Şafak - Sevgi Soysal Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Şafak kimin eseri? Şafak kitabının yazarı kimdir? Şafak konusu ve anafikri nedir? Şafak kitabı ne anlatıyor? Şafak PDF indirme linki var mı? Şafak kitabının yazarı Sevgi Soysal kimdir? İşte Şafak kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Sevgi Soysal
Yayın Evi: İletişim Yayınları
İSBN: 9789750501364
Sayfa Sayısı: 229
Şafak Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Sevgi Soysal, hayatında yol açtığı derin sarsıntılara rağmen sadece bir seyircisi olduğunu söylediği 12 Mart’ta sanık sandalyesine oturtulmuş bir tanıktı. Şafak, bu tanıklığın, gerçekçi olduğu kadar şiirsel bir hikâyesidir. Baskınlara, sorgu ve işkenceye karşı insanın sesini duyurduğu için bir kuşağa Sevgi Soysal’ı sevdiren bu roman, hem bir döneme tanıklık eden hem de bireysel tepkileri tüm karmaşıklığıyla yansıtan bir edebiyat başyapıtı olarak hâlâ güncelliğini korumaktadır.
Şafak Alıntıları - Sözleri
- Küçük acılarla mutlulaşan, zenginleşen, bilinçlenen bir hayat bizimki aslında.
- Güzel şeyler dar yerlere sığmaz. İnsanların mutluluğu gibi.
- İnsan sıcaklığına, dostluğuna karşı durmamacasına artan özlem ne hatalar yaptırabilir kişiye.
- Yanlışlar başladı. Sonraki yanlışlara kötü bir başlangıç gibi.
- "... Ancak, sınıf değiştirmeye özenmemiş bir işçi gerçek bir devrimci olabilir. Bir de, işçi sınıfı ideolojisi adına, kendi sınıflarını gerçekten değiştirebilenler." "Hadi oradan, o burjuva piçleri mi?" "Ahmet'i biliyorsun, benden dayanıklı çıktı. (...) O içinden geldiği koşulları iyi biliyor, iyi tanıyor. Sınıfının tükenişini, çöküşünü kavramış, işçi sınıfının geleceğini benimsemiş. Sınıfının yozluğunu bizden iyi bildiği, çürüklüğünü kavradığı için, daha sağlam olan tarafı seçmiş. Artık dış koşullarını değiştirmeye hazır. Bu yüzden kesin olarak senden daha devrimci. Hatta benden de."
- Elleri, vücudu işçi, yüzü aydındı.
- Sağlıksız düşünceler istemiyor. Sağlıksız ve yararsız.
- "Bu sabah ne yedin?" "Çay içtik." "Öğlen ne yedin?" "Çay içtik." "Akşam ne yedin?" "Çay içtik."
- Bu dünyanın adaleti mi olurmuş kızlar? Bir amcık verirsin işin hallolur.
- Katıla katıla gülmek istiyor. Tıpkı seyrederken şaştığım Yeni Dalga Fransız filmlerindeki gibi, saçmalıyorum. O filmlerde kadın erkeğe kızıverince bir uçağa atlayıp başka kıtaya uçar. Kadınla erkek bir eşyadan, bir trenden ya da sadece bir biblodan sıkılıverip Afrika'ya gidiverirler. Herkes işinde gücündeyken kumlarda koşuşturur, gündelik ve bayağı ilişkilerden soyutlana soyutlana cafcaflı laflar ederler. Hiç durulmaz bunların parayı nerden kazandıkları, ha deyince uçak biletini nasıl ödeyebildikleri, boktan bir şeye sıkılıp yeniden nasıl başlayabildikleri, böyle renkli ve böyle soylu bir gündelik hayat için gerekli parayı hangi işte kazandıkları ya da paranın onlara kimden miras kaldığı, bunca boş zamanı nasıl buldukları ve perdeye aktarılan incelik ve güzellik için ne gibi bir çirkin fiyat ödedikleri üstünde.
- "Eee, babadan burjuva doğmadan burjuvalığa özenmek ne oluyor? İşte bizleri zayıflatan bu. İçinden gelmediğimiz bir sınıfa, fark etmeden özenmek. Çünkü yıllarca tahsili falan hep sınıf atlamak için yapmışız. Yıllarca bunun için sıkıntı çekmişiz. Kendimize ait olması gereken bir idelolojiyi keşfettiğimizde daha doğrusu keşfettirildiğimizde bocalıyoruz. Çok yatırım yaptığımız bir şeyden zor mu vazgeçiyoruz, nedir? İçinde bulunduğumuz koşulları değiştirmeyi o kadar uzun bir süredir kafaya koymuşuz ki, bu olanaklar elimize geçmeye başladığında, istemesek de sarılıveriyoruz. Ancak, sınıf değiştirmeye özenmemiş bir işçi gerçek bir devrimci olabilir. Bir de, işçi sınıfı ideolojisi adına, kendi sınıflarını gerçekten değiştirebilenler."
- Kadın kısmı emeğini inkâr etmez. Kim olursa olsun, emek verdiğini sever.
- İnsanlığını, insanca olmayan durumlarda korumaya çalışmak...
- Ayrıntılarla uğraşmak çoğu zaman bir sapmadır.
- Her şey budalaca başladı ve sürecek gibi öylece.
Şafak İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Sevgi Soysal ve Şafak: 15 Kasım 2019 Cuma 17:52 "Öyle, öyle çok şey düşünmüyorum ki, değil hayatı şimdilik fazlaca uzun olmayacağa benzer birinin zamanına, iki ömre bile sığmaz." https://imgyukle.com/i/RoK20Q (Sevgi Soysal 21 Ekim 1976) SEVGİ'YE İnsan hiç ölmez gibi görünürken en çok ölüyormuş öğrendik. Güner Sümer Sevgi Soysal hakim ideolojilerin esiri olmamak adına kendini feda eden kadın yazarlarımızdan biridir. Orhan Kemal Ödülü'nü alırken şöyle der Sevgi Soysal: "Her zaman geçerli olmamakla birlikte, özellikle ara dönemlerde bir sanatçı için en gerekli olan şey, kendini iyi tanımasıdır." Sevgi Soysal bu anlamda yetkin bir edebiyatçıdır. Her ne kadar işlediği ana konu 12 Mart olsa da bulunduğu o olağanüstü koşullar onun sanatını asla küçültemez, sanatçı yaşadığı zamanın aynası olduğuna göre tabii ki de cezaevinde kaldığı günleri de orada yaşanılan kötü olayları da anlatmak zorundaydı. Yetkin bir sanatçıdır çünkü Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu'nda kalırken Bertolt Brecht'in Beş Paralık Roman kitabını çevirecek kadar yılmayan dönemin insanlarına değil düşüncesine karşı savaş veren bir aydındır Sevgi Soysal. ****** SEVGİ'YE SONNET Taa uzaklarda mavi belki de açık mor sabahın pancurundan bakıyor yıldızlar yürek tellerine sıralanmış korkusuzlar pencereyi açıp acıları dışarı atıyor Sen üzülme körler bile gördü güneşli günleri bulvarda kimi akasyalar tepeden tırnağa umut kitaplar yazacak nasıl olsa sen olanları unut bir fırtına götürecek bütün erken ölümleri Mahpusluğu bir şişeye koydum attım denize havada yanık kokusu bu nedir aman bu nasıl kırmızı sonbahar düştü ellerimize Bu şişeyi denizde kimsecikler bulamaz bir balık onu denizin dibinde yitirdi sevgi bir cigara yak gülümse biraz. Ömer Faruk Toprak ******* Kanser Teşhisi 25 Ağustos 1976'da konur. O gün Sevgi Soysal şunları söylüyor: "Bari romanımı bitirebilsem. Sadece romanın bitimi için süre istiyorum." (Hoş Geldin Ölüm) romanını bitiremedi Sevgi Soysal 40 yaşında veda etti hayata onun tedavi sürecinde BBC Türkçe'ye verdiği röportajının da geçtiği Arşiv Odası Sevgi Soysal bölümünü izlemenizi tavsiye ederim. https://youtu.be/WRAY0m6xgZM Onun o yorgun sesini dinlemek beni çok yormuştu, onun gibi güçlü bir kadının fiziksel şartlar yüzünden bitkin düşmesini kaldıramıyor insan. İşte o radyo konuşmalarının bir bölümünde şöyle seslenir kadınlara: "Londra'da, Ankara'da, İstanbul'da ya da Zap suyunun yanı başında nerede olursa olsun kadınları birbirlerine ortak eden tek bir şey vardır hayat. Sürmekte ve sürecek olan hayatın tartışılmaz emekçisi olmak." Kendisi son nefesine kadar hayatın emekçisi ve onu okuyacak insanlara da yol gösteren bir kişi oldu. Ona rağmen değeri tam olarak bilinmemektedir özellikle kadın arkadaşların onun davasına sahip çıkması gerekir zira o onlar için savaşıp, feda edecek kadar sahip çıkmıştır davasına. ********* "Cellat uyandı yatağında bir gece Tanrım dedi bu ne zor bilmece öldükçe çoğalıyor adamlar Ben tükenmekteyim öldürdükçe" Ataol Behramoğlu ******** Sevgi Soysal son romanı Hoş Geldin Ölüm'ü bitiremediği için zirve romanı son okuduğum kitabı olan "Şafak" oldu. Bu romanda sanat kaygısı taşımaz Sevgi Soysal. 12 Mart'ı bizzat yaşayan bir yazar olarak nerede sanat kaygısını bırakmak gerektiğini de iyice ifade etmiş oluyor. Düşünce özgürlüğünün olmadığı, keyfi nedenlerle bir insanın günlerce gözaltına alındığı insanlık onurunun hiçe sayılarak yapılan işkencelere tanık olan yazar ve özellikle kadın bedeni üzerinde uygulanan insanlık dışı işkencelerin psikolojik boyutlarını Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu'nda ve Şafak kitabında anlatır Sevgi Soysal. 12 Mart dönemini Almanca anlattığı bir röportajdan bir kesit bırakmak istiyorum buraya: https://youtu.be/X8DZnlk3Zos Ben Sevgi Soysal'ı yaşadığı zamanlarda basılan kitapları ile okumayı tercih ediyorum elimdeki bu üç kitabı https://imgyukle.com/i/RoKZoq 70'li yıllara ait.. Şafak; Baskın, Sorgu ve Şafak adlı üç bölümden oluşan bir romandır. Adana'da sürgünde olan Oya'nın arkadaşları ile bir akşam misafirliğe gitmesi ve o akşamki polis baskını ile başlar roman. İlk bölüm yaklaşık seksen sayfadır ve geri dönüşler sık olmakla beraber kitaptaki kişilerin hayatlarının anlatımı ve karakter analizleri ile sürer. Bu bölümde merkez kişi Mustafa'dır. Roman bir kişi üzerinden hareket etmez romanın teması 12 Mart faşizminin tahribatı ve bunun kişiler üzerindeki yıkıcı etkisini betimleyebilmektir. Sorgu bölümünde her ne kadar merkez kişi Oya olsa da onun geri dönüşleri okurları tatmin edecek bilgilerle donatılmayacak Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu'ndaki Sevgi Soysal ile aynı kişiymişçesine geçmişi üzerine pek bilgi sahibi olamayacağız ve en çok merak edeceğimiz konulardan biri olacaktır bu. Sorgu kısmında "cop" ile yapılan işkencelerden kesitler Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu'nda olduğu gibi yer alacaktır. Kadınlar üzerinden 12 Mart faşizminin nasıl işlediğini Mustafa'nın ağzından şöyle aktaracak bize Sevgi Soysal: "Öfkesini gemleyemiyor Mustafa. Oya'ya her orospu denişinde, Güler'e (karısı) sövülüyor gibi. Kendimiz her şeyi göze alsak, her şeye katlansak bile, karılarımızın, bacılarımızın aşağılanmasına katlanmaya nasıl alışacağız? Bu adamların , nice devrimcinin karısına, sevgilisine yaptıkları iğrençlikleri Güler'e de uygulayabileklerini düşünmek bile çıldırtıcı. Yok babam, dayanamam buna. "Dayanamam" tutuklanan her kadına yapılan işkence ya da tutuklanan devrimci erkeklerin yakınında bulunan kadınlara yapılan işkenceler dönemin çirkin yüzlerinin en belirginidir. Şafak bölümü başka eserlerinde görmediğim bir şekilde uzun bir doğa betimlemesi ile başlar. Geceyi sorgu odasında geçiren bir avuç insan için şafağı ile gecenin sona ermesini bekleyen doğanın şafağının bütünleşmesi olarak yorumluyorum ben. 12 Mart faşizminin en güçlü silahı belki de geceydi. Gün aydınlanana kadar devam ettirebilir oldukları işkence ve sorgular Şafak ile beraber sona eriyor. Karanlığın güçlü gizleyiciliğine gün ışığı en büyük darbeyi vurmuş oluyordu. İstediklerini sorgularda elde edemeyen baskının polisi Abdullah ve amiri Zekai'nin başına gelecek en kötü şeydir "Şafak" kitap hakkında sözlerimi burada sonlandırıyorum son bölümlerine de okuduğunuz vakit erişirsiniz kitabın incelemesini içeriğinin bazı bölümlerine gönderme yapmadan kaleme almamız biraz zor özellikle 12 Mart konulu bir kitap olan Şafak kitabı gibi eserlerde ona rağmen pek bir bilgi paylaştığım söylenemez genel çizgileri ile kitabı okumak isteyen kişilerin faydalanacağı ve Sevgi Soysal hakkında bazı bilgilere sahip olabileceği bir inceleme kaleme almak istedim o kadar. Şimdi Sevgi Soysal ile ilgili, Metin Altıok şiirini ve son olarak Sevgi Soysal'ın Atilla İlhan'a yazdığı bir mektup ile bitirmek istiyorum. Mektup biraz uzun olmakla beraber hayatının son aylarında aldığı ödüllere değinir ödül veren kişilere "cenazeciler" der. Bir insanın değerini bilmek için ölmeye yakın olması mı gerekir ya da ölmesi mi gerekir bu ülkede bu düşünceler çok acı gerçekten.... ***** Sevgi Soysal İçin Sakal bıyık takmıştır Ölümün kuru kafasına, Karşılaştığında mutlaka İki kırmızı karanfil Koyup göz çukurlarına, Geçip karşısına gülmüştür. Sonra yürümüş, yürümüştür. Samanpazarından yukarılara. Bir kez daha bakarak Oradan puslu Mamağa. Kale içinde bir evin Sıvası dökük duvarlarında, Kışlık biber olmuştur. Sallanan durmadan rüzgarda, Yağmur sesini andıran Telaşlı bir tıkırtıyla .. Metin Altıok ***** Atilla İlhan'a Mektup 21 Ekim 1976 Şimdi, benim asıl sorunum fazla moral, yani Mümtaz öyle der. “Herkes bir şeyden ölürse, sen de fazla moralden kendine fazla yüklenip güvenmekten ölebilirsin” diyor. Bunda biraz haklı, çünkü, ben buraya geleli, asıl geliş nedenimin hastalık olduğu gerçeğini, kafamdan silip atmak konusunda öylesine ileri gittim ki Mümtaz’ın haberi olmadan tüm Londra’yı yürüyerek tanıyıp öğrenmeye kalkıştım. Bunun nedeni işin ucuzluğu bir yana, bir kentin ancak yürünerek tanındığına kesin inancımla, hastalık gibi tatsız bir sorunun, inançlarımın önüne çıkmasından hiç hoşlanmayışım. Ama sonunda işi o kadar ileri götürdüm ki, bir gün halsizlikten yollarda bayılıverdim. Önce kızdım kendime, “ulan Sevgi, sende hiç iş kalmamış”, ama sonra Mümtaz’dan aldığım mesafenin en azından yedi buçuk kilometre olduğunu öğrenip üstüne de haklı bir zılgıt yiyince, ukalalığı bir yana bıraktım. Oysa bu hafta özel olarak dinlenmem gerekiyor. Çünkü, doktora her görünüşümde, öyle sağlık ve güç tablocukları çiziyorum ki, adam bu hafta sonunda iğneyle birlikte o ağır kapsülü de bir anda verip, bana yüklenmeğe karar verdi. Oysa benim iki gündür dizlerim titriyor.(…)Bana sorarsan ben ilk günden beri yazdıklarımda, hiç de öylesi uçurumlar bulamıyorum bir türlü. Eh elbet kimse saymıyor yerinde, hayatta üç koca değiştirip, kanser de olabildiğime göre, Kızılay anıtı gibi, düşündüklerimi hep aynı taşa yontacak değilim ya.Boş ver, bunlar beni hiç ilgilendirmiyor. En matrağı da, Türk Dil Kurumu Ödülü. Oradaki ebennekalara, bana bir cenaze çelengi gönderme fırsatı yaratmamış olmak da ayrıca sevindirdi beni.Bu arada en çok, Dimitrof’la çeviri ödülü almak güldürdü beni. Onlar cenazecilikte daha başarılı çıktılar doğrusu! Oysa ben öyle bir çeviri yapmış olduğumu, telif hakkımı koparmayı bir türlü beceremediğimden, unutmuşum. Bu günlerde Mümtaz’ın Türkiye’ye birkaç günlüğüne gitmek olasılığı var, kocamı silahlandırıp Ankara Sanat’ın üstüne, telif hakkım için, bir güzel salayım da, ödül kazanmış çeviriyi, çeviricisine bedavaya çıkartmanın acı sonuçlarına katlansınlar! Ayrıca şu anda oynadıkları çevirinin Hedda Zinner’le pek bir ilişkisi kalmış değil, hani bu işler ciddi olsa, yazarının tiyatroyu da, hatta bu sonuçlara yol açan beni de bir güzel davalaması gerekir.(…)Sağlığım iyiye giderse, -burada bazı İngiliz edebiyatı kursu falan var, disiplinli bir çalışma, öğrenmek için- böyle şeyler düşünüyorum. Öyle, öyle çok şey düşünüyorum ki, değil hayatı şimdilik fazlaca uzun olmayacağa benzer birinin zamanına, iki ömre bile sığmaz.İçimde, bir türlü gem vuramadığım bir yaşam hızı; geceleri plan kurmalardan gözlerime uykular girmiyor. Eceli gelen köpek cami duvarına işermiş, o hesap.Gönderdiğin kitaplara çok teşekkür. Ama hayır, teşekkür sözcüğünü sana kullanmamağa karar verdim. Yanıma az kitap aldığım bir gerçek, bunu zaman içinde çözümleriz, ama bu karşılık tam oturduğum sokakta nefis, bedava tarafından, rahatlıkla kitap alabildiğim bir kütüphane buldum, şimdilik oradan aldığım İrlanda hikayeleriyle cebelleşiyorum. Ve bu hikayelerde nedense, bizim Selim’de bulduğum tadı bulamıyorum.Bu arada, senin de ilgilendiğin konu olduğu için sözedeyim, küçük bir sinemada enfes bir Yunan filmi yakalayıp seyrettim. “The Travelling Players” adındaki bu üç saatten uzun süren film gezginci bir tiyatro aracılığıyla, Yunanistan’ın üstünden geçen faşizm dalgası – Alman işgali, iç savaş ve son askeri dönem- içiçe, birbirine geçerek, bambaşka, zaman zaman akıl almaz biçimde sıkıcı, akıl almaz durgunlukta, ama akıl almaz güzel, iç buran ve neredeyse bütün bir tarihi, görüntülerde sergileyen bir biçimde anlatıyor.Aklıma hep sen geldin, özellikle tarihle ilgili yazarlığın açısından. Çok çarpacaktı film seni de. Gerçi filmin sinema açısından eleştirilecek çok korkunç yönleri ve hani bizim Yılmaz’ın çok daha iyi sinemacı olduğunu düşündürecek kadar, ama bütün içinde bakınca, filmdeki bütün ilkellikler, gereksiz uzatmalar, durgunluklar, hatta melodram havaları, sanki tam bilinçle yapılmış gibi. Nitekim bu film bir yerlerde beş on ödül toplamış galiba.Sevgili Atillâ, yine yazacağım sana, beni güzel mektuplarından ayrı bırakma, bir de şiirlerinden gönder bana, bilirsin ki senin şiirlerinin sessiz ama iyi bir okuyucusuyumdur.Sevgilerle dost gözlerinden öperim. (Sevgi Soysal bu mektuptan bir ay sonra 21 Kasım 1976′da İstanbul’a getirildi. Ertesi gün, 22 Kasım 1976′da da hayatını kaybetti. Bir yıl önce 1975 sonbaharında bir göğsü alınmıştı. Tedavi için Londra’ya gittiğinde hastalığı yeniden nüksetmiş ve epey ilerlemiş haldeydi. Giderayak, kendisine ödül verenlere ve vermeye kalkışanlara “cenazeci” demesi bundandır.) ****** (Adem Yüce)
Yazarın okuduğum ilk kitabı . Sevgi Soysal , romanı oldukça sade ve sürükleyici bir dille yazmış .Romanda 60 darbesinin bireyler üzerindeki psikolojik etkileri üzerinde duruluyor.Zaman olarak bir günlük zaman dilimi var. Sevgi Soysal kitapta karşıt güçler arasındaki çatışmayı oldukça başarılı bir şekilde anlatmış.Olaylar Adana şehrinde geçiyor. (Şenay Yıldız)
Herkese merhaba,iyi akşamlar dilerim.Bu akşam sizlere Sevgi Soysal’ın Şafak isimli eserinden söz etmek istiyorum. Eser tam bir sıkıyönetim 12Mart romanı. Özellikle bu dönemi merak edip bu döneme ait romanları araştıranlar için ilk sıralarda olmalı. Karakterleri güzel tanıtmış yaşadıklarını duygularını hoş anlatmış ama yarım kalmış bir kitap izlenimi verdi bana daha çok. Yazıldığı kadar yazılabilir diye düşünmeden edemiyorsun. Çok hareket yok romanda psikolojik tahliller çok fazla. Güzel analizler, isabetli hayata dair tespitler yapılmış. Çok güzel olduğunu söylemek ne kadar yanlış olursa, boş bir kitap olmadığını söylemekte o kadar doğru olur. Okunmaya değer mi? Değer bence.... Şafak, karanlığın aydınlığa hem en yakın olduğu hem de aydınlıktan sıyrıldığı en koyu vakti. Suçun suçsuzlarda arandığı, ast-üst ilişkisi içinde emirlere uyup vicdanın bir tarafa saklandığı, düzenin kanundan bağımsız işlediği bir dönem. 12 Mart yıllarını gören bir yazarın kaleminden çıkmış kurguyla karışık gerçekleri. Yoksa kurgudan soyunmuş gerçekleri mi demeliyim? Tavsiye edebileceğim bir kitap keyifli okumalar (Dark Reader)
Şafak PDF indirme linki var mı?
Sevgi Soysal - Şafak kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Şafak PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Sevgi Soysal Kimdir?
Sevgi Soysal (d. 30 Eylül 1936, İstanbul - ö. 22 Kasım 1976, İstanbul) Türk yazar. Aslen Selanik'li mimar-bürokrat bir babayla Alman bir annenin altı çocuğundan üçüncüsü olarak büyüyen Sevgi Yenen, 1952'de Ankara Kız Lisesi'ni bitirdi. Bir süre Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde Arkeoloji okudu.
1956 yılında şair ve çevirmen Özdemir Nutku ile evlendi, birlikte Almanya'ya gittiler. Göttingen Üniversitesi'nde arkeoloji ve tiyatro dersleri izledi. 1958'de Türkiye'ye döndü ve Korkut adını verdikleri bir oğlu oldu. 1960 ile 1961 tarihlerinde Ankara'da Alman Kültür Merkezi ve İrtibat Bürosu'nda ve Ankara Radyosu'nda çalıştı. Bu dönemde, toplum karşısında bireyin tedirginliğini öne çıkaran ''yeni gerçeklik'' akımından izler taşıyan öykü ve yazıları Dost, Yelken,Ataç, Yeditepe ve Değişim dergilerinde yayımlandı.
1961'de Ankara Meydan Sahnesi'nde Haldun Dormen'in yönettiği Zafer Madalyası adlı oyunda tek kadın rolünü oynadı. İlk öykü kitabı Tutkulu Perçem, 1962 yılında yayımlandı. Zafer Madalyası oyununda tanıştığı Başar Sabuncu ile 1965'te evlendi. Aynı yıl TRT'de program uzmanı olarak çalışmaya başladı. 1965-1969 yılları arasında Papirüs ve Yeni Dergi'de öyküleri yayımlandı. Bu arada tezini vererek arkeoloji diplomasını aldı. Teyzesi Rosel'in kişiliğinden yola çıkarak, birbirine bağlı öykülerden oluşan Tante Rosa'yı yazdı. Kadın-erkek ilişkisi ve evlilik temasını işlediği ilk romanı Yürümek'le TRT Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülü'nü kazandı.
12 Mart dönemi, Sevgi Soysal'ın hayatı ve yazarlığı üzerinde derin izler bırakan bir dönem oldu. Yürümek, müstehcenlik gerekçesiyle toplatıldı ve Sevgi Soysal, kısa bir tutukluluk ardından TRT'den ayrılmak zorunda kaldı. Anayasa profesörü Mümtaz Soysal'la, Soysal'ın komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle tutuklu kaldığı Mamak Cezaevi'nde evlendi. Siyasal nedenlerle tekrar tutuklandı ve sekiz ay Yıldırım Bölge'de, iki buçuk ay da sürgüne gönderildiği Adana'da kaldı. Cezaevinde yazdığı Yenişehir'de Bir Öğle Vakti adlı romanıyla 1974 yılında Orhan Kemal Roman Armağanı'nı kazandı. Kızları Defne Aralık 1973'te, Funda ise Mart 1975'te doğdu. Adana'da sürgünde bulunan bir kadının başından geçen olaylar etrafında 12 Mart'ı eleştirdiği romanı Şafak, 1975'te yayımlandı. Bu dönemde Anka Haber Ajansı ve Sosyalist Kültür Derneği'nin kuruluşunda rol aldı. Politika gazetesinde tefrika edilen cezaevi anıları Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu başlığıyla kitaplaştırıldı (1976).
Yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle 1975 sonbaharında bir göğsü alındı. Hastalık izlenimlerini ve 12 Mart sonrası değişimi anlatan öykülerini topladığı Barış Adlı Çocuk, 1976'da yayımlandı. Eylül 1976'da bir ameliyat daha geçirdi ve tedavi için eşiyle birlikte Londra'ya gitti. Üzerinde çalıştığı son romanı Hoşgeldin Ölüm'ü tamamlayamadan 22 Kasım 1976'da İstanbul'da 40 yaşında öldü. Yeni Ortam ve Politika gazetelerine yazdığı yazılar, Bakmak (1977) adlı kitapta toplandı.
Sevgi Soysal Kitapları - Eserleri
- Tante Rosa
- Yenişehir'de Bir Öğle Vakti
- Yürümek
- Şafak
- Tutkulu Perçem
- Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu
- Barış Adlı Çocuk
- Hoş Geldin Ölüm - Tutkulu Perçem
- Bakmak
- Radyo Konuşmaları - Hoş Geldin Ölüm
- Venüslü Kadınların Serüvenleri
- Türkiye'nin Kalbi, Kabul Günleri
- Tekliğin Türküsü
Sevgi Soysal Alıntıları - Sözleri
- Kim aynadaki görüntüsünü usanmadan seyredebilir? Kim kendi sesini dinleyebilir saatlerce çıldırmadan? (Yürümek)
- Boş verin be analar! Erkeklik sizde kalsın. Varsın, devleti ve milleti ve esir Türkler'i ve de dünya Türklüğu'nü korumakla meşgul büyük erkeklerimiz sizleri ellerinin tersiyle geri çevirsinler. Varsın büyükelçilere, resepsiyonlara, dünyanın önemli erkeklerine açıladuran salonlar, sizin dertlerinizi dinlemeye gelince kapanadursun. Varsın basınından parlamentosuna, işçi sendikalarından hükümetine, çok erkek bir toplum çocuklarınızın can güvenligine yan çizerken, sizler tek başınıza, her şeyi göze alarak, çocuklarınız için, yalnız kendi çocuklarınız değil, bu yurdun kıyıma terk edilmiş bütün gençleri için kendinizi siper ededurun. Cesaret sizin, yigitlik sizin. Siz doğumu bilirsiniz, kimi erkekler bir burun kanamasına yataklara düşerken, doğumu bilen siz analar, hayatı da bilirsiniz. Onun için varın; erkekliği ocak ve hayat söndürmeye, zürriyetsizliğe, iyi, güzel ve umut olan ne varsa yok etmeye dönüştürenlerin, canlarınızın canını almaya kalkanların, doğanın en haklı savaşıyla üstlerine üstlerine varın! (Bakmak)
- Biz terbiye gördük. Nasılsın, denince, iyiyim dememiz bundan. (Barış Adlı Çocuk)
- Yeni yılı kutluyorlar... Niçin kutlamasınlar yeni yılı, en az eskisi kadar rahat geçirmeyi garantiye aldılarsa? (Türkiye'nin Kalbi, Kabul Günleri)
- Ama vergi yolsuzluğunu mu kurcaladın, hemen soy sop ve kan, kafa ve de tas denetçilerinin hışmına uğrarsın. "Sizi Türk olmayanlar sizi kanı bozuklar sizi." (Bakmak)
- Ama olamaz. Eğer ölüm varsa, daha güzel bir hayatın, daha uygar insanların, daha insanca kuracakları bir hayatın gereği için var. Yoksa ölüm, insanlar arasındaki kavgayı, bir insan ömrü içinde aşamadıkları sevgisizliği, çirkinliği daha kötü bir dünyaya aktarmak isteyenler için değildir. (Radyo Konuşmaları - Hoş Geldin Ölüm)
- “Emir demiri, ticaret ve kâr emiri keser” diyen kimdi? Behice Hanım mıydı? Hatırlamıyorum. (Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu)
- Ben her şeyin bir bir yok olmasına o kadar çok alıştım ki. Ve her şeyin yeniden bir bir var olmasına o kadar alışığım ki. (Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu)
- Benim seçtiğim tutukluluk, yine de özgürlük demektir. Ötekini ortadan kaldırmayan, ama benim düşünceme göre ötekini içeren bir özgürlüktür (Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu)
- Bir soluk almaya gelmiştim buraya. İçimde, bir köşemde gizli bir soluğu almaya. (Tutkulu Perçem)
- Güzel şeyler dar yerlere sığmaz. İnsanların mutluluğu gibi. (Şafak)
- Sokağa çıkılmaz oldu artık. Her yerde haksızlık. Her yerde edepsizlik. (Yenişehir'de Bir Öğle Vakti)
- Bilip unuttuğu en kurtarıcı, en iyi edici sese döndü. Sese sarıldı, sesle örttü çıplaklığını. (Yürümek)
- "Yıkanık suyum benim. Evreni senden görmek istiyorum. O zaman gördüğüm evren değil sensin çünkü, yalnızca sen, sen sen!" (Yürümek)
- Tarafsız radyo; yayın yaptığı ülkenin sorunlarına, gerçeklerine, faydasına yönelen, sorunların çözümü ve toplumun faydası tarafında olan; bu görevi bilimsel ve bilinçli bir tarafsızlıkla gerçekleştiren radyodur. (Venüslü Kadınların Serüvenleri)
- 1. Erkek: O günlerden bu yana avlarımızı sapan yerine okla vurmayı, mağaralarda değil kulübelerde oturmayı, avlanmadığımız eti ısıtıp yemeyi, karanlık gecelerde ateş yakmayı öğrendik. 1. Kadın: Bizleri saymayı öğrenemediniz ama. (Venüslü Kadınların Serüvenleri)
- Gün batımlarını sevmem. Güneş bütün görkemiyle üstüme abanıyormuşçasına ezilir içim. Güneşin batışıyla birlikte içimin de kararması gerekirmiş gibi kasvetlenirim. Aydınlıkla karanlık arasındaki bu geçiş dönemi boyunca sürer bu kasvet. Açıklık yerde, güneş batarken toprağa kavuşuyormuş gibi görünür, oysa yoktur böyle bir kavuşma, güneş o bize kavuşma noktası gibi görünen yerde de, en az bizim olduğumuz yerdeki kadar uzaktadır, belki budur çoğu kişiye yalnızlık duygusu veren. (Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu)
- İkinci Dünya Savaşı'ndan sakat olarak dönüp genç yaşta ölen büyük Alman yazarı Wolfgang Borchert boşuna mı sesleniyordu analara: "Hayır deyin analar, bir gün çocuklarınızı savaşa sürmek isteyenlere hayır deyin!" (Radyo Konuşmaları - Hoş Geldin Ölüm)
- "Ne güzel suçluyuz biz hepimiz." (Tutkulu Perçem)
- Bir güneş batımı gelirdi sonra. Bir güneş batımı vardı bu kentin, yalnızlığımı kalabalıklardan alır, geri verirdi. (Tutkulu Perçem)