Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist - Cemil Meriç Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist kimin eseri? Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist kitabının yazarı kimdir? Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist konusu ve anafikri nedir? Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist kitabı ne anlatıyor? Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist kitabının yazarı Cemil Meriç kimdir? İşte Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Cemil Meriç
Yayın Evi: İletişim Yayıncılık
İSBN: 9789754704426
Sayfa Sayısı: 159
Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
“İstikbal hakkında derin düşünceleri olan, cemiyeti inceleyen ve incelemelerine rüyalarını da katan insanlar”: 19. yüzyılın ilk yarısının ütopik sosyalizmini savunanlar... “Genç” Cemil Meriç’in sosyalist penceresinden Marx’a ilham veren sosyolog Saint-Simon: Yalnızca sosyalizm çığrını açanlardan biri değil, aynı zamanda “bilgi sosyolojisine aydınlık getiren adam...”
Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist Alıntıları - Sözleri
- Özgür olmak istiyorsak, özgürlüğümüzü kendimiz yaratmalıyız ve onu başka bir yerden gelecekmişcesine beklememeliyiz.
- Saint Simon, o güne kadar bir fakirler yığını olarak ele alınan işçi sınıfına sosyal bir kişilik kazandırır. Artık fakir yok, fakir işçi var. Fakir kilisede avlusundan çıkmış, keşkülünü fırlatmış, çalışan bir insan olmuştur. Yoksuldur ama çalışmak isteyen bir yoksul. Ve çalıştığı halde fakir kaldığı için ahlak ve iktisat açısından ilgiye değer. Yoksuldur çünkü ya hakkı olan ücreti alamıyordur ya da işsizdir. Saint Simon iktisada yeni bir vazife yükler: fakirleri göz önünde bulundurarak toplumu yeni baştan düzenlemek. Çoğunluk ön plana geçiyordur artık. Bakışlar ücret verenden ücret alana, topraktan fabrikaya, çiftçiden demirciye çevirilir.
- İnsani egoizm zindanından ancak ahlâk kurtarabilir.Ahlâk ve iman
- Ağacı bütün olarak kavramak için önce tohumunu tanımalıyız. Emile Faguet
- İnsanı egoizm zindanından ancak ahlak kurtarabilir. Ahlâk veya iman.
- Herkes hayalinin peşinde koşarda koşar flimin sonu güzel dimi
- "Hür olmak istiyorsak, hürriyetimizi kendimiz yaratalım, başka bir yerden beklemeyelim bunu." Saint-Simon
- Harekete geçmek, topluma yararlı işler yapmak için bilmek yetmez, istemek de lazım.
- Demek ki, sosyal gerçek; çaba, üretim, eylem ve yaratıştır.
- Eğitimin ödevi yeni bir insan yaratmaktı. Seven, düşünen, çalışan bir insan. Eğitimin ödevi her ehliyete lâyık olduğu yeri vermekti.
- Ortak düşünceler olmadan toplum olamaz. _Saint Simon
- İlimlerin her biri, dünyanın bir parçasını inceler, nesnelerin bir yönüyle uğraşır. Bütün o parça parça bilgileri kaynaştıracak bir terkibe ihtiyaç var: bu terkip felsefe. İlimlerin sentezi de bir ilim olacağına göre, felsefenin kendisi de ilim. Felsefe tüm bilgilerin özü, ilmin "defter-i kebiri", yani bir ansiklopedi.
- Herkes ehliyetine göre, her ehliyete eserine göre...
- Ölüm düşeğindeki Saint-Simon'nun son sözleri: birbirinizi seviniz.
Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist İncelemesi - Şahsi Yorumlar
SEN HARİKA BİRİSİN SAİNT-SİMON: Merhaba, Ben Saint-Simon. 17 Ekim 1760 yılında doğdum. Terazi burcuyum. Asaletim Adaletimdendir. Bir çok olaya "Fransız" olduğumu söyleyebilir comte. İnanmayın ona. Her hocanın vardır öle yaramaz öğrencisi.. Her neyse işte 19 Mayıs 1825 de ölmüşüm. Şimdi beni tanıdığına memnun olduğunu sanan @kimya__hatun dan dinleyin beni :) Saint Simon kendini büyük işler başarmak için yaratılmış olarak görmekte ancak önce hangi alandan başlayacağına karar verememiştir. Önce subay olmuş ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nda kısa zamanda albaylığa yükselmiştir. Sonra Nikaragua'da Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus'u birleştirecek bir proje üzerinde çalışmış, daha sonra İspanya'da Madrid'i denizle birleştirecek bir kanal projesi üzerinde çalışmıştır. Fransız İhtilal'i ortaya çıkınca sahip olduğu ünvanlarından vazgeçmiş olduğunu bildirmesine rağmen tutuklanarak dokuz ay hapis yatmıştır. Parasını çağının en ünlü bilim adamı düşünürlerini çevresinde toplamak ve gösterişli bir yaşam sürmek ile harcamıştır. Çok geçmeden parası tükenip yoksullaşınca bir müddet kendi yanında çalışanların yardımı daha sonra da arkadaşlarının yardımı ile geçinmiştir. Pozitif bilimlerin tüm dalları ile ilgilenen düşünür bu bilimlerin ancak pozitif bir sosyal ilimin yaratılması ile tamamlanacağına inanmış, bu ilime ise sosyal fizik adını vermiştir. Simon'a göre fizik bilimi fiziki olayları önceden görmeyi, onları kontrol altına almayı mümkün kıldığı gibi sosyal fizik de sosyal olayları önceden görmeyi onları kontrol altına almayı ve şekillendirmeyi mümkün kılacaktır. Saint-Simon sosyolojiyi önce teorik olarak kurmayı sonra da uygulamaya geçerek yaşadığı devirdeki sosyal krizlere ve düzensizliklere çözüm bulmayı amaçlamaktaydı. Ancak sosyolojinin uygulamalı yönü kendisine daha cazip geldiği için sosyolojinin sistematiğinden çok, mevcut ve gelecekteki sosyal sorunlarla uğraşmayı tercih etmiştir. Sosyolojinin gücüne inanan düşünür bu ilmi yeni bir din haline dönüştürerek sosyoloji aracılığı ile toplumu yeniden örgütlemeyi planlamıştır. Simon sosyal sorunların çözümlenmesinde doğa bilimleri için geçerli olan yöntemlerin kullanılmasını önermiştir. VE MERİÇÇE SİMON "On beş gündür kuru ekmek yiyorum. Odamda ateş yok. Kitabımın kopya masraflarını karşılamak için elbiselerimi de sattım. İlim aşkı, insanlığı mutluluğa kavuşturmak, Avrupa?yı buhrandan kurtarmak arzusu beni bu hale düşürdü. Niçin yüzüm kızarsın? Eserimi tamamlamak için yardım istiyorum. " "Çaresizlik içinde yazılmış bu satırlar fakirlikten boğulan bir mütefekkirin, Saint-Simon’un kalemindendir. Ömrünü adadığı fikirlerini, yazılarını, kitaplarını bastırmak için çabalamış durmuştur. Tıpkı, Türkiye’de bir asır daha yazılmayacağına inandığı bu düşünürü anlatma ihtiyacı hisseden Cemil Meriç’in uğraşları gibi. O da kitabını yayımlayabilmek için benzer sıkıntılar yaşar: Ümit Meriç’ten öğrendiğimize göre kimse kitabı basmak istemez, kendisi bastırmaya niyetlenir, sonra Vedat Günyol talip olur, dili tırpanlar, üslûbu yok eder, epeyi uğraşır velhasıl… İlham verici bir fikir adamı olan Lütfi Bergen, belki de buradan hareketle bir yazısında Meriç’le Saint-Simon arasındaki bazı benzerliklere değinir. “Sefalet, işsizlik, ilim adamı yalnızlığı…” Bu durum, esasında bu iki önemli düşünürün kaderlerinin ve eserlerinin menfî ve müşterek paydasıdır. Nitekim ümitsizlikten intihar eden ve bir gözünü kaybeden Saint-Simon’un çıkardığı Endüstri Sistemi için Meriç şöyle yazar: “Hep aynı düşmanca sessizlik, hep aynı rezil ilgisizlik…” İlginç birisidir Saint-Simon: Bir Malta şövalyesiyken geleneklere meydan okuyup liberal öğretilere sarılır, asker olur, Amerikan Bağımsızlık Savaşı’na katılır, yaralanır, dönüşte Meksika’da iki okyanusu birleştirecek bir proje hazırlar ama ilgi görmez, 1789’da köylülerden yana devrim safındadır, kontluğundan feragat eder, satın aldığı toprakları köylülere dağıtır, ömrü boyunca aç biilaç yaşar, dergilerini çıkaran liberal finansörlerle sosyalist fikirleri yüzünden arası açılır, sosyolojinin ilmî temellerini atar, fikirleri uğruna karısından ayrılır. “Bütün velîler gibi tanınmadan yaşadı, küçümsendi ve ölünce ışık oldu…” İlk sosyolog Sosyoloji Notları’nda Cemil Meriç’in “Araplarla gelen müsbet ilimlerin kilisenin duvarlarında gedikler açması“na dayandırdığı Fransız Devrimi, Giddens tarafından çağımızın politik dönüşümlerinin bir sembolü olarak kabul edilir. Çünkü Devrim’le beraber toplum baştan aşağı yeniden şekillenmektedir. Batı, feodalizmden kapitalizme ya da gelenekselden moderne doğru bir evrim geçirmektedir. Tarihte ilk defa olarak “sanayi” vasfıyla tesmiye ettiği bu toplumu, içinde bocaladığı anarşiden kurtarmak ister Saint-Simon. Bunu yaparken, Durkheim’e göre XVIII. asrın filozoflarının hayalî, ütopik sistemleri yerine hakikati inceleyip geleceği sezmeye çalışır, devrimden sonra Fransa’yı hangi sosyal düzenin huzura kavuşturacağını araştırır. Metafizik felsefenin şekilci genellemeleriyle bilimlerin dar uzmanlık alanları arasında yeni bir düşünceye yer açılabileceğini ilk olarak Saint-Simon’un öne sürdüğünü yazar. Umumî kültürle, manevî düzeni tesis etmek, sonra pozitif metodu kullanarak, toplumu doğa bilimlerinin bir nesnesi gibi ele alarak yeniden inşa etmek amacındadır. Böylece madde ilimleriyle insan ilimleri arasında fark kalmayacaktır. Bu yüzden Durkheim’e göre, sosyolojinin kurucusu olarak pozitif sosyoloji yönteminin Comte’a atfedilmesi bir hatadır: “Yeni bir tarihî metod, pozitif felsefe, sosyalizm… Hepsini tek kelimede toplamıştı Saint-Simon: Endüstriyalizm.” O, bu yeni ilme “sosyal fizyoloji” der. Sonra talebesi Comte tarafından adı sosyoloji diye ilan edilir. Meriç’e göre Saint-Simon Endüstri Devrimi’nin ve sosyalizmin ideologu olmakla beraber sosyolojinin kurucu düşünürleri olan Comte, Durkheim ve Marx’ın da hocasıdır. Bazıları tarafından Saint-Simon’un gerçek devamcıları olarak Proudhon ve Marx anılır yalnız. Onlar Comte’u pek hayrla anmazlar: Birisinin “okudukça midemi bulandıran hayvan“, ikincisinin “ilmine saygım yok” dediği Aguste Comte da hocasını saygıyla anmaz. Saint-Simon için “hiçbir borcum yok o adama, kendisinden hiçbir şey öğrenmedim” diye yazar. Ama bu Meriç’i tatmin etmez. Ona göre, düşünce tarihinde Ödip kompleksinin en şaheser örneği ya da bir Yahuda İskaryot olan Comte, ölünceye kadar aynı vehmin kurbanı olarak kalır: Orijinal değildir, belki üslûp onundur ama fikirler Saint-Simon’undur. On dokuz yaşında mühendislik okulundan kovulan Comte, ümitsiz ve işsizken sığınır Saint-Simon’a. Önce sekreteridir, sonra yazı arkadaşı olur, üstadın yıllardır tekrar ettiği fikriyatını geliştirir, beraber yeni bir felsefe geliştirmeye gayret ederler, ceza mahkemesinde beraberce müdafaa hazırlarlar. Yolun başındayken yazdığı mektuplarda, “tanıdığım en olgun insan, tutarlı, âlicenap, er geç anlaşılacak bir düşünür” diye metheder hocasını. Sonraları, “hayâsız cambaz, her türlü değerden mahrûm bir şarlatan” diye yazar… “Tarihin çökmeye mahkûm ettiği müesseseleri yerle bir eden Fransız Devrimi” ve endüstriyle ilgili incelemeler yapan Saint-Simon, çağdaş toplumu endüstriye dayanarak yorumlayan sosyal bir felsefe kurmak amacındaydı. Tüm hedefi, ilmî metod olarak kabul ettiği pozitivizmi sosyal hayata uygulamak ve bu ilme dayanan bir politika kurmaktı. Meriç, Saint-Simon’u incelerken onun sosyolojinin de çekirdeğini oluşturacak araştırmalarının odağına bakar, ütopik sosyalistlere. Yani en iyimser yaklaşımla, Saint-Simon kadar ütopist olan ve çağdaş Batı düşüncesini belli bir sınıfın belli bir dönemdeki ihtiyaçlarına göre ayıklayan ve aktaran bir fikir adamı olan Marx’tan önceki tüm sosyalistlere… İlk sosyalist Saint-Simon da diğer sosyalistler gibi doğuştan gelen hiçbir imtiyazı kabul etmez; endüstriyel eşitliği savunur, herkesi topluma kattığı değer ölçüsünde kıymetlendirir. Marx’tan evvel “mülkiyette değişiklik yapılmadan toplum düzeninde herhangi bir değişiklik yapılamaz” diye yazar. Mülkiyet çalışanların olacaktır ve herkes çalıştığı kadarıyla yetinecektir. Vatandaş kavramını soyut bulur, bunun yerine toplumu üreticilerden müteşekkil görür. Toplum, bal arıları ve eşek arılarından oluşmaktadır ona göre. Çalışan sınıfı ön plana çıkarır ve aylaklar olarak nitelediği toprak sahipleri ve askerleri mülkiyetten mahrûm eder. Rekabetin yerine işbirliğini koyar, tüketimi üretimin emrine verir. Bu sebeple iktisada yeni bir vazife yükler ve fakirleri göz önünde bulundurarak toplumu yeni baştan düzenlemek ister. Toplumun her yönden yenilenmesi icap etmektedir ona göre. Önceki asrın filozoflarının inançları yıkmaktaki aceleciliği manevî temeli çökertmiş ve toplum darmadağın olmuştur çünkü. Endüstriyalizmin manevî bir arka plana da ihtiyacı vardır. Bu sebeple modern ilimlerle çatışan Hıristiyanlığın çökeceğini söyleyip toplumu etik temelinde yeni bir Hıristiyanlık anlayışına davet eder, hümanist bir panteizmdir bu aslında… Meriç’e göre, kendi tarihiyle hesaplaşan Batı’nın derslerine kulak verilen iki hocası vardır, Proudhon ve Saint-Simon. Çağımızın gerçek habercisi dediği Saint-Simon’un yaşamı ve düşüncelerine odaklanma sebebiyse, onu bir asrı dolduran düşünce olarak nitelemesidir, çünkü çağımız onunla başlamaktadır. Ona göre, “Saint-Simon’a kadar hiç kimse insanın iktisadî ve sosyal faaliyeti üzerinde böylesine ısrarla durmamış, emeği öylesine yüceltmemiş, aylaklığı yermemiştir.” Ki kendisi de Kırk Ambar’da Saint-Simon’la ilgili bu eseri, devrim sonrası Fransası gibi bir fetret dönemi yaşayan Türkiye’nin alt üst olmuş değerler levhasına bir katkı, bir aydının Batı düşüncesine, düşünceye uzanışı olarak niteler" Çok uzattım galba. Her kesimden insanın okuması gereken Muazzam bir eser... Keyifli okumalar :) (GONCA)
Kitabı bir tavsiye üzerine alıp okuduğumu hatta zorla satın aldırıldığımı bile söyleyebilirim belki de bu yüzden kitaba daha mesafeli olarak yaklaştım. Tabii konusunun aşırı derecede önemli olduğunun farkındaydım. Zaten 4 yıl Sosyolojiyle içiçe olan biri için hem çok değerli bir kitap bir o kadar da fazlasıyla ihtilaflıydı. Çok aşina olunan bir cümle olacak ama biz gerçekten de Sosyoloji'nin başlangıcına Saint-Simon'u koymayız bizim için başlangıç Auguste Comte'dir. Bunun sebebi de sistemli bir bilim haline getirenin Comte olduğunu düşünmemiz.. En azından şöyle söyleyebiliriz ki 1. Sınıftaki bir insana aradaki tartışmayı, kavgayı anlatmaktansa kafasını karıştırmamak daha iyi geliyordur hocalarımıza emin değilim, bunu da okul başladığı gibi soracağım. Kitabı okurken yanlış bir zamanda okuduğumu hiç düşünmedim ama bir kere daha okuyacak olsaydım birinci sınıfımın sonunda tercih ederdim. Kitaba anti-tezler yaratmak veya haklı bulmak çok kolay değildi ama bazı yerlerine benimsediğim Marxizm eleştirileriyle kendimce çürütebildim. Bunlar benim kitap için yorumlarımdı tabi incelemeye gelecek olursam şunu söylemek isterim ki ne yazarsam yazayım eksik kalacak, kitabın her cümlesi altı çizilesiydi.. Ki burada yaptığım alıntılar bile o kadar az ki.. Kitap Giriş ve Hayatı kısmını saymazsak 3 ana bölümden oluşuyor. Bunlar; İlk Sosyalist, Şakşrtler ve İlk Sosyolog'dur. Giriş kısmı da Cemil Meriç'in her kitabında olduğu gibi oğlu Mahmut Ali Meriç'e ait. Girişte benim dikkatimi çeken çok güzel cümleler oldu ki kitaba başlangıç için çok iyiydi. Burada Cemil Meriç'in kitabı hangi amaçlarla yazdığını da anlatıyor. Özellikle Saint-Simon ile ilgili putları yıkmak için kaleme alışı kitabı okumak için iyi bir sebep olacak. Ki hala Saint-Simon putları yıkılabilmiş değil ve hala çok tanınan bir filozof olmasına rağmen değeri hiç bilinmeyen filozoflardan. Hayatı'nda verilen bilgiler gayet özet ve yeterliydi. Hayatında yaşadığı süreçler Saint-Simon'a karşı saygımı biraz daha arttırdı diyebilirim. Özellikle yazdığı dergilerin okunmaması, arkadaşlarına gönderdiği mektuplara geri dönülmemesi çok üzücüydü aslında geri dönmemekten ziyade yapılan ithamlar daha kötü. Öldükten sonra yahut hayatının son zamanlarında yanında bazı insanları görsek de hepsi ona aynı değeri vermemiş tabii. Kısaca bahsedecek olursam; 1760'da Paris'te bir Malta şövalyesi olarak dünyaya gelmiştir. Gençlik yıllarında dinden uzaklaştığında liberal kont onu manastıra kapatır ve halasının imtiyazıyla birlikte tekrar hürriyetine kavuşur. Yaşadığı zamanlar Fransa'nın çok da rahat zamanları değildir. Eski rejimin son günleri ve yeni devrim için sayılı yıllardı. Robespierre'nin ölümü de hürriyeti için öenmli etkendi. 1794 ile 1798 yılları arasında yeni bir hayatı başlar ve Fizik eğitimi alır ve fizyolojiye dalar. Bu eğitim tabi onun hayatının en önemli kararıdır belki de.. 1802'de ilk eserini yayımlar. Bu zamandan sonra yeni dergiler ve yeni kitapları çıkar sürekli. Yanında ilk olan kişi Fransa'nın büyük tarihçilerinden biri Thierry'dir; yakın zamanda ayrılırlar. Üreticilerin El Kitabı, Parabol, Endüstri en önemli yayınlarındandır. 1825 yılında Paris'te de vefat eder. Kitabın 3 ana başlığını çok fazla anlatmaya niyetim yok. Zaten burada anlatacak kadar da kısa şeyler değil. Her ana başlığın altında bir sürü alt başlık görmekteyiz.. İlk Sosyalist başlığı Liberalizm'den Sosyalizm'e sürecini ve Saint-Simon'un Sosyalizmini anlatıyor. Liberalizmden Sosyalizme geçiş süreci oldukça Avrupa tarihiyle bir anlatılmıştı. Belki bu sebepten ağır geçebilir o sayfalar.. Saint-Simon'un sosyalizmine gelecek olursak tek bir kelimeyle açıklayabiliriz o da "üretim"dir. Üretebildiğin kadar bu hayatta kalmalısın. Sosyalizm devri gerçekleşmeden her toplumun isimleri değişse de iki sınıf vardır bunlar; bal arıları ve eşekarıları veya üreticiler ve asalaklar.. Simon'un karşı çıktığı sının asalaklardır. Üreticiler bu kadar çalışırken asalakların oturması kabul edilemezdi. Bir toplumun gelişmesi için tek etken üretimdir. Üretmeyen her kimse toplumdan soyutlanmalı. Kafasını kullanamayan kolunu kullanmalı. Aslında Saint-Simon'un endüstri, hürriyet ve mülkiyet anlayışları çok dikkatimi çekti. Üretim konusunda ise Babeuf'un söylemi daha mantıklıydı. Bunun etkisi de modern hayat olsa gerek. Babeuf'a göre aylaklık bir suçturve eşitsizliği yaratır bu yüzden üretim hız kesmeden devam etmeli. Şakirtler tabii Auguste Comte, Saint-Simoncular ve Karl Marx üzerine duruyor en çok. Comte; Saint-Simon hayattayken ona hatırnas yaklaşmasına rağmen sonralarda "O adamdan hiçbir şey öğrenmedim.." diyor. Bunu neden yaptığını anlamıyorum tabi. Comte'nin Sosyolojiye kattıklarını boşveremeyiz tabi Comte'nin kuvvetli tarafı müspet ilimlerdir ve Sosyoloji de onun "uydurduğu" bir kelime Saint-Simon bunun yerine sosyal fizyoloji, insan ilmi ya da hürriyet ilmi demeyi tercih ediyor. Şakirtler arasında en duyarlısı ve en hakkını vereni Marx ile Proudhon oluyor. Simon'a hakettiği değeri verdikleri gibi Comte'yi de sonuna kadar aşağılıyorlar ve kabullenmiyorlar. Saint-Simoncular arasında en beğendim Enfantin oldu özellikle kadın konusunda söyledikleri dikkat çekiciydi. İlk Sosyolog başlığına baktığımızda tabi en çok onayladığım veya onaylamadığım cümle burdan çıktı. 25 sayfa kadar sürse de bence çok güzel anlatılmıştı. Saint-Simon ilimleri tekipleyecek bir ilim olduğunu söyler bu ilim de, bilgilerin özü Felsefe'dir. Filozofun görevi yeni şeyler başarmaktır, toplumu pızitif bir görüşle açıklamaktır oysa yeni bşr ansiklopedi yeni bir felsefe kurmadan önce yeni bir ilim yaratmak gerekir bu da insan ilmidir. Bunun için de tabiat ilimlerini örnek almalıyız. Görüyoruz ki Sosyolojiyle Felsefe arasında bşr kopuş yok. Demek ki Sosyoloji de Felsefenin devamı ve tamamlayıcısıdır. Bu kitapta alıntılarına en çok önem verdiğim sosyologlar Durkheim ve Gurvitch oldu. E onlar da zaten ilk sosyologumuzu Saint-Simon olarak kabul ediyorlardı. Sosyolog Gurvitch ondan bahsederken "ütopyacıların en gerçekçisi, sosyologların en ütopisti" sıfatını kullanıyor. Yani sosyolog ve gerçekçi. Emile Durkheim ise şöyle der; " Fransa'nın düşünce tarihinde iki büyük akım var: Descartes'cılıkla pozitivizm. Pozitif felsefenin adı, temelleri hatta taslağı Saint-Simon'un eseri. Sosyolojinin gerçek kurucusu da Comte değil, Saint-Simon." (Gökçe)
Cemil Meriç bu kitabıyla Saint Simon'u ülkemize tanıtan kişi olmuştur. Kitapları Fransa'nın sadece birkaç kütüphanesinde bulunan Saint Simon'u bu yoksunluk içinde bu denli kapsamlı okuyabilmiş biridir Cemil Meriç. (Emre Korkmaz)
Kitabın Yazarı Cemil Meriç Kimdir?
Hüseyin Cemil Meriç (12 Aralık 1916, Reyhanlı - ö. 13 Haziran 1987, İstanbul), Türk yazar, şair ve düşünür.
Meriç’ten önce bir dönem, Şaman ve Yılmaz soyadlarını kullandı. Rumeli’den göçen bir ailenin çocuğudur. İlk ve ortaokulu Reyhanlı Rüştiyesinde(1928) tamamladı. Burada Arapça, Fransızca, Kur’an, tecvîd (Kur’an-ı Kerim’I uygun telâffuzla okuma), ahlâk okudu. Buradaki Türkçe öğretmeni yarım düzine şiir kitabı olan Ömer Halim Bey’di. Sonradan adı Fransız Lisesi (Lycéed’Antioche) olan Antakya Sultanisi’nde okudu, “benim üniversitem” diye andığı bu lisede Fransız ve yerli hocalardan özel dersler aldı. Ali İlmî Fânî’nın kılavuzluğunda Divan edebiyatının sihirli dünyasını burada keşfetti. Yine burada Bazantey’den Fransız edebiyatı tarihi okudu. 1936’da İstanbul’a giderek bir yıl Pertevniyal Lisesine devam etti. Buradaki öğretmenleri arasında Nurullah Ataç ve Reşat Ekrem Koçu da vardır. Bu arada Nâzım Hikmet ve Kerim Sadi ile tanıştı. 1937’de kısa süre İskenderun’un bir köyünde öğretmenlik
yaptı, İskenderun Tercüme Bürosuna sınavla reis muavini oldu, bu işe beş ay devam etti. 1938’de Fransızlar tarafından Aktepe’ye nahiye müdürü tayin edildi, yirmi gün sonra işine son verildi. 1939’da iki ay hapis yattı, hakkında açılan dava beraatle sonuçlandı. 1940’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin Felsefe Bölümünde bir süre okudu. Ancak üniversiteden çok kütüphanelere devam ettiği için bu bölümü bitiremedi. Birkaç yıl sonra aynı fakültenin Fransız Filolojisi Bölümünden mezun oldu (1944). Tayin edildiği Elazığ Lisesi öğretmenliğinden (1942-45) sonra hayatını kalemiyle kazanmaya başladı. 1946’da
sınavla İstanbul Üniversitesine Fransızca okutmanı olarak (1946-74) girdi. Bu arada bir yıl İstanbul Işık Lisesinde öğretmenlik (1952-53) yaptı. 1974’te emekliye ayrıldı.
Cemil Meriç, 1954’te görme yetisinin zayıflaması üzerine geçirdiği bir dizi ameliyat
sonucunda gözlerini kaybetti. Hayatının geri kalan kısmını bu şekilde geçirdi. Bundan sonraki dönemde okuma ve yazma konusunda yakın çevresinden yardım aldı. 1974 yılında emekliye ayrılınca tüm zamanını eserlerine ayırdı. 1942’de evlendiği Fevziye Menteşoğlu’ndan Mahmut Ali ve Ümit (Meriç Yazan) adlı iki çocuğu oldu. 1984’te geçirdiği beyin kanaması sonucu felç oldu, sıkıntılı ve uzun bir hastalık döneminden sonra vefat etti. Karacaahmet Mezarlığında toprağa verildi.
İlk manzumesini on bir yaşında iken yazdı. Yayımlanan ilk yazısı “Geç Kalmış Bir Muhasebe”, "Yenigün" (23.9.1933) gazetesindedir. Ciddi anlamda ilk yazısı “Honoré de Balzac”, "İnsan" dergisinde (1941) yayımlandı. Aruz ve hece ölçüsüyle şiirler de yazmış olan Cemil Meriç, çok iyi özümsediği Batı düşüncesi ile Türkiye'nin batılaşması konularını incelediği eserleriyle tanındı. Batılı fikir ve sanat adamlarının adeta resmî geçitte olduğu eserlerinde Türk aydınlarının “müstağrib”leşmesini büyük bir yetkinlikle eleştirir, önce kendi kültürlerini tanımalarını ister. Yazılarında düşünür, sosyolog yanı ağır basar. Özellikle kullandığı bazı kelimeler mülkiyetine geçmiş gibidir. Kendisine has coşkulu üslubu ve temiz Türkçesi ile kırk kadar gazete, dergi ve ansiklopedi de yüzlerce makale yayımladı. Yazı ve çevirileri başlıca; İnsan, Amaç, 19. Asır, Gün, Yeni İnsan, Hisar (Fildişi Kuleden başlığı ile 1980'e kadar sürekli), Hareket, Yirminci Asır, Yurt ve Dünya, Yücel, Dönem, Çağrı, Türk Edebiyatı, Doğuş Edebiyat, Kubbealtı Akademi, Pınar, Köprü, Gerçek, Millî Eğitim ve Kültür gibi dergiler ile Yeni Devir (1980), Orta Doğu gazetelerinde yer aldı. Düşünce ve yazı hayatının en verimli yıllarında (1954’ten itibaren) gözleri görmüyordu. Okumalarına kızı yazar Ümit Meriç ve öğrencileri yardımcı oldu. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi ve Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye’de maddeler yazdı. Umrandan
Uygarlığa adlı kitabıyla 1974 yılında ve Kırk Ambar adlı kitabıyla 1980 yılında Türkiye Millî Kültür Vakfı ödülünü aldı. 1981 yılında Türkiye Yazarlar Birliğinin Üstün Hizmet Ödülünü Mehmet Kaplan ve Emin Bilgiç ile paylaştı. 1982’de Kayseri Sanatçılar Derneği'nden inceleme dalında ödül aldı. 1986 yılında Kültürden İrfana adlı eseriyle aynı kuruluşun fikir dalı ödülünü kazandı.
Cemil Meriç Kitapları - Eserleri
- Jurnal
- Kültürden İrfana
- Mağaradakiler
- Kırk Ambar 1: Rümuz-ül Edeb
- Umrandan Uygarlığa
- Bu Ülke
- Bir Dünyanın Eşiğinde
- Işık Doğudan Gelir
- Sosyoloji Notları ve Konferanslar
- Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist
- Kırk Ambar 2: Lehçe-t-ül Hakayık
- Jurnal
- Bir Facianın Hikayesi
Cemil Meriç Alıntıları - Sözleri
- Klasik denilenlerin çoğu unutulup gitmiş zamanla. Klasiklerin en büyükleri yaşadıkları dönemde anlaşılmayanlar. (Kırk Ambar 1: Rümuz-ül Edeb)
- Kimse ne olduğumuzu bilmez, nasıl göründüğümüzü bilir. (Umrandan Uygarlığa)
- ... bireycilik şaşkınlıkların ve hataların kaynağıdır. (Işık Doğudan Gelir)
- Ve dünya bir gözyaşı vadisi, bir vehim, bir rüya... (Umrandan Uygarlığa)
- servet her olayın can damarı hiçbir şey yapmazsanız zengin değilsiniz herkesin emeli zengin olmak yeteneğinde ahlakın da ölçüsü para (Kırk Ambar 2: Lehçe-t-ül Hakayık)
- İnsana, doğru yolu gösterecek iki kılavuz: imanla ilim. (Işık Doğudan Gelir)
- |Ne yazık ki, deva illetten daha vahimdir. (Bir Facianın Hikayesi)
- “Vaktiyle bütün insanların kolayca kavradığı hakikatleri anlayamaz olmuşuz yavaş yavaş. İlâhi hikmet unutulmuş.” (Bir Facianın Hikayesi)
- Mümin Tanrısıyla gönül gönüledir. (Bir Facianın Hikayesi)
- Ne acılar kelimeye aktarılabilir, ne sevinçler. Güneş altında söylenmeyen ne kaldı? (Jurnal)
- Kadının hayatında en bahtiyar çağ, bütün varlığını ailesine, bütün varlığını cemiyete verebildiği çağdır. Gerçek ve tabii bir heyecan. Kendi başkaları için çırpınır, başkaları onun için. Kadın çocuğu için hem sütanne hem terbiyeci, hem sevgili olduğu yıllarda bahtiyardır. (Kırk Ambar 2: Lehçe-t-ül Hakayık)
- Sevdiğim bir başkasına tutkun. O bahtiyar rakip de başka bir dilberin esiri. Bana da sevmediğim bir kadın âşık. Sevdiğime de, sevdiğimin sevdiğine de, beni sevene de, aşk Tanrı'sına da, kendime de yuhhh! (Bir Dünyanın Eşiğinde)
- sonra seni hatırlıyorum. birden zindanım aydınlanıyor. kuşlar cıvıldıyor içimde. (Jurnal)
- Ölmek, unutulmaktır. Hatırlandıkça yaşıyoruz. (Jurnal)
- Ne ararsan bulunur,derde devadan gayrı.” (Kırk Ambar 1: Rümuz-ül Edeb)
- Saint Simon, o güne kadar bir fakirler yığını olarak ele alınan işçi sınıfına sosyal bir kişilik kazandırır. Artık fakir yok, fakir işçi var. Fakir kilisede avlusundan çıkmış, keşkülünü fırlatmış, çalışan bir insan olmuştur. Yoksuldur ama çalışmak isteyen bir yoksul. Ve çalıştığı halde fakir kaldığı için ahlak ve iktisat açısından ilgiye değer. Yoksuldur çünkü ya hakkı olan ücreti alamıyordur ya da işsizdir. Saint Simon iktisada yeni bir vazife yükler: fakirleri göz önünde bulundurarak toplumu yeni baştan düzenlemek. Çoğunluk ön plana geçiyordur artık. Bakışlar ücret verenden ücret alana, topraktan fabrikaya, çiftçiden demirciye çevirilir. (Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist)
- “Aydın yanarak da aydınlatabilir, ama yıldızlaşacağını bilirse yanar, bir kova suyla söndürülen yangın olmak hazindir.” (Sosyoloji Notları ve Konferanslar)
- Bugünkü sömürgeleştirme, 14. asırda doğdu. İki ihtiyacın çocuğudur: Baharat ve altın. (Kırk Ambar 2: Lehçe-t-ül Hakayık)
- Şairin dediği gibi “Güleriz ağlanacak halimize”. (Jurnal)
- kitapları oldukları gibi saklamak ve gelecek nesillere aktarmak büyük bir titizlik ve sadakatle sürdürülen bir iş olmuştur. (Işık Doğudan Gelir)
Editör: Nasrettin Güneş