diorex
Dedas

Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir - Osman Şahin Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir kimin eseri? Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir kitabının yazarı kimdir? Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir konusu ve anafikri nedir? Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir kitabı ne anlatıyor? Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir PDF indirme linki var mı? Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir kitabının yazarı Osman Şahin kimdir? İşte Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 12.06.2022 05:00
Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir - Osman Şahin Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Osman Şahin

Tasarımcı: Erkal Yavi

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750710841

Sayfa Sayısı: 240

Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Usta öykücü Osman Şahinin bütün öykülerini yayımlamaya devam ediyoruz. 1989'da yayımlanan Ay Bazen Mavidir ve 1993'te okura sunulan ve yazarın Sait Faik Hikâye Armağanını kazandığı Selam Ateşlerinde toplam on sekiz öykü yer aldı. Elinizdeki kitap bu iki başlıkta toplanan öyküleri bir araya getiriyor. Yaşadığımız coğrafyayı diliyle, doğasıyla, insanıyla öykücülüğümüze kazandıran Ay Bazen Mavidir / Selam Ateşlerinin, her edebiyat okurunun kitaplığında yer alması gerektiğine inanıyoruz.

Bu muhteşem öyküler, Türk topraklarının derinine iniyor. Türk ruhuna bir lazer gibi tutulan ve hassas bir gözle ve karakterlerine duyarlıca yaklaşan Şahinin ne denli güçlü bir öykü anlatıcısı olduğunu bize kanıtlıyor. Şahinin öyküleri her zaman güncelliğini koruyacak evrensellikte ve modern zamanda yazılmalarına karşın bir zamanlar genç öykücü Ernest Hemingway için Gertrude Stein'ın şu söylediklerini şimdi Osman Şahin için de söyleyebiliriz: Bir modern söylemci fakat bir müze gibi kokuyor.

SERGIO ORTIZ

Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir Alıntıları - Sözleri

  • Çardağa yaklaştıkça bakışları değişmeye, yanakları terlemeye başladı Meço'nun. Ağzı, burnu, soluğu delice bir isteğin ürpermesindeydi. Bedenini saran cinsel açlığının özünü, kızcağızın bedeninde yakalayabilmek isteği, yapışkan bir tutku gibi sar­dı içini. Gözleri, bedeni, duyuları kamaştı. Çardağa girer girmez, koltuğundaki karpuzları bırakarak, olanca kudurganlığıyla sarıldı çocuğa. Ottan yatağın üstüne yatırdı onu. Çocuğun altın sarısı gür saçlarını avucunda toplayarak gerisine doğru öylesine güçlü çekti kanırdı ki, o çekişte yolunan saçların çoğu elin­de kaldı Meço'nun. Canı yanan, başına gelebilecek­leri sezen kızcağız, yabanıl çığlıklar atmaya başladı: "Annemi, annemi istiyorum! Anne, anneciğiiim! .. " Daha da bağıracaktı, Meço'nun yaba gibi güçlü, ka­lın damarlı elleri kerpeten gibi kapanmasaydı ağ­zına. Sesi soluğu çıkmaz olan çocuğu altına alarak hızla abandı üstüne. Öylesine iriyarıydı ki, pek çok insanın altında kalmış gibiydi kızcağız. Gene de körpe, güçsüz elleri, kollan, bacaklarıyla direnme­ye, çırpınmaya çalıştı. Ama gözü dönmüş Meço'yu durdurmaya yetmedi gücü. Her yanını iri, parlak ter damlaları kaplamış, boyun damarları şişmiş, gözleri dönmüş, yoğun bir istekle dudakları titriyor, burun delikleri hızla açılıp kapanıyor, gözü, kulağı, beyni uğulduyor, bedeni akıl almaz bir isteğin yalımında, ateşler içinde yanıyordu. Soluğu da, bir celladın so­luğu gibi kızcağızın ensesini, boynunu yakıyordu. Yıllarca teni bir kadın tenine değmeyen Meço, delice bir duygunun elinde kasıkları kan basıncının ateşiyle ağrıyor, düşünemiyor, göremiyordu. Gözleri ölümün ve dehşetin korkusundan ardına kadar açı­lan kızcağız, son kez yalvarmak, bağırmak istediyse de, olmadı. Korkusundan tir tir titreyerek altına ka­çırdı, işedi çocuk. Bunlar umurunda değildi Meço'nun. Şalvarını hızla çözdü. Kızın ufacık, ıslak külotunu bir çekişte yırtıp attı. Acımasızca yüklendi kızın üstüne sonra. Sıktı, ezdi, girdi, hızlandı. Soluğu sıklaştıkça sıklaş­tı. Acıdan, dehşetten, yüzü gözü kasılan, titreyen ço­cuk tekrar altına kaçırdı. Çılgınca bağırıp çağırmak istediyse de, ağzını burnunu örten güçlü pençelerin altında soluk bile alamadı. Neden sonra rahatlayıp kendine gelen Meço, elini kızın ağzından çektiğinde, sesi soluğu kesilmişti Güvercin'in. Beyninin tavanını döven o gümbürtülü istekten eser kalmayan Meço, kendine gelir gelmez felaketin büyüklüğünü görünce şaşırdı. Ayıltıp kendine ge­tirmek için küçücük tokatlar atmaya başladı kızın yüzüne. Ses soluk çıkmayınca, kucağına aldı sarsa­ladı çocuğu. Testi suyunu boca etti yüzüne. Ne ki, en ufak yaşam belirtisi yoktu kızın yüzünde. Korkudan, soluksuzluktan ölmüştü kızcağız. Çocuğun ölüsünü umutsuzca ot yatağın üstü­ne yatırarak doğruldu. Onmaz bir korku aldı içini. Telaşla soludu. Kulakları, yöresi, karanlık, bostan tarlası, orman, dere, sessizlikten çın çın öttü. O sessiz­liğin içinde kendisiyle çocuğun ölüsü yoktu sanki.
  • Garip huyları, davranışları olan bir insandır Meço. Tarlada, bayırda başıboş dolaşan, yayılan, çiftleşen hayvanları tadına doyum olmaz bir seyir­likmiş gibi izler. Bazen kendisi de isteklenir, dişi eşekler, kısraklar arar yöresinde. Uygun yer ve za­man bulamayınca avucuna tükürerek işini görür ya da güneşte dura dura içleri kan sıcağı olmuş, olgun, sulu karpuzlardan birini kopararak, çardağa çekilir. Bıçağıyla böğrünü oyduğu karpuzun deliğine sert­leşen cinsel organını sokarak, delice bir boşalma isteğiyle kerttiği olur karpuzu. Boşalmadan sonra derin bir pişmanlık ve utanma duygusuyla şalvarı­nın bağını çeker bağlar, kemerini kuşanır. Ardından, bütün suç karpuzdaymış gibi, kendisini günaha so­kan karpuzu tiksintiyle çarparak paramparça eder yerde. Meni artıklarıyla beneklenmiş kan kırmızısı karpuz parçalarına arılarla yeşil sinekler çokuşurlar sonra. Gariplikleri bunlarla bitmez Meço'nun. Güneşin batıyor oluşu, anlaşılmaz tedirginlikler, korkular yaratır bazen onda. Bu yüzden günbatımını haber veren ikindileri sevmez hiç. Günbatımını azıcık geciktirebilmek için, bostanlığa yakın tepelerin üs­tüne çıkarak bakışlarıyla yitip giden güneşin son parçalarını yakalamaya çalışır. Güneşin batıyor olu­şu, yerini karanlığa, bilinmeze bırakması, yolların, tarlaların insanı, hayvanıyla tüm seslerden boşalma­sı, arınması demektir çünkü. Hele hele güneş batıp karanlık iyice çökünce, ormanların gizemli uğultusu da buna eklenince, anlaşılmaz çözülmelere uğrar ki­şiliği Meço'nun. Kanında karıncalanmalar, huysuz­lanmalar başlar. Bir yakınını yitirmişçesine üzülür, ruhu sarsılır, bakışları değişir, ağır kasvetler çöker yüreğine. Böylesi anlarda üstündeki her türlü ahla­ki baskı ve alışkanlıklar kalkar. Ne yapacağı belir­siz, ürkünç duyguların ağır tortuları vurur yüzüne. Sabaha kadar sürer bu. Güneşin doğuşuyla birlik­te ruhunu ezen ağır baskılar uçar gider üstünden. Sakinleşir. Herkesin bildiği Meço olur. Güneşin do­ğuşu, tarlaların, yolların eski seslerine kavuşması demektir çünkü.
  • Yalnızlık demek kendi ken­dine yeterlilik demekti, güçlülüktü, bağımsızlıktı.
  • Gece yatağına çekilse, gözlerini yumsa, bu kez de gönül gözleri açılıyordu içinde. Ve sonsuz yürek ağrıları...
  • "Gelmiş geçmiş büyük kıyımlar, ağıtlar, göçler, tufanlar, çıldırtıcı sıcaklar, uçsuz bucaksız çöl ağızlarının gamlı hüzünleri saklıydı seslerin içinde. Dicle, Fırat boylarında yürüyüşe geçmiş ağır öldürücü silahların, kamıştan kargılarıyla boy ölçüşen büyük orduların öfkeleri, boğuk sesli davulların türkülediği hırsları, çelik zırhlara vuran, parçalayan enli geniş palaların şakırtıları, at kişnemeleri, kan yemini etmiş, çırılçıplak bedenleriyle çarpışarak toprağa düşerken deşilmiş karınlarıyla gökyüzüne bakarak kanlarını cömertçe ölüme sunan insanların yazgılarını, derin inançları, Kerbela'yı, ekmeği, zindanı, yılgıyı, köleliği, isyanı, başkaldırıyı, unutulmaya yüz tutmuş ve toprakların derinliklerinde kalmış büyük saklı kültürlerin gizli dilini, yerine göre bir çakmaktaşı gibi sert, öfkeli, yerine göre bir kelebeğin parmak uçlarında bıraktığı ipeksi tozlar kadar ince, yumuşacık insanları, üç-dört karışlık kavalının içinden bir soluk ağıtında geçirerek, içe dokunan sonsuz soluklarla üflüyor, yüreklerimize akıtıyordu. Bir bozkır kadar eski, yalnız, sahipsiz, bir bozkır kadar içli, yalın, temiz, yiğit, dokunan, öksüz, yalvaran, bir tür sahipsizlik kokan fukaraca çığlıkları içimizin el değmemiş alanlarına gönderiyor, oradan tekrar ona, onun üfleyeceği solukların karıştığı havaya dönüşüyor, kulaklarımızı yakıyor, duygularımıza dokunuyor, anılarımızın üstünden kayıyor, toprağın derinliklerinden gelen hazin, köklü bir duyuşu güçlendiriyordu içimizde. Hiçbirimizde en ufak devinim, kıpırtı, ses yoktu. İstasyonda sayısız kez gördüğümüz, dinlediğimiz Zülküf Baba'yı ilk kez görüyor, dinliyor gibiydik."
  • Sevmek, töresellikten değil gökten inen, insan yaratılışına sinen bir nimettir.
  • Korku yaşamın kendisiydi. Herkesi içine alırdı. En çok da insanlar korkuyor olmaydılar; korkmasalar o denli ateşli silahlara niçin sahip olma gereği duysunlardı ki ?
  • Kızın ufacık, ıslak külotunu bir çekişte yırtıp attı. Acımasızca yüklendi kızın üstüne sonra. Sıktı, ezdi, girdi, hızlandı. Soluğu sıklaştıkça sıklaştı. Acıdan, dehşetten, yüzü gözü kasılan, titreyen çocuk tekrar altına kaçırdı.
  • ..kötülüğün yeri yurdu belli olmaz, insan cinsi her şeyi yapar."
  • Aman oğlum, kötülüğün yeri yurdu belli olmaz, insan cinsi her şeyi yapar.
  • Kız çocuğu olsan neyse, kız kısmının başına bir şey gelse, insanın ağırına pek gitmez de, oğlan ço­cuğunun başına bir şey gelirse, sarsılır, yıkılır oğul. Irzına geçilen bir kızı ileride bir isteyeni çıkmasa da, tutar eş üstüne kuma verir kurtulursun.
  • "Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş meğer mahşerece sökülmez imiş." Seyrani
  • Gözlerimi yumsam, gece yatağıma çekilsem de, gelmiş geçmiş bir zaman evi gibi duran o dev mağara, derin, oyucu bakışlarıyla gelir, değişik insanlar, anılar, davranışlar, çığlıklar duyumsatır; usumu kurcalar durmadan.
  • Her zaman kendine ben­zer; benzemesini bilir.

Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir İncelemesi - Şahsi Yorumlar

HEİDİ, ÖMERCİK VE AYŞECİK EL ELE SANSÜRE: "Düşünce ve yazıda özgür olmak isterim, dünya davranışımızı yeterince sınırlıyor." Wolfgang Van Goethe __________ Osman Şahin'in okuduğum ikinci kitabı oldu. İlki otobiyografik öğelerin ağırlıkta olduğu Kolları Bağlı Doğanlar kitabıydı. Selam Ateşleri- Ay Bazen Mavidir kitabında birbirine yer yer tema, konu veya ele alınan duygu bağlamında benzer öğeler yer alıyor. Aynı zamanda birbirinden oldukça farklı öğeler de bulunuyor. O halde, 1993 yılında Sait Faik Hikaye Armağanı'nı kazanmış kitaptan en beğendiklerimden kısaca bahsedeyim. Selam Ateşleri, Toroslarda bir Yörük söylencesine dayanır. Zaten yazarın küçüklüğü bir Yörük köyünde geçmiş. Çok sevdiği bu kültür de hikaylerinde kullandığı temel öğelerden birisi olmuş. Çok da güzel olmuş. Hikâyenin merkezinde Torosların en ünlü nalbantı Bercis usta ile güzel Yörük kızı Simber bulunur. Bercis Usta bir gün atına nal takdırmak için gelen Simber'e tutulur ama açılamaz ilk başta. Bunun yerine onun atının nalına çentik atar. Günler sonra aynı atın nalında bir çentik daha görür. Bu, Simber'in de gönlü Bercis Usta'da demektir. Nihayetinde Bercis Usta ile Simber kaçarlar. Kaçarlar kaçmasına da, bu töreye karşı gelmek anlamına gelir. Bedirhan Ağa peşlerine düşer. Simber'i yakalarlar. Ama Simber, kendisini kınayan obasına karşı durur, af dilemez. Sorar gözlerinden öfke akan obasındaki kalabalığa doğru "Bir kadın ile erkek arasındaki gönül alışverişi, güneş kadar doğal, yağmur kadar gerekliyken, niçin hesabı sorulsundu kendisinden?"(s.23) Böylelikle yerel bir gibi gözüken ve Torosların bir Yörük obasında geçen hikaye, evrensel bir mesaj taşıyan bir hikayeye dönüşür: aşk ve toplumsal bağlar arasında sonu bitmez, sadece şekil değiştiren çatışma. Hikâyenin başında yazar, uzun bir tasvir yapar. Bu tasvirin merkezinde bir mağara bulunur. Bu mağara aynı zamanda bir metafordur: çağlara açılan kapıdır. Bir nevi yerelden evrensele taşınan hikayenin simgesidir. Nitekim hikayede somut bir işlevi de bulunur. Bunu hikayeyi okuyunca kendiniz görürsünüz. __________ KAMU SPOTU: "Bir kitabın yakılması, bir düşünce uğruna hapse atılmak, her zaman cahil bir kuşağın çağın dahilerine ödediği vergi oldu." Voltaire __________ Bayan Ali hikayesinin merkezinde Zekiye ile oğlu Ali bulunur. Zekiye henüz altı aylık evliyken kocasını kaybeder ve kısa süre sonra doğan oğluna kocasının ismini verir. Zekiye hayattan "...hiç memnun olmayan, aksine ona diş bileyen, doyumsuz, mutsuz…" bir kadındır. Arkadaşı yoktur. Evden dışarı kolay kolay çıkmaz. Kendini ev işlerine vermiş ve bunu öylesine şiddetli, ciddi yapar ki görenler evi temizliyor da zihninde dolanan tilkileri kırpıyor zanneder. Kendisine talip de çıkmaz kendisi de yeni birini istemez. Nitekim kendi kadınlığını da beğenmez. Sonuçta tüm sevgisini oğluna aktarır. Aktarır aktarmasına da her şeyin fazlası zarardır. Ali, "bir oğlan çocuğu değil de, saksıda çiçekti sanki". Öyle ki Zekiye, oğlunu uyarır: kız çocukları kirletilirse de ileride onlara bir koca bulunur ama erkek çocuğu kirletilirse ona ebediye ne kız bakar ne de bir yerde tutunabilir. İyi de Zekiye durduk yere neden böyle uyarır oğlunu diye sorar yazar. Çünkü ortada hiçbir şey yok. Zekiye'nin uyarma nedeni, hayatta hiç kimsesi olmamasıdır, yani duyduğu derin yalnızlık etkilidir. Bununla birlikte, kocasına tıpatıp benzeyen oğlunu sevdiği vakit aynı zamanda kaybettiği kocasını da seviyor olmasıdır. Hikayede bu yönde detay verilmiyor ancak Zekiye'nin garip bir insan olması ve genel özelliklerini ele alıp düşününce Ali'ye aynı zamanda sapkın bir sevgi beslediği tahmininde de bulunabiliriz. Ve bir gün Zekiye ölür ve Ali bir başına kalır. Bu ölüm sırasında benim en çok beğendiğim unsur, Ali'nin annesinin mezarı başındayken aynı zamanda bir rahatlama duygusu hissetmesidir. Bu işte son derece gerçekçi bir öğedir. İnsan ne siyah ne beyazdır; hayat romantik değildir. İşte Ali'nin annesi yeni ölmüşken hissettiği bu rahatlama duygusu bize bunu anlatır. Hemen ardından da vicdanı sızlar, kendine kızar. İki uçta gidip gelme durumu aslında Ali'nin hayatı boyunca sürer: "öteden beri iki duygu çarpışırdı içinde; biri içli, yumuşak, kadınımsı bir duyguydu ve görünmeyi istediği asıl kimliği oydu. Öbürü ise, erkek arkadaşları gibi görünerek, her koşulda onlara benzemeyi isteyen, sunturlu küfürler eden, bol cigara içen, gösterişli, kaba erkeklerin dünyasıydı…"(s.38) Arada bazı olaylar olur ve bunların neticesinde Ali evine kapanır, hakkında söylentiler alır yürür. Kendisine 'Bayan Ali' denmeye başlanır. İntiharın eşiğine gelen Ali, başka bir çözüm yolu bulur: güçlü mü güçlü, dölü kuvvetli bir boğa alır. Bu boğaya kendi ineklerini dölletmek için köylüler sıraya girerler. Ee tabi, 'bayan' lakabı da unutulur. Hikâyenin sonunda 'hassas' insanların hoşlanmayacağı bir paragraf vardır. Ali'nin boğasının köylülerin inekleriyle çiftleşme sahnesi gerçekçi şekilde anlatılır. Şimdi denilebilir ki "ne gerek var?". Anlatayım neden gerek var: Boğa aynı zamanda bir metafordur. Bunu hemen bir arka sayfadaki cümlelere dayanarak söylüyorum: "Boğaların görkemli görünümleriyle, kendi gö­rünümünü birleştirerek kendi erkeksi güçsüzlüğü­nü örtmeye çalışan Ali de, inekleri kendisi döllemiş gibi kabarır, bıyıklarını burar, gümüş saplı kırbacını köylülerin sırtına vurarak boğaların gücü aracılığıy­la bir erkeklik dersi vermeye başlardı onlara: "Ne sandınız ya? O ineklerin yerinde siz olsanız, siz de iki büklüm olurdunuz…"(s.56) Kadın olmak isteyen ama olamayan, gururu iki paralık olan ama yaşamak için erkek olduğunu göstermesi gereken ama kadınlara karşı cinsel istek duyamayan Ali, kendisinin yerine bir boğanin cinsel gücüyle tatmin olur. O boğa, sanki kendisidir, boğanın altındaki inekler de, toplumun kendisine cinsel istek duyman gereken cinsiyet olarak zorunlu tuttukları kızlardır. Aynı zamanda böylelikle köylülerden intikamını da almaktadır. __________ KAMU SPOTU: "Toplumun ahlaka aykırı saydığı kitaplar topluma kendi ayıbını gösteren kitaplardır. O kadar." Oscar Wilde __________ Güvercin Artık Dönmeyecek, benim kitapta en beğendiğim hikayedir. Kolları Bağlı Doğan'ın uzun giriş hikayesindeki sarsıcılık ve gerçekçilik bu hikayede bulunuyor. Aynı düzeydeler diyebilirim. Her iki hikayede de insan psikolojisi çok iyi yansıtılmıştır.Korku- gerilim türünde çektiği filmlerle tanınan ünlü yönetmen A.Hitcock en iyi filmler, en kötü kitaplardan çıkar manasında bir söz söylemiş. Bu hikayeyi görse bence, "bu hikaye, benim sözümdeki istisnadır," diyebilirdi. Bu arada Hitcock'la da alakalı çok ilginç bir bilgiyi incelemenin sonunda vereceğim. Şimdi gelelim hikayeye. Bir kere girişte realizm ve naturalizm akımlarının dünyada önde gelen isimlerine taş çıkartacak harika bir tasvir var. Zira, bu doğa tasvirleri diğer çok sayıda hikayesinde başat bir unsurdur. Hatta kısaca bahsedeceğim bir hikayesinin direkt baş aktörüdür. Bu harika tasvirden sonra yine bir köye misafir oluyoruz. Kahramanımızın adı Meço'dur. Meço tek kelimeyle yapayalnız bir insandır: "gece gibi karanlık, az konuşan, kaygısız, gizlerle dolu, hırçın, yalnız biridir." Bir defa evlenmiş onda da haftasına varmadan karısı evi terk etmiş, çünkü karısına şiddet uygulamış. Ne malı var ne mülkü… Ve "şefkatli sözler söyleyecek bir tek arkadaşı, dostu, sırdaşı yoktur." Gece kavramı özellikle vurgulanır. Bu, aynı zamanda hikayedeki bence üç metafordan birisidir. Gece, Meço'nun karanlık yüzüdür, genel manada ise insanın kötü yanını temsil eder. Bundan dolayı gece olunca Meço, huysuzlanmaya başlar, "bir yakınını yitirmişçesine üzülür, ruhu sarsılır, bakışları değişir, ağır kasvetler çöker yüreğine," ve bastırmaya çalıştığı cinsel açlığı ortaya çıkar. Güneş ise Meço'nun nispeten iyi yanı, genel olarak da nispeten iyilik veya olağan durumdur. Kısaca Meço sorunlu bir tiptir. Garip davranışları, huyları vardır. Herkesten uzakta bostan bekler. Bu sırada ineklerin yaylanmasını izler. UYARI: Paylaşacağım alıntıya 'hassas' insanlar bakmasın. Bu huylardan birisi şudur: gonderi/86239961 Şimdi denilebilir ki, "ne gerek var buna?" Gerek var. Bunu birazdan anlatacağım ama önce böyle olaylar hiç yaşanmıyor zannedilme durumuna ben bizzat tanık olduğum iki garip olay anlatacağım. Ben köy nedir bilmem, çok ufakken yazları gidermişiz, o kadar. Akrabaların deyimiyle "şeherliii çocuğuyum" ben. Ama şehirde de oluyor garip olaylar. Bunlardan ilki, üniversitede okurken kaldığım yurtta birkaç ay sonra oda arkadaşım olacak yakın arkadaşım D'nin kaldığı odaya çıktım, çünkü arkadaşım çok acil gel diye mesaj atmıştı. Çıktım, arkadaşım baya gülüyor ve şaşkın. Bana elinde bir su şişesi gösterdi. Peçeteyle tutuyor, dokunmaktan çekinmiş. Biraz dikkatli bakınca su şişesinin ucu kesilmiş, içine sünger konulmuş, ucunda dar bir gedik bırakılmış. Biraz daha dikkatli bakınca o gedik ve gediğin çevresinde meni kalıntıları bulunuyor. Meğer, arkadaşım D'nin mülayim, sessiz sakin, gayet dindar oda arkadaşı kendisine su şişesi ve süngerden bir vajina yapmış. Bir hafta güldük. Yanlış anlamayın. Ben ne kınıyorum ne yargılıyorum. Bunda kötü bir şey yok. Ha tuvalete gitmiş eliyle mastürbasyon yapmış ha yapay vajinasına penisini sokmak suretiyle yapay seks yaşayarak tatmin olmuş. Bunlar normal, yaşanıyor. İkinci olay, bu dediğim yurttan bir önce kaldığım yurttayız bu sefer. Daracık odalarda altı kişi kalıyoruz. Neyse ki dört kişiyiz. Az önceki olaydan tanıdığınız yakın arkadaşım D de yanımda. Bir de Ü var. Bu Ü, abartmıyorum hayatımda gördüğüm en garip insan. Kendisini çok da severim. Bir saat durun yanında güle güle ölürsünüz. Neyse oturuyoruz. Bir anda "D ve K, kulaklıklarınızı takıp, benden öteye döner misiniz, lütfen," dedi ama o Elazığlı, güzel bir şivesi var. D alışmış çünkü o benden iki üç hafta önce bu yurda taşınmıştı. O güldü, bir saydırdı, kulaklığı takip duvara döndü. El ettim ne oluyor manasında, D "Otuz bir çekecek …" dedi. Beni bir gülme aldı, bir gülme aldı anlatamam. "Ü, abicim tuvalet var, banyo var, git orada hallet işini. Bizim yanımızda yapılır mı bu, hadi gözü kararttın, nasıl kendini rahat hissediyorsun da yapıyorsun, insanın şeyi kalkmaz abi dedim," Ü, bana mısın demedi. Bir de güzel ve komik konuşuyor ki, gel de kır adamı. Adamın ranzası bir arkamda, yani önünde yatıyorum. Hem iyi hem kötü. İyi yanı görme ihtimalim yok, tabi yastığı ona göre koyarsan. Kötü yanı tam önünde olunca sanki beni s…muş gibi olması. Neyse sonra bir gün yine konuşuyoruz. Yemeği çok kaçırmışım, geğiriverdim. O bizim yanımızda otuz bir çekmeye çekinmeyen Ü, demesin mi "İnsanların içinde geğirilir mi," diye. Hem de çok ciddi. Beni şimdi yazarken bile gülme aldı. O gün yerlere yatıyorum güle güle. Bunun üzerine oturduk iki saat, insanların yanında otuz bir çekmek mi daha ayıptır yoksa insanların içinde geğirmek mi, bunu tartıştık ciddi ciddi. Hazır anlatmaya başladım iki tane daha garip olay anlatayım. Yaşanmıyor canım bunlar. Lisedeyiz. Lisede yurtta kalıyoruz. En büyük heyecan kaynağımız olan aktivite yurttan kaçmak ve sigara içmek. (KAMU SPOTU: Sigara sağlığa zararlıdır.) Bir gece yine kaçtık. Okul ilçenin dışında, arada tarlalar var. Sonra hal var, ondan sonra şehir merkezi. Biz gece gider, şehir merkezinde gece gündüz açık, kahvaltılık şeyler de satan bir dükkana uğrarırız yahut lahmacuncuya gideriz. Lahmacun da bizim lisede bir metafor olmuştur. Düzene karşı gelmenin simgesidir, lahmacun deyip de geçmeyeceksin arkadaş. Neyse, o gece sanırım kahvaltılık bir şeyler aldık. 70'lik bazuka yani votka, üç beş tane de bira aldık (KAMU SPOTU: İçki sağlığa zararlıdır ve pahalıdır.) Geçtik halin çıkışındaki parka, burası da mekan olur bizim. Yiyoruz, içiyoruz. Arkadan da arabesk açtık, gören de dünya kadar dertleri var sanır. Ama bir dünyamız da hepi topu okul-yurt- hocalar izin verir, harçlığımız yeterse çarşıydı. Böyle dar hayatın da derdi kendine göre oluyor. Neyse kafalar güzel, yanımıza ilçenin ve yerelde de parkın müdavimlerinden başıboş Kürt C. geldi. Adı böyle anılır, başka bir amacım yok belirtirken. C dememin nedeni de ismini tam hatırlayamadım. Ama baş harfi C'ydi. Neyse bunun derdi gücü kavga, dövüş vesaire. Yanımıza oturdu, bir şey demeden aldı iki birayı içti. Tabi, bir şey demiyoruz. Bir yandan da anlatıyor, "Şu tepeye çıkacaksın, füzeleri yollucaksın kaymakamlığa, karakola," bir de gülüşü var ki o esnada, ben şerefsizin önde gideniyim diyor adeta. Sinirleniyoruz ama bir yandan da korkuyoruz. Belki şimdi döveriz bunu ama uzun süre çarşıya bir daha çıkamayız. Neyse bir bir buçuk saat oturduk. Yurda dönüyoruz. Arka bahcedeki duvara geldik ki yangın merdivenlerinde bizim E, anadan doğma çıplak halde göbek atıyor. Bizi bir gülme aldı ama bir yandan da acaba kafalarımız güzel olduğu için biz mi yanlış görüyoruz diye şüphedeyiz. Neyse atladık girdik yurda. E'yi yatağına yatırdılar. Üstüne de bir şey giydiremediler. Öylece yattı. Diğer olay için yeniden üniversitedeyiz. Gündüz vakti, hafta sonu. Sahilde belediyeye ait tuvaletler var. Çok da sıkıştık arkadaşla, hızlı hızlı geldik. İki kapı da kapalı. Ama birini tıklayinca iki kişinin kıpırdanmasını duyduk. Fısıldaşıyorlar. Neyse biraz uzaklaştık ama çok sıkıştığımız için gitmedik. Gülüyoruz güpegündüz burada yapılır mı diye. Kapı açıldı bir erkek bir kız iki ergen genç koşarak uzaklaştı ama erkeğin ayağı kaydı düştü. Arkadaş gidip kaldırdı. Umarım prezervatif kullanmışsındır deyince çocuk yıllardır bu işi yapıyor gibi yüksek deneyimli gülüşü atarak, "tabi abi, ne sandın beni," dedi ve gitti. Yine güldük. O kadar deneyimli ama bir yer bulamamış. O da ayrı bir gariplik. Ben bu olaylara şehirde yaşarken tanık oldum. Benim tanık olmadığım daha nice gariplikler her gün yaşanıyordur. Şimdi ben bunları anlatıyorum diye şehirlileri nasıl kötülemiş olmuyorsam, bir yazar da köyde yaşanılan garipliklere hikayelerinde yer veriyor diye köylüleri kötülemiş olmuyor. Siz kabul etseniz de etmeseniz her gün bir yerlerde garip olaylar yaşanıyor. Sırf bunları okuyunca köylüler hakkında kötü düşünecek varsa o hayattan zerre bir şey anlamamıştır veya yaşamıyordur bence. Devam edelim: Meço bir gün yine bostandayken, ablasının kızı Ayşe ile onun arkadaşı Güvercin kendisine yemek getirirler. Güvercin, Ayşe ile ayni yaşta olmasına karşın vücut olarak daha çok olgundur. Meço da onu izler ve cinsel açlığı yavaş yavaş uyanır. Yine uyarıyorum, 'hassas' insanlar bakmasın: gonderi/86241355 Öncesinde Güvercin'i kucağına alır, öper ve kız ürker kendini geri iter. Meço ona güven verici şekilde davranınca çocuk aklıyla kötü bir şey yok sanır ve Meço'nun kuşlarını görmek ister. Ayşe evine gider, Meço sen git, Güvercin sonra gelecek der. Sonuçta yukarıdaki alıntıda anlatılanlar yaşanır. Şimdi denilecek ki bunları anlatmaya "ne gerek var?" Gerek var. Çünkü yazar böyle takdir etmiş. Karpuz için de öyle. Ama bununla birlikte, yazarın mensup olduğu edebi akım olan realizm ve spesifik olarak da toplumcu realizmde yazar ne görüyorsa kendisini geri çeker, soyutlar ve olduğu gibi aktarır. Bu ekolun yani realizmin ilk ve önemli temsilcilerinden Stendhal'e kulak verelim mi: "A efen­dim, ro­man de­di­ğin uzun bir yol üzerinde do­laş­tı­rı­lan bir ay­na­dır. Bir ba­kar­sın, gök­le­rin ma­vi­li­ği­ni, bir ba­kar­sın yo­lun iri­li ufak­lı çukurların­da bi­rik­miş ça­mu­ru gö­rür­sün. Son­ra da kalkıp hey­be­sin­de bu ay­na­yı ta­şı­yan ada­mı ahlak­sız­lık­la mı suç­la­ya­cak­sı­nız? Ay­na­sı çamuru gös­te­ri­yor di­ye ay­na­ya ka­ba­hat bulmak olur mu? Böy­le ça­mur çu­ku­ru bu­lu­nan yo­la, da­ha doğ­ru­su su­yun ak­ma­sı­nı kok­ma­sı­nı, ça­mur çukur­la­rı oluş­ma­sı­nı ön­le­me­yen temizlik müfettişi­ne ça­tın."(gonderi/86297411) Bence gayet açık. Ama hala ne gerek var diyenler varsa, bu hikaye başından sonuna kadar izleyebileceğiniz çoğu gerilim filminden çok daha başarılı bir gerilim yaşatır insana. Üstelik bunu oldukça zor bir tür olan hikayede gerçekleştirir. Hikâyenin daha başındaki son derecede gerçekçi tasvirlerle olayın geçeceği köyde kendimizi buluruz. Meço'nun karakterini ve ruh halindeki değişimleri adım adım anlar ve hissederiz. Yazar, Meço garip bir insan deyip bıraksa ve karpuz örneğini vermese, onun gariplik düzeyini nasıl anlayacağız? Yazarın kafasında anlatmak istediği bir gariplik seviyesi var. Onu bu şekilde yansıtmış. Üstelik yazar demeçlerinde, yaşadığı köylerde veya muhitlerde tanık olduğu ve duyduğu birçok garip veya değil olayları tek tek not aldığını ifade etmiş. Ve yazar olduğu vakit de kentlerdeki aydın sınıfa, taşradaki hayatı olabildiğince gerçekçi bir şekilde duyurmak istediğini ifade etmiş. Görüyorum ki çok da başarılı olmuş ve hala oluyor. Ancak sorun şu, duyurduğu kentlerde artık aydın kalmadı. Temel sorunlardan birisi de bu. Aynı şekilde tecavüz sahnesini iki cümleyle geçse yine aktarılmak istenilen duygular, hisler, gerçekçilik tamamen havada kalacaktı. Yazar kafasında bu hikayeyi bu düzlemde kurmuş. Bu nedenle kalkıp da başka türde birtakım yazarlar nasıl yapmışsa o da öyle yapsaymış demek ne edebiyattan anlamaktır ne de objektif akılcı bir yaklaşımdır. Bir kere adı üstünde onlar başka tür edebi akımlar, türler. İkincisi yazardan yazara olayları ele almak, aktarılmak istenilen olgular, aktarılma gerçekçilik seviyesi vesaire gibi etmenler değişiklik gösterir. Bu etmenler çerçevesinde zihninde bir plan yapar ve buna yönelik yazar. Sen kalkıp da öyle olmasaydı dediğin nokta veya noktalar o hikayeyi oluşturan birbirine bağlı etmenlerden, unsurlardan bir tanesidir. Bunu kaldırıp atarsan hikaye havada kalır. Amaca ulaşılamaz. Yazarın kurguladığı, planını yaptığı hikaye yirmi vagonluk bir trense bunlardan beşini, onunu, on beşini kesip atmak demektir. Bir hikaye kısa gözükür ama onun ardında haftaların, ayların ve yılların emeği vardır. 'Hassas' insanlar rahatsız oluyor diye atilamaz, sansüre uğratılamaz. Çocuklar denilecek. Birincisi bu kitap çocuk kitabı değildir. İkincisi dünya artık global bir köy olmaya doğru gidiyor ve oluyor. Artık yasakçı, aşırı korumacı bir eğitim anlayışı tutunamaz. Sen çocuğu televizyonlarda çıkan saatte uykuya göndersen o bilgisayarindan, tabletinden veya telefonundan yine girer nete. Nette erişim engeli koydun diyelim. Vpn'den girer. Hem de istediği siteye. Peki napacağız, komple interneti keseceğiz, çocuklarımız zarar görmesin diye tüm ülke Kuzey Kore gibi olacağız. Olduk diyelim böyle olmak o çocuklar için faydalı olan mıdır. Bambaşka bir eğitim anlayışı, bambaşka bir yaklaşım gerekiyor. Ne bu anlayış ve yaklaşım diyebilirsiniz. Ben de tam olarak bilmiyorum. Bir şeyler gözlemliyorum. Düşünüyorum, sorguluyorum yasağın, aşırı korumacı tutumun bu devirde işe yaramayı bırak, ters teptiğini görüyorum. Yakın gelecek ise bambaşka olacak, belli. Biz hala hikaye veya kitap sansürlemekten bahsediyoruz ciddi ciddi. Bundan önce çocuklarımızı, Bayan Ali hikayesindeki Ali gibi yetiştirmesek keşke. İlla onla birebir olacak diye bir şey yok ama hepimiz biliyoruz ki, pek çok aile çocuğunu Ali veya ona benzer yetiştiriyor. Bir şey diyeyim mi, çocuklarınıza asıl zararı bu verir. Sonra çocuklarınıza kendi vücudunu tanıması için yardımcı oluyor musunuz. Pedagojik okumalar yapıyor musunuz, eğitimler alıyor musunuz. Sünnet düğünleri yapıyor ve hala oralarda penisinden kesilen bir parça nedeniyle onun üstün cins olduğu hissini mi veriyorsunuz. Karşı cinsine yabancı mi büyütüyorsunuz yoksa. Kadın erkek astronotlar yeni gezegenleri beraber keşfederken yoksa siz kız ve erkek çocuklarını hala her alanda ayırmaya ve birbirlerine karşı yabancılaşmalarina mi neden oluyorsunuz. Çocuğunuza cinsel eğitim veriyor musunuz. Yoksa hala kendilerini leylekler mi getirdi zannediyorlar. Yabancılara veya yakınlarına karşı yani onların kendi cinsel bölgelerine dokunmamalari gerektiği yönünde uyarıyor, eğitiyor musunuz. Çocuklarınız cinsel içgüdüleri ve hormonları artış gösterdiği yaşlarda gelip sizinle bunları paylasabiliyorlar mi. Mesela ilk defa gece boşalan erkek çocuğunuz, gelip sizinle bu deneyimini -ki bu şok edici bir deneyimdir- paylaşabiliyor mu, ya da kızınız aynı şekilde. Peki erkek çocuğunuzun sevgisiyle tanışıyor musunuz bilhassa kızınızın… Ben söyleyeyim mi, bu toplumdaki ailelerin çok büyük bir çoğunluğu yapmıyor bunları. Cinsellik her an bir yerlerde yaşanılan ama konuşulması, adının anılması zinhar yasak olan hatta ona dair her şeyin yasak olduğu, erkek ile kızın kesinkes birbirinden ayrı büyümesini olabildiğince sağlamaya çalışan, erkekleri üstün ırk gibi büyüten ama kızları ise her an tecavüz edilme pardon pardon jargonuyla söyleyelim, her an namuslarinin kirletilme tehlikesiyle fanustaki bir çiçek gibi büyütmeye çalışan, erkeğe sonsuzca özgürlük verip kızı eve veya toplumda belli yerlere ve saatlere ve is kollarına hapsetmeye çalışan ve erkeği kadının koruyucusu, muhafızı ve üzerinde yüksek hak sahibi olarak yetiştiren dolu aile var. Bu ve daha nice benzer nedenlerden dolayı bu toplumun büyük çoğunluğu cinsel açlık çekiyor. Ve cinsel açlık, doğru ve etkili eğitim verilmeyip otokontrolunu sağlamakta zorlanan veya başka sorunları olan insanlarla buluşunca ortaya dehşet verici olaylar çıkar. Şimdi bu olaylardan birini gerçekçi bir şekilde hikayeleşirdi diye Osman Şahin mi suçlanmalı, sapık veya sapkın olarak o mu görülmeli. Neyse… Peki bu sahneleri ve TABİKİ hikayenin bağlamı içinde okurken ne hissettim: Tecavüz olgusundan son derece tiksinme, korku evet korku, o çocuğun korkusu, çaresizliği, ve òte yandan Meço'nun korkusunu, sonra onun kötülüğünü hissettim, bilhassa gece olunca o kötülük tüylerimi dikenleştirdi. Köpeğini de öldürdü ardından, korktu ve hakimdi üzerinde kötülük. Kötülük ayrı bir şey değil ayrıca o kendisiydi. Her insan iyiliği de kötülüğü aynaya baktığında görebilir zaten. Ama insan hep iyiyi kendinde kötüyü de başkalarında görmek ister. Hatta bazı kötülükleri tamamen yadsimak, unutmak ister. Ama bu tarz hikayeler, dur unutma der, unutursan yadsırsan bunları önlem alamazsın, kamuoyu yaratamazsın ve en önemlisi bunlara karşı hayret duygunu yitirir kanıksarsın uyarısında bulunurlar. Hikâyenin teması şu alıntıda gizli aslında: "Cesedi parçalara böldükten sonra mı atsaydı orma­na yoksa? O zaman parçaları kurtlar, çakallar yer bitirirler, sabaha kıymığı kalmazdı. Böylece çocu­ğu kurtların, çakalların parçalayıp yedikleri kanısı uyanırdı herkeste. Tam çakalca bir düşünceydi bu. Kötülük, insanı binbir kurnazlığa sürükler derler. O kurnazlıkla tekrar girdi çardağına."(s.95) Bu hikaye hakkında son diyeceğim: karpuz vardı hani, Meço'nun kendini tatmin etmek için kullandığı, hikayenin sonunda ahali suçlunun Meço olduğunu anladığı sırada Meço'nun sırtına karpuz ve kavunlarla dolu bir şey koyuyorlar. Bu sayede kaçamıyor. İşte bence karpuz burada vurgulanan ve kasten konulan bir öğedir. Karpuz, Meço ve onun gibilerin cinsel açlığıdır. O cinsel açlık insanın sırtına yüklenecek en ağır yüktür. Otokontrolü yoksa ve birtakım kötü özellikler, olaylar da buna eklenirse cinsel açlık hiç umulmayan anda iplerinden boşalabilir. Bu toplum malesef düz duvara tırmanan pek çok insandan oluşuyor. Bu sorunu çözmenin yolu, bu veya herhangi bir hikayeyi, kitabı sansürlemek veya yasaklamak değildir. Keşke o kadar kolay olsaydı. __________ KAMU SPOTU: "Ahlaka uygun olan ya da uygun olmayan kitap diye bir şey yoktur. Kitap denen şey ya iyi yazılmış ya da kötü yazılmıştır. Hepsi bu." Oscar Wilde __________ Köstebek adlı hikayede kahramanımız bir köstebektir. Köstebek korkusundan sürekli toprağı kazar. Bir yol yapar, durur sonra ya bu yoldan düşmanları gelirse, başlar ikinci yola, o biter, kısa bir rahatlama, sonra ya buradan da başkaları gelirse, bu sefer başlar üçüncü yola. Böyle böyle tüm Köstebekler birbirlerinden ayrı korkarlar ve kazarlar. Nihayetinde, o korktukları düşmanla bir araya gelemeyip ayrı ayrı kazarak darmaduman ettikleri toprak içinde karşılaşırlar. Bu düşman güneştir ve onun ışıkları delik deşik olmuş toprakta şimdi Köstebekler üzerindedir. Peki neden bir araya gelemez bu Köstebekler aynı şeyden korktukları halde? Bu soruyu kendimize soralım. Çünkü hepimiz birer 'köstebeğiz'! __________ "Bir insan, ahlak dersi verdiğinde, sizin gözünüzdeki değerini düşürüyor ve gülünç hale geliyor." Friedrich Nietzsche __________ Adı Berdan adlı hikayede kahramanımız Toroslarda akan bir sudur. Yazarın doğa tasvirlerinin zirveye çıktığı hikayesidir. Berdan suyu akarken Bolkar dağlarında asırlık kültürün, yaşanmışlıkların kokusu gelir burnumuza. Bu edebi şölenin içinde aynı zamanda yazar bize şunları anlatmak ister: "Doğumundan ölümüne kimseye bir yararı olmayan, dünyaya bir kazık çakmadan yaşayan, bedava soluk alıp veren, ölen kimi asalak insanlara benzemez o." (S.217) __________ KAMU SPOTU: "Düşünce suç olmaz, ya olursa eğer, en büyük düşünce suçu, düşüncenin suç olabileceğini düşünmektir." Sabahattin Eyüboğlu __________ Çan, hikayesinde kahramanımız bir kurttur. Bu kurt bir avında sağlam kayaya toslar ve insanların elinde düşer. Bu kurttan çok çekmiş Oba halkı, assak mı kessek mi diye tartışırken Obanın bilge kişisi gelir ve farklı bir fikir öne sürer: bu kurdun bir yerine çan takalım. Avlanarak yaşayan bir hayvana verilebilecek en 'insani' ceza budur. Ve bu yapılır, ardından da kurt salınır. Gider gider ama çan yüzünden bir türlü avlanamaz. Bu kurdun akıbetini siz okuyunca görürsünüz. Benim diyeceğim ise, bu hikaye insanın hayvandan farkı olan yüksek aklını oldukça vurucu ve anlamlı şekilde anlatır. Evet, kurdu aklıyla alt eder insan ama bu alt etme ne kadar insani'dir. Ya da daha doğrusu, insani nedir? Diğer hikayeleri de beğendim. Ama en beğendiklerim bunlardı. Kitap gayet güzel arkadaşlar. Hikayelerde tabiat tasvirleri, insan tasvirleri, karakter yaratımi, insan psikolojisini aktarım, öyküleme tekniği tek kelimeyle harika. Hikayelere art niyet barindirmadan bakılırsa, yazarın edebi açıdan çok yönlü oluşunu rahatlıkla görebilirsiniz. Herkese tavsiye ederim. Pardon, herkese değil. Nitekim artık herkesin her kitabı okumamasi gerektiğini düşünüyorum. 'Hassas' insanlar okumasin. Sağduyulu, akılcı, hemen gaza gelmeyen ve edebiyat nedir, edebi kuramlar nedir ve özellikleri nelerdir bunlara dair birazcık okuma yapmış, hayata farkli açılardan bakabilen herkese tavsiye ediyorum. Durun, henüz bitirmedim. Hani başlarda Hitcock hakkında bir sürprizim var demiştim. Sıra onda. __________ KAMU SPOTU: "Sansür, geçerli anlayışları ve var olan kurumları ve yasaları birilerinin sorgulamasını engellemek için var. Bütün ilerleme geçerli anlayışların sorgulanmasıyla ve var olan yasaların ve kurumların değiştirilmesiyle gerçekleşir. Sonuç olarak ilerlemek için gerekli olan ilk şey sansürün kaldırılmasıdır." Bernard Shaw __________ Size tarihte yasaklanmış bazı kitaplar ve yasaklanma nedenlerini yazacağım. Hazır mıyız, aldık mi popcornlarımızı, başlayalım o halde: Bizim Köy, Mahmut Makal'in aynı Osman Şahin'in amaçlarıyla yazan bu yazarımızın 1950 tarihli kitabı, ANADOLU KÖYLERİNİ FAKİR ve SEFİL YANLARINI GÖSTEREREK komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle Türkiye'de yasaklanmış. Cidden, hani şu Heidi, Ömercik ve Ayşecik'in el ele tutuşup oyun oynadıkları hiçbir sorunu olmayan ülkemizde. Hayret doğrusu. Lolita, V.Nabokov: Müstehcen olduğu gerekçesiyle Fransa, İngiltere, Kanada, Yeni Zelanda, Güney Amerika ve Arjantin'de yasaklanmış. Hani kitabı okumasam, Çernobil patlamasından arta kalan artık nükleer madde zannedeceğim. Ama 'hassas' insanlar okumasın. Sırça Köşk eseriyle devlete başkaldırdığı gerekçesiyle yasaklanan Sabahattin Ali'yi geçiyorum. --- Atsız bunu beğendi. Renkahenk/ Can Yücel: Bu şiir kitabı yine Heidi, Ömercik ve Ayşecik üçlüsünün olduğu ülkemizde 1980 yılı gibi insan haklarının, özgürlüğün ve demokrasinin şaha kalktığı bir dönemde, müstehcenlik suçlamasıyla toplatılması çok garip. Herhalde toplayıp ihtiyacı olan insanlara, okullara falan gönderdiler. Yengeç Dönencesi/ Henry Miller: Naptin sen, söyler misin dostum? Sus, konuşma terbiyesiz seni! Bu var ya bu, romanında müstehcen şeyler yazmış. ABD'de 30 yıl kitabı yasaklı kalmış. Oh olmuş, pis 'sapık'. O zamanlar çocuk olup bu kitabın gadrinden uzak büyüyen o Amerikalilar ne kadar ahlaklı oldular. Alice Harikalar Diyarında/ Lewis Carrol: Yok artık! Senin ne işin var dostum, müstehcenlik mi yok yahu olur mu öyle şey. Değil, iyi bari. Neden ne peki. Hayvanlara haddinden fazla insan özellikleri yüklenmiş olmasının insanlara hakaret sayılacağı, ileride çocukların (bak yine çocuklar, yasaklar zaten ya çocuklar ya da toplumun arı, namusu bahane edilerek yapılır ve bir de devlete hakaret) hayvanlarla insanlara eşit düzeyde yaklaşacağı gerekçesiyle. Bunu kim düşünmüş dostum. Çin'in Huan eyaleti. Bu Çinliler garip insanlar.. Candide/ Voltaire: Aa dostum, yukarıda sözünü kullandım ama altına ismini yazdım ve mail attim, adresin şuydu değil mi: [email protected] Pikaresk romanın, dur ben söyleyeyim, kesin müstehcenlik. Biliyorum abi ben malımı. Bu kafa hiç değişmez. İster 18. yy olsun ister 27. yy. Nerde oldu bu olay? ABD. Canterbury hikayeleri/ G.Chaucer: Sen ucuz yırtmışsın. Sadece ABD'de posta servisi, taşımak istememis. Sebep tabiki MÜSTEHCENLIK. Pınar Kür hanim, siz baya belalı bir isimsiniz, cok belli. Bu ne arkadaş, Bitmeyen Aşk, Yarın Yarın, Asılacak Kadın kitaplarınla TOPLUMUN AR duygularını darmaduman etmişsin. Hak etmişsin yasaklanmayi. Bak şimdi topluma, mis mis!! Nazım, Kaan, Nazımm, Kaan valla bir şey yapmadım ben. Hadi geç bu işleri Nazım, sen bir 'hain'sin. Başka söze gerek yok. YASAK. Sudaki İz/ Ahmet Altan: Müstehcenlik. Heralde iz derken… Madame Bovary/G. Flaubert: Bak burası çok önemli arkadaşlar. Fransız halkının ahlakını bozuyor diye yasaklanmış, yazarı da yargılanmış. Neden? Çünkü kadın kocasını aldatıyor. Haklı, dünyada ilk defa bir kadın kocasını 1856 yılında Fransa'da Flaubert'in romanında aldatmıs. Bundan önce hiçbir kadın aldatma olgusu nedir bilmiyormus. Bu romanı okuyan kadınlar bir anda kocalarini birbirleriyle değiştirmeye başlamışlar. Bence bu yüzden bu kitabın ülkemizde de yasaklanmasi gerekiyor. Zaten çok boşanma vakalari oluyor. Binbir Gece Masallari/ Anonim: 1926-50 arası ABD'de müstehcen diye yasaklanmis. İran ve Afganistan'da halen yasak. Zira bu ülke kadın hakları konusunda dünyada birinciliği buna borcludur. İkinci sırada kalan Mısır ise bunları kiskanarak yasaklamaya çalışıyormus. Yalnız ben ANONİM olmasından kıllanmıştım. ANONİM'lere dikkat ediniz arkadaşlar. Don Quite/ Cervantes: Engizisyon tarafından BURAYA DİKKAT, "Hayırseverligin değersiz kılınması nedeniyle yasaklandi." Ah canım benim, sen ne şirin bir mahkemesin, ne tatlısın, Bruno'yu ve daha nicesini de bu ve benzer ŞİRİN ve TATLI nedenlerle mi yaktin sen, aferin sana. Senin sayende kitap eksiksiz olarak ancak 19. yy'da basilabildi. Kına yolladim sana canım benim. Minyeli Abdullah/ Hekimoğlu Abdullah: Bu ilginç. İnançlardan dolayi zorluklara maruz kalmış bir insan konuymus ve 1969'da şu bizim Heidi, Ömercik ve Ayşecik üçlüsünün olduğun ülkemizde yasaklanmış. Serbest kaldıktan sonra 84 baskı yaparak rekor ülkemizde rekor kırmış. Bak yasak bir de zararlı dersiniz. YASAK REKOR KIRDIRIR. Bir Avuç Gökyüzü/ Çetin Altan: Abi, Orhan Pamuk okurken duydum ismini, sen baya sivri dilli bir abimizmişsin. Bizim Uganda'da en sevilmeyen insan tipidir. Ne olursan ol böyle olmayacaksın. Yazık etmişsin kendine. 1974 tarihli bu roman müstehcenlik iddiasıyla yasaklandıgında yurt dışında 9 dile çevrilmiş. --- AB: Hain!!!! Yatak Odasında Terör/ Sade: bir şey demeye gerek yok. Suç ve Ceza/ Dostoyevski: Haydaaa. Hayırdır? Ne iş? Kumar masasında kaybettin de kitaplara el mi koydular. İsa'ya söyle de kurtarsin. Neyse ne oldu anlat. Rusya'da "gerici" diye yasaklanmış. Polonya'da ise "kötümser" diye yasaklanmış. Bir kere demiştim Suç ve Ceza'yi da şundan şundan yasaklayalım o halde diye, cidden yasaklamıslar ya. Ulysses/ J.Joyce: Seni henüz okumadan kötü ünün geldi bana. Yazıklar olsun. 1930'da MÜSTEHCENLIK nedeniyle ABD, İngiltere ve Avustralya'da yasaklandı. Kusura bakma, seni okuyarak ahlakımı bozamam. Sonra namusum kirlenir, evde kalırım. Cesur Yeni Dünya/ A.Huxley: 1932 yılında yazılan roman aynı yıl İrlanda'da yasaklandı. Neden? Patates mi? Yok değil. Geleceğin dünyasında eğlence amaçlı SEKSIN (Uganda'da bu kelimeyi duyanın tüyleri diken diken olur) toplum tarafından doğal karşılandığını anlatması nedeniyle. Ee doğal değil mi zaten? Yalnız bu gerekçe bizde tutar. Bir Zevk Kadının Anıları/ J. Cleland: Gerekçeye gerek var mı? İsimden belli. Bak şimdi kitaptan zarar gelmez diyen arkadaşlar, bu kitabı genç kızlarımız okusa ne olur? Cinsel iştahlari zirve yapar, sonra nolur? Toplum temelinden ÇATIR ÇATIR çatlar. Da Vinci Şifresi/ Dan Brown: Hristiyanliga hakaretten Lübnan'da yasaklandı. İyi bari. Genelde İslam'a hakaretten yasaklaniyor günümüzde. Böylelikle farklılık olmuş. Bülbülü Öldürmek/H.Lee: Bu bomba. Irkçılığa karşı yazılan bu kitap ABD'de "ırkçılık ve küfür" nedeniyle yasaklanmış. Yorum yok. Neden ABD'nin yanına kıvrılıyoruz sürekli belli, MÜSTEHCENLIK gibi konularda ikimiz de 'Hassas'ız. Hamlet/Shakespeare: Sen ne alaka? Etiyopya'da 1978'de yasaklanmış. Olmak ya da olmamak bütün mesele bu Etiyopya kralı 7. Quaoehrkaamyspeje Acun gibi sizi beklettim ama kusura bakmayın. Zaten pek bekleyen de olduğunu sanmıyorum. SÜRPRİZİMİZ: A.Hitcock'un efsane filmi Psyco'nun uyarlandığı kitap(hak gecmesin,aynı adlı kitabın yazarı Breat Easton Ellis),1991'de bir seri katilin cinayetlerini çok detaylı anlattı gerekçesiyle Avustralya'da yasaklanmis. BONUS: Türlerin Kökeni/Charles Darwin: Evrim Kuramıni öğretmek ABD'de 1925-67 arasında yasakmış. Boşuna akıllı tasarımcılık ABD'de doğmadı ve sık sık onun yanına kıvrılan bize de boşuna gelmedi. __________ KAMU SPOTU: "Düşünce yasakları her zaman toplum zararıdır. Yasaklanan düşüncenin bütünü ya da bir kesimi doğruysa doğrudan, yanlış ise doğrunun daha belirgin biçimde ortaya çıkmasından yoksun kalan bir toplum yoksullaşacak, yeni tezlere ulaşamayacak, olduğu yerde duracaktır." Sami Selçuk __________ Son olarak şunu bir düşünelim derim: "Şu çocuk dünyaya getirme işi şimdi olduğu gibi bir zorunluluk veya bedensel zevkin eşlik ettiği bir şey de­ğil de tamamen düşünüp taşınarak akılla yapılan bir iş olsaydı acaba insan soyu gerçekten varlığını sürdürmek ister miydi? Bir insan gelecek nesle onu hayat yükünden kurtaracak kadar şefkat ve merhamet beslemez miydi? Ya da böyle bir yükü onun üzerine yükleme sorumlulu­ğunu soğukkanlılıkla üstlenmeyi istemeyecek kadar ona yakınlık duymaz mıydı?" (gonderi/49878322) İyi okumalar. (Kaan)

Edebiyatta Çocuk İstismarına HAYIR!: Bu tür niteliksiz ve gereksiz kitaplara maruz kalmamak için kitap önerileri verdiğim YouTube kitap kanalıma abone olabilirsiniz: https://www.youtube.com/c/alintilarlayasiyorum Bu kitabın incelemesine başlamadan önce site yönetiminden kendi incelememin üstüne, bazı gönderilere koyulan "Dikkat, bu gönderi rahatsız olabileceğiniz müstehcen ifadeler içeriyor olabilir." siyah şeridinden rica ediyorum. Zira birazdan anlatacaklarım hiç hoş şeyler olmamakla birlikte bu kitaptaki iğrenç cümlelerin varlığı konusunda da kendi kitlemi ve 1000kitap'a bu kitap hakkında bilgi almaya girecek olası okurları bilinçlendirmem gerekiyor. Pedofili, çocuk tecavüzü ve cinsel istismar gibi konuları, okuru özendirmeye çalışan bir üslupla içermesiyle birlikte ülke gündemine oturan Abdullah Şevki'nin Zümrüt Apartmanı kitabını hatırlıyor musunuz? Peki onlarca öyküsü bulunan Osman Şahin'in Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir kitabının içeriğindeki iğrençlikler hakkında neden birkaç kişi haricinde kimse sesini çıkarmıyor? Sadece 5-10 dakikanızı ayırarak bu incelemeyi sonuna kadar okumanızı rica ediyorum. Öncelikle cinsel istismar kavramını öğrenelim. 18 yaşın altındaki bir çocuğun bir yetişkin tarafından cinsel doyum amacı ile kullanılması çocuğa yapılan cinsel istismardır. Bu ve buna benzer konular hakkında bilgi sahibi olmak için Büşra Sanay'ın kitap/kardesini-dogurmak--101654 kitabını okuyarak çocuklara hayır demeyi öğretmeyi, çocuklara cinsel eğitim verip özel bölgelerini anlatmayı, ebeveynlerin çocuklarıyla yakından ilgilenmesini, kesinlikle ama kesinlikle çocuklara kendi vücutlarının özel olduğunu ve ancak kendileri izin verirse birinin dokunabileceğinin bilinci gibi önemli konuları öğrenebilirsiniz. Şimdi bu kitabın incelemesine geçelim. Beni bilenler biliyor, bazı kitaplarla ve içeriğiyle net olarak dalga geçerim, çünkü o kitaplar bana göre okuruyla dalga geçen kitaplar olduğu için benim de onlarla dalga geçmemi hak eden kitaplardır. Fakat bu kitabın sorunu ciddi olduğu ve anlatmaya çalıştıklarımın tam olarak anlaşılabilmesi için ne kadar iğrenç olsa da kitaptan alıntılar vermek durumundayım. Çünkü alıntı sunmadığım zaman "Kitapta böyle bir cümle geçmiyor", "Kitabı ve yazarın anlatmak istediklerini yanlış anlamışsın", "Yazara önyargın var, o yüzden yazara hakaret etmişsin", "Kitabı eleştirmek için okumuşsun" vs. gibi argüman bile olamayacak mesnetsiz tepkilerle karşılaşıyorum. Okunmasını istemediğim bir kitap için inceleme içerisinde bu tip alıntılar vererek bu cümleleri size okuttuğumdan dolayı kendimle çelişmeye bile razıyım. O yüzden kitaptan vereceğim alıntılar için şimdiden herkesten özür diliyorum. Bayan Ali adlı öyküden başlayalım. Daha öykünün giriş sayfalarından birinde sokak çocukları betimlenirken şöyle bir cümle geçiyor: " (...) Erkeklik organları kalkmış gibi şakacıktan birbirlerinin üstüne yürürler, bir tür dürtme, girme isteğiyle işin şakasını bile yaparlardı." (s. 33) Yahu tamam anlıyorum, köy hayatında henüz kendi cinsel kimliklerini tanımayan ve bu konuda bir eğitim de görememiş çocukların birbirleriyle olan iletişimleri anlatılıyor. Ama ülkemiz artık bu öykülerin yazıldığı 90lı yılların ülkesi değil. Bu tür hassas konularda bir şey yazıp çizeceksek cümlelerimizi 1 değil 2 değil 100 defa düşünmemiz ve okurun bundan nasıl etkileneceğini de göz önüne alarak çalışmalar yapmamız gerekiyor. Yani artık bu konu, çocukların kendi organlarıyla birlikte bu tür bir iletişim içerisinde bulunmasını "işin şakası yapmasından" öte ciddiye alınması ve üzerinde çokça çalışılması gereken bir konudur. Açıkçası kitabı okurken, neredeyse her öyküden dolu dolu memeler, iri memeli bol sütlü göçebe kadınlarının çok çocuklu oluşları, gizli günahlar, kızarmış şehvetler, çocuk bacaklarının güzelliği gibi rahatsız edici isim tamlamaları ve söz öbeklerinin çıkmasından dolayı öykülerin ana temada anlatmak istediği köy hayatı sıkıntılarına ve sosyolojik tespitlere odaklanamadım. Ayrıca evet, cinsellik de kitaplarda kullanılabilir elbette. Yeraltı edebiyatında, postmodern edebiyatta veya klinik vakaların olduğu kitaplarda cinsellik o kadar detay verilmeden karakter tasarımlarında bir vaka kalacak şekilde kullanılabiliyor. Fakat bu kitapta okurun gözüne sokulan bu tür şeylerden sonra bir kitapta cinsellik konusunun doğru olarak değil, nasıl "yanlış olarak kullanılabileceğini" öğrenmiş oldum. Aynı öykünün 52. sayfasında "Boğaların vahşi görünümleriyle, aşımdan sonra kaygan bir ışıltıda parlayan, upuzun organlarını gördükçe, belirgin bir istekle gözleri parlayan kimi kadınların birbirlerine sokularak gizli gizli kıkırdaştıkları olurdu." şeklinde bir cümle geçiyor. Yani şu kitaptan şu cümleyi çıkarsan hiçbir anlam kaybolması yok. Ben bir kitabı okuduğumda boğaların upuzun organlarının aklımda canlanmasını ve kadınların da bunu gördükten sonra birbirlerine sokularak gizli gizli kıkırdaşmasını neden okumak isteyeyim? Bu dediklerimi salt ahlak bekçiliği ya da duyar kasma olarak görecek olanlar olabilir umrumda değil, fakat bu tip kitapların 18 yaş altındaki çocuklara ve gençlere ulaşmaması için farklı sosyal medya platformlarında da binlerce kişiye ulaşabileceğim inceleme ya da video türünde içeriklerle birlikte elimden geleni yapacağımı da söylemek isterim. Gelelim "Güvercin Artık Dönmeyecek" adlı öyküye... Kitabın bu öyküsünün 82. sayfasında şöyle bir paragraf var. (Uyarı: Bundan sonraki bütün alıntılar yüksek dozda iğrençlik barındıran kısımlar içeriyor, isteyenler okumadan geçebilir): "Garip huyları, davranışları olan bir insandır Meço. Tarlada, bayırda başıboş dolaşan, yayılan, çiftleşen hayvanları tadına doyum olmaz bir seyirlikmiş gibi izler. Bazen kendisi de isteklenir, dişi eşekler, kısraklar arar yöresinde. Uygun yer ve zaman bulamayınca avucuna tükürerek işini görür ya da güneşte dura dura içleri kan sıcağı olmuş, olgun, sulu karpuzlardan birini kopararak, çardağa çekilir. Bıçağıyla böğrünü oyduğu karpuzun deliğine sertleşen cinsel organını sokarak, delice bir boşalma isteğiyle kerttiği olur karpuzu. Boşalmadan sonra derin bir pişmanlık ve utanma duygusuyla şalvarının bağını çeker bağlar, kemerini kuşanır. Ardından, bütün suç karpuzdaymış gibi, kendisini günaha sokan karpuzu tiksintiyle çarparak paramparça eder yerde. Meni artıklarıyla beneklenmiş kan kırmızısı karpuz parçalarına arılarla yeşil sinekler çokuşurlar sonra." (s. 82) Bu ne ya? Yani gerçekten, bu ne arkadaşlar? Kitaptan alıntı vermesem "Kitapta böyle bir kısım yok" diyen okurlar olacak, kitaptan alıntı verince de gördüğünüz gibi bir durumla karşı karşıyayız. Ben bir kitapta bir adamın, "olgun ve sulu" karpuzlardan birine delice hallenmesini neden bu kadar fazla ve gereksiz detaylarla okumak isteyeyim? Okumayı bırak ben böyle bir konuyu neden aklımın ucuna getireyim? Ben manyak mıyım? Bu tür iğrenç konulara eğilimi olabilecek bir insan için rehber niteliği taşıyabilecek paragraflar bunlar. Ama henüz maalesef ki en iğrenç kısımlara gelmedim. O yüzden bu incelemenin devamında kitaptan alıntı olarak yazmak durumunda kaldığım kısımlar için sizden tekrar özür diliyorum. Aynı öykünün diğer sayfalarında şöyle kısımlar geçiyor: "Ayşe ile Güvercin, aynı yaşlarda olmalarına karşın, Güvercin, Ayşe'den boy ve kiloca biraz daha iriceydi. Dolu dolu boyu, yeşil gözleri, tombul, şişkin yanakları, genç bir kız gibi etli dudakları, azıcık da çıkkın, sivri memeleri vardı. Mavi nazar boncuklarıyla süslü, gür akıtma altın sarısı saçları, eğilip kalktıkça önüne, ardına akıyor, kenarları işlemeli kısacık eteğinin altından tombul bacakları ile küçücük beyaz külotu görünüyordu. Çömelip kalktıkça dere suyuna değen incecik külotu, işemiş gibi ıslaktı. Bir an bakışları Güvercin'in bacaklarına kayan Meço'nun, belli belirsiz bir düşünce akışı geçti içinden. Yüreğinin uzak bölgelerindeki güçlü cinsellik içgüdüsü kıpırdamaya başladı. Gözleri açıldı. Kanı karıncalanmaya, içinin sinsi istekleri uyanmaya başladı." (s. 85) "Kucağındaki çocuğun sıcaklığıyla ateşe kesmeye başlamıştı bedeni Meço'nun." (s. 86) "Bedenini saran cinsel açlığının özünü, kızcağızın bedeninde yakalayabilmek isteği, yapışkan bir tutku gibi sardı içini. Gözleri, bedeni, duyuları kamaştı. Çardağa girer girmez, koltuğundaki karpuzları bırakarak, olanca kudurganlığıyla sarıldı çocuğa." (s. 88) "Kızın ufacık, ıslak külotunu bir çekişte yırtıp attı. Acımasızca yüklendi kızın üstüne sonra. Sıktı, ezdi, girdi, hızlandı. Soluğu sıklaştıkça sıklaştı. Acıdan, dehşetten, yüzü gözü kasılan, titreyen çocuk tekrar altına kaçırdı." (s. 89) Cımbızlama bile yapmıyorum, o kısımların hepsini yazdım size. Bu kısımlar için yorumları size bırakıyorum. Kendi adıma konuşacak olursam ben bir kitapta böyle şeyler okumak istemiyorum. Bu tür şeyler gördüğümde sinirleniyorum, zaten sinirlenmemiz de gerekiyor. Etrafımızda neredeyse her gün bu tür olaylar yaşanıyor diye bir kitabın içerisindeki kurmaca bir öyküde de dibine kadar detaya girilmesinin gereği olduğunu hiç sanmıyorum. Şu öykünün yukarıdaki kısımlarının Netflix aboneliklerinin iptalinde büyük patlamaya sebep olan pedofili ve çocuk istismarına sebebiyet verebilecek Minnoşlar filminden hiçbir farkı yok. Bu filme ve bu tür kitaplara tepki gösteriliyorsa Osman Şahin'in bu kitabına da aynı tepkinin gösterilmesi gerekir. Bu kitabı okuyan ve hayatımda hiç köyde yaşamayan bir okur olsam, köy mekanından tiksinir, köyü, köylüleri anlamaya çalışmaz ve köylülere de kötü gözle bakardım. Elbette mesela Yusuf Atılgan'ın da kendi köy hayatında gördüğü gibi bu tür olaylar değişime direnen ve içine kapanık köylerde meydana geliyor. Fakat bu kadar gereksiz detaya ve okurun bilinçaltında sanki böyle iğrenç şeylerin yerleşmesini istiyormuşcasına bir üsluba gerek var mı? Hem de bugüne kadar okuduğum en ağır yeraltı edebiyatı kitaplarında bile henüz pedofili/çocuk istismarı içeriğine rastlamamışken! Şimdi böyle bir inceleme yazdım diye Osman Şahin'in diğer kitaplarına da aynı muameleyi yapın, Osman Şahin'i linç edin, yazarı vatandaşlıktan çıkarın gibi anlamlar çıkarılmasın. Yani bu inceleme %0 yazar eleştirisi, %100 kitap eleştirisidir. Benim sorunum Osman Şahin ile değil, onun bu kitabındaki bazı öykülerde olay örgüsünü oluştururken kullandığı aşırı gereksiz detaylar ve neredeyse her sayfadan fırlayan insan uzuvlarıdır. Yani toplumun yarası olan böyle konuların hiçbir şekilde yazılmaması gerektiğini savunmuyorum, elbette yazılsın. Ama böyle değil. Mesela kitapta Çan ve Bozkırda Vivaldi gibi farklı, ilginç öyküler de var. Kitabın tamamı anlattığım gibi değil, Bayan Ali ve Güvercin Artık Dönmeyecek gibi öyküler kitaptan çıkarılsa çok daha sağlıklı bir kitap olacağını da söyleyebilirim. Anlattığım bu kadar şeye rağmen bu kitabı savunacak kitap holiganları varsa, antitezlerini de beraberinde getirip saygılı bir üslupla yorum yapabilirler. (Oğuz Aktürk)

Sadece soruyorum, gerek var mıydı ?: Osman Şahin Okuma Etkinliği (black :)) kapsamında okuduğumuz kitaplardan biri bu, sevgili okurlar. Yazarın diğer kitaplarını şu anda okuyan ve oldukça beğenenler var, ben de büyük bir şevkle kitaba başladım. Ve anladım ki bir daha hiçbir kitap için beklentiye girmeyeceğim :D Yazarla bu kitabıyla tanışmam iyi mi oldu kötü mü oldu, bilemiyorum.  Açıkcası çok da umurumda değil. Çünkü yazarı ileriki zamanlarda  okuyacağımı pek sanmıyorum.  Nedenini birazdan yazacağım alıntılarda göreceksiniz. Kitap 2 bölümden ve 17 hikayeden oluşuyor. Bilindiği üzere Osman Şahin köy enstitülü bir yazar ve kullandığı dil okurlara oldukça  samimi gelebilir. 1k da  Bazı alıntılarını gördükçe Fakir Baykurt zannettiğim bile oluyordu. Konu olarak ise hikayelerinde köy insanının yer yer acılarını, yokluğunu, dedikodusunu , aşkını anlatmış. Bir de yer yer tecavüzü tabii ki. Bayan Ali adlı hikayeden başlamak istiyorum. Burada karşımıza çok küçük yaşlardan beri annesinin müthiş himayesi altında yaşamını sürdüren bir çocuk çıkıyor. Annesinin himayesi öyle kuvvetli ki; oğlunun kızdırılmasına dayanamıyor, ama tecavüze uğrayan  kızlara bir şey olmayacağını, evlenince kurtulacağını söylüyor. Hikayenin devamında karşımıza hayvanların çiftleşmesi çıkıyor ve orda bile(!) zavallı inek nedense sürekli  bir aşağılama  içinde. Şimdi diyebilirsiniz, inek ne alaka. O zaman devam edelim. İleriki hikayelerde  Meço isminde biri var. Bu Meço cinsel arzularını asla bastıramayan, karpuzu bile kendine araç edinen bir erkek: "Meni artıklarıyla beneklenmiş kan kırmızısı karpuz parçalarına arılarla yeşil sinekler çokuşurlar sonra." ( syf: 83) Bu alıntıyı koymak istemezdim, afedersiniz. Ama en masumu buydu. Bununla kalsa da iyi. Konu geliyor arkadaşıyla masumca oynayan bir kıza. Evet, evet pis gözlerini ufacık kıza dikmeye utanmıyor. "Kucağındaki çocuğun sıcaklığıyla ateşe kesmeye başlamıştı bedeni Meço'nun."( syf: 86) Sonrası ise , Annemi, annemi istiyorum! diyen bir kızın çığlıkları ve ölümü. Ve hatta biraz sonrası cesedinin tek parça halinde bulunaması. E, Meço korkuyor tabi. Kendine "Ah ulan Meço, al ipi, git ormana as kendini!" demekten alamıyor. Bana sorarsanız iç sesini dinlemeliydi. Sadece soruyorum, bunlara gerek var mıydı? Evet, bunlar yazarı yansıtmayabilir, gerçekleri göz önüne sermek istemiş olabilir. Karşılaştığım çok güzel alıntılar vardı, kitapta güzel yerler de vardı. Ama rahatsız olduğum bölümler beni kitaptan soğuttu. Önyargıyla okudum diyebilirim. Benim düşüncelerim bunlar, diğer kitaplarını seveceksem, faydasını göreceksem bile bu kadar kâfi. Teşekkür ederim bu etkinlik için. Gerektiğinde bir yazarı sevsek bile eserlerini eleştirebilmeliyiz. Bunu bir kez daha fark ettim... (Rana)

Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir PDF indirme linki var mı?

Osman Şahin - Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Osman Şahin Kimdir?

Osman Şahin (d. 1940, Mersin) Türk yazar.

Osman Şahin, 1940'ta Mersin'in Aslanköy ilçesinde doğdu. Dicle Köy Enstitüsü ile Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümü’nü bitirdi. Güneydoğu, Malatya, İzmit, İstanbul liselerinde spor öğretmenliği yaptı. 12 Eylül darbesinden sonra sürgün edilerek zorla emekli edildi. Bir roman eleştiri yazısı yüzünden 18 ay hapis yattı. Kırmızı Yel ile TRT Öykü Büyük Ödülü’nü, Ağız İçinde Dil Gibi ile 1980 Nevzat Üstün Öykü Ödülü’nü, Selam Ateşleri ile 1992 Ömer Seyfettin Öykü Ödülü ve 1994 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, Mahşer ile 1998, Ölüm Oyunları ile 2003 Yunus Nadi Öykü Ödülünü aldı.

1997 Ankara Film Festivali’nde Aziz Nesin Emek Onur Ödülü, 1999 Antalya Film Festivali'nde Yaşam Boyu Altın Portakal Onur Ödülü, aynı yıl Truva Kültür ve Folklor Derneği Yılın Edebiyat Ödülü, 2007 Mersin Kraliçe Aba Ödülü, XI. Ankara Öykü Günleri Onur Ödülü, 2008 Söke Kültür Sanat Festivali Onur Ödülü, aynı yıl Mersin'de İz Bırakanlar Onur Ödülü, 2009 İzmir Dünya Öykü Günü Onur Ödülü ve Mersin Kenti Edebiyat Ödülü ile onurlandırıldı.

Kırmızı Yel, 1984'te İsveç'te, pek çok öyküsü Polonya, Macaristan, Almanya, Fransa, Hollanda, ve Slovenya'da yayımlandı. 13 seçme öyküsü, Tales from the Taurus adıyla İngilizce ve Çince, üç öyküsü Kore dilinde yayımlandı. Bugüne dek 23 öyküsü filme alındı. Filmler, yurtiçi ve yurtdışı film festivallerinde Türk Sinemasına 35'ten fazla ödül kazandırdı.

Osman Şahin Kitapları - Eserleri

  • Kolları Bağlı Doğan
  • Köprü Kitaplar 5 - Katuna'da Dokuz Ay
  • Darağacı Avı
  • Ölümün Süt Dişleri
  • Kırmızı Yel - Acenta Mirza
  • Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir
  • Eşkıya Kuza
  • Yeraltında Uçan Kuş
  • Ölüm Oyunları
  • Mor Cepken
  • Başaklar Gece Doğar
  • Sonuncu İz
  • Kanatları Yamalı Kuş
  • Güney Arısı
  • Ağız İçinde Dil Gibi - Acı Duman
  • Mahşer
  • Kırmızı Yel
  • Kan Köpüklü Meşe Seliyim
  • Fırat'ın Sırtındaki Kan
  • Son Yörük
  • Ay Bazen Mavidir
  • Acenta Mirza
  • Kan
  • Kıraleli
  • Ağız İçinde Dil Gibi
  • Acı Duman
  • Güneş Harfleri
  • Ses
  • Selam Ateşleri
  • Geniş Bir Nehrin Akışı: Yaşar Kemal
  • Bucaklar
  • Geloş Dağı Efsanesi
  • Ateş Yukarı Doğru Yanar
  • Bucaklar
  • Kanatları Yamalı Kuş
  • Sarı Sessizlik

Osman Şahin Alıntıları - Sözleri

  • "Ağlıyor olmam, içimin zayıf oluşundan değildi, işkence yapanları hâlâ insan soyundan sandığım içindi." (Kolları Bağlı Doğan)
  • Sümer ve Asur dönemlerinden kalma, merdivenle döne döne çıkılan, yapıldığı yıllarda yüzlerce metre yükseklikte olduğu sanılan, Tarih kitaplarında adı zigguratta olarak geçen dev tapınak bunlardan biridir. O zamanlar tapınağı yöneten rahipler, Zigurrat'ın en tepesindeki odada tanrının oturduğu inancını yayarlardı; ama kimseyi tepedeki odaya çıkarmazlardı. (Son Yörük)
  • Nerede olursanız olun söyleyecek bir sözünüz olsun, söz haysiyettir. !!! (Mahşer)
  • Hiçbir baskı, hiçbir duvar, zindan, kelepçe, zincir tomarları düşüncenin önüne geçemez. Okudukça, yüzümüze, ruhumuza kan gelen Nâzım Hikmet, aşağıdaki dizeleriyle en güzel örneğini vermiştir bunun: "Ben bir ceviz ağacıyım, Gülhane Parkı'nda / Ne sen bunun farkındasın, ne de polis farkında..." Yani "Ne yaparsanız yapın, ben ülkemin rüzgârıyım, bulutuyum, havasıyım, asla önüme geçmezsiniz" demek istiyor büyük şairimiz. (Kan Köpüklü Meşe Seliyim)
  • Ana kucağı cenettir... (Eşkıya Kuza)
  • Tükendim. Taş olsam erirdim, toprak oldum dayanmaya çalışıyorum. (Mor Cepken)
  • Çocuk doğuranın değil, onu besleyip büyütenindir. (Kanatları Yamalı Kuş)
  • “Barış düğümünü öyle sıkı, üst üste atalım ki, düğüm içine kimse parmağını sokamasın.” (Sonuncu İz)
  • "Koskoca bir yalnızlığın harmanıydı üstünde üğünen. Öylesine bir yalnızlık ki, o anda canını ayakta tutan kini dahi yoldaş çıkamadı kendine." (Kırmızı Yel - Acenta Mirza)
  • Kaynayan kazan kapak tutmazdı. (Ağız İçinde Dil Gibi)
  • Ne yaparsam yaparım; rakı da içerim , şarap da...Herkes kendi yediği haltının bokunu kendi altına dö­ker!.. (Başaklar Gece Doğar)
  • Şeyh, Livaze'yi meydanda oynarken görmüş beğenmiş. (..) "Onunla Allah emri olmak, onu beşinci karım yapmak isterim," demiş. Şeyhin yaşı altmış üç, Livaze'nin yaşı ise on beşti. Şeyh, Katuna'dan gittikten sonra, atlı adamlarını köye göndermiş, kızı babasından istetmiş. “Dördüncü karım hamiledir. Doğumuna iki ay vardır. İki ay da doğumdan sonrası vardır, etti dört ay. Dört ayda avradıma yaklaşmam günahtır. Gözüm dışarda kalmasın diye kızınız Livaze'yi karılığa almak isterim," demiş. (Köprü Kitaplar 5 - Katuna'da Dokuz Ay)
  • "Yenilmeleri kesin olan anılarım, şimdiki zamanla tutuştuğu kavgayı bir kez daha yitirdi. Ve sahibim olan şimdiki zaman, dünü bir kez daha yenerek çekip aldı beni onun elinden." (Ay Bazen Mavidir)
  • ... zulmedilen, insan kanı dökülen yerin suyu, havası bize acı geliyor. (Kan)
  • Söyleniyor, yazgısına kızıyor İdris: "Allah kahretsin. Her yer buradan daha iyi" (Ölüm Oyunları)
  • Yaşlılar Heyeti, sorguya çekecekleri erkekle kadını, eşit görmedikleri için onları karşılarına almaz, yan yana oturtmazdı. Erkek, dört adım önde, minder üstüne diz çökmüş olurdu. Kadın dört adım geride, hasırın üstüne oturur, yalnızca gözlerini açıkta bırakırdı. Soruları ortadaki kına sakallı sorardı. Kına sakallı sorgularken kadın ağzını asla açamaz, konuşamazdı. Konuşması yasaktı. Kına sakallılara göre, kadın günah sebebiydi. Havva Ana "elma şeytanı" ydı. Kadının sesi, gülüşü, şeytan yüklüydü. Kadın ağlarsa, erkeği günaha sokardı. Kadın mezarlığın yanından geçse, erkek isletler mezarlarından fırlar çıkarlardı. Kadının konuşması yasaktı. Konuşma yerine avuç içi büyüklüğünde yuvarlak bir dere taşı konulmuştu kadının elinin altına. Soru sorulunca kadın taşı eline alır, yanıt yerine "küt küt" vururdu yere. Kadının ne kadar şikayeti varsa taşı da o kadar yere vururdu. Taşın çıkardığı küt küt sesleri, konuşma yerine geçerdi. (Eşkıya Kuza)
  • "Ulan size teslim olmaktansa, kafama bir kurşun sıkarım daha iyi. Mezarı insan kazar ama içine kimin gireceği belli olmaz." (Ölüm Oyunları)
  • "Eğer biz namuslu kişilersek ve eğer Orhan Kemal'in sanatına şimdiye kadar bir ilgi duymamışsak, ödevimizi yapmamışız demektir. Yaşamının şunca yılını hapiste geçirmiş bu sessiz, patırtısız yazara toplumun bugüne kadar dayanak olmayışı, ancak toplumun kusuru olarak ortaya çıkar. Oysa yazar yalnız inancının adamı olmaktan öteye gitmeyi, çağımızın insanı olmayı çoktan, hattâ bizler uykudayken deneylerimizin ne denli kısır, renksiz olduğunu bilmek zorundayız. Bir ülkede insanları birbirine Orhan Kemal gibi yazarların varlığı yaklaştırır. Bütün bu göz çıkaran gerçeklere rağmen biz vurdum duymazlık rekorunu dünya çapında kırdık. Halkı tanıdı diye yadsımak, halkı sevdi diye, sevdirdi diye içeri tıktık onu. Biri çıkar da, "ben yoktum o işte, bana ne" derse, kendisine söylenecek iki laf vardır: "Bütün bu sanatçıları yalnız yargıçlar mahkûm etmez. Susanların hepsi de işin vebali altındadır. (Ateş Yukarı Doğru Yanar)
  • Bol biberli, sarım­saklı, sirkeli birer işkembe çorbası içtiler. (Başaklar Gece Doğar)
  • "Yirmi yıldan beri bu yolda gider gelirim, hiç böyle uğurlama görmedim. Allah aşkına, sizler bu insanlara ne yaptınız da, böylesine içten uğurladılar sizi?" "Basit," dedik. "Onları çok sevdik. Işık olmaya çalıştık onlara, ışık..." (Köprü Kitaplar 5 - Katuna'da Dokuz Ay)

Yorum Yaz