Saray ve Ötesi - Halid Ziya Uşaklıgil Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Saray ve Ötesi kimin eseri? Saray ve Ötesi kitabının yazarı kimdir? Saray ve Ötesi konusu ve anafikri nedir? Saray ve Ötesi kitabı ne anlatıyor? Saray ve Ötesi kitabının yazarı Halid Ziya Uşaklıgil kimdir? İşte Saray ve Ötesi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Halid Ziya Uşaklıgil
Yayın Evi: Özgür Yayınları
İSBN: 9789754471762
Sayfa Sayısı: 762
Saray ve Ötesi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Tarih, insandan soyutlandığında çekiciliğini yitirir, derler. Tarihe bu çekiciliğini veren de "insan" faktörüdür. Anılar tek başına subjektif olmalarına rağmen tarihi kuruluğundan kurtarır, onu cazip kılar. Bu yönüyle, tam olarak tarihin yerini tutmasa bile, ondaki bilinmez karanlık noktaları aydınlatmada rolü büyüktür.
"İstibdat" diye anılan II. Abdülhamid döneminden sonra gelen ve büyük ümitlerle beklenen özgürlük ortamında gelişen olayları, beklentilerin boşa çıkmasından doğan hayal kırıklıklarını, saray insanlarını bir edebiyatçının kaleminden okumak ayrı bir zevk olacaktır.
(Arka Kapak)
Saray ve Ötesi Alıntıları - Sözleri
- “İnsanları kusurları ile beraber kabul etmek, onlardan çarpık bir hareket sadır olunca "meziyetlerini düşünerek" müsamahada bulunmak bir fendir ki ona herkes vâkıf değildir.”
- ...ne kadar doğru olursa olsun,insan sözün çelik bir şiş gibi saplananını değil ipek gibi yumuşağını bekler.
- En evvel hünkâr söze başladı, "Bir söyleyeceğiniz mi var?" Dedi. O zaman bunların arasından Gümülcineli İsmail saftan ayrılıp öne doğru bir adım attı ve: "Evet, bazı maruzatta bulunmak istiyoruz; fakat bunları söylemeden evvel başmabeynci ile başkâtibin dışarı çıkmalarına müsaade ediniz!" Heyet azası hep birbirine bakıştılar, hatip olarak intihap ettikleri bu adamın değil hünkâra karşı, alelade bir şahsiyete karşı bile söylenmesi pek ziyade edebe mugayir olan bu sözlerini tayip eden bir manayla birbirine baktıktan sonra yüzlerini ona çevirdiler. Herhalde anlamışlardı ki hitap pek fena intihap edilmiş ve mülakat pek nahoş başlamıştı...Bütün ecdadı ve büyük biraderi gibi kaim sesli olan ve kızınca sesinin kalınlığına bir fazlalık gelen hünkâr derhal mukabele etti: "Onlar benim adamlarımdır ve daima yanımda bulunurlar. Tamamıyla mahremdirler, onlardan hiçbir işim yoktur ki saklamak lazım olsun"... Bununla bitmedi, söyledikçe hiddeti daha ziyade kabaran hünkâr, bu gevşek ve lapa zannolunan ihtiyar birden son bir feveranla, sanki damarlarında Yıldırım Bayezid'in, Yavuz Sultan Selim'in ateşten kanları tutuşarak ilerledi, ta Gümülcinelinin önüne kadar gitti, onu yakasından tuttu, "Benimle, mutlaka yalnız konuşmak istiyorsan (birinci defa olarak yabancı bir muhataba müfret sigasıyla söylerek) gel içeri gidelim..." Dedi. Küçük odayı göstererek... Ben korktum. Onu böyle ilerliyor ve berikinin yanına gidiyor görünce, "Eyvah!" Dedim, "Tokatlayacak mı, gırtlağına mı sarılacak? Ne fena bir iş!" İsmail kekeledi. Ne dedi bilmiyorum, galiba Sabri Hoca da af dileyerek bir şeyler söyledi...
- Gayet doğru bir söz! Fakat ne kadar doğru olursa olsun insan sözün çelik bir şiş gibi saplananı değil ipek gibi yumuşağını bekler.
- Abdülaziz bir gün yine Camlı Köşk’ten (Dolomabahçe Sarayı) sokağa bakarken, aşağıda tablasını koyarak müşteri bekleyen bir simitçi görmüş. Simitçinin pejmürde kıyafeti, soluk fesiyle yemenisine, ayakta yırtık çarıklarına bakarak dönmüş, etrafında halka çeviren mabeyincilerine gür sesiyle, ‘Gel!’ demiş ve onları camın önüne çekip simitçiyi göstererek, “Millet millet dedikleri işte şu herif değil mi?” demiş.
- " Heyhat!.... Mukadderata (yazgıya) kim hâkim olabilir?"
- II. Abdülhamid sarayının bu müthiş boğazına akıp eriyen fakir milletin paraları çalkanıyor ve millet açlıktan kıvranırken her gün yüzlerce koyun, tavuk, hindi yutan, yüklerle meyve ve sebze, şeker eriten, mangalına bir avuç kömür, ocağına iki odun koymaktan âciz bir halk kara kıştan titrerken azim kazanların altına yüzlerce araba mahrukat (yakacak) döken bu saray mutfakları, adeta dağ mahabetiyle şişip kabarmış mahuf (korkunç) bir canavar şeklini alıyordu.
- II. Abdülhamid sarayında, her dolabın, kâselerin içinden, velhasıl Yıldız’ın her köşe ve bucağından ele geçen kâğıtlar (jurnal) ambarlar dolusudur. Bunları hep toplatıyoruz. Bunların arasından kendi adamları tarafından kendi aleyhinde yazılanları da ele geçtikçe takım takım (kendisine) gönderteceğim.
- II. Abdülhamid’in naz içinde büyümüş sultanları, (kızları) adeta türedi bir hünkâr (padişah) mesabesinde (değerinde) gördükleri amcaları (Reşat) tarafından gelen bir memuru kim bilir ne mesabesinde telakki etmiş olacaklardı ki ‘bir harem ağası vasıtasıyla’ kimi hasta olduğundan, kimi çıkacak halde bulunmadığından, bahsederek itiraz ettiler, onlarla görüşmediler.
- Sultan Reşat'ın cülusunun hemen akabinde bir gün Emrullah Efendi (İttihatçı) bana geldi ve oturmaya bile kuvvet bulmayarak yarı ayakta yarı sandalyede söyledi: “Sana mühim bir iş için geliyorum. Biliyorsun ki hünkâr için hükümet yirmi beş bin lira tahsisat teklif ediyor. Biz bunu fazla bulmuyoruz ama…” “Ama hünkâr kendiliğinden bunun beş bin lirasını terk edecek olursa efkâr-ı umumiye üzerinde pek iyi bir tesir hâsıl edecek.”
- Aynı saatlerin yelkovanına takılmış olan hayatları aynı hareketleri yapmaya mahkumdu.
- Akağalar Osmanlı sarayında çalışan hadımağalarının bir sınıfıdır. Zenci veya Habeş olanlara Haremağası, beyaz ırktan olanlara ise Akağalar veya Akhadımlar denir.
- Nitekim hünkârların ölülerini bir hasıra sarıp bodruma attıkları rivayeti de saraylarda hasırın kat'îyen kullanılmamasına sebep olmuştur.
- Sonraları, nasıl oldu da Hünkâr ondan eskisi kadar hazzetmez oldu. Bunun izahı pek kolaydır. Bütün insanlar gibi bu adamın da bir kusuru vardı: Doğruluk!...
Saray ve Ötesi İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Mehmet Resat doneminin o sıkıntîlı süreclerini anlatiyor. Daha cok Saray ve Ötesi'nde Uşaklıgil ,bu görevi sırasında yaşayip gòrdüklerini 1909-1912 yıllarinın siyasi,idari çalkantilarini ,dünyanin savaşa sürüklenişini anlatiyor. (ibrahim Güngör)
SARAY VE ÖTESİ’NİN IŞIĞI ALTINDA YAKIN TARİH ÜZERİNE BİR İNCELEME: 23 Aralık 1876’da II. Abdülhamit tarafından Kanun-i Esasi ilan edilir. İlk Osmanlı Mebusan Meclisi 20 Mart 1877 tarihinde açılmış ve çalışmalarını 14 Şubat 1878’e kadar sürdürmüştür. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) gerekçe gösterilerek, açılışından 14 ay sonra yine II. Abdülhamid tarafından Mebusan Meclisi süresiz olarak kapatılmış, 33 yıl sürecek olan II. Abdülhamid’in keyfi, haksız, hukuksuz uygulamalar ve yasaklar, jurnallerle dolu zorbalık dönemi başlamıştır. İttihatçıların zorlamasıyla 17 Aralık 1908 tarihinde II. Abdülhamid meclisi tekrar açmak zorunda kalır fakat savaşlar, toprak kayıpları, açlık, yokluk ve imparatorluğun çöküşüyle ilgili II. Abdülhamid’e toz kondurmayan gerici kesimler “meclisin kapatılası ve II. Abdülhamid diktatörlüğünün devamı” isteği ile 31 Mart ayaklanmasını yaptılar. Fakat meclis bu defa kendi hukukuna sahip çıkacak ve 27 Nisan 1909’da II. Abdilhamid’in tahtan inmesi yönünde karar alacak, tahta Abdülhamid’in kardeşi Sultan Reşat çıkacaktır. Saray ve Ötesi kitabı, 1909-1912 yılları arasında Sultan Reşat’ın yaklaşık 4 yıl başkâtipliğini yapan Halid Ziya Uşaklıgil’in sarayda geçen günleri ile ilgili anılarından oluşmaktadır. Halaskar Zabitan Grubu Uşaklıgil’i istifaya zorlar ve yerine Ali Fuat Türkgeldi atanır. Türgeldi’de başkâtiplik günlerini (1912-1920) “Görüp İşittiklerim” adı altında padişah ve sarayı merkez alarak, Osmanlının son dönemini yazdı. Osmanlı’yı, Cumhuriyeti ve bu günü anlamak için bu kitapların yerini hiçbir eserin dolduramayacağı açıktır. Bu iki eser o kadar önemlidir ki, benim gibi biraz tarihe merakınız varsa, bu kıymetli eserleri okurken sanki daha önce defalarca okumuş gibi bir hisse kapılırsınız. Zira “1908-1920 yılları arası, Osmanlı tarihi büyük ölçüde bu iki eserden alınarak yazılmıştır. Ve bu kitaplar en çok alıntı yapılan, kaynak gösterilen eserlerdendir. Osmanlı, Cumhuriyet, Atatürk ve parlamenter sistemle ilgili o kadar yalan yanlış, hedef saptırıcı propagandalar yapıldı ki, az çok okuyan, aydın-arif sayılabilecek kesimler bile bunların etkisinde kaldı. Örneğin “Atatürk ve cumhuriyet gelene kadar ‘Türk’ diye bir millet yoktu. Padişahlar istediğini asar, keser, halkın parasını çarçur eder, yargı, yürütme, yasama hepsi tek adamdan sorulurdu, Atatürk her şeyi yoktan var etti, bütün bu olumsuzlukların kökünü kuruttu” vs. gibi mesnetsiz iddialara bu iki eseri okumadıysanız muhtemelen siz de inanırsınız. Oysa 1908’den sonra saray ve padişahların yetkileri o kadar sınırlanmıştı ki, “Anayasa, Anayasa Mahkemesi ve AHİM’ kararlarını tanımadığını” defalarca beyan eden bu günün muktediri ve günümüz sarayı ile kıyaslandığında, son dönem Osmanlı padişahları acınacak kadar yetkisizdir. Padişahlar meclisin mutlak denetimi altındadır ve sarayın zorunlu harcamalarına dahi kıt kanaat yetecek kadar bütçe tahsisini de yine hükumet ve meclis yaparken, padişah hükumet ve meclise hiçbir konuda telkinde dahi bulunamazdı. O kadar ki, padişahların başkâtip ve başmabeyincilerinin kimler olacağına, padişahın iç ve dış seyahatlerine de hükumet ve meclis karar verirdi. Son dönem Osmanlı padişahlarının Atatürk ve bu günkü cumhurbaşkanı kadar yetkisi olmadığı gibi, onların iktidar partisine bağlı Büyükşehir belediye başkanları kadar bile dokunulmazlıkları, harcama yetkileri, israfları olmadığı da bu eşsiz eserlerde açıkça görülmektedir. Demokrasi, hukuk-adalet konularında Gülhane Hattı Hümayununun bile gerisine tekrar nasıl dönüş yaptık diye bakacak olursak, İzmir’de Atatürk’e karşı bir suikast hazırlığı ve iç isyanlar bahane edilerek, yasama, yargı ve yürütmenin tekrar iktidarın, yani Atatürk’ün emrine sokulduğunu, rahatlıkla söyleyebiliriz. Tabi Atatürk, en az Fatih, Yavuz Sultan Selim, Kanuni kadar sorgulanamaz, yargılanamaz, hikmetinden sual olunamaz bir hükümdar olunca da bu güne kadar bütün iktidarlar “Atatürk’ün izinden hiç ayrılmadılar, göründüğü kadarıyla da sonsuza kadar da ayrılmayacaklar!!!” Bana göre eserin can alıcı noktası: Uşaklıgil’in Abdülhamid’in gösteriş ve israfını her yönüyle eleştirmesine, İmparatorluğun artık tamamen çöktüğünü kabul etmesine rağmen aynı bu gün olduğu gibi, başta Uşaklıgil olmak üzere yetişebilen herkesin, devletten, hazineden bir şeyler koparmaya çalışması, devlet kesesinden aylarca, yıllarca Avrupa seyahatlerine çıkmasıdır. Cumhuriyet daha yüz yılını bile doldurmadan, biz enkazı üstüne oturduğumuz Osmanlının akıbetine hızla ilerlerken, başta iktidar sahipleri olmak üzere, gücü yeten herkesin batan gemiden mal kaçırma sevdasına kapılmasıdır. Yakın tarihimizdeki pek çok bilinmeyeni birinci ağızdan ve kaynağından öğrenebilmek için aşağıdaki eserlerin mutlaka okunması, aksi halde bu konularda yeteri kadar bilgiye sahip olmadığımızın bilinmesi gerekir diye düşünüyorum. 1- Halid Ziya Uşaklıgil’in Saray ve Ötesi, 2- Ali Fuat Türkgeldi’nin Görüp İşittiklerim 3- Şevket Süreyya Aydemir’in Suyu Arayan Adam 4- Kemal Tahir’in Esir Şehir Üçlemesi (Esir Şehrin İnsanları- Esir Şehrin Mahpusu-Yol Ayrımı) 5- Atatürk'ün Sırdaşı Kılıç Ali'nin Anıları Okuyarak kalın. (Halil Korkmaz)
Eser; Halid Ziya’nın, Osmanlı son padişahlarından Sultan V. Mehmet Reşat’ın Dolmabahçe Sarayı’nda başkâtipliğini (yazı işleri müdürlüğü) yaptığı ve I. Dünya Savaşı’na denk gelen yıllara ilişkin anılarından oluşmaktadır. II. Meşrutiyet döneminde Bab-ı Âli, İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) ve Saray’ın birbirleriyle ilişkilerine dair birinci elden gözlemler dile getirilmiştir. Saray yaşamı, adetleri ve Sultan V. Mehmet Reşat’ın hayat tarzına dair geniş gözlemler eserde yer almaktadır. Anılar kişisel gözlemlere dayalı olduğundan anı türündeki eserlere ihtiyatla yaklaşmak gerekir. Hele hele üzerinden yirmi beş yıl geçtikten sonra kaleme alınan anılarda bu hususa daha da dikkat etmek gerekir. Eserde yazar, İTC ile nasıl bir ilişkisi ve bağının olduğunu ortaya koymadığından eserin bu kısmının eksik olduğu kanaatindeyim. Özellikle İttihatçılığın tu kaka edildiği ve İttihatçıların önde gelenlerine Türkiye’de siyasi ikbal fırsatı bir yana bunların idamla yargılandıkları yıllar üzerinden çok geçmeden yazılan eserde bu konuda bazı şeylerin gizlendiği hissi oluşmaktadır. Anılardan anlaşıldığı kadarıyla hem başkâtiplik görevinde hem de sonrasında İTC ile yakın ilişkisi ve görevleri icra eden yazarın konumunu gizleme çabası, eserin kaleme alındığı zamanın koşulları bakımından anlaşılabilir bir hâldir. Belki de eserin en önemli handikabı İTC’ye ve yönetime etkisine eleştirel bir bakış açısının bulunmamasıdır. Zaman zaman yazar İTC ile arasına mesafe koyuyor görünse (s. 234) de uzun vadeli olayların gelişimine bakıldığında yazarın İTC’ye bağlılığı gözlerden kaçmamaktadır. Yazarın değerlendirmelerinde genel olarak dengeli ve hakşinas olduğu söylenebilir. Mesela II. Abdülhamit hakkındaki şu değerlendirme yazarın bu yönünü yansıtmaktadır: “Sonra bütün mesavisine (kötülükler) karşı uzun süren saltanatı zamanında bu memleketi türlü vartalardan kurtaran, her türlü takyidata rağmen vatana ümran ve irfan zerk eden icraatı da inkâr olunamaz.” (s. 374) “Onu itham mı ediyorum, evet, elbette, fakat tamamıyla değil. Tebrie (aklama) mi ediyorum, hayır, elbette, fakat bu da tamamıyla değil. O hâlde bence verilecek bir kati hüküm yok, onu benden beklememeli.” (s. 376) Eserin metni orijinal olduğundan ve zaman zaman günümüz Türkçesinde yer almayan kelimeler kullanıldığından eserin sonuna sözlük eklenmesi isabetli olmuştur. (İzzet Eroğlu)
Saray ve Ötesi PDF indirme linki var mı?
Halid Ziya Uşaklıgil - Saray ve Ötesi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Saray ve Ötesi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Halid Ziya Uşaklıgil Kimdir?
Bazı edebi yazılarını Hazine-i Evrak dergisinde Mehmet Halit Ziyaeddin adıyla yayımlamıştır. Servet-i Fünun edebiyatının en büyük nesir ustası kabul edilir. İlk büyük Türk romanı olarak kabul görmüş Aşk-ı Memnu'nun yazarıdır.
Aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nun Sultan Reşat devri Mabeyn Başkatibi (1909-1912), ve Ayan Meclisi üyesidir.
İstanbul'un Eyüp semtinde doğdu. Babası halı tüccarı Halil Efendi, Uşak'tan İzmir'e göçmüş varlıklı bir ailedendi. Halit Ziya, o sırada İstanbul'a yerleşmiş olan Halil Efendi ile Behiye Hanım'ın üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Mahalle mektebindeki ilk eğitiminin ardından Fatih Askeri Rüştiyesi'ne devam etti. 93 Harbi'nin başlaması ile Halil Efendi'nin işleri bozulunca aile, İzmir'e yerleşti ve Halit Ziya öğrenimini İzmir Rüştiyesi'nde sürdürdü. Ardından İzmir'de Ermeni Katolik rahiplerinin çocukları için kurulmuş yatılı bir okula devam ederek Fransızcasını geliştirdi; Fransız edebiyatını yakından tanıdı. Fransızca çeviri denemeleri yaptıktan sonra henüz öğrenci iken ilk yazılarını yayımlamaya başladı. Önce İzmir çevresinde kendini tanıttı. Bazı edebi yazılarını İstanbul'da Hazine-i Evrak adlı önemli bir dergide "Mehmet Halid" adıyla yayımladı. Son sınıfta iken okuldan ayrıldı, babasının kâtibi olarak iş yaşamına başladı. Aynı yıl, Bıçakçızade Hakkı ve Tevfik Nevzat adlı arkadaşlarıyla Nevruz adlı bir dergi yayımlamaya girişti. 10 sayı kadar yayın hayatında bulunan ve İzmir'in ilk edebiyat dergisi olan bu dergide çeviri şiir ve hikâyeler, mensur şiirler, bilimsel yazılar yayımladı. Babasının yanındaki işi edebiyat merakı ile bağdaştıramadığından farklı bir iş aradı. İstanbul'a giderek hariciyeci olmak için başvurdu; başvurusu kabul edilmeyince İzmir'e döndü. İstanbul'da bulunduğu süre içinde Fransız edebiyat tarihi ile ilgili olarak uzun süredir yazmak istediği kitabı yazdı. Garbdan Şarka Seyyale-i Edebiye: Fransa Edebiyatının Numune ve Tarihi adlı kitabı 1885'te 84 sayfa olarak basıldı. Bu eser, onun basılan ilk kitabıdır ve Türkçede basılmış ilk Fransız edebiyatı tarihi olma özelliği taşır. İzmir'e döndükten sonra İzmir Rüştiyesi'nde Fransızca öğretmenliği yaptı, öğretmenliğe devam ederken Osmanlı Bankası'nda çalışmaya başladı. İzmir İdadisi'nin açılmasından sonra öğretmenliğe bu okulda devam etti; Fransızcanın yanısıra Türk edebiyatı dersleri verdi.
Halid Ziya Uşaklıgil Kitapları - Eserleri
- Mai ve Siyah
- Aşk-ı Memnu
- Bir Ölünün Defteri
- Kırık Hayatlar
- Ferdi ve Şürekası
- Nemide
- Bu muydu?
- Ferhunde Kalfa
- Sefile
- Fena Bir Gece
- Hikaye
- Bir Acı Hikaye
- Sade Bir Şey
- Aşka Dair
- Kırk Yıl
- Mai Yalı
- Bir Yazın Tarihi
- İzmir Hikayeleri
- Ruhun Lisanı
- Bitmemiş Defter
- Saray ve Ötesi
- Kadın Pençesi
- Kar Yağarken
- Solgun Demet
- Onu Beklerken
- Bir Hikaye-i Sevda
- İhtiyar Dost
- Bir Şi'r-i Hayal
- Mensur Şiirler - Mezardan Sesler
- Saklanan Düşman
- Füruzan
- Kâbus
- Nesl-i Ahir
- Sepette Bulunmuş - Hepsinden Acı
- Hepsinden Acı
- Bir Başlangıcın Sonu
- Kırık Hayatlar 1. Cilt
- Sanata Dair
- Kırık Hayatlar 2. Cilt
- Küçük Fıkralar
- Bir Muhtıranın Son Yaprakları
- Valide Mektupları
- ذكريات راحل
- Papağan Halit
- Yarın Kardeşler
- Sanata Dair Cilt 2
- Sanata Dair Cilt 1
- Saray ve Ötesi
- Garp'tan Şark'a Seyyale-yi Edebiyye
- Almanya Mektupları
Halid Ziya Uşaklıgil Alıntıları - Sözleri
- Ben mutsuz, kendi kendimden, hayatımdan, geleceğimden kuşku duyan bir gencim. (İzmir Hikayeleri)
- "Zengin olmamakla beraber eline geçen bütün parayı elbiseme, harçlığımı harcar, üç gün sonra para istesem hiç itiraz etmez.." (Aşka Dair)
- "Lakin asıl şiir kadınlardır, bu çiçeklerden teşkil edilerek odanızın yaldızlı hücrelerinde narin çiçekliklerde güzel kokulu anılarıyla size gülümseyen demetlerdir. " (Aşk-ı Memnu)
- "Zaten hiçbir zaman kendisi için alelade bir hayattan fazlasını tasavvur etmemişti. Ta çocukluğundan beri zevkleri sade, emelleri ufaktı." (Mai Yalı)
- mazi ve istikbal aynı ömür kitabının iki sahifesidir, birini yırtmak diğerini natamam [noksan] bırakmak demektir; hele ikincisini yazmak isteyenler birincisini okumamış, görmemiş bulunurlarsa yazacakları bî-asıl bir hurafeden [temelsiz bir saçmalıktan] ibaret kalır. (İhtiyar Dost)
- Sen yalnız benimsin, başka hiç kimsenin olamazsın. Ben bütün içim kaynayarak, bedenimin en küçük parçasına kadar titreyerek senin isteğinle doluyum. Gece gündüz, uyurken uyanıkken gözlerimde kafamda yalnız sen varsın. Anlıyor musun? ... Hep senin için yaşıyorum; ama senin için ölmesini de bilirim. (İzmir Hikayeleri)
- Hâlâ yaşamaktadır lâkin bir yarısını mezara gömmüş bir vücut nasıl hayatta bulunursa öyle... (Hikaye)
- Bir muaşakadan [aşktan] alınan lezzet mahvolur, lâkin bir validenin badi-i felâketi [felâket sebebi] olmaktan mütevellit [ileri gelen] azab-ı vicdanî ebediyyen müteezzi eder [acı verir]. (Sefile)
- O kalp sevmiş, fakat sevdikten sonra kırılmıştı. (Bir Ölünün Defteri)
- Fakat bilinemez nasıl bir ihmalle bir aile kurma tasavvur ve ihtiyacını daima ertesi güne erteleye erteleye bir gün fark etmişti ki saçları ağarmış... (Mai Yalı)
- Aşk, geçtiği yerlerde hazzın öyle izlerini bırakır ki bu görülmese bile duyulur, sezilir. (Sade Bir Şey)
- ...ona en düşman olduğu zamanlar en ziyade sevdiği zamanlardı ve pek emindi ki o da ağır hakaretleriyle, hırçınlıklarıyla beraber onu seviyordu. (Bitmemiş Defter)
- Ne kadar çirkin ve kötü hisler varsa, haset, kıskançlık, çekememezlik, gayz ve kin, her şeyin üstünde tutulmak gerekirken, çıkarlara göre kullanılmak istenen din örtüsünün altında saklanırdı. (Papağan Halit)
- Unutmak istediğim bütün anılar onun içinde idi . (Bir Ölünün Defteri)
- Aralarinda hallolunacak meseleler, paylasilacak seyler, birisine yahut digerine uyarak kabul olunacak fikirler ortaya cikti. Isin baslangicinda her ikisi de digerine karsi, karsilikli yardimlarda bulunuyorlardi. Oyle ki sonunda yaklasa yaklasa ya opusmek ya bogusmak lazim geldi. Opusmediler, bogusmak da istemediler, yalniz ayrilmakla yetindiler. (Saklanan Düşman)
- "Gel. dama çıkalım, sen uçurtmanı uçur, bende çoraplarını öreyim." (Sepette Bulunmuş - Hepsinden Acı)
- Sultan Reşat'ın cülusunun hemen akabinde bir gün Emrullah Efendi (İttihatçı) bana geldi ve oturmaya bile kuvvet bulmayarak yarı ayakta yarı sandalyede söyledi: “Sana mühim bir iş için geliyorum. Biliyorsun ki hünkâr için hükümet yirmi beş bin lira tahsisat teklif ediyor. Biz bunu fazla bulmuyoruz ama…” “Ama hünkâr kendiliğinden bunun beş bin lirasını terk edecek olursa efkâr-ı umumiye üzerinde pek iyi bir tesir hâsıl edecek.” (Saray ve Ötesi)
- "Evet. beni en çok mutlu edecek şey, annesi ve kızını öldürmek olacak!.." (Sepette Bulunmuş - Hepsinden Acı)
- Kaderin akışına engel olacak bir tedbir alınabilir miydi? (Bir Acı Hikaye)
- "Bu evlilik seni mesut etmek değil, aksine, öldürüyor..." (Ferdi ve Şürekası)