diorex
Dedas

Sanat Nedir? - Lev Tolstoy Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Sanat Nedir? kimin eseri? Sanat Nedir? kitabının yazarı kimdir? Sanat Nedir? konusu ve anafikri nedir? Sanat Nedir? kitabı ne anlatıyor? Sanat Nedir? kitabının yazarı Lev Tolstoy kimdir? İşte Sanat Nedir? kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 06.02.2022 08:10
Sanat Nedir? - Lev Tolstoy Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Lev Tolstoy

Çevirmen: Mazlum Beyhan

Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

İSBN: 9789944881739

Sayfa Sayısı: 377

Sanat Nedir? Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Lev Nikolayeviç Tolstoy (1829 - 1910): Anna Karenina, Savaş ve Barış, Diriliş gibi romanların büyük yazarı, ömrünün son otuz yılında kendini tümüyle kuramsal çalışmalara vermiş, insan, aile, din, devlet, toplum, özgürlük, sanat, estetik gibi konular 

üzerinde yazmaya yönelmiştir.

Sanat Üzerine, Tolstoy'un kuramsal yapıtları arasında dikkati çekici bir yere sahiptir. İlk kez 1897'de yayımlandı. Rusya'da hep sansüre uğradı. Sansürsüz ilk baskısı 1898 yılında Londra'da, İngilizce olarak yapıldı; Tolstoy da bu baskıya bir önsöz yazdı. On beş yıllık yoğun bir çalışmanın ürünü olan Sanat Üzerine yazarın üzerinde en fazla uğraştığı yapıtıdır. 

(Arka Kapak)

Sanat Nedir? Alıntıları - Sözleri

  • İnsanoğlunun, bunca güç, kaynak tüketen - sanat dışında- tek bir etkinlik alanı vardır ve o da savaştır.
  • Bir öğrencisinin çalışmasını gözden geçirirken Bryullov elindeki fırçayla öğrencinin yapıtına birkaç kez belli belirsizce dokunur ve başarısız, kötü, ölü çalışma birden canlanıverir. “İşe bak,” der öğrencilerden biri, “belli belirsiz birkaç dokunuşuyla her şey nasıl da değişiverdi!” Bunun üzerine Bryullov sanatın karakteristiğini, sanatı sanat yapan tılsımı açıklar: “Sanat,” der, “işte tam da o belli belirsizin, hayal meyalin başladığı yerde başlar.”
  • "... düşünüre göre, güzel bize en çok haz veren şeydir; bize en çok hazzı ise, en kısa sürede kafamızda en çok düşünce yaratan şey verir."
  • Sanat adı verilen şeyden, yanlışları ve barındırdığı bütün iyi yanlarıyla hepten yoksun kalmak mı, yoksa gelişmesi için ona destek olmayı sürdürmek ya da bugünkü haliyle varlığının sürmesine göz yummak mı?
  • Ben, niçin bütün dünyanın dâhiyane bulduğu Shakespeare'in yapıtlarını beğenmemekle kalmıyor, bunları bir de iğrenç buluyordum?
  • "Güzellik aykırılıkların uzlaşmasıdır."
  • Bir şey göremedin, çünkü senin gözlerin bu gösterdiğimiz şeyi görmeye hazırlıklı değil.
  • Biliyorum, şimdi söyleyeceğim söz epey şaşırtıcı gelecek ama şu bir gerçektir ki, eleştirmenler her zaman sanata kapılma yetenekleri en az olan insanlardır.
  • Gerçek bir sanatsal etki altında kalan kişiye, sanki bunu eskiden de biliyormuş gibi gelir; biliyormuş, ama anlatamıyormuş gibi.
  • Kitapların yazgıları, okurların anlayışlarına göredir...
  • Egemenlerin, bir eli yağda bir eli balda olanların bilmediği şeylerdi hayatı var etme çalışmaları !...
  • Sanatımsı ya da sanata benzer denilebilecek şeylerdi artık sanat diye ortada görülenler...
  • Bir sanat yapıtının değeri için onun gerçekliğini ölçüt alıyorsak, burada bir sanat yapıtından değil, sanat yapıtının taklidinden söz ediyoruz demektir.
  • Sonraları, varlıklı sınıfların yeni sanatının yansıttığı duygular arasına üçüncü bir duygu girdi: yaşamdan duyulan keder.
  • Sözcüklerle aktarılan düşünceleri anlama ve kendi düşüncelerini başkalarına aktarabilme yeteneği olmasaydı insanın hayvandan farkı olmazdı.

Sanat Nedir? İncelemesi - Şahsi Yorumlar

TOLSTOY, SHAKESPEARE, ESTETİK VE SANAT: Herhangi bir şeyi mantığın dışına çıkarmamız için ona biraz dikkat etmemiz kâfidir. (yazar/ahmet-hamdi-tanpinar, kitap/saatleri-ayarlama-enstitusu--1196, s. 250) kitap/sanat-nedir--21335, Tolstoy'un üzerinde tüm kitaplarından daha fazla, 15 yıl uğraştığı kitabıdır. İçinde, ''sanat''ın ne olduğu ile ve estetikle ilgili çeşitli düşünceler belirtmiş, ayrıca birkaç yazar için deneme de kaleme almıştır (Maupassant, Semyontov, Von Polenz, Gogol, Çehov ve Shakespeare). Tolstoy kitabında çoğu düşüncesini çok iyi, kurgu dışı bir kitap olmasına rağmen hiç sıkmadan, okuyucuya yansıtmış. Tolstoy'un sanat hakkında görüşü, sanatın her sınıf tarafından anlaşılabilir ve yalın olmasından yanadır. Anlaşılmayan sanatı okuyucu ne yapsın ki? Ona göre, gerçek sanat, anlaşılabilen sanattır. Sanat, yüksek sınıflara özgü ya da alt sınıfa özgü olmamalıdır, sanat, herkes ve her şey içindir; dolayısıyla herkes anlamalı, kavramalıdır. Bu ''anlamaya ve kavramaya'' giden yolda da yazar, okuyucularına yardım etmeli, gereksiz karmaşa yapmamalıdır. Ayrıca sanat, dinle iç içe olmalıdır, dine zıt düşmemelidir. ''İnsanlara düşen tek şey, sanatın hedefi olarak hazzı gören sahte güzellik kuramını bir yana bırakmaktır; o zaman din bilinci doğal olarak günümüzün sanatının tek yönlendiricisi, yöneticisi olacaktır.'' (s. 208) Tolstoy'un sanat hakkındaki görüşleri çok hoş olsa da, eksik yanları var. ''Tamamen anlaşılabilir olmalıdır'' demek yerine ''Çoğunluğu anlaşılabilmelidir'' deseydi daha iyi olurdu, çünkü bir sanat eseri tamamen anlaşılabilirse, okuyucuya ne kalacak ki? Tabii verim alacak yine de ama hiç üzerine düşünülmeyecek sanat, sanat mıdır? İşte Tolstoy'un sönük kaldığı nokta burası, ki, kendi eserleri de %100 anlaşılmıyor ve anlaşılamaz; bir sanat eserini ''sanat eseri'' yapan şeylerden biri onun gizemi ve barındırdığı alt metinlerdir. Tolstoy'un kitap/savas-ve-baris-2-cilt-takim--181'ında da, kitap/anna-karenina--357'sında da, kitap/ivan-ilyicin-olumu--380'nde de alt metin vardı ve bu alt metinler orijinal metni daha da iyi yapıyordu. Yani Tolstoy'un demek istediği ''Bir sanat eseri tamamen anlaşılabilmelidir'' değil, ''Bir sanatçı sanat eserini tamamen anlaşılabilir yapmaya çalışmalıdır''dır. Tolstoy, verdiği yazar/Charles-Baudelaire, yazar/paul-verlaine ve daha birçok yazar örneğinde de bunu gösteriyor, ''Niye bu kadar karmaşıklaştırıyorlar ki olayı?'' diye yakınıyor. Haklı da Tolstoy yakınmakta çünkü, sadece benim değil, neredeyse kimsenin anlamadığı bir şeyi niye okuyayım ki? Tolstoy'un kendisinin estetik hakkındaki düşüncelerini ve başka yazarların estetik hakkındaki düşüncelerini sentezlemesi de çok iyiydi; Tolstoy'un bu bölümle çok fazla uğraştığı ve bunu okuyuculara daha iyi yansıtmak için çaba sarf ettiği belli oluyordu, yani buram buram emek kokuyordu. Tolstoy'un estetik hakkındaki sentezlerini okuyunca birden fazla kitap okumuş gibi hissettim kendimi, benim için o kadar verimliydi. Tolstoy'un yazar/guy-de-maupassant ile ilgili düşünceleri ise ilginçti. Tolstoy onun birçok yönünü eleştirirken, birçok yönünü de övüyordu. Ama ben bir şeye dikkat çekmek istiyorum: Tolstoy sanatın şehveti konu edinmesini yerin dibine sokarken, Maupassant'ın şehveti ve çıplak kadınları konu edinmesine rağmen, onu şevkle övüyor. Bence Tolstoy her ne kadar sanatın ''şehveti ve çıplak kadınları'' konu edinmesini sevmiyormuş gibi görünse de, seviyordu. Maupassant'ı bu kadar şevkle övmesi bir kenara, örneğin kitap/seytan-peder-sergi--227689 öykülerinde ''şehveti ve çıplak kadınları'' çok güzel bir üslupla ve muhteşem bir şekilde yazmıştı. Ben de o öykülerine bayılmıştım. Yani şehvetle ilgili şeyler yazmayı da, tıpkı Foma Fomiç gibi,* okumayı da seviyordu, bunu her ne kadar kendine itiraf edemese de. Tolstoy'un Shakespeare ve ''kötü sanat'' düşmanlığı, sadece Shakespeare'le kalmıyor, daha birçok kişiye de bulaşıyor. Sanat ile ilgili bir yazı kaleme alırken, kimin daha iyi ''sanat yaptığını'' sentezlemeye çalışıyor ve çok beğenilen birçok kişiyi o beğenmiyor, ''yavan sanat'' olarak nitelendiriyor. Çağımız müziğinin de –oda müziğinden operaya, Beethoven’den, Schumann, Berlioz, Liszt ve Wagner’e dek– kötü sanat içine sokulması gerekir; çünkü bu müzik içerik olarak, kendilerini bu yapmacık, ayrıksı ve karmaşık müziğin uyandırdığı hastalıklı hassasiyete göre eğitmiş olan insanların –yalnızca bunların– algılayabilecekleri duyguları aktaran bir müziktir. (s. 189) Tolstoy'un ''geleceğin sanatı ve sanatçısı'' hakkındaki düşünceleri biraz ütopik. Gelecekte sanatın kendi istediği gibi dinle bir olacağına, her zaman anlaşılacağına, sanatçıların hiç sıkıntı çekmeyeceğine ve mutlu olacağına inanıyor; inanmasına inanıyor ama, gelin görün ki dünyamızda ''sanat'' diyebileceğimiz kaç yapıt var? Çoğu ''sanat'' diyeceğimiz şeyler, ''yavan sanat''ların ardında, gölgede bir yerlerde kalıyor. Sanatçı da aç, susuz, bir yerlerde unutuluyor ve ölüp gidiyor. Kim ''Ben sanatçı olacağım,'' deyip de sanatçı olmuştur ki bu dünya düzeninde, ya da kim böyle bir şeye kararlı olup başarabilmiştir ki? Çok az insan başarılı olmuştur ve kim bilir kimler gölgede kalmıştır... Geleceğin sanatçısı kendi geçimini kendi sağlayacak, sıradan insanların yaşadıkları gibi yaşayacaktır. Sanatçı olarak kendinde var olan yüce manevi gücün meyvelerini ise olabildiğince çok insana cömertçe sunmaya çaba gösterecektir; duygularını mümkün olan en fazla sayıda insana aktarmaktan duyacağı sevinç, onun ödülü olacaktır. Dahası, yapıtının olabildiğince çok sayıda insana ulaşmasını mutlulukların en büyüğü olarak gören geleceğin sanatçısı, sanat yapıtlarının nasıl olup da yalnızca belirli bir para ödeyenlerin yararlanmasına sunulabildiğini anlayamayacak. (s. 214-215) Geleceğin sanatı içerik yönünden yoksullaşmak, sığlaşmak şurada dursun, tam tersine, çok daha zengin, derin, kapsamlı olacaktır. Yalnız içerik yönünden mi? Biçim yönünden de geleceğin sanatı bugünün sanatından daha aşağı olmayacağı gibi, karşılaştırılamayacak ölçüde ondan daha üstün olacaktır; yalnızca incelik açısından, karmaşık bir tekniğe sahip olma açısından da değil, sanatçının yaşadığı ve aktarmak istediği duyguyu gereksiz hiçbir şey katmadan alabildiğine kısa, açık, yalın bir biçimde aktarma yönünden de böyle olacaktır bu. (s. 216-217) Shakespeare'e karşı Tolstoy'un garezinin olması çoğu okuyucu için ilginç. Biri en iyi oyun yazarlarından biri, diğeri de en iyi romancılardan biri (Kimilerine göre kendi alanlarında en iyileri). Tolstoy'un Shakespeare'i sevmemesinin birçok sebebi olabilir; belki çok iyi bir oyun yazarı olduğu için kıskanmıştır, belki herkesin beğendiği bir şey olduğu için ona çok kötü gelmiştir, belki de gerçekten beğeneceğini sanıp, okumuş, ama beğenmemiştir. Lear’in başlangıç sahnesinde iki saraylının, Kent ve Gloucester’in konuşmalarına tanık oluruz. Kent, oradaki bir delikanlıyı göstererek Gloucester’e bunun onun oğlu olup olmadığını sorar. Gloucester, delikanlıyı oğlu olarak kabul ettiği için geçmişte pek çok kez yüzünün kızardığını, ama artık kızarmadığını söyler. Kent, sözlerinden bir şey anlamadım deyince de, Gloucester delikanlının yanında aynen şu sözleri sarf eder: “Siz bir şey anlamıyorsunuz, ama bu oğlanın annesi anladı, karnı şişti, yatağına koca olarak birini sokmadan beşiğine oğlan peydahladı.” Ve sözlerini şöyle sürdürür Gloucester: “Benim asıl oğlum başka. Yasal oğlum. Bu her ne kadar vaktinden önce fırlayıp geldiyse de, annesi oldukça güzel bir kadın olduğu için, there was good sport at his making,** o yüzden bu fırlamayı da oğlum olarak kabul ettim.” (s. 306) ''Evlilik dışında, herkesin cinsel ilişkileri toplumu da ilgilendirirdi,'' diyor yazar/park-honan ''kitap/shakespeare-bir-yasam--168803'' adlı kitabında,*** yani o dönemde insanların cinsel ilişkileri ve çocukları kimden peydahladığı, herkes için önemliydi. Bu tiradta da, Gloucester samimi ve şakacı bir şekilde, Kent'e bunu söyleme gereği duyuyor; yani, gayet güzel bir açılış sahnesi. Ki, Shakespeare cinsel şakalar yapmayı seven biriydi. Bunun nedeni sadece kendisinin böyle şakalar yapmayı sevmesi değil, halkın da seviyor olmasıydı. Ne de olsa tiyatro oyunları, halka karşı ve onları eğlendirmek için oynanıyordu. Yine yazar/park-honan, kitap/shakespeare-bir-yasam--168803 adlı kitabında, ''Shakespeare, oyunlarında yaptığı cinsel şakaları okul arkadaşlarından öğrenmiş olabilir,'' diyor. Yani bu tür şakalar Shakespeare'in hayatına oyun yazarlığına adım atarken değil, toplumla iç içeyken, okuldayken giriyor. Kral Lear’in, Shakespeare’in bütün öbür krallarında da gördüğümüz tumturaklı, kibirli, kişiliksiz diline hiç değinmeyelim, ama ne kadar yaşlı ve aptal olursa olsun, bütün yaşamlarına tanık olduğu kötü yürekli iki kızının sözlerine inanıp da en sevdiği kızının sözlerine inanmayarak kendisine lanet okumasına ve sarayından kovmasına okur ya da izleyicinin inanması mümkün değildir; o nedenle de hiçbir bakımdan doğal olmayan bu sahnede yer alan kişilerin duygularının okur ya da izleyiciye geçmesi, onlar tarafından paylaşılması da mümkün değildir. (s. 308) Olay zaten Lear'in ''kişiliksiz ve sönük'' olmasıdır. Lear, sadece olay örgüsünün başında aktif rol oynarken, ondan sonra hep ortalıkta avare gibi dolanır ve yaptıklarını düşünür. Acı çeker, pişman olur ve insanlara lanet eder. Alceste**** gibi toplumla iç içe değil, toplumdan dışlanmış bir ''insandan kaçan'' olur. Toplumla bağları kopar, bir kraldan, bir sülüğe dönüşür adeta, neredeyse hiç kimsenin hayatında aktif rol oynamaz, sadece hayatlarla da kalmaz bu, dediğim gibi, olay örgüsünde de bir rolü olmaz. Yani, Lear, Shakespeare oyunlarının en değerli karakterlerinden biridir. İçinde birçok trajedi barındırır; kitap/othello--178518 gibi körü körüne inanmanın, kitap/atinali-timon--19636 ve Alceste gibi, insanlardan uzaklaşmanın, ''insanlardan kaçmanın'', kitap/pericles--62933 gibi acının, kitap/julius-caesar--13623 gibi ihanetin, kitap/hamlet--1651 gibi kararsızlığın trajedisidir, bu nedenle Shakespeare külliyatında çok değerli bir yerdedir. ''Bu arada soytarı hâlâ gülünç olmaktan uzak gevezeliğini sürdürmektedir.'' (...) ''Bu arada soytarı, her zamankinden de anlamsız lakırdılar etmektedir.'' (s. 310-315) Herhalde Tolstoy'un Shakespeare'e yaptığı en büyük haksızlıklardan biridir Lear'in soytarısına atıp, tutması, çünkü kitap/veronali-iki-soylu-delikanli--13166'daki Speed ve Lance'ten (Uşaktırlar ama olsun, soytarı da sayılırlar), kitap/cifte-ihanet-ya-da-dertli-asiklar--62930'daki Fabian ve Lopez'e kadar olan bütün soytarılardan daha değerlidir. Çünkü o, Lear'e, gerçekleri söyleyebilen tek soytarıdır, belki de Kral Lear'in gerçeklerle yüzleşmesi onun yüzünden olmuştur, çünkü Soytarı, hem hep onunla birliktedir, hem de hep realisttir. Dördüncü perde yine kırda bayırda başlar. Edgar, hep öyle çıplak, meczup, yapay bir dille alın yazısı üzerine, hor görülmenin, diplerde yuvarlanmanın tepelerde olmaktan çok daha iyi olduğu üzerine bir şeyler söyler. Tam da bu sırada ve tam da onun bulunduğu yere doğru babası, gözleri oyulmuş Gloucester ile onu yeden yaşlı dilenci gelmektedirler; babası da tıpkı Edgar gibi, anlamın ya sözcüklerdeki uyaktan, ahenkten ya da zıtlıktan doğduğu tipik Shakespeare diliyle kaderin cilvelerinden yakınıp durmaktadır. (s. 318) Gloucester ve Edgar'ın (Yoksul Tom'un) arasındaki olaylar, oyundaki en acıklı, aynı zamanda da en tatlı öykülerden biridir, Shakespeare, bu öyküyü olay örgüsüne ustaca yerleştirmiş ve seyircilerin ya da okuyucuların ilgisi daha da çekmiştir. Yoksul Tom (Edgar), Lear'in hayal bile edemeyeceği bir sefaleti temsil eder: Duyduğu şeytani seslerin azabını çeken, yalnızca bir battaniyeye sarılı olan ve pis sulardan içen bir serseridir. Lear'in kendi kıyafetlerini çıkararak verdiği tepki onun deliliğe giden yolunun ilk işaretidir. Ailevi ve sosyal kimliği yıkıma uğramıştır. Fakat bu çıplaklığında artık ''yoksul, çıplak iki bacaklı bir hayvandan farksız'' olduğu keşfinde bir tür yoldaşlık duygusu da vardır. Bu anlamda kralı en düşük sosyal sınıfa benzerliğini görmeye zorlaması (Edgar aslında bir kont çocuğu olsa da) ve daha da önemlisi kralın ''Ben kralken bununla çok az ilgilendim'' diyerek Tom'un içinde bulunduğu koşuldaki kendi sorumluluğunu kabul etmesi bakımından Kral Lear oyunu sosyalist bir oyundur. Çağdaş politikaya radikal bir meydan okuma niteliğinde hem kral hem de kont servetin yeniden bölüşülmesi için çağrısını yapar: Gösterin gücünüzü vakit geçirmeden, Ortadan kalksın bu dengesizlik, Herkes ihtiyacı kadar edinsin artık. (kitap/kral-lear--7123, s. 109) Hangi oyunu olursa olsun, herhangi bir Shakespeare oyununu daha okumaya başladığım anda, yüzüme yumruk yemiş gibi hissettiğim şey, bir karakter ortaya çıkarmanın, hadi biricik demeyeyim, ama başlıca ögesi olan “dil” yokluğudur; o dil ki, herkes kendine ait olanı, kendi karakterine özgü olanı konuşur. Shakespeare’de bu yoktur. Bütün Shakespeare kişileri kendilerine ait olmayan, hep aynı tumturaklı, doğal olmayan Shakespeare diliyle konuşurlar. (s. 332) Yazarlar arasında Shakespeare'in dilini beğenmeyen bir tek Tolstoy beğenmez herhalde. Shakespeare'in gerek dili, gerekse kullandığı sözler eşsizdir. Shakespeare, yazar/Ovidius'tan etkilendiği ve Ovidius kendi dilinde kusursuzluğu aradığı için, Shakespeare de kusursuzluğu aramıştır. Falstaff, gerçekten de doğal, kendine özgü bir tiptir; denebilir ki, Shakespeare’in yarattığı kişiler içinde biricik doğal ve kendine özgü tiptir. Çünkü bütün Shakespeare tipleri içinde bir tek o kendi karakterine özgü bir dille konuşur. (s. 343) Tabii Tolstoy'un kabul ettiği şeyler de olmuştur ve bu alıntı onlardan biridir. Falstaff Shakespeare külliyatında en değerli karakterlerden biridir, ki, Tolstoy da bunu kabul etmiş. Shakespeare’in kişilerini karakter katına yükseltme konusunda –hadi aczi demeyeyim ama– kayıtsızlığı, hiçbir yapıtında Hamlet’te olduğu denli değildir. (s. 343) Bu da, Tolstoy'un, Shakespeare'e yaptığı büyük haksızlıklarından bir diğeri. Shakespeare, Hamlet'te, Hamlet'i o kadar iyi şekillendirir ve o kadar iyi yönlendirir ki, buna hayran kalmamak olanaksız gibi bir şeydir. Sadece Hamlet'te değil, diğer yapıtlarında da karakterleri şekillendirme yeteneğini fazlasıyla gösterir Shakespeare. kitap/ask-ve-anlati-siirleri--31239'ndeki Venüs ile Adonis şiirini, Ovidius'un versiyonundan hem daha uzun hem daha farklı yapar. kitap/yanlisliklar-komedyasi--6979'nı tek ikizlerden, çift ikizlere dönüştürür ve ''Biz kimiz?'' gibi muhteşem bir mesaj verir. kitap/romeo-ve-juliet--176155'i de değiştirir, geliştirir. Ve daha birçok oyunda birçok farklı değişiklik yapar. Ama, şu kesindir ki, her oyununu zenginleştirir, sadece zenginleştirmekle kalmaz, karakterleri de oldukça geliştirir. Hamlet oyun boyunca kendisinin istediği, isteyebileceği şeyleri değil, Shakespeare’in istediği, Shakespeare’e gerekli olan şeyleri yapıp eyler: Kâh babasının gölgesinden korkar, kâh köstebek diyerek onunla alay eder; kâh Ophelia’yı sever, kâh onu kızdırır. Hamlet’in söz ve davranışlarının niçin öyle olduğuna ilişkin en küçük bir açıklama bulabilmek mümkün değildir, o nedenle de onun şöyle bir karakter mi, yoksa böyle bir karakter mi olduğunu söyleyebilmek, ona herhangi bir karakter kimliği yükleyebilmek olanaksızdır. (s. 345) Aslında Tolstoy burada bazı noktalarda haklı. Shakespeare, çoğu oyununda, karakterine ve olay örgüsüne farklı şeyler yapıyor; Tolstoy'un da dediği gibi, kâh karakteri değiştiriyor, kâh olay örgüsünü. Bu bazen güzel olamayabiliyor. Ama bu Hamlet'ten ziyade diğer oyunlarda geçerli bence. Örneğin kitap/pericles--62933'te ya da kitap/kis-masali--948'nda bunu yapar. Ki, bunu Tolstoy da yapıyor. Her zaman istemsizce yapıyor. Tolstoy, kitap/anna-karenina--357'da, Anna'yı başta bir ''şeytan'' gibi gösterirken, zamanla, onu ''melek'' olarak yüceltiyor ve çevresindekileri aşağılıyor, onları suçlu buluyor. Kral Lear’de olaylar İsa’nın doğumundan 800 yıl öncesinde geçiyor, ama oyun kişilerinin içinde bulunduğu koşullar tam anlamıyla ortaçağ koşulları, herkes, her şey ortaçağdan: Krallar, dükler, kontlar, başları tolgalı şövalyeler, çiftlikler, gayri meşru çocuklar, doktorlar, askerler, subaylar vb. vb. (s. 331) Burada da haklı Tolstoy. Sadece Kral Lear'de değil, birkaç oyunda daha anakronizm***** yapıyor Shakespeare. Tarihi oyunlarında, trojedilerinde ve komedilerinde.... Son olarak, '''Sanat Nedir?'' basıldıktan sonra gelen tepkileri paylaşmak istiyorum: Sanat Nedir? sansür kurulu tarafından kırpılmış olarak 1898 başında yayımlandığında bir sürü protestoyla karşılaştı. Sanatçıların çoğu, sanat ve pedagojiyi, yetenekle iyi duyguları birbirine karıştıran, Rusya'nın en ünlü yazarının bu açıklamalarından üzüntü duydu. Çevirilerin giderek arttığı yurtdışında ise hoşnutsuzluk daha da büyüktü: Lev Tolstoy'a dönek, sanat ve özgür düşünce düşmanı muamelesi yapılıyordu. Revue des Deux Mondes dergisinde Rene Doumic şöyle yazıyordu: "Tolstoy, sanatın dilinin diğer tüm dillerden ayıran üslubun değerini hiç bilmiyor. Sanatçı, diğer insanların genellikle kendisinden daha iyi hissettiği duyguları onlardan daha iyi ifade etmeyi bilen kişidir. Tolstoy Fransız edebiyatından bahsettiğinde, bilmediği bir şeyden bahsettiği açıktır," gözleminde bulunuyordu J.-K. Huysmans. "Zayıflık, sanata, ahlaki bir amaç vermektir," diye yazıyordu Camile Mauclair. Remy de Gourmont bu tespiti geliştiriyordu: "Sanat kendi başına bir amaçtır." Mallarme şöyle diyordu: "Bana öyle geliyor ki ünlü havari, sanata, prensip olarak, daha ziyade sonucu olacak bir nitelik veriyor." Sevecen Hemi de Regnier ise olduğu yerde öfkeden patlıyordu: "Bunlar bir ihtiyarın fikirleri!..’’ Tolstoy her zaman mujiği cebinde bildi. ‘’Schopenhauer ve Rembrandt, mujik onları anlamadığından hiçbir değere sahip değildir," diyecekti daha ileride Andre Suares. Bu gürültü patırtı, Lev Tolstoy'u kızdırmak için değildi. Tüm bu insanlar bağırıp çağırıyorsa, bunun nedeni doğru yere vurmuş olmasıydı. Zaten çok sık portresini yapmış olan ressam Repin ona hak veriyordu. Ve tüm arkadaşları, tüm müritleri de! Aslında, Fransa'nın, İngiltere'nin ve Almanya'nın yazar müsveddeleri şeytanla çıkar birliği içindeyken, kendisi Tanrı'dan ilham aldığına göre yanılıyor olamazdı. (yazar/Henri-Troyat, kitap/lev-tolstoy--24790, s. 725-726) Tolstoy'un düşüncelerine kötü sözler sarf etmek de, onlara körü körüne bağlanmak da hoş değil. Tolstoy, yazımın başında Ahmet Hamdi Tanpınar'ın söylediği gibi, Shakespeare'i mantığın dışına çıkarmak için biraz değil, bayağı bakmış. Yine de zevkler ve renkler tartışılmaz. Tolstoy iyi de düşünebilir, kötü de düşünebilir, Tolstoy'u ''Tolstoy'' yapan da budur. Faydam dokunduysa ne mutlu bana, keyifli ve verimli okumalar. EK: * Foma Fomiç, Dostoyevski'nin, ''kitap/stepancikovo-koyu--500'' romanındaki bir karakterdir. Bu karakter, gizlice, o dönemde açık saçık romanlar yazan Charles Paul de Kock okuyordu. ** Tiradın tamamı: ''Bu hergele daha çağrılmadan, pek de utanmadan dünyaya geldi, ama annesi güzeldi, ona can vermek epey zevkli oldu ve tabii bu veledi kabullenmekten başka çare kalmadı. (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 2) *** yazar/park-honan, kitap/shakespeare-bir-yasam--168803 (s. 122) **** Alceste, yazar/molire'in, ''kitap/insandan-kacan--30413'' oyununun baş karakteridir. ***** Anakronizm: Herhangi bir olay ya da varlığın içinde bulunduğu zaman dilimi ile kronolojik açıdan uyumsuz olması. (Fëanor)

Kitaba özet olarak tek çıkarımım , "İnsanları temel ihtiyaçları ile meşgul edersen , kaybettikleri özgürlüğü unuturlar !" gerisi laf-ı güzaf 26.01.2022 (Radikalizmin Mistik Önderi)

“…. Aziz Nesin’i çok severim ben, işlerine bayılırım, oğlunu çok severim matematik adına yaptığı şeyleri özellikle, birgün bir panelde Aziz Nesini dinlemeye gitmiştim, sosyalizm üzerine konuşuyorlardı aman allahım dedim bu zeka, bu eserleri yazan adam tam bir militan olmuş, o gün anlamıştım; bir sanatçıyı ürünleri ile sevmem gerektiğini zira sanatçıyı idea olarak almak beni tam bir hezeyana sürükleyecekti” bu satırlar büyük hocam Ahmet ARSLAN’a ait çok etkilenmiştim dinlediğimde ama nedenlerini tam olarak bu kitapla anladım. Zira Tolstoy’da sanatı; bütün sanat olmayanları bir araya getirerek çok güzel anlatmış. Gerek doğada gerekse sosyal hayatta insan başına gelen olaylarda iki tane -tepki vermesi gereken- kavramla karşı karşıya. Şaşmak ve şaşakalmak… Şaşmak insana nasıl sorusunu sordurmuş ve felsefeyi, doğa bilimlerini hatta ve hatta teknolojiyi doğurmuştur. Konumuz temelinde şaşakalmak ise insana “neden” sorusunu sordurmuş ve neden bu kadar güzel, acı, kahredici, haz verici sorularını sordurarak insanı sanata itmiştir. Biz edebiyatla; içinde fırtınalar kopan bir adamın sessizliğini, ağlayanın sahteliğini, acındırarak ilgi arayanı, yarine gülerken içi kan ağlayanı okuruz. Resimle doğada ki ve insan psikolojisinde ki zıtlıkların renkler temelinde dansını görürüz. Müzik ise bir toplumun bazen bir bireyin ruh halinin frekanslarıdır esasında. Fakat sanatçıyı baz almak; onun gördüğü ilgiye nicelik ve nitelik olarak hayran olup aynı ilgiyi istemenin toplumca kabul görmüş halidir ve kişisel bir acziyettir aslında bir itiraftır. Ben ancak bu yazar gibi olursam ağzımın içine bakılır demektir. Aciz ve artniyetli insanın entellektüel makyajıdır sanatçı esasında Tolstoy tamda kitabında bunu eleştiriyor. Sanatçı bir aklama merkezi değil okurunu doğa karşısında, insan olmanın dayanılmaz ağırlığı karşısında hizaya getirmeli diyor ve eleştiriyor; artık gündelik hayatın ikilemlerinden kaçan insanların, üzerine vazife olan insanlık yükünden kaçmaya çalışan kişilerin vicdanını aklamayın diyor. Bütün bunların örneklerini günümüzde dahi görebiliyoruz aslında yıllar öncesinden sanat adı altında vicdansızlık satanları çok güzel yakalamış Tolstoy, insan hayranlık duyuyor. (Gökhan Aşkın BEKTAŞ)

Kitabın Yazarı Lev Tolstoy Kimdir?

Lev Tolstoy 28 Ağustos 1828 tarihinde Moskova'da doğdu. Babası Kont Nikolay İlyiç Tolstoy, 1812 Napolyon Savaşlarına katılmış emekli bir yarbaydı.

Tolstoy romanlarında, insanoğlunun ne kadar değişik karakterli olduğunu vurgular. ''Savaş ve Barış'', ''Anna Karanina'' insan tahlileri ve canlı tasvirler bakımından birer baş eserdir.

Lev Tolstoy'un kendini arayış serüveni ölünceye kadar sürdü. Karısı bile onu anlamadı. Tolstoy, bir çocuk gibi hayata küstü ve kaçtı. Seksen iki yaşındaki karanlık ve yağışlı bir Ekim gecesinde köyünden ayrıldı. Yolda hastalandı 7 Kasım 1910'da küçük bir tren istasyonunda hayata veda etti.

Lev Tolstoy zengin bir ailenin çocuğu olarak Rusya'nın Tula şehrindeki Yasnaya Polyana adlı konakta doğdu. Çok küçük yaşlarında önce annesini, sonra babasını kaybetti, yakınlarının elinde büyüdü. Çocukluğundan beri gerçekleri incelemeye karşı büyük bir ilgisi vardı. Öğrenimini tamamlamak için Moskova'ya gitti. Çalışkan zeki bir öğrenci olarak başarı ve sevgi kazandı. Fransızcasını ilerletmiş, Voltaire'i ve J. J. Rousseau'yu okumuş, bu iki yazarın kuvvetli etkisinde kalmıştı. Yasnaya-Polyana'ya döndü, yoksul köylüler arasına katıldı. İlk eseri olan "Çocukluk"u bu sıralarda yazdı.

Lev Tolstoy Bir süre sonra orduya girdi; Kafkasya'ya gitti. Kafkas halkının yoksulluk dolu yaşayışlarını ele aldığı izlenimlerle ilk gerçekçi hikâyelerini yazdı. 1854'te Kırım savaşı'na subay olarak katıldı. Sonra askerlikten ayrılıp Petersburg'a gitti. Bir kısım eserlerini oldukça sakin geçirdiği o yıllarda yazdı. Gene de içinde, aradığını bulamayan bir ruh çalkalanıyordu. Batı Avrupa ülkelerinde uzun bir gezintiye çıktı. Almanya, Fransa, İsviçre'de dolaştı. Yurduna dönüşünde gene Yasnaya-Polyana'ya yerleşti. Asalet ünvanlarından, lüksten sıkılıyordu. Köyünde bir okul kurdu. Bu okul, öğrenim, eğitim bakımından yepyeni bir kurumdu. Huzura kavuştuğuna kanaat getirdikten sonra, 1862'de evlendi.

Lev Tolstoy evlendiğinde karısı Sophie Behrs kendisinden 16 yaş küçük olup henüz 18 yaşındaydı. Bu evlilik onun düzenli bir hayat özlemini giderecekti. Bu evlilikten 13 çocukları oldu; bu çocukların 3'ü bebek iken, biri 5 diğeri de henüz 7 yaşında iken öldü. Eserlerinden en kuvvetli olan iki romanı "Savaş ve Barış" ile "Anna Karenina'yı" bu dönemde yazdı. Karısı, eserlerini yazmasında en büyük yardımcısıydı. Hatta "Savaş ve Barış"ın düzeltmelerini 12 kez yapıp yazmıştır. Aradan bir süre geçince yeniden, bu sefer eskilerden daha şiddetli bir moral çöküntüsüne uğradı. Geniş halk yığınlarının, özelikle Rus köylüsünün yoksul, perişan durumu onu çok üzüyordu. Bütün servetini köylülere dağıttı, her haliyle onlar gibi yaşamaya başladı. Kaba saba giyiniyor, giydiği her elbiseyi kendisi dikiyordu. Değişmeyen tek tarafı bıkıp usanmadan yazmasıydı. "Kroyçer Sonat", "Efendi ile Uşak", "Karanlıkların Gücü", "İman nedir", "İnciler", "Kilise ve Devlet", "İtiraflarım" hep bu yılların ürünleridir.

Lev Tolstoy Eserlerinde insanlığın çeşitli meselelerine değinen Tolstoy'un dünya ölçüsünde bir sanat ve fikir değeri vardır. Kendi ülkesinin toplumsal siyasal çalkantılarını, halkının yaradılışını, yaşayışını büyük bir ustalıkla yansıtmıştır. Gerçekçi edebiyatın en büyük temsilcilerinden olduğu kadar, bir filozof ve bir eğitimci olarak da ün kazanmıştı. Yukarıda sayılanların dışında "Diriliş", "Gençliğim", "Çocukluk", "Hacı Murat", "Ayaklanış", "Sergi Baba", "Tanrı Bizim İçimizdedir", "Kazaklar", "Tesadüf", "İki Süvari" gibi eserleri vardır.

Lev Tolstoy 82 yaşındayken, 1910 yılında öldü. Kış ortasında evini terk ettiğinde hasta düştükten sonra, Astapovo'da tren istasyonunda zatürre'den öldü. Polis, cenazesine katılmak isteyenlere ulaşımı sınırlandırmak için çalıştı, ama binlerce köylü cenazesinde sokakları doldurdular.

82 yaşında vefat eden Lev Tolstoy birçok kez büyük sıkıntılar yaşamıştır. Marksizm'den etkilenerek oluşturduğu mülkiyet konusundaki radikal fikirleri nedeniyle bütün servetini köylülere dağıttı, her haliyle onlar gibi yaşamaya başladı. Bu sebeple ailesiyle arası açıldı. Hıristiyan anarşizmini geliştirmeye çalıştığı kitabı "tanrının egemenliği içimizdedir" kitabıyla yeni bir hristiyanlık akımı tanımlaması, Ortodoks Kilisesi tarafından aforoz edilmesine sebep oldu. Tolstoy, ömrünün son yıllarını büsbütün derbeder bir şekilde geçirdikten sonra, bir küskünlük sonucunda, evini bırakıp yollara düştü. Astapovo tren istasyonunda ölü olarak bulundu. Ölümüne zatürrenin sebep olduğu bilinmektedir. Hayatı boyunca yaşamın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalıştı. Eserlerinde bunu eksiksiz olarak yansıtmayı hedef edinmiş en büyük Rus yazarlarından birisi olarak edebiyat ve dünya tarihindeki yerini aldı.

Lev Tolstoy Kitapları - Eserleri

  • Hacı Murat
  • İnsan Neyle Yaşar?
  • Kazaklar
  • Savaş ve Barış (2 Cilt Takım)
  • Anna Karenina
  • Aile Mutluluğu

  • Aslan ile Köpek Yavrusu
  • Hazreti Muhammed
  • Çocukluk
  • Çocukluk, İlkgençlik, Gençlik
  • Sivastopol
  • İvan İlyiç'in Ölümü
  • Kreutzer Sonat

  • Diriliş
  • Sergi Baba ve İki Hafif Süvari
  • Efendi ile Uşağı
  • Erik Çekirdeği
  • İtiraflarım
  • Ateşi Kıvılcımken Söndürmeli
  • Aşkın Yasası - Şiddetin Yasası

  • Sevgi Neredeyse Tanrı Oradadır
  • Üç Ölüm
  • Şeytan
  • Tanrı'nın Egemenliği İçinizdedir
  • Hayatın Anlamı
  • Masallar
  • Bir Gencin Dramı

  • Gençlik
  • Her Şeye Rağmen Sevgi
  • Sanat Nedir?
  • Din Nedir?
  • Vahşi Zevkler
  • Ve Işık Karanlıkta Parlıyor
  • Kafkas Tutsağı

  • İçimizdeki Şeytan
  • Hayat Üzerine Düşünceler
  • İnsana Ne Kadar Toprak Lazım
  • Hayatı Sorgulamak
  • Bilgelik Kitabı
  • Hikayeler
  • Günlükler

  • Tipi
  • Bütün Mutluluklar Birbirine Benzer
  • Fil ile Tilkiler
  • Baskın
  • Halk İçin Hikayeler
  • Öyküler
  • Ölüm Manifestosu

  • Karanlığın Kudreti
  • Canlı Ceset
  • Yaşlı Kavak
  • İlkgençlik
  • İhtiyar Adam ve Torunu
  • Tanrı Her Şeyi Bilir
  • Zamanımızın Köleliği

  • Dekabristler
  • İncil'in Kısa Bir Özeti
  • Tolstoy'un Risaleleri - 2. Cilt
  • Tolstoy'un Risaleleri - 1. Cilt
  • Davulun Sesi
  • Katya
  • Yunan Öğretmen Sokrates

  • Çocuk Gibi Olun
  • Şahin İle Horoz
  • Küçük Şeytan
  • Sahte Kupon
  • Savaş ve Askerlik Üzerine
  • Yurtseverlik, Askerlik ve İtaatsizlik Üzerine
  • Kralın Hediyesi

  • İnancım Neden İbarettir?
  • Dua
  • Savaşa Karşı Yazılar
  • Çömlek Alyoşa
  • Anna Karenina - 3. Cilt
  • Tolstoy'dan Seçme Öyküler
  • Yaşayan Ölü

  • Anna Karenina - 2. Cilt
  • Hikmetli Sözler
  • Savaş ve Barış - 2. Cilt
  • Savaş ve Barış - 3. Cilt
  • Savaş ve Barış - 4. Cilt
  • Hiddet
  • Tolstoy Gandhi Mektuplaşmaları

  • Ruh
  • Bethink Yourselves
  • Polikuşka
  • Tolstoy Bütün Eserleri 3
  • Balodan Sonra
  • Gri Tavşan
  • Seçilmiş əsərləri - 1. Cilt

  • Ruh ve Ölüm
  • Gençlik - 2. Cilt
  • Vatanseverliğe Karşı
  • Anna Karenina - 4. Cilt
  • Felsefe-i Hayat
  • İman ve İtikad
  • Aşk ve Öfke

  • Корней Васильев (Korney Vasiliev)
  • Gizli Notlar
  • Bütün Eserleri 10
  • Bütün Eserleri 11
  • Bütün Eserleri 12
  • Ölümden Sonra Dirilme - Cilt: 3
  • Çilekler

  • Tövbe Edin
  • Kuğular
  • İki Qusar
  • İman Vicdan Ve Dua
  • Halk İçin Hikayeler - 1. Cilt
  • Halk İçin Hikayeler - 2. Cilt
  • Halk İçin Hikayeler - 3. Cilt

  • Ainsi Meurt L'amour
  • Budala İvan
  • Yaban Çilekleri
  • Tanrı Gerçeği Görür Ama Bekler
  • Tolstoy Bütün Eserleri 14 (Ciltli)
  • Aforizmalar
  • Yolcu ve Köylü

  • Risaleler - İnsanın Dokuz Hali
  • Muhabbet
  • Kelam
  • Masallar
  • Basübadelmevt
  • Father Sergius
  • Söz ve Eşitsizlik

  • Bir İzdivacın Romanı
  • Çocukluk ve Gençlik Yılları
  • Susa Bilmirəm

Lev Tolstoy Alıntıları - Sözleri

  • Biz de böyleyiz işte... (İnsana Ne Kadar Toprak Lazım)
  • İnsan eğer çok yaşasaydı o nispette çok değişimlere uğrardı. İnsan başlangıçta bir bebekken sonra küçük çocuk, sonra yetişkin ve daha sonra da ihtiyar olurdu. Fakat insan ne kadar değişim geçirirse geçirsin kendisine daima "ben" demiştir. Bu "ben" bebeklikte, yetişkinlikte ve ihtiyarlıkta her zaman kişinin yanındadır. İşte değişmeyen bu "ben" ruh adını verdiğimiz şeydir. (Ruh ve Ölüm)
  • "İnsan kazanayım derken kendim kayboldum." (Tanrı Her Şeyi Bilir)
  • "Böyle anlarda bir felakete ne kadar yakın olduğumu bilseydin, kendimden ne kadar korktuğumu!" (Anna Karenina - 3. Cilt)
  • Bu da yaşamak mı sanki! İnsan ya tam öl­meli ya da tam yaşamalı. Tövbe, tövbe! (Çocukluk, İlkgençlik, Gençlik)
  • Insana öyle geliyordu ki yeni bir şeyi anlamak için büyük bir hevesle atılıyor ancak amacına erdikten sonra o şeyden nefret etmeye de hak kazandığını düşünüyordu. (Gençlik - 2. Cilt)

  • Kalben sakin ve uysal olun, hayatınızda mutluluğu bulursunuz. (İncil'in Kısa Bir Özeti)
  • Sağlığı ile övünenin değil hasta olanın hekime ihtiyacı vardır. (İncil'in Kısa Bir Özeti)
  • -Çünkü sen kendin için, mutluluğun için yaşamak istiyorsun. +Bu dünyada başka ne için yaşanır ki? -Tanrı için yaşamak gerekir Martin. (Hikayeler)
  • ''Kabahatlerin en korkuncu, nankörlüktür...'' (Çocukluk)
  • Bu acıyla da aynı şey olacak, zaman geçecek ve umurumda olmayacak. (Anna Karenina)
  • Ben, hayattan hiçbir beklentisi olmayan, mahvolmuş bir adamım artık... (Hikayeler)
  • Ölmek için referansa ihtiyaç yok (Anna Karenina - 3. Cilt)

  • Bence her insan bencildir,ve bütün yaptiklari da bu yüzdendir. -Bencillik,insanin kendisini en iyi ve en akilli olduğuna inanmiş olmasidir.. (Çocukluk, İlkgençlik, Gençlik)
  • Ve insanlar, kurtuluşu, her insan için zorunlu olan, tüm dinsel öğretilerde ve her bir insanın yüre­ğinde yazılan, 'kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma ve yakınlarını öldürme' yasasını yerine getirmekte arama­lıdırlar. (Yurtseverlik, Askerlik ve İtaatsizlik Üzerine)
  • İndi ki,bu dünya günahla doludur və ondan imtina etmək lazımdır,onda nəyə gərəkdir onun gözəllikləri? Bu işrəti niyə yaratmısan? (Sergi Baba ve İki Hafif Süvari)
  • 'Öldün mü toprağa gömerler, sonra da me­zarında ot biter, o kadar işte. Başka hiçbir şey yok' (Kazaklar)
  • Ben, niçin bütün dünyanın dâhiyane bulduğu Shakespeare'in yapıtlarını beğenmemekle kalmıyor, bunları bir de iğrenç buluyordum? (Sanat Nedir?)
  • Tarihsel olarak dekabristler,1825 Aralık ayında çarlığa karşı (Dekabr, Rusçada "Aralık" demek)meydan okumaya cüret etmiş ilk devrimcilerdi.hemen hepsi de Rus aristokrat ailelerinden geliyordu ve büyük bir çoğunluğu ise 1812'de Napoleon ordularına karşı savaşmışlar, kahramanlıklarıyla öne çıkmışlardı. (Dekabristler)
  • erkekler böyle düşünürsünüz.. Kendinize özgürlük tanıdınız, kadını ise kuleye tıkmak niyetindesiniz. Kendinize gelince her şeye izin verirsiniz.. (Kreutzer Sonat)

Yorum Yaz