Rühan - Ahmed Yüksel Özemre Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Rühan kimin eseri? Rühan kitabının yazarı kimdir? Rühan konusu ve anafikri nedir? Rühan kitabı ne anlatıyor? Rühan PDF indirme linki var mı? Rühan kitabının yazarı Ahmed Yüksel Özemre kimdir? İşte Rühan kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Ahmed Yüksel Özemre
Yayın Evi: Kubbealtı Neşriyat
İSBN: 9789756444481
Sayfa Sayısı: 208
Rühan Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Romanlarda ve hikayelerde kurgu, genellikle, ya; yazarın kendisini ön plana çıkararak, gözlemlediğini ve yaşamış gibi gösterdiği olayları kendi ağzından anlatmasıyla, ya, kahramanlarının yaşadıklarına şahit olmuş birinin tanıklığıyla ve kahramanların yaşadıklarının kendikerine gizli kalmış yanlarının da bu kişi tarafından açıklanmasıyla, ya dabütün olaylara şahit olan ve bunların arka planlarını da bilen adeta insan üstü bir kişinin kendi kişiliğine atıf yapmadan kişilik-dışı anlatımıyla gelişir.
Rühan Alıntıları - Sözleri
- Lâ râhate fi-d-dünyâ (Dünyâda rahat yoktur) *لا راحة في الدّنيا
- O da bitkindi. Yüzüme bakmaya cesâret etmeksizin: "Evet bir tânem; ama sen bana öylesine tutkundun ki ve ben de sana birdenbire öylesine tutuldum ki! Söyle! Şimdiye kadar yaptıklarımdan farklı ne yapabilirdim?" Bu soru birdenbire aklımı başıma getirdi. Rûhan'ın bu yüzden kendisini suçlu görmesine tahammül ve müsaade edemezdim. Sandalyemi onun yanına çektim. Başını muhabbetle yüzüme doğru çevirdim, o güzel elâ gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Birden başını omuzuma dayadı. Elini tutup muhabbetle dudaklarıma götürdüm. "-Bir tânem. Ne ben sana karşı şimdiye kadar ki davranışımdan farklı bir davranış sergileyebilirdim ve ne de sen bana karşı şimdiye kadar ki davranışından farklı bir davranış sergileyebilirdin. Bütün bunların Cenâb-ı Hakk'ın ezel Hükmüne uygun olarak vukû bulmakta olduğuna sen de benim kadar samimiyetle inanıyorsun. Rabb'imiz bize öylesine güzel, öylesine güçlü bir aşk yaşattı ve yaşatıyor ki buna lâyıkı vechile hamd etmemiz ve başımıza gelenlerden yüksünmememiz gerekir. Artık anladım. Kafama dank etti: bizim evlenmemiz mümkün değil. Ama unutma bir tânem! Bizi ayırsalar bile, bizi yaşadıklarımızın hâtırâsından kimse koparamaz ve bu aşkı da ne olursa olsun kimse söndüremez!" dedim. Rûhan: "-Yüksel'im hem kahroluyorum, hem de mes'ûdum. Bu ne biçim duygu Yâ Rabbî. Bir tânem sen bana Allah'ın ne büyük Lutfu oldun" dedi ve ...
- Ama bilinmelidir ki herkes Ezel'de kendisi için takdir edilmiş olan maddî ve mânevî rızıklara kavuşur. İnsan şer'an her türlü tedbiri almakla yükümlüdür ama kaderin hükmünün önüne geçmek mümkün değildir. Allah sabrınızı artırsın!
- 19.05 treniyle de Cambridge'e avdet ettik. Akşam yemeğinde son iki günümüzün muhâsebesini yaptıktan sonra çaylarımızı içerken aramızda şöyle bir konuşma geçti: -Betül'üm; memnun musun? -Allah râzı Olsun Vedat'ım! Nasıl memnun olmam? Sen hârikulâde ince düşünceli ve dürüst bir dostsun. Senin yanında kendimi hem emniyette hem de huzurlu hissediyorum. -İnşâAllah hep böyle olursun bir tânem. Şu ya da bu şekilde kocalarını devamlı tenkid ve ithâm eden, zâhiren kendilerini huzursuz gösteren öyle kadınlar vardır ki boşandıklarında ya da kocaları öldüğünde aslında onca yıl kocalarının kendileri için nasıl bir emniyet ve huzur desteği sağlamış olduklarını birdenbire idrâk ederler. Ama, iş işten geçmiş olur. Çoğu sefer hoşgörü ve tahammülle karşılamaları gereken ve sebeplerini tahlil edemedikleri ya da vehimlerinin gözlerinde büyüttüğü birkaç husus yüzünden kendilerine de, kocalarına da (etraflarına da...) dünyâyı zehir etmiş olmakla kalırlar. -Aman Rabb'im beni bu kâbil nankörlüklerden muhâfaza Etsin Vedat'ım! -Bu davranış biçimlerini ille nankörlük diye vasıflandırmakta doğru olmaz. Bu, hastalıkların tevlîd ettiği mîzac değişikliklerinden de, ...
- Nikâh için Betül'e çok güzel bir gelinlik aldım. "-Vedat'ım kırkına merdiven dayamış biri olarak gelinlik giymekten utanıyorum" dedi. "-Bunda utanacak ne var bir tânem? Rahmetli ilk eşim de benimle ikinci evliliğini yaparken, ona bile bir gelinlik almıştım" dedim. "-Vedat'ım, sen bana da, âileme de Allah'ın ne büyük bir Lutfusun!" dedi. Güldüm: "-Betül'üm; bu gibi sözlerle şımartılmaya ihtiyâcım var. Lutfen beni pohpohlamaktan vazgeçme!" dedim.
- Bunun içindir ki Hz. Peygamber (S. A. V.) ; 'El hayr-u fî mâ vaka' yâni; "Vukû bulanda hayır vardır." demiştir...
- İnsan ezelde Cenâb-ı Hakk'ın kendisine takdir ettiği rızıkdan fazlasına zâten sahip olamaz ki.
- Rûhan ile gerçek hayattaki münâsebetim, 1955 senesi mayıs ayında tercüman-rehber kursunun programına dahil bir tetkik gezisinden dönüp de otobüsten radyo evinin önünde indikten sonra, taksim belediye gazinosu hizasından itibaren birbirimizden ayrıldığımız taksim meydanına kadar 300 metrelik bir mesafeyi birlikte konuşarak yürümekten öteye asla gitmemiştir.
- “insan ezelde Cenâb-ı Hakk’ın kendisine takdir ettiği rızıktan fazlasına zaten sahip olmaz ki.”
- "El hayru fî mâ vaka!" (Olanda hayır vardır)
- Amentü'de Kader'e inandığımızı, hayrın ve şerrin de Yüce Allah'dan geldiğini lâf olarak beyan ediyoruz da bunu ahval ve etvârı ile te'yit edebileni hiç gördün mü sen?
- Ama hayrettir senin içtiğin sigaranın dumanı bana nedense pek munis geldi.
- Meğer yıldırım aşkı, sevilenin her şeyini bütünüyle kucaklayan, bütünüyle kabul eden, teferruatları izale eden ve her şeye olumlu yönden bakan bir aşkmış.
- Zaman, temkin ve teenni zamanı.
- Mutluydum, çok mutluydum ama bir o kadar da endişeliydim. Rûhan'ın annesi muhabbetimizden haberdâr olduğu an acaba bize ne gibi engeller çıkartacaktı.
Rühan İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Ruhanın ruhuma yansımaları: Kİtabın ilk kırk sayfasında diyaloglar sıkıcı geliyor. Her iki kelamdan birisi *birtanem*. Lise dönemi aşk romanı diye düşünüp bırakacağım vakit, son sayfalardan bir sayfa okudum ve tekrar kitaba döndüm. İyiki de dönmüşüm harikulade olay örgüsü, kadim dilin kullanımı, farklı dönemlerde boğan aşk ve sevgi hikayelerinden nasıl yeni doğum oluştuğunu çok güzel anlatmış. Zihnimde hep sevdiğim bir zatın şu sözleri canlandı tüm hikayelerde. "Boğulmadan, doğulmaz". Sabır, metanet, izzet,iffet,ülfet,merhamet, bereket,nezaket,letafet kavramları arasında gezindim durdum kitabı okurken. (Fikir Senfonisi)
Gülümsedim önce. Sonra güldüm. Gülmek istemsiz midir? Bilerek gülebilir mi insan? Hanım neden sebepsiz güldüğümü sordu birkaç kez. İstemsizdi. Ne cevap versem bilemedim. Gözümde her zaman ciddi bir Ahmet Yüksel Özemre profili olmuştur. Belki bu yüzdendi nedensiz gülüşüm. Yakıştıramadım desem..hayır değil...bence çok yakışmış. Ama bence Ruhan'ı yazmakla başına bela almış. Hikayenin hem başında hem sonunda not düşme ihtiyacı hissetmiş....Bu hikaye hayalîdir diye. Sanırım benim gibiler çok kurcaladı mevzuyu. Mevzu nedir? Bir aşk hikayesi. Ama nasıl bir sâfîyet anlatamam. Evet romancı veya hikayeci değil. Kendisi de kabul ediyor. Romancılık tekniği? Usta işi değil. Ama samimiyet yok mu? Neyin harcına girse güzelleştiriyor. Ne güzel hitap cümleleri vardı! Bayıldım. İstanbul dekorunu da çok iyi kullanmış bence. İstanbul da İstanbulmuş ha! (Masa da masaymış ha'yı bana dikte eden ehl-i dîle selam olsun!) 1950lerden bahsediyoruz çünkü. Özemre genel kültürünü de çok güzel ifade etmiş. Pazarlamasını pek beğendim. Hele aşkın ilk filizlendiği anları anlatışı. Duyguların tazyiki ile fizikî yakınlaşmalar, el ele tutuşmalar filan. Yüksel Özemre yazınca daha bir "şey" olmuş. Yani ondan beklemiyorsunuz ama yazmış işte. Dünya tasavvurunuzla bağdaşmıyor ama insanî yönü de var. Ruhî yakınlığın fizikî boyuta taşınması bir garip mesele. Parmak ucuyla sevgilinin eline ilk temas cüreti...Taşın kalbi olsa çatlar. Avucun içine başka bir avucun sığması.... Bir insan avucuna neler sığdırabilir ki? Bu şekilde kitap tanıtımı tarzım değil evet. Ama bu kitap için başka türlü de yazamazdım. Kış yanaştı. Şöyle sıcak bir kitap okuyayım diyen varsa bence buyursun. (Vakti Garîbe Âlemi Muhal)
İki sene önceydi sanırım, ilk okuduğumda içime oturmuştu ayrı yaşamaya mecbûr kalmaları... Yüreğe dokunan<
Rühan PDF indirme linki var mı?
Ahmed Yüksel Özemre - Rühan kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Rühan PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Ahmed Yüksel Özemre Kimdir?
1935'te Üsküdar'da doğdu. 1954'te Galatasaray Lisesi'nden, 1957'de İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik-Fizik Bölümünden ve 1958'de Fransa Nükleer Bilimler ve Teknoloji Millî Enstitüsü'nden mezun oldu. Bu itibarla, Türkiye'nin ilk Atom Mühendisi'dir.
Pozitif, sosyal ve dinî ilimler konularında 350 kadar makale ve raporu bulunan Prof. Özemre'nin halen kırka yakın tercüme ve telif eseri vardır.
Türkiye Yazarlar Birliği, Prof. Özemre'yi, 1996 yılında Üsküdar'da Bir Attâr Dükkânı isimli eseriyle Hatırat Dalı'nda ve 1998 yılında da Prof. Dr. Toshihiko İzutsu'dan çevirdiği İbn Arabî'nin Fusûs'undaki Anahtar-Kavramlar (3 baskı) başlıklı çevirisiyle Çeviri Dalı'nda "Yılın Sanatçısı" ödüllerine lâyık görmüştür. Üsküdar Belediyesi ise, yazarın Üsküdar'a hizmetlerinden ötürü, 2002 yılında Çengelköy'de inşa ettirdiği bir kültür merkezine Ahmet Yüksel Özemre Kültür Merkezi adını vermiştir. Yazar, İstanbul Üniversitesi'nin altın Hizmet Madalyası ve Beratı'nın da sahibidir.
Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Almanca ve İspanyolca bilen Prof. Özemre evlidir; iki kızı ve bir de torunu vardır.
Ahmed Yüksel Özemre Kitapları - Eserleri
- Üsküdar'da Bir Attar Dükkanı
- Gel de Çık İşin İçinden
- Üsküdar'ın Üç Sırlı'sı
- Geçmiş Zaman Olur Ki
- Rühan
- Üsküdar Ah Üsküdar
- Hasretini Çektiğim Üsküdar
- Kamil Mürşidlerin Mirası
- Galatasarayı Mekteb-i Sultani'sinde Sekiz Yılım
- Toma'ya Göre İncil
- Vahye Göre Akıl
- Portreler Hatıralar
- Aklın Yolu İlimdir
- Çernobil Komplosu
- Ah, Şu Atomdan Neler Çektim!
- Türkiye'nin Çernobil Çilesi
- Çağdaş İlmi Tefsirde Vehmin Egemenliği
- Akademik Yıllarım
- İlimde Demokrasi Olmaz
- 50 Soruda Türkiye'nin Nükleer Enerji Sorunu
- Kuran-ı Kerim ve Tabiat İlimleri
- Fiziksel Realite Meselesine Giriş
- İslam'da Aklın Önemi ve Sınırı
- Din ve Misyonerlik
- XX. Yüzyılda Fiziğe Yön Verenler
- Muhabbet ve Mücadele Mektupları
Ahmed Yüksel Özemre Alıntıları - Sözleri
- Tûr-i Sinâ'da değil, Hakikat sinendedir Âlem-i Kubrâ sensin! Kalem, Levh, Arş sendedir. Artık derûnuna göç, keşfet bu avâlimi! Buna muvaffak olan ebediyyen zindedir. Ganiyy-i Muhtefî (Kamil Mürşidlerin Mirası)
- Nefis insana bir benlik atfeder, ona Rabb’ini unutturup kendini ön plana çıkartır. Beşer, Allah’ın izni olmaksızın bir yaprağın dahi kımıldamasının mümkün olmadığını unutur da her şeyi kendisi yapıyormuş gibi gizli bir şirke düşer. Bu vehim ve tekebbür onu Rabb’inden uzaklaştırır. (Gel de Çık İşin İçinden)
- Bendendirler halka ne karışırlar. Halktandırlar bana ne gelirler; götürürler getirirler, götürürler getirirler, götürürler getirmezler. (Üsküdar'ın Üç Sırlı'sı)
- Zaman, temkin ve teenni zamanı. (Rühan)
- Annem bayramlık esvaplarımızı yatağımızın yanındaki iskemlenin üzerine geceden sergilemiş olurdu. Ben gözümü açar açmaz bunları görünce, ellerimi açar, Kıble'ye doğru döner, annemin tembihlediği duayı mırıldanarak: "Yâ Rabbî! Lûtfettiğin bütün nîmetler için Sana ne kadar hamdetsem azdır. Beni anneme, babama mutî hayırlı bir evlâd; Sana teslîm hâlis bir kul ve sevgili Peygamberin'in de râzî olduğu ümmetinden kıl! Hatâlarımı, kusurlarımı ört de beni herkese rezil-rüsvâ etme, günahlarımı bağışla!" der ve akabinde de bir Fâtiha okurdum. (Geçmiş Zaman Olur Ki)
- - " (…) Bakın nefisten bütün kötü huylar çıkar da, en son çıkan huy "hubb-i riyasettir" yani "baş olma sevdasıdır..." İnsan yetmiş yaşına gelir. Pîr-i Fânî olur, alnı secdeden kalkmaz. Ellerini açar dua eder: "Ya Rabbi sana ne kadar hamdetsem şükretsem azdır. Sen beni âsî iken ne hâllere getirdin". Ayağı küt diye kayar! Çünkü bu beyânda gizli bir kibir, gizli bir şirk, gizli bir hubb-i riyâset vardır. "Biz ne olduk yâhu?" kabilinden gizli bir hâl vardır. Bu iş incedir ince. Çok incedir. Her babayiğit bu işe soyunamaz. Her soyunan babayiğidi de kabul etmezler..." (Kamil Mürşidlerin Mirası)
- Ebru yapımı, insanın 1. Kevnî âlemdeki hilkatin esrarini ve erenini idrak etmesi 2. Nefsinin oyunlarını teşhis ve tespit edebilmesi 3. Ezel hükmünün edebine riayet edebilmesi 4. Bu aleme daha rahmani bir nazarla bakabilmesi için tekkelerde daima eğitim aracı olarak kullanılırdı. (Üsküdar Ah Üsküdar)
- "... Âlem'i tanıyıp ta kendi nefsinden câhil olan kimse, her (mânevî) makamdan mahrûm olur." (Toma'ya Göre İncil)
- Kurban bayramlarının bir günü muhakkak yağmurlu olurdu. Rahmetli babaannem ise bunu: "Cenâb-ı Hakk'ın kurbanların kanlarını silmek için yağdırdığı rahmet" olarak yorumlardı. (Üsküdar Ah Üsküdar)
- Nikâh için Betül'e çok güzel bir gelinlik aldım. "-Vedat'ım kırkına merdiven dayamış biri olarak gelinlik giymekten utanıyorum" dedi. "-Bunda utanacak ne var bir tânem? Rahmetli ilk eşim de benimle ikinci evliliğini yaparken, ona bile bir gelinlik almıştım" dedim. "-Vedat'ım, sen bana da, âileme de Allah'ın ne büyük bir Lutfusun!" dedi. Güldüm: "-Betül'üm; bu gibi sözlerle şımartılmaya ihtiyâcım var. Lutfen beni pohpohlamaktan vazgeçme!" dedim. (Rühan)
- zorla ne muhabbet ne de hörmet olur! ... ~... (Gel de Çık İşin İçinden)
- Her ülkede araştırma fonları bilim adamları arasında itah ve ihtirâsın artmasına sebep olur. Amaç da daima bu fonlardan en büyük dilimi alabilmektir. Bunun için de bilim adamları ve kurumları arasında kıyasıya bir rekabet hüküm sürer. Bu, akademik geleneği iyice oturmuş olan gelimi ülkelerde belirli kurallara uygun ve iş ayağa düşürülmeden belli bir zâhirî zerâfetle yapılır. Marmara Depremi'nin, depremle ilgilenen bilim adamlarımız ve mensubu bulundukları kurumlar açısından: 1) daha sofistike deprem araştırmalarının yapılmasına, ve 2) bu araştırmalar için Devlet'in dolgun araştırma fonları tahsis etmesine vesile tekil edecek bir imkân olarak algılanmakta olduğu gözlenmektedir. Ekranlarda gördüğümüz asabîyete, sübjektif iddialara, vekar ve zerâfet yoksunu beyânlara, çi ithamlara ve suçlamalara biraz da ite bu paylaşılması gereken pastaya karı duyulan iştah sebep olmaktadır. Marmara Depremi dolayısıyla Medya'nın rating ihtirâsına bilmeden âlet olmuş olan tüm bilim adamlarımızın, âlet edildikleri bu oyunu artık berrak bir biçimde idrâk etmeleri, kamuoyundaki imajlarının daha fazla yara almaması için de, televizyonlarda arz-ı endâm edecek yerde, çenelerini tutarak meseleyi akademik ortamlara taşımaları gerekir. (Ah, Şu Atomdan Neler Çektim!)
- Çocukken babam cevabı evet yada hayır sorularıma bile ancak birkaç dakika sonra cevap verebilirdi. Bunun nedenini defalarca sordum. Annem bir gün baban Hafız-ı Kur'an, sokakta giderken bile hatim indirir. Bir sayfayı tamamlamazsa ayetleri birbirine kavuşturur. Sayfa sonuna gelir Sadak Allah ül Azim deyince ancak cevap verebilir dedi. (Üsküdar Ah Üsküdar)
- Platon, Cumhûriyet isimli eserinde mûsıkî ile astronominin iki karde bilim olduklarını söyler ki, bu, Pitagor-cu geleneğe uygun bir beyândır. Nitekim Pitagor-cu geleneğe göre mûsıkîdeki âhenk göklere de yansımaktadır. İzmirli Teon'dan rivâyet olunduğuna göre, Pitagor-cular için, her biri birer nefs ve akıl sâhibi olan gezegenleri göklerde taşıyan kürelerden Ay'ınki Arz'a en yakın olanı olup, Merkür ve Venüs'ünkiler sırayla ondan sonra gelmektedirler. Güneş'i taşıyan küre dördüncü olup onu Mars ve Jüpiter'inkiler izlemekte, Satürn'ünki ise yıldızlara en yakın ve en son yedinci küreyi oluşturmaktadır. Böylelikle bu yedi semâvî küre ya da yedi kat gök, ikişer ikişer birbirlerini ayıran aralıkların, bir oktavı oluşturan seslerin aralıklarına tekabül etmeleri dolayısıyla(!) lîr ya da çenk denilen yedi telli çalgının da verdiği seslere tekabül etmektedir. Bu itibârla âlem yedi telli çenk misâli olup, Pitagor-cular için mûsıkî gamı da, aslında, kozmik bir olgu ve astronomi de semâvî bir mûsıkîden baka bir ey değildir (İlimde Demokrasi Olmaz)
- İlk ve Orta Öğretim'deki öğretmenlerin ücretleri tatminkâr değildir. Öğretmenler, maişet sıkıntısıyla, çoğu kere ikinci bir iş tutmak zorunda kalmaktadırlar. Bu iş, özel ders vermekten şoförlüğe ve işpoftacılığa kadar uzanabilmektedir. Bu ise öğretmenlerin sınıftaki verimini düşüren, vekarlannı ve kendilerine karşı duymaları gereken saygılarını azaltan bir dizi psikolojik ve idâri sıkıntılara yol açmaktadır. Neticede zararlı çıkan asıl kesimi: daha az ilgi ve daha az tahammül ve sabıra mâruz kalan öğrenci kesimi olmaktadır. 16.11.1994 Tarihli Sohbetten (Aklın Yolu İlimdir)
- Etimolojik olarak Dünya: ednânın ednâsı yani alçakların alçağı demektir. (Toma'ya Göre İncil)
- Vâsıl-ı Cânan olan, tende ağyar istemez. (Üsküdar'ın Üç Sırlı'sı)
- Davranışları ve takındığı tavırlar yüzünden sağduyulu kişiler nezdinde kendisini küçük düşürdüğünü ve gülünç kıldığını temyîz edemeyecek kadar idrâk ve görgü yoksunu ya da nefsine mağlûb olan kimseye zibidi denir. Zibidiler her ülkede ve toplumun her kesitinde rastlanılan marazî bir grup oluştururlar. Önemli olan bunların fert olarak kimler olduğu değil, fakat nasıl tesbit ve teşhis edilebilecekleridir. Zibidinin teşhis edilmesini olağanüstü kolaylaştıran etkenler arasında kendisine yakıştırdığı tavırlarının ve davranışlarının yapaylığını, çiğliğini, zıpçıktılığını ve gerek kendisine gerekse diğer kimselere karşı müraîliğini sayabiliriz. Bütün zibidilerin ortak bir özelliği de kendilerini dev aynasında görmeleri ve dolayısıyla kendilerine hayrân olmalarıdır. Bu bakımdan bütün zibidiler narsisik bünyelidir, yâni kendi kendilerine âşıktırlar. (Vahye Göre Akıl)
- Eski İstanbulda lodosun hüküm sürdüğü günlerde kadılar "Lodos muhakeme kabiliyetimizi bozar da adalete uymayan bir karar veririz" endişesiyle herhangi bir karar vermekten kaçınırlar, kararı poyrazlı bir güne ertelerlermiş. (Üsküdar Ah Üsküdar)
- Dâr-ı dünyâ, ey birâder, köhne mihmânhânedir. (Üsküdar'da Bir Attar Dükkanı)