnsan ahlaki olarak müphemdir. Bunu izleyen tüm toplumsal düzenlemeler rasyonel bir şekilde ifade edilen ve düşünülen kuralların ve ödevlerin yanı sıra iktidara dayanan kurumlar da bir yandan bu müphemliği yapı malzemesi olarak kullanırken, diğer yandan onu müphem olma ilk günahından arındırmak için ellerinden geleni yaparlar. Bu son çaba ya etkisiz kalır ya da zararsız hale getirmek istediği kötülüğü daha da artırır. ‘ (Kerime Deniz Gürel)
Postmodern Etik PDF indirme linki var mı?
Zygmunt Bauman - Postmodern Etik kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Postmodern Etik PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Zygmunt Bauman Kimdir?
Zygmunt Bauman, 19 Ekim 1925'te Polonya Poznan'da doğdu. Sosyolog ve filozoftur. Postmodern felsefenin hem sosyoloji alanında uyarlanmasını hem de genel kuramsal düzeyde sağlıklı bir şekilde değerlendirmesini ortaya koyan yapıtlarıyla tanınmaktadır.
Zygmunt Bauman, II. Dünya Savaşı patlak verene kadar, Polonya-Poznan'da yaşamını sürdürmüştür. Daha sonra Sovyetler Birliği'ne taşındı ve savaşın ardından Varşova Üniversitesi'nde doktorasını yaparak Doçentlik sınavını verdi.1954'ten itibaren aynı üniversitede Sosyoloji dersleri verdi. 1968 yılında Polonya Komünist Partisi'nden ayrıldı. Aynı yıl, politik nedenlerden dolayı sosyoloji prefesörlük unvanını kaybetti. İsaril'e göç etmek zorunda kaldı. 1971 yılında Bauman, Büyük Brintanya'nın çağrısı üzerine, Leeds Üniversitesi'nde yeniden sosyoloji kürsüsüne sahip oldu. 1990'lara kadar orada çalışmalarını sürdürdü.
Zygmunt Bauman, 1980'li yıllardan itibaren, Modernizm ile Totaliterizm arasındaki bağlantılar üzerine hem kuramsal hem de sosyolojik incelemeleriyle öne çıktı. Özellikle Almanya'daki Nasyonalsosyalizm üzerinden Holocaust hakkındaki çözümlemeleri bu bağlamda önemli bir etki yaptı. Böylelikle, Modernizme içkin kavram ve kategorilerin Totaliterlikle doğrudan ya da dolaylı ilişkileri derinlikli olarak ve disiplinlerarası bir yöntemle ortaya konulmuş olundu.
Bauman, aynı zamanda postmodernizm hakkındaki çalışmalarıyla da önemli bir yer tutmaktadır. Siyasal, etik ya da genel olarak kuramsal düzlemde postmodernizmin değerlendirilmesini yapmış ve açık anlaşılır fakat derinlikli de olan metinleriyle postmodernizmin ne olup olmadığını, ne tür olanaklar sağladığını göstermeye ve netleştirmeye çalışmıştır
1989 yılında Amalfi Ödülünü ve 1998 yılında Theodor Adorno Ödülünü almıştır.
Zygmunt Bauman Kitapları - Eserleri
- Sosyolojik Düşünmek
- Yaşam Sanatı
- Azınlığın Zenginliği Hepimizin Çıkarına mıdır?
- Küreselleşme
- Akışkan Aşk
- Özgürlük
- Kimlik
- Kapımızdaki Yabancılar
- Akışkan Gözetim
- Bireyselleşmiş Toplum
- Iskarta Hayatlar
- Akışkan Modern Dünyadan 44 Mektup
- Akışkan Modernite
- Eğitim Üzerine
- Modernite, Kapitalizm, Sosyalizm
- Tanrı'ya ve İnsana Dair
- Retrotopya
- Yasa Koyucular ve Yorumcular
- Cemaatler
- Modernite ve Holocaust
- Modernlik ve Müphemlik
- Akışkan Hayat
- Postmodern Etik
- Ahlaki Körlük
- Ölümlülük Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri
- Sosyoloji Ne İşe Yarar?
- Siyaset Arayışı
- Parçalanmış Hayat
- Edebiyata Övgü
- Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları
- Kuşatılmış Toplum
- Avrupa
- Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar
- Dünyaya ve Kendimize Dair
- Hermenötik ve Sosyal Bilimler
- Bu Bir Günlük Değildir
- Akışkan Modern Dünyada Kültür
- Sosyalizm - Aktif Ütopya
- Kriz Hali ve Devlet
- Akışkan Korku
- Borçlu Zamanlarda Yaşamak
- Zygmunt Bauman ile Söyleşiler
- Akışkan Doğanlar
- Etiğin Tüketiciler Dünyasında Bir Şansı Var mı?
- Kültür Teorisinde Eskizler
Zygmunt Bauman Alıntıları - Sözleri
- Büyük servet olan yerde büyük eşitsizlik vardır. Bir kişinin çok zengin olabilmesi için en az beş yüz fakir gerekir! (Azınlığın Zenginliği Hepimizin Çıkarına mıdır?)
- Görünür olmak birey olmanın yoludur; belki de biri olmanın tek yolu. Herkes gizliden gizliye var olmadığından korkar, çünkü başkaları farkına varmadığı sürece aslında o yoktur. (Ölümlülük Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri)
- "Dünya düşününenler için bir komedi, Hissedenler için bir trajadi." (Zygmunt Bauman ile Söyleşiler)
- Bütün aşklar insan - yiyici bir açlık çekerler. (Akışkan Aşk)
- müritlerinize verdiğiniz şey hakikat değil, sadece hakikatin suretidir. Birçok şeyin işiticileri olacaklar ama hiçbir şeyi öğrenmeyecekler. Her şeyi biliyormuş gibi görünecekler ama genel olarak hiçbir şey bilmeyeceklerdir. Sinir bozucu, bezdirici insanlar olacaklar, gerçekliği olmayan bir bilgeliğin taşıyıcıları gibi davranacaklardır. (Tanrı'ya ve İnsana Dair)
- “Uzaklık coğrafi olmaktan çok zihinsel bir mesele olabilir.” . (Sosyolojik Düşünmek)
- Eskiden uzun süreli bir aşk ilişkisinde belirleyici unsur seks iken, artık odak noktası güvenliğe kaymıştır. Bu yalnızlık asrında aşk bir dermandır.. (Retrotopya)
- Robert Winder'in zekice belirttiği gibi, "İstediğimiz kadar sandalyemizi kumsala koyup, yaklaşmakta olan dalgalara bağıralım, ne gelgit dinleyecek ne de deniz geri çekilecektir." Göçmenleri "kendi arka bahçemiz'den uzak tutmak için duvarlar inşa etmek, gülünç şekilde antik filozof Diogenes'in eski Sinop'un sokaklarında içinde yaşadığı fıçıyı bir o yana bir bu yana yuvarlaması hikâyesine benziyor. Bu tuhaf davranışının nedeni sorulduğunda, Diogenes komşularının kapılarına barikat yapmak ve kılıçlarını keskinleştirmekle meşgul olduğunu gördüğünü ve Makedonyalı İskender'in yaklaşan askerleri tarafından işgal edilmesine karşı şehrin savunmasına katkı yapmak istediğini söyler. (Kapımızdaki Yabancılar)
- "hiçbir şey bahşedilmediği" için "her şey kazanılmalıydı." (Modernlik ve Müphemlik)
- "Cepteki ilişkiler" anlık olmanın ve fırlatılıp atılabilirliğin cisimleşmiş hâlleridir. (Akışkan Aşk)
- Tüketim toplumunda seri imalat artık kitlesel emek gücüne ihtiyaç duymuyor ve bir zamanlar "yedek sanayi ordusu" olan yoksullar şimdi "defolu tüketiciler"e dönüştürülmüştür. (Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar)
- "Geriye ya da yukarıya değil; becerinin, iradenin, gücün toplanması gereken yere, kendi içine bakmalı insan. Oradan başlamalı. Bir ‘savunma stratejisi’ olarak daima orada kalmalı." (Akışkan Modernite)
- Göçmenler (yerkürenin uzak köşelerinden "arka bahçemiz"e boca edilen atık insanlar) ile kendi imalatımız olan dayanılmaz korkularımız arasında bir seçici yakınlık mevcuttur. (Iskarta Hayatlar)
- Hayatının her günü kösteklenen ve hakir görülen birey kişisel narsisizmine “kolektif narsisizm” içinde barınak bulur. Bu ağır yara almış bireyselliğin kurtuluşu ne oranda aranıyorsa o derece aldatıcı olabilecek bir güvenlik vaadidir. Kefaret umudu hüsranla sona ermeye mahkumdur... (Akışkan Hayat)
- Gezegende her şey birbirine bağlı olduğundan, yerkürenin belli bir kısmında güvenlik, ancak güvenli bir insanlık içinde temin edilebilir. İnsanların aşağılanmasına her yerde karşı çıkan, artan fırsat eşitsizliğiyle büyüyen toplumsal adetsizlik ve insani aşağılanmaları hafifletecek, etik açıdan aydınlanmış bir küresel eylem, her açıdan ortak sağ kalımımızın en temel koşuludur. (Avrupa)
- Oxford Üniversitesi'nin saygın sosyologlarından John Goldthorpe yönetiminde on üç güçlü ekibin Ingiltere, Şili, Macaristan ve Hollanda'da yürüttüğü bir çalışmanın bulgularına göre, kültürel seçkinlerle, kültürel hiyerarşide daha altta olanların, günümüzde artık eskiden olduğu gibi bazı işaretlerle kolayca ayırt edilemediği görülmektedir. Bu eski işaretler, düzenli olarak opera ve tiyatroya gitmek, 'yüksek sanat' sayılan her şey karşısında her zaman duyulan coşku ve bir pop şarkısı ya da popüler bir televizyon dizisi gibi sıradan sayılan her şeye burun kıvırmak gibi unsurlardan oluşmaktadır. Elbette bu durum, dışarıdan kültürel seçkinler, gerçek sanatseverler, kültürün ne olduğu, nelerden oluştuğu ve bir kültür adamı ya da kadını için (comme il faut ya da comme il ne faut pas) -neyin uygun olup neyin olmadığı gibi konularda, pek de o kadar kültürlü olmayan akranlarından daha bilgili kabul edilen kişilerle artık karşılaşma yacağımız anlamına gelmez. (Akışkan Modern Dünyada Kültür)
- Tüketim toplumunun bir üyesi olmak göz korkutucu bir görev ve hiç bitmeyen Çetin bir mücadeledir. Ayak uyduramama korkusu yetersizlik korkusu tarafından kenara itilmiş ama rahatsız edici iliğinden bir şey kaybetmemiştir. (Akışkan Gözetim)
- Devlet her şeyden önce bir yeniden metalaştırma aracıdır. (Yasa Koyucular ve Yorumcular)
- "dış görünüş benim için hem gerçekleştiren hem de yaşayandır" diye yazdı Nietzsche. (Akışkan Doğanlar)
- "Farkında olalım veya olmayalım, hoşumuza gitsin veya gitmesin, yaşamlarımız sanat yapıtıdır." (Yaşam Sanatı)