Şeriat ve Kadın - İlhan Arsel Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Şeriat ve Kadın kimin eseri? Şeriat ve Kadın kitabının yazarı kimdir? Şeriat ve Kadın konusu ve anafikri nedir? Şeriat ve Kadın kitabı ne anlatıyor? Şeriat ve Kadın PDF indirme linki var mı? Şeriat ve Kadın kitabının yazarı İlhan Arsel kimdir? İşte Şeriat ve Kadın kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: İlhan Arsel
Yayın Evi: Kaynak Yayıncılık
İSBN: 9789753432009
Sayfa Sayısı: 567
Şeriat ve Kadın Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"... Dindar ve laik herkesin bu önemli eseri baştan sonra okumasını salık veririm... İrtica ya da gericilik denen davranışın ne kadar 'çağdışı' olduğu bu kitaptan apaçık anlaşılıyor. Son yılların en güçlü birkaç araştırmasından biridir.
- Talât Halman, Milliyet, 15 Şubat 1988
"... İlhan Arsel, din sorunlarını, din kitaplarının incelenmesini ve eleştirilmesini bir uygarlık ölçüsü olarak kabul etti. Ortadoğu uygarlığını, Musevi, Hıristiyan ve İslam kaynaklarını inceledi. Denilebilir ki, hayatını bu konulardaki bilimsel araştırmalara adadı; ürünler verdi. Daha önemlisi... Arsel'in medeni ve fikri cesaretidir..."
-Doğu Perinçek, 2000'e Doğru, 12 Mart 1989
"... Arsel'in kitabı son derece değerli,titiz vir inceleme, araştırma ürünü. Sağlam,dürüst bir bilim adamının değerlendirmesi olarak, sağlam kaynaklara dayalı. Yürekli , daha güzel bir dünya kurulmasına yönelik, ışık tutucu, örnek bir çalışma. Kitap, yüzyılımızın kitabı olacak nitelikte. 'Kadın Hakları' yönünden özellikle..."
- Turan Dursun, 2000'e Doğru, 19 Mart ve 11 Haziran 1989
"... Prof. Arsel, bu kitabında da özgün kaynaklara, Kur'an-ı Kerim'e, hadislere, ayetlere ve İslam kaynaklarına dayanarak, bu kaynaklara yollama yaparak şeriat düzeninde kadının nasıl köle durumuna sokulduğunu anlatıyor..."
- Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 6 Nisan 1989
Şeriat ve Kadın Alıntıları - Sözleri
- 1) Huveylid bin Esed bin Abdul'Uzza'nın kızı Hatice; 2) Ebu Bekir'in kızıı Ayşe; 3) Zam'a bin Kays bin Abdi.şems bin Abdi Vedd el Vudd bin Nasır'ın · kızıSevde; 4) Ömer bin Hattab'ın kızı HAFZA; 5) Ebu Umeyye bin Mugire'nin kızı ümmi Seleme; 6) Haris bin Ebu Zirar'ın kızı CUVEYRE; 7) Ümmi Habibe; 8) Cahs bin Ribab'ın kızı Zeyneb· 9) Ubeyd bin Ka'b'ın kızı Safiye; 10) Haris bin Hüz'un kızı Meymune; 11) Rifaa'nın kızı Neşat; 12) Amr'in kızı Şenba; 13) Cabir in kızı Gaziyye; 14) Numan bin Esved'in kızı Esma; 15) Beni Kuray za'dan Zeyd'in kızı Reyhane; 16) Kıbt kavminden Marya (cariye ola rak kullanmıştır, İbrahim adındaki oğlu bu kadından olmuştur) ; 17) Huzeyme kızı Zeyneb; 18) Dihye bin Halife Kelbi'niri kız kardeşi Şe rafi; 19) Zayba'nın kızı Aliye; 20) Kays bin Ma'di Ker'b'in kızı Kutay Ze; 21) Şurayh'ın kızı Fatıma;· 22) Huzeyl bin Hubeyre'nin kızı Hav l.e; 23) Hazrec'in kızı Leyla; 24) Yezid'in kızı Umre.
- 1) Huveylid bin Esed bin Abdul'uzza'nın kızı Hatice 2) Ebu Bekir'in kızı Ayşe 3) Zam'a bin Kays bin Abdişems bin Abdi Vedd el Vudd bin Nasır'ın kızı Sevde 4) Ömer bin Hattab'ın kızı Hafsa 5) Ebu Ümeyye bin Mugire'nin kızı Ümmü Seleme 6) Haris bin Ebu Zirâr'ın kızı Cüveyriye 7) Ümmü Habibe 8) Cahs bin Ribab'ın kızı Zeynep 9) Ubeyd bin Ka'b'ın kızı Safiye 10) Haris bin Huz'un kızı Meymune 11) Rifaa'nın kızı Neşat 12) Amr'ın kızı Şenba 13) Cabrin'in kızı Gaziyye 14) Numan bin Esved'in kızı Esma 15) Beni Kurayza'dan Zeyd'in kızı Reyhane 16) Kıbt kavminden Mariya (cariye olarak kullanılmıştır. İbrahim adındaki oğlu bu kadından olmuştur.) 17) Huzeyme kızı Zeynep 18) Dihye bin Halife Kelbi'nin kız kardeşi Şerafi 19) Zayba'nın kızı Aliye 20) Kays bin Ma'di Ker'b'in kızı Kutayle 21) Şurayh'ın kızı Fatima 22) Huzeyl bin Hubeyre'nin kızı Havle 23) Hazrec'in kızı Leyla 24) Yezid'in kızı Umre
- Yabancı bir erkekle konuşurken hoş bir eda ile konuşmayın. ,Yoksa kalbinde (cinsel) hastalığı bulunan kimse cinsellik ümidine kapılır
- Türk işgallerine gelince; kadının durumunun kötüye gidişinde Türkleri sorumlu tutmak kadar tarihi gerçeklere aykırı bir şey olamaz. Çünkü eski Türkler kadar kadına saygılı pek az millet bulunduğu ve İslama girmekle Türklerin bu güzel geleneklerden uzaklaştıkları tarihi verilerle ortadadır.
- Nitekim ilk kadın olarak yaratılan Havva'nın görevinin bu olduğunu anlatmak üzere Kur'an'a şu ayeti koymuştur: "Öyle bir mabuttur ki sizi tek bir kişiden yarattı; ülfet ve ünsiyet edinmesi için (gönlünü huzurs kavuşacağı) eşini de ondan var etti " (K.7 A'râf Suresi, ayet 189.) Görülüyor ki , Tanrı, erkeği yaratmış ve kadını da ondan var kılmıştır; kılmasının nedeni de gönlünün eğlenmesini sağlamaktır.
- Peygamber) Muhammed, insanlığın günümüze dek yetiştirdiği en, büyük 'feminist'tir ve Kur'an'ın bundan bin dört yüz yıl önce ilan · etiği kadın hakları, bugün hala ulaşılamamış yüceliktedir; gelmiş geçmiş dinler içerisinde hiç biri, İslam dini kadar kadına özgürlük ve saygınlık sağlamamıştır. Müslüman kadını'nın yüzyıllar boyu yararlandığı bu imtiyazlardan Batı dünyasının kadınları 20 nci Yüzyıla gelinceye k�dar yoksun kalmışlardır; Batı'nın kadu_ıa çağımızda tanıdığı hak ve eşitlikler, Muhammed'in Müslüman kadınına bin dört yüz yıl önce tanımış olduğu hak ve eşitlikten başka bir şey değildir, çünkü Batı'da kadın hakları davasına sai·ılanlar hep İslam'dan yararlanmak suretiyle başarıya ulaşmışlardır; hiç bir dinin kurucusu, Muhammed ka· dar kadını insanlık haysiyetine kavuşturmamış ve kutsallaştırmamıştır; İslam'dan önceki cahiliyye döneminde Araplar kadını hor görürken ve sömürürken ve örneğin kız çocuklarını diri diii toprağa gömerken Mu hammed bu zihniyeti yıkmış ve kadını erkekten de üstün durumlara getirmiştir. Öte yandan kendi karılarına ve cariyelerine karşı iyi tlı tum ve davranışı da kadın hakları alanındaki düşüncelerini eyleme sokmuş olduğunun en güzel bir kanıtıdır, zira insanlık adına ya da acıma duygularfa ve siyasal zorunluklarla haremine aldığı iki düzine ye yakın kadınlarına karşı müşfik, sabırlı ve insancıl davranışlarını, insanlık tarihinde kadın hak ve özgürlüklerinin bir başlangıcı, bir dö nemeç noktası saymak gerekir» 7•
- Kısır kadını "hayırsız" saymak ve kocasız bırakmak, en hafif deyimiyle gaddarlıktan başka bir şey değildir ve böyle bir gaddarlığı yüce ve adil bir Tanrı'ya izafe etmek mümkün değildir.
- Sen evin köşesinde bir oyuncak gibisin; ihtiyacımız olduğu zaman seninle oynarız; ihtiyacımız olmadımıı orada durursun» derdi
- Kadına bu şekilde örtünmeye zorlamasını ve tehlike saymasını başlıca nedeni "erkek kullarını" irade ve zayıf, karakterce zayıf ve içgüdülerine kapılarak kadına saldırmaya hazır bir yaratık şekline görmesindendir. İnsan varlığına ve insan aklına karşı beslediği güvensizlik, onu eğitim yolu ile insan uygarlığı açabileceği ve örneğin kıskançlık ya da şehevilik gibi duygulara "hakim" olunabileceği fikrine yabancı kılmıştır. Kadını kapanmakla, çarşafa sarmakla ve erkekten uzaklaştırmakla, kişiyi uygarlaştıramayacağını ve kıskançlıktan kurtaramayacağını ve hayvandan farklı kılamayacağını hesaplayamamaıştır. Düşündüğü tek şey, kısa vadeli tedbirlerle, erkeği (ve herkesten önce kendisini) kıskançlıktan uzak tutmak ve rahatla kavuşturmak olmuştur. Onun bu düşüncelerini Gazali, "Kıskanç olmamak için kadını yabancı erkeklerle temas ettirmemeli; sokaklarda gezmesine izin vermemelidir." diyerek açıklığa kavuşturmuştur.
- Aklı başında hiç bir insanın kabul edemeyeceği böyle bir gerekçeyi Tanrı'ya hamletmek için, Tanrı fikrine yabancı olmak gerekir. Ve bu yabancılık şeriatçı özgü bir niteliktir. Çünkü şeriatçı, Tanrı'nın kadınları, sırf fikren ve dinen eksik kılmak için hayırlı yarattığını söylemek suretiyle bu saygısızlığı ortaya vurabilir ise, onları aynı zamanda duygusal yaratıp boşanma hakkından yoksun kıldığını iddia etmekle aynı saygısızlığı ortaya vurmuş olmaktadır
- Türkiye gibi Atatürk sayesinde bu baskılardan ve dinsel bağnazlıktan kendisinin kurtarmış bir ülkede bile, bugün şeriatçıların şahlanması nedeniyle, bu Türk dışılıkla dönüş başlamıştır. Türkiye gibi laikliğe yönelememiş diğer Müslüman ülkelerde ise, bu uygulama, geçmiş yüzyılları hiç de aratmayacak şekilde sürüp gitmektedir. Hemen belirtelim ki, bu uygulamanın, söylendiği gibi ekonomik yoksulluklarla ya da geriliklerle ilgisi yoktur; sadece şeriata saplanmışlıkla ilgisi vardır. Hangi ülkede şeriat dini esas özüne en uygun şekliyle uygulanmaktadır, o ülkede kadın en insafsız "kapatılmalara" mahkum demektir.
- Yeryüzü yaşamı boyunca saçını süpürge ettiği ve sırf ahirete göndermek amacıyla hizmetlerini gördüğü kocasını orada hurilerle sarmaş dolaş bulmak, hiç kuşkusuz kadın için azap verici bir şey olmalıdır. Hani hiç olmazsa cennette, kocası hurilerle sevişirken, kadın kendisine de sevgililer edilebilmiş olsa, yine bir derece; ne var ki zavallı bunlardan yoksun bırakılmıştır.
- "Şu muhakkak ki, biz Türkler, şeriat bataklığına saplandıktan bu yana özellikle iki güzel niteliğimizi yitirmişizdir ki, bunlardan biri "akılcılık" ve diğeri de "kadına saygı"dır".
- Gazali "Evliliğin yararları" başlığı altında yazarken şöyle der: "Evlenmekteki dördüncü fayda, evi süpürmek, kapları temizlemek, yatak sermek, yemek pişirmek gibi ev işlerinden kurtulmaktır. İnsanoğlu'nun şehvet hissi olmasa da ev işleri ile uğraşması çok zordur. Çünkü bu gibi işler zamanın çoğunu alır. İlim, amel ve benzeri işlerine mani olur. İyi bir kadın, erkeğin şehevi hissini tatmin ve ev işlerini tedvir etmekle, onu (yani kocasını) huzur içinde hem diğer işlerini, hem de Allah'a karşı kulluk ve ibadetini yapabilmesini temin eder."
- Ne ilginçtir ki, bu ülkeler arasında İslam dinini en koyu ve özüne en sadık şekli ile uygulayanlar, Örneğin Suudi Arabistan Yemen Pakistan Bangladeş vs. gibi ülkeler Türkiye gibi (ya da Arnavutluk örneği) laiklik esasına yönelen ve kadın erkek eşitliğine yer veren ülkelere oranla her bakımdan çok geridirler. Bunları Mısır Cezayir Fas gibi Batı etkisiyle din sorunlarına alımlı bir çözüm getirmeye çalışan ülkelerle dahi kıyaslamak bu konuda fikir edinmeye yeterlidir. Şeriat ülkelerinin toplumsal geriliklerinde kadın sorununun dahli büyüktür. Çünkü erkeğin kıskançlığını yapıştıracağım ve onu rahata kavuşturucu ve güya ahlakiliği doğrultuda cağım diye toplum nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan kadın sınıfını eğitimden ve çalışma gücünden uzak tutarlar. Sqosyal ve ekonomik gerilikleri içerisinde çırpınmaları bundandır; ahlakiliği değil fakat ahlak yoksunluğuna saplamaları da bundandır.
Şeriat ve Kadın İncelemesi - Şahsi Yorumlar
yazar/turan-dursun ‘un kitabıyla tanıştım İlhan Arsel ile “şeriat ve kadın” kitabı bin dört yüz yıl önce erkeklerin daha doğrusu dönemin peygamberi Muhammed’in kıskançlığı sonucu şeriat kuralları ya da kanunları her ne ise oluşturuldu. Sırf azgın Arap erkeklerinin tahrik olmaması için çarşafa sardırıldı kadın önce daha sonra ise eve hapis edildi. Ve tanrı hep erkeklere konuştu, boşanma hakkını sadece kadına tanıdı kadını ötekileştirdi açıkcası evlenirken kadının rızası alınmadı cehalet dönemi diye nitelendirilen islamdan önceki dönemde kadının konuşma hakkı devlet yönetiminde söz hakkı ya da evlenmek istediği durumda kendi kararıyla evlenebiliyordu. Örneğin Muhammed ile Hatice evlilik durumunda Hatice’nin isteği sonucu evlenildi Muhammed’in isteği ile değil. Ve ne tesadüftür ki Hatice ölene kadar sadece Hatice ile evli kalan Muhammed Hatice’den sonra hemen biri 6 yaşında (9 yaşında ise yatağına alıyor) aişe diğeri ise dul bir kadın olan secde olmak üzere iki kadın birden alıyor. Ve ölüm yatağındayken dokuz tane eşi vardı. Yani yazılacak o kadar şey var ki bunlar sadece buz dağının görünen kısmı şeriat ile kadını köleleştiren İslam kadına hiçbir konuda (çocuk doğurma ve evi temizleme dışında) hak tanımamıştır. Kadını aklen ve dinen(hayızlı yani regl olduğu dönemden dolayı ibadetini edemeyeceğini bildiriyor şeriat) eksik olarak nitelendiriyor. … Gelelim şimdi şeriat isteyen kadınlara hangi kadın ikinci ya da üç dördüncü kadını olmak ister kendini köle olarak nitelendiren erkeğin. (Fatih Baskan)
İslam Dünyasında kadın hakları ve kadına bakış: Hukukçu ve araştırmacı olan İlhan Arsel'den beyinlerde şimşekler çakmasına sebep olabilecek sert bir kitap. İlhan Arsel, okuyucularına İslam dini içerisinde kadına yönelik ayrımcılığı, gericiliği anlatmış ve sert bir şekilde eleştirmiş. Bunu yaparkende Kuran-ı Kerim'den ayet, sahih hadis ve birinci elden İslami kaynakları kullanıyor, yani boşa sallamıyor. Kitap, aynı zamanda İslam dini inançları ve yaşam biçimlerini sorgulamış. İslam'da, "kadınlar çocuk makinesidir, erkekler dölleyici" olarak görülmüş. Özellikle kitapta din adamlarına yönelik yapılan eleştiride "Eğitimi önemsemezler" betimlemesi bana Cübbeli'nin konuşmalarını, Menzilden Uşşaki Tarikatına kadar cahil şeyhleri ve kör biatçı müritlerini hatırlattı. Çoğu kişi bu kitabı "İslam düşmanlığı, "İslama saldırı vaaaar!.." olarak görecektir şüphesiz. Böyle düşünülmesinin sebebi basit; Gezegenimizde evrensel değerlerin, hukuk, demokrasi, ahlak, insan haklarının zirvesini Batı medeniyeti temsil ediyor. 16. yy.da Batılı milletler Hristiyanlığı eleştiri süzgecinden geçirerek etki sahasını sınırladılar. Ancak bundan sonradır ki bilim ve teknolojide hızla ilerlediler, sanayi devrimi ile de İslam dünyasına ezici bir üstünlük sağladılar. Batı bu devrimleri yaparken İstanbul'a çöreklenmiş Arap uleması da fen bilimlerini medrese avlusundan dışarı atıyordu. Balkan Savaşları başladığında Arap alimlerinin oluşturduğu gelenek ile İstanbul'daki Medrese hocaları "Sivrisineğin abdest suyuna teması halinde o abdestin geçerli olup olmadığını" tartışıyorlardı. Müslüman ülkelerde özeleştiri geleneği hiçbir zaman olmadı. O yüzden her başarısızlık dini bir kılıfla örtüldü, Batı'nın bilim ve teknoloji üstünlüğü de "Hristiyan Batı, Haçlı zihniyeti" nitelemeleri ile karalandı. AB tartışmalarında bile iki de bir "Biz Müslümanız, onlar Hristiyan, onlar Haçlı" gerekçelerine sığınıyoruz. Hiç kimse "Evrensel bilime, ahlaka, hukuka, insan haklarına katkımız nedir?" diye kendine sormuyor. Yıllardır bir arpa boyu yol gidemediğimiz konu işte budur. İslam kanununa göre İslamiyetin hukuki ve dini üstünlük ilkesinden üç sınıf insan faydalanamazdı: Kafirler, köleler ve kadınlar. Kadınlar kesin şekilde bu üç grup arasındaki en kötü yere sahiptir. Çünkü bir kafir Müslüman olabilir, köle azat edilebilir ve eşitliğe erişebilirdi. Ancak kadın ölene kadar kadın olarak kalacaktı… Osmanlı Devleti’nin gerileme döneminden itibaren Batı devletlerinin askeri üstünlüğünün farkına varabilmiş Ortadoğulu gözlemciler dikkatlerini ilk olarak düz mantıkla askeri güç, ekonomi ve devlet idaresi üzerine yöneltti. Bu noktaları incelerden kendilerinde neyin eksik olduklarını düşünmeye ve çareyi aramaya başladılar. Ancak sınırlı bir gelişim ve genel olarak başarısız sonuç elde ettiler. İslam toplumu ve Batı arasında tarihsel ve sosyolojik açıdan asırlardır süregelen büyük ve önemli çok daha başka farklar vardı. Asırlar boyunca bu farklar ya görmezden gelindi ya da önemsenmedi. Türkler büyük bir dönem boyunca Avrupa gitmiş tek Müslüman topluluktu. 1665 yılında Viyana’da bulunan Evliya Çelebi’ye acayip gelen bazı şeyler vardı aynen bu şekilde şaşkınlığını dile getirdi: “Bu ülkede acayip bir manzarayla karşılaştım. Eğer kral seyahati sırasında yolda bir kadınla karşılaşırsa, at bindiği takdirde atını durdurur ve kadının geçmesine müsaade eder. Eğer kral yaya halde bir kadınla karşılaşırsa nezaketen durur, kadın krala selam verir ve kral da şapkasını çıkararak kadına hürmetlerini takdim eder. Kral da böylece yoluna devam eder. Bu çok garip bir manzaradır. Bu ülkede ve külliyen kafiristanda kadınlar söz sahibidir. Onlara Meryem Ana’nın yüzü suyu hürmetine saygı gösterirler.” Realitede kadının konumundaki farklılık Hristiyanlık ve İslamiyet arasındaki temel zıtlıklardan biridir. Bu gerçek iki tarafın birbirlerinin topraklarına gönderdiği tüm seyyahların seyahatnamelerinde şaşkınlıkla anlatılır. Hristiyanlıktaki tüm kilise ve tarikatlar çok eşliliği ve cariyeliği kesin bir suretle yasaklar. İslam ise Hristiyanlık dışındaki neredeyse tüm dünya gibi bu iki yasağa da izin verir. Çoğunun notlarından Müslüman kocaların ve hane reislerini kıskandıklarını anlayabiliriz. Avrupa bizi kıskanıyordu!!! Avrupa’ya yolculuğa çıkmış Müslümanlarsa şaşkınlık ve dehşete düşerek batılı kadınlara tanınan özgürlük ve saygıdan bahsederler. Avrupalı erkeklerin kadınlarının ahlaksız tutumları, dik kafalı olmaları ve azgın olmalarını kıskanmadıklarını da garipseyerek bahsederler. Mesela, 1766 senesinde İspanya’da bulunan Faslı bir elçi İspanyol kadınlarının özgür tavırlarını, kocalarında erkeklik gururu olmayışıyla açıklar. Bu elçinin biraz daha yol ilerleyip Fransa’nın Versailles Sarayı’na gittiğini hayal etsenize kim bilir neler yazardı neler… Evliya Çelebi ise incelemenin başında bahsettiğim Avusturya Kralı’nın kadınlara gösterdiği hürmeti gerçek bir Ortadoğu kafasıyla anlatmıştır. Sonuç olarak onun tutumu bu sahneyi görmemiş olsa inanmayacağına kanıt gibidir. İslam’ı bilen çoğu Müslümana göre Hristiyanların teslis inancı bir küfürdür. Teslisi; Tanrı, İsa ve Meryem’den oluştuğu için çok tanrılı bir yorum olarak algılarlar. Evliya Çelebi de Meryem Ana’dan dolayı kadınlara saygı gösterilir. Açıklamasının sebebi bu olsa gerek. Kadınların konumu Batı ve Doğu arasındaki en önemli ve kesin olarak bambaşka olan farklılıkların başında geliyordu ama onlar bunu daima silah, endüstri ve yönetim şekli olarak algıladılar. Günümüzde Batılılaşmaya çalışmış olan Ortadoğuluların temel hatası da budur. Demokratik bir yolla başa geçmiş olan klasik bir gerikafalı liderin demeçlerine bakınız hemen kadını ikinci sınıf insan olarak algıladığını ve aşağı gördüğünü göreceksinizdir. Bu kimseler gün gibi ortadadır. Ancak Batılılar da geçmişteki kadın hareketlerinden önce Ortadoğululardan pek farklı sayılmazdı. Yukarıda belirttiğim gibi İslam Hukuku’na göre temel eşitlikten sadece üç grup yararlanamıyordu: Köleler, kafirler ve kadınlar. Ancak bunların ilk ikisinin statüsü değişebiliyor fakat sonuncusu olan kadının statüsü ölene kadar değişmiyordu. Batı toplumunun yükselmesi ve yayılması bu üç grupta temel değişimler meydana getirmiştir. Sözü geçen ve güçlü bir askeriyeye sahip olan Hristiyan devletler artık Müslüman iktidarların olduğu İslam devletlerine söz geçirmeye başlamıştı ve erken dönemde bu devletlerin nüfusunun çoğunluğunda Hristiyanlar yaşamaktaydı. Tıpkı Osmanlı gibi. Bu baskılar elbette hukuki eşitliğin zorla da olsa sağlanmasına neden oldu. Örneğin Islahat Fermanı. Bu kurtarma asıl olarak Hristiyanları hedef alıyordu Yahudiler de tesadüfen eşitlik kazanmıştı. Osmanlı toplumunu incelediğimizde statü piramidi bu şekildedir: Müslümanlar, Ortodoks Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler. Hatta Islahat Fermanı çıkınca buna en çok Rumlar kızmıştı ve devlet bizi Yahudilerle eşit etti, Allah vere de ferman yerinde kalsa resmiyete geçmese diye hayıflanmışlardı. Köleliğe gelince XIX. Asırdan itibaren Britanya’nın öncülüğünde Batılı güçlerin yasaklanması ve ortadan kaldırılması için çaba sarfettiği başka bir meseleydi. Tabi Ortadoğu’da 1900’lerin sonlarına kadar birkaç istisna dışında kölelik tamamen kalkacaktı. Peki ya kadın mücadelesi. Kadın hakları? Bu çok daha zorlu bir süreçti. Hatta halen Batılı, Doğulu ve Ortadoğulu birçok devlette ve toplumda kadın hakları meselesi kanayan bir yaradır. Kölelik bile kaldırılmış olsa dahi halen kadın haklarında kesin bir sonuç elde edilememiştir. Özellikle Ortadoğu’da… Batılı güçler Hristiyanlara eşitlik getirdi ve köleliği kaldırdı ama hiçbir zaman kadın hakları konusunda gerçek bir çaba harcamadılar. Ortadoğu’da kadın hakları konusunda kendiliğinden güçlü bir değişim sadece Türkiye’de Türk Devrimi’nden sonra Mustafa Kemal Atatürk tarafından sağlandı ve resmiyetteki değişim toplumun kafasının değişimine göre çok daha kolay olacaktı, zor olan toplumu ve düşünceyi değiştirmekti. Mesela gariptir emperyal güçler sömürgeleştirdiği çoğu topraktan çekildikten sonra halka kendi dillerini ve kültürlerini öğrettiler ama emperyal abilerine benzeyen sömürü aydınları kadın hakları konusunda hiçbir şey yapmadı. Durum bununla da kalmadı kadın hakları konusunda son 30 – 40 yıl içerisinde Müslüman ülkelerde birtakım hareketlenmeler görüldü fakat bu gerici ekolün en büyük hedefi haline geldi. Mesela İran İslam Devrimi’nin önderi Humeyni şahın günahlarını sıralarken İran’da kadınlara tanınmış ve geri alınmış özgürlüklere sıkça yer verdi. Kadınların yüzlerini, kollarını, bacaklarını açıp toplum içinde, okulda, işyerinde erkeklerle beraber bulunmasına müsaade etmenin İslam toplumunun köküne ahlaksızlık, azgınlık, Müslüman aileye bir saldırı ve ölümcül bir yara olarak nitelendirdi ve bu savaşın devam ettiğini belirtti. Kadın haklarına değinin en erken tarihli tartışma Tasvir-i Efkar gazetesinde Namık Kemal tarafından 1867 yılında başlatıldı. O Müslüman dünyada kadın haklarına değinen ve isyan eden ilk insan olarak tarihe geçti. Yazısında şunları söylüyordu: “Kadınların insanlığı çocuk doğurmak dışında başka bir faydası yokmuş gibi düşünülüyor; müzik aletleri veya mücevherat gibi sadece bir hizmet objesi olarak görülüyorlar. Ancak insan cinsinin yarısı hatta belki de daha fazlasını kadınlar oluşturmaktadır. Onların gelişimine engel olmak halkın ilerlemesine engel olmaktır. Sanki milletimizin yarısı felçli bir vücuda benzemektedir. Ancak kadınlar zihni ve fiziki açıdan yeterli ve erkeklerden aşağı değildirler. Antik dönemde kadınlar savaş dahil bütün erkek işlerine katılıyorlardı. Köylerde kadınlar halen tarım ve ticaret işlerinde erkeklerle ortaktırlar. Kadınların toplum içinde böyle ayrı tutulmasının asıl nedeni onların tamamiyle cahil, hak ve sorumluluk, fayda ve zarara dahil bir şey bilmedikleri yönünde algıdır. Kadınların bu konumundan dolayı birçok kötü sonuç ortaya çıkar. En temelde bu durum, çocuklarını kötü yetiştirmelerine yol açıyor ve böylece bütün toplumu etkiliyor.” Namık Kemal bu makaleyi yazdığı dönemde genç bir Türk aydınıydı. Kısa süre sonra Paris’e sürgün edildi. Şimdi size soruyorum: Hata Neredeydi? Türkiye kadın cinayetlerinde neden en üst sırada? Üst sıralarda çünkü camilerde "Kadınların İslam'a göre nasıl dövülmesi gerektiği" anlatılıyor. Kadın cinayetlerini protesto eden kadınlar polis tarafından göz altına alınıyor. Kadın cinayeti protestolarında şeyhler, şıhlar, müritler yok. Onları sadece Yılbaşı protestolarında görebiliyoruz. Türk töresinde kadını dövmek yok. Türk toplumunda kadın cinayetlerinin baş etkeni İslam dinini kabul etmeyle birlikte gelen Araplaşmadır. Eski Türklerde kadın çok saygı değerdi ve hayatın her alanında erkeklerle yan yanaydı her zaman. Konar-göçer ve köylü erkeklerin en zengin olanının bile birden fazla eşleri, haremleri olmadı. Onlar hiçbir zaman Araplar gibi, cariyelik kurumunu benimsemediler. İbadetlerini, eğlencelerini ve matemlerini, kadın-erkek hep beraber yaptılar. Hatta erkekler gibi savaşçı kadınları, komutanları vardı onların. İslamlaşma ile birlikte bu dünyanın kültürünü İslamın kaidelerini benimsememiz Türk kadınının özgür konumunu kaybetmesine sebep oldu. Buna ek olarak Anadolu'da maalesef kötü bir geleneğimiz var. Torunlar arasında "kız torun" - "erkek torun" ayırımı. Erkek torunsa baş köşeye oturturlar ve ona kendi soylarından gelen bir kişi olarak bakar, kız torunu ise horlarlardı. Bu kötü geleneğin değiştiğini sanmıyorum. Kız torunu aleni olarak değilse bile, dolaylı olarak "tohum bizden değildir" diyerek aşağılarlardı. Kadını aşağılamanın dik alası Anadolu'da köylerde mevcuttur. Bu gelenek bize Araplardan mı geçti orasını bilmiyorum. Geçmişse de şaşmam. Bu çöl çapulcularından hayırlı bir şey gelmez bize! Birde şeriat konusu vardı değil mi? Şimdi, Şeriat isteriz diye kendini paralayanlar. Tutun ki şeriatı getirdik. Ne değişecek? Başınız göklere mi erişecek? İşsizler iş mi bulacak? Yolsuzluklar, hırsızlıklar pat diye kesilecek mi? Enflasyon mu bitecek, dövize bağımlılıktan mı kurtulacağız? Asgari ücretle geçinmeye çalışan zavallı insanlar hali vakti yerinde olanlar gibi marketlerden mi alış veriş yapacaklar, yoksa yine semt pazarlarının kapanmasından sonra çöpe atılan sebze meyveleri toplamaya mı devam edecekler? Dört halife devrinde şeriat vardı, sizin sözünüze göre güya insanlar sadaka verecek insan bulamıyorlardı. Ama Hz. Ömer döneminde İran fethedildiğinde Ömer'in İran'dan haraç ve ganimet gelmemesinin sebebini halkın kitleler halinde Müslüman olduğu, o yüzden haraç alamadıklarını belirten komutana gönderdiği cevapta "Bırak şimdi halkı Müslüman etmeyi, hazine tamtakır, haraç topla, haraç!" dediği sizin kulağınıza hiç geldi mi? Emeviler, Abbasiler, Memluklar döneminde şeriat yönetimi vardı da ne oldu? Abbasi halifesi Moğollar tarafından hallaç pamuğu gibi atılmadı mı? Neredeydi şeriat ordusu? Memluk sultanı halifeyi azledip Kudüs'e yaya gitmeye mahkum etmedi mi? Şeriat gelirse, hırsızların elleri kesilecekse, o zaman önce iktidardaki hırsızların ellerinden başlayın. Hz. Peygamber livatayı (oğlancılığı) yapanın da yaptıranın da katledilmesini emretmiş. Siz önce bir karış sakalla sokaklarda dolaşıp, din adına hareket ettiğini ileri süren, ama kırk sübyanın ırzına geçenlerin kellesini alın. Söylenecek söz çok da, bunların başını kumdan çıkarmayan siz devekuşlarına bir faydası olacağını sanmıyorum. Türkler Müslüman olduktan sonra Türklüklerini kaybetmeleriyle birlikte, Türk kadını daha önce sahip olduğu tüm haklarını yitirmiştir! Türklerin İslamiyete geçişi Türk kadını için bir felaket olmuştur. Araplaşmak istemeyen her Türk kadınının okuması gereken bir kitap kesinlikle. (Derviş Bey)
Kitabın konusu ile ilgili detaylı bir inceleme yazamam fakat yazarın tutumundan ve kendi düşüncelerimden çok kısa bahsedebilirim. Çok kısa diyorum çünkü Şeriat konusunda derinlemesine bilgim yok. Kitaptaki üslup ve dili her ne kadar biraz sert ve saldırgan bulsam da bunun İlhan Arsel'in tarzı olduğunu öğrendim. Ve tüm bunların altı boş değil. Okurken özellikle kaynakçasına dikkat ediyorum. Sahih kabul ettiğimiz hadislerden, Diyanet İşleri'nin, Milli Eğitim Bakanlığı'nın yayınladığı yazılardan, Arap yazarlardan ve dönemin şahitlerinden birçok örnek var. Kendi aklım ve mantığımla Şeriat'ın hiçbir milleti haklar bakımından eşit kılmayacağını düşünüyorum. Erkekler lehine çok fazla durum var. Kadın ise hizmet görmekle kendini gizlemekle yükümlü. Şimdiki halkının çoğunluğu Müslüman ülkelere baktığımız zaman Atatürk'ü bir defa daha minnetle anmak gerekir. Önce Medeni kanun ile kadınlar ve erkekleri eşit kılarken daha sonra birçok Avrupa ülkesine göre kadınların siyasi hakları da erkenden elde etmesine vesile olmuştur. (Sibel)
Şeriat ve Kadın PDF indirme linki var mı?
İlhan Arsel - Şeriat ve Kadın kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Şeriat ve Kadın PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı İlhan Arsel Kimdir?
Sanayici ve iş adamı Nusret Arsel'in ağabeyi İlhan Arsel, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Cenevre Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde doktorasını yaptıktan sonra, doçent ve daha sonra profesör oldu. Otuz yıldan fazla bir süre boyunca üniversite öğretim üyeliğinde bulundu; Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde Anayasa Hukuku dersleri verdi. 27 Mayıs Darbesi'nin ardından yeni bir anayasa tasarısı hazırlamakla görevli on kişilik İstanbul Komisyonu'na ve daha sonra Kurucu Meclis Öntasarısı'nı oluşturan beş kişilik komisyona üye seçildi. 10 Haziran 1966 tarihinde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından Cumhuriyet Senatosu'na Kontenjan Senatörü olarak seçilmiş ancak Meclise katılmadan istifa etmiştir. 1971 yılında merkezi New York'ta bulunan 'Inter-University Associate' kuruluşuna danışman ve araştırmacı olarak alındı ve bu kuruluşun kronolojik yorum esasına göre yayımladığı "Constitutions of the Countries of the World" (Dünya Ülkeleri Anayasaları) adlı 14 ciltlik yapıtın "Türkiye" ve "Belçika" bölümlerini (1971 yılı itibarıyla) hazırladı. 1975 yılında ders vermekte bulunduğu Ankara Polis Enstitüsü'nden istifa etti. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden de istifa etti. Bu tarihten itibaren araştırma ve öğretim faaliyetlerine devam etti. Özellikle bu yıllardan itibaren ölümüne dek İslam'a ve İslam peygamberine yönelik eleştirel yaklaşımını sergilediği kitapları birtakım kesimlerin şiddetli tepkisine neden oldu. Can güvenliği açısından ABD'ye yerleşti. 7 Şubat 2010 Pazar günü, Florida'da (ABD) yaşamını yitirdi.
İlhan Arsel Kitapları - Eserleri
- Şeriat ve Kadın
- Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı
- Kur'an'ın Eleştirisi 1
- Şeriat ve Kölelik
- Müslümanlık Sınavı
- Cahiliyye
- Arap Milliyetçiliği ve Türkler
- Aydın ve "Aydın"
- Cehaletin İktidarı
- Kur'an'ın Eleştirisi 2
- Tevrat ve İncil'in Eleştirisi
- Kur'an'ın Eleştirisi 3
- Şeriat Devleti'nden Laik Cumhuriyet'e
- Şeriat’tan Kıssa’lar (2 Cilt Birarada)
- Din Adamları
- Turan Dursun'a Mektuplar
- Muhammed'e Göre ''Muhammed''
- Şeriat ve Eşitsizlik
- Biz Profesörler
- Şeriat İnsan ve Akıl
- Şeriat ve Aydınlanma
- İslam'a Göre Diğer Dinler
- Şeriatın Getirdiği Hoşgörüsüzlük
- Şeriat'tan Kıssa'lar
- Kur'an'daki Tanrı
- Kur'an'daki Kitaplılar
- Anayasa Hukukunun Umumî Esasları - 1
İlhan Arsel Alıntıları - Sözleri
- ''Tavaf'' etmek, kutsal sayılan bir şeyin (bir taş, bir mihrap, vs.gibi) etrafında koşarak ya da yürüyerek dönmek, dönerken de onu öpmek ya da ellemek demektir. Bu geleneğin kökeninin, İsrailoğulları'nın eski yaşamlarına indiği ve ayrıca İran, Hindistan vs. gibi yerlerde de görüldüğü bir gerçektir. Eskiden araplar, ''İbrahim'in dininin bir uygulamasıdır'' diyerek, Kâbe'deki ''al-Hacar al-Asvad'' denilen kara bir taşı tavaf ederlerdi. (Cahiliyye)
- Siz hiç Tanrı'nın, "Ben dilediğimi Müslüman yaparım, dilediğimi kafir (ya da müşrik) kılarım; Müslüman yaptıklarımı Cennet'e alırım, kafir yaptıklarımı Cehennem'de yakarım" diyebileceğini düşünebilir misiniz? Elbette ki düşünemezsiniz, çünkü bu sözler akla ters düşen, birbirleriyle çelişkili sözlerdir. Tanrı insanı hem "kafir" yapsın ve hem de onu "kafirdir" diye cehenneme atsın! Olacak şey midir bu? Ve yine siz hiç Tanrı'nın "...Allah isteseydi puta tapmazlardı (müşrik olmazlardı)..." (En'am Suresi, ayet 106-107) diyerek insanlardan bir kısmını "müşrik" kıldığını bildirdikden sonra, müşrikler nerde görürseniz öldürün!" Diye emredebileceğini düşünebilir misiniz? Elbette ki düşünemezsiniz, çünkü bir kere aklınız size, inanç farkı nedeniyle insanların birbirilerini öldürmelerinin kebul edilemeyeceğini söyler. Öte yandan Tanrı'nın kişileri "müşrik" yaratıp, "müşriktiler" diye öldürtmesini akla ve nantığa ve Tanrı'nın "yüceliği" fikirine yatkın bulmazsınız. Ne var ki, şeriat eğtiminden geçmiş kişiler bakımından durum farklı! Çünkü onlar, bu tür buyrukları Tanrı'dan gelmiş olarak belletmişlerdir ve Tanrı'nın sözlerininde akla ve mantığa aykırılık ve çelişme diye bir şey olmayacağına inanmışlardır. Örneğin Kur'an'da şöyle yazılıdır: "Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslam'a açar, kimi de saptırmak isterse... Kalbini iyice daraltır (kafir yapar) ... " (En'am Suresi, ayet 125) Yine Kur'an'da şöyle buyruklar var: "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün." ( Tevbe Suresi, ayet 5) Şimdi tekrar soralım: Hiç Tanrı, insanı "kafir" (müşrik) yapar ve yaptıktan sonra "müşriktir" diye öldürülmesini ister mi? Yine aynı şekilde siz hiç Tanrı'nın "Ben Kur'an'ı, anlaşılsın diye apaçık bir kitap olarak indirdim" dedikten sonra, bu söylediklerini unutmuşcasına, "Kur'an'ı anlamasınlar diye onların kalplerini, kulaklarını tıkadım" diyebileceğini kabul edebilir misiniz? Elbette ki edemezsiniz, çünkü böyle bir davranışı, her şeyden önce ye akılcı düşünce ile ve sonra da "yüce" ve "adil" olarak kabul ettiğiniz Tanrı'ya yakıştıramaz, Tanrı fikriyle bağdaştıramazsınız. Oysa şeriat eğitimiyle yetiştirilen kimselere "vahiy" dir diye belletilen veriler arasında, Kur'an'ın, Tanrı tarafından "apaçık bir kitap" olmak üzere indirildiğini belirleyen hükümler yanında, yine Tanrı tarafından anlaşılmasının önlediğini bildiren hükümler vardır. Örneğin kur'an'da Tanrı'nın, "Biz, apaçık ayetler indirmişizdir; bunları inkâr edene alçaltıcı azap vardır" (Mücadele Suresi, ayet 5) Ankebut suresi'nde de benzeri şu ayet var "kur'an... ayetlerdir. Ayetlerimizi zalimlerden başka kimse inkar etmez" (Ankebut Suresi, ayet 49) ya da"... Onu akıl edesiniz (anlayasınız) diye Arapça olarak Kur'an da indirdik" (Yusuf suresi, ayet 2); "Bunları apaçık kitap ayetleridir" (Şuara Suresi, ayet 2) şeklinde konuştuğu ve üstelik de Araplardan hiç kimsenin "ben bunları anlamadım, bu nedenle ona uyumadım" diyememesi için Kur'an'ı "Arapça olarak" ve hem de çeşitli lehçelerde olmak üzere indirdiğini açıkladığı yazılıdır. (Ta-Ha Suresi, ayet 113; Meryem Suresi, ayet 97 vs.) "İşte kur'an'ı, Arapça okumak üzere indirdik, onda tehditleri türlü türlü açıkladı ki belki sakınırlar..." (Ta-Ha Suresi, ayet 113); "Ey Muhammed. Biz Kur'an'ı inatçı milleti uyarman için senin dilinde indirerek kolaylaştırdık" (Meryem Suresi, ayet 97); Hz.Muhammed'in söylemesine göre Kur'an, çeşitli değişik konuşan Arap kabileleri anlayabilirsin diye, onların lehçesiyle (yedi lehçede) inmiştir. (Kaynak: Bkz sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Serih Tercemesi,c.11 s.229-230,:Hadis No:1766.) Ne var ki, yine bu aynı Kur'an'da Tanrı, Kur'an'ın bazı kişiler tarafından anlaşılmasını istemediği bildirir ve örneğin şöyle der: "Kur'an'ı anlarlar diye kalplerine örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk."(En'am Suresi, ayet 25) Derken de bu düşüncesini şu şekildeki hükümlerle pekiştirir: "Allah kimi dilerse onu saptırır, kimi dilerse onu doğru yola sokar." ( En'am Suresi, ayet 35, 39, 125) Bununla da yetinmez, birde Kuran'ı anlamasınlar diye kalplerine örtüler ve kulaklarına ağırlık koyduğu kimseleri, suçluluk onlara aitmiş gibi, cehennemlik Sayar ve şöyle der: "Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıkta kalmış sağır ve dilsizlerdir... Zalimlerdir." (En'am Suresi, ayet 27,39) Ayrıca da şöyle ekler: "Allah'ın saptırdığı kimsenin çıkar yolu olmaz." (Şura Suresi ayet 46) Görünüyor ki Muhammed'in Tanrısı, bazı kişilerin Kur'an'ı okuyup anlamalarını önlemek için onların kalplerine örtüler ve kulaklarına da ağırlık koyar ve öylece onları saptırıyor ve sonra da bu saptırdığı kimseleri "karanlıkta kalmış, sağır ve dilsiz zalimler" olarak damgalıyor ve cehennemlik sayıyor. Bütün bunlar, şeriat eğitimi ile yetişmiş kişiler için "doğal" ve "kutsal" nitelikle şeylerdir. Fakat akılcı eğitimden geçmiş kimseler için durum farklıdır; onlar "yüce" ve "adil" olduğu söylenen bir Tanrı'dan öyle ayetlerin gelmeyeceğini düşünürler. Yine bunun gibi, siz hiç Tanrı'nın, insanları daha ana karnındayken şekillendirdiğini ve karakterlerini çizdiğini, "doğru yola soktuğunu" ya da "saptırdığını" söyledikten sonra (Şura suresi, ayet 24-31) bu söylediğini unutup " başınıza gelen herhangi bir müsibet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür..." Diyerek onları sorumlu tutabileceğini kabul edebilir misiniz? Elbette ki edemezsiniz, çünkü bu çelişkili sözleri, akılcı düşünceye ve Tanrı'nın kutsallığı fikrine yatkın bulamazsınız. Ne var ki, şeriat eğitiminden geçmiş kimseler, bütün bu verileri rahatlıkla benimserler; bu hükümler de akıl dışılık ya da çelişki göremezler. Peki çoğu "Çelişme bizim düşüncelerimizdedir, Tanrı'ya göre çelişme yoktur" deyip işin içinden kolaylıkla sayılırlar. Bu tür örnekler pek çok. Sadece şunu tekrarlayalım ki, İslam şeriatı akılcı düşünceye olasılık tanımaz; her şeyi akıl dışı, çoğu kez akla ters verilerle belletir. Belletirken de şimdi düşünme gücünü körletir; daha doğrusu, insan beyninin akılcılığa ters düşen, ya da akla meydan okuyan verilerle körletir. (Şeriat İnsan ve Akıl)
- İslamın 1400 yıllık tarihi incelendikçe göze çarpan şudur ki, uygarlık ya da her türlü gelişme ancak İslami etkiden uzak kalınabildiği dönemlerde kendisini göstermiş ve İslam'a saplanıldığı an gerileme belirmiştir. İslam dünyasının 8. yüzyılın ortalarında uygarlık gelişmesine yönelebilmesi İslam'a sırt çevirebilen halifeler sayesinde olmuştur. 200 yıl kadar süren bu uygarlık İslamın özünü geçerli kılmaya hevesli çevrelerin ve bu çevreleri destekleyen halifelerin iktidara gelmeleriyle son bulmuştur. 19. yüzyılın başlarına kadar İslam ülkeleri, İslamın özüne saplı olarak gerilikler ve ilkellikler içerisinde yaşamışlardır. Batının akıl çağı sayesinde şahlanması sonucu yarattığı uygarlığın tokadını yiye yiye İslam ülkelerinden bazıları, örneğin Mısır, Türkiye vs. Batıya yönelme çabalarına sarılmışlar, fakat kendilerini şeriat hastalığından kurtaramadıkları için sağlıklı bir aşama yoluna sapamamışlardır. Sadece Türkiye, Atatürk sayesinde laiklik esasını benimseyen olmuş, şeriatı arka plana atabilmiş ve bu sayede 20-30 yıl gibi çok kısa bir zaman içerisinde İslam ülkelerinin en modern, en demokratik, en uygar bir ülkesi olabilmiştir. Ne hazindir ki, böylesine parlak bir başarıya erişen bu ülke dahi, Atatürk'ün ölümünden sonra tekrar şeriat bataklığına yönelmiş ve yeniden gerileme dönemine girmiştir... (Arap Milliyetçiliği ve Türkler)
- Kur’an, her şeyden önce Muhammed’in günlük siyasetinin ve gereksinimlerinin ürünü niteliğini taşıyan bir kitaptır. (Kur'an'ın Eleştirisi 1)
- Mekke döneminde indiği söylenen sureler ki ilk inen surelerdir,Kur’an’ın en sonlarında yer almıştır: Örneğin, 101. sure olan Karia Suresi’nden 112. sure olan İhlas Suresi’ne kadar olan 11 sure, hepsi de ilk Mekke dönemine ait olmalarına rağmen, Kur’an’ın en sonuna yerleştirilmişlerdir. (Kur'an'ın Eleştirisi 2)
- Dünyaya uygarlık getirenler ve kentleri inşa edenler, hep bu eski putperestliğin ünlü mensupları ve yöneticileri değil midir? İnsan ruhunu ve beynini geliştirenler ve insan sağlığı için yararlı her ilmî. var edenler ve toplum yaşamlarını en iyi şekilde düzenlemek üzere idari ve siyasi kuruluşları getirenler, Eski Roma ve Yunanın hep bu putperestleri değil midir? Eğer putperestlik olmamış olsaydı, yeryüzü bomboş bir çöl olur ve ilkelliğe ve sefalete gömülmüş olarak kalırdı. (Şeriat İnsan ve Akıl)
- "Gece bastı kara kaplı kitab oldu hâkim, Anırırken tepişen bunca eşek hep âlim! Hepsi de kendisinin gittiği yol doğru sanır..." Türk toplumunun Atatürk sayesinde şeriat bataklığından çıkmış olmasından duyduğu sevinci belirtirken artık bir daha geriye dönülmemesi hususundaki dileğini de şeriatın yalanlar ve kandırmalarla dolu içyüzünü ortaya vurmak için şöyle konuşur: "Gitme maziye çıkan izbe o kanlı yoldan, Bil, muhabbetle seni karşılayan şeytandır, Aldatır lafz-ı uhuvvetle (kandırıcı sözlerle), tekin ol, kanma; Müslümanlıkta nifak (ikiyüzlülük) an'ane-i imandır (geleneksel imandır)." (Aydın ve "Aydın")
- Kısır kadını "hayırsız" saymak ve kocasız bırakmak, en hafif deyimiyle gaddarlıktan başka bir şey değildir ve böyle bir gaddarlığı yüce ve adil bir Tanrı'ya izafe etmek mümkün değildir. (Şeriat ve Kadın)
- "Arapları üç nedenle seviniz: çünkü ben bir Arap'ım; Çünkü Kur'an Arapça'dır; çünkü Cennet sakinleri Arapça konuşurlar." "Arapları sevmek iman ( sahibi olmak) demektir; onlardan nefret etmek imansızlık demektir; kim ki Arap'ları sever, beni seviyor demektir; kim ki Araplardan nefret eder, benden nefret ediyor demektir" "Arapları seviniz ve onların bekasını dileyiniz; çünkü onların varlığı Islamın ışık saçabilmesi için şart'tır; yokluğu ise lslamın zulmet'e boğulmasıdır" "Arapları yermek (eleştirmek), putperestliktir."[6] [Buhari'nin Sahih'i ya da al-Muttaki'l-Hindi'nin Kanz al-Ummal fi sunan al-akval ya da Acluni'nin Keşfu'l-Hafa'sı ya da Razi'nin e't-Tefsüru'I-Kebir gibi kaynaklara bkz.] (Şeriat ve Eşitsizlik)
- “Fikir özgürlüğü” denen şey akılcı düşünce yoluyla oluşan bir şeydir ki, akla ters düşen konuları reddetmek anlamına gelir. Daha başka bir deyimle, aklın vahye üstünlüğü demektir. (Kur'an'ın Eleştirisi 2)
- Şeriat Eğitiminden Geçmiş Arap ve Türk, Türk Düşmanlığında Birleşir Şeriat eğitiminden geçmiş Arap milliyetçisi gibi Türkün şeriatçısının da ölçüleri, ahlak ve erdem anlayışı, İslam öncesi Türkün değer ölçülerini ve erdemlerini takdir edecek düzeyde değildir ve olamaz. Onun ölçüleri, İslam öncesi Türkün gerçek yönlerini (örneğin, akılcılığını ve kadına verdiği değeri) ortaya koyan eserlerle değil, Türkü "kâfir", "dinsiz", "yolundan çıkmış" vb. görmeye alışmış Müslüman düşünür ve yazarların yapıtlarıyla, kıstaslarıyla oluşmaktadır. Çünkü onun elinin altında, bütün yüzyıllar boyunca İslamın yetiştirdiği en ünlü kişilerin, örneğin Câhiz'lerin, Tevhidî'lerin, Mes'ûdî'lerin, Balhî'lerin, İstâhrî'lerin. Birûnî'lerin, İdrisflerin, Hamavî'lerin, Gazali'lerin, Marvazî'lerin, Cüveynî'leıin ve saymakla bitmeyecek kadar çok benzerlerinin yapıtları ve onların Türk düşmanlığını körükleyici çabalan vardır. Kafasını ve ruhunu bunlarla doyurmaktadır.81(...) Söylemeye gerek yoktur ki, bu ruhla yetişen Arap milliyetçisi (ve tabii bizim şeriatçımız) İslamın daha ilk dönemlerine rastlayan Arap fetihlerini ve bu fetihler sırasında Arabın giriştiği yağma ve talanı, din adına yapılıyor diye yerinde ve haklı, buna karşılık Türkün savunmalarını kötü gözle görecektir. Arap ordularının Türklere karşı saldırılarını, Türklerden esir almalarını, Türk ülkelerine karşı yağmalarını, "Tanrı böyle emretmiştir" diyerekten mazur ve meşru görecek, fakat Türkün karşı koymalarını yerecek ve böyle davrandı diye bir de kendi atalarını, yukarıda belirttiğimiz gibi, Belâzurî'lerin ya da Birünî'lerin ve diğerlerinin ağzıyla "kâfir", "dinsiz", "yoldan çıkmış", "imansız" vs. deyimleriyle yerden yere vuracak ve lanetleyecektir. Yine bunun gibi bizim Arap ruhlu şeriatçımız (tıpkı Arap milliyetçisi gibi) Tebriz ve Nişabur kentlerinin Türkler tarafından geri alınmasını "barbarlık" ve "vahşet" gibi şeyler olarak göstermeye çalışan Arap yazarlarla birlikte hayıflanacak ve yine kendi ecdadına sövüp sayacaktır. Başka bir deyimle, Türk kentlerinin Arap orduları tarafından fethedilmesini, yakılıp yıkılmasını ve talan olunmasını, Türk yavrularının ve kadınlarının esir alınmasını "Bunlar İslam seferleridir" diyerek alkışlayacak, buna karşın Tebriz kentinin Türkler tarafından ele geçirilmesine Zînet el-Mecalıs kitabının ünlü yazarı Niizhet ile birlikte ağlayacak ve kendi ecdadına, vaktiyle Arap saldırılarına karşı koymuş olmaları nedeniyle kızacak, Türkün savunma niteliğindeki saldırılarını, Arap şairlerle bir olup "vahşet" deyimiyle yerecektir.82 Ya da Horasan'ın Türklerden geri alınmasını alkışlayacak ve muhtemelen Türklerin İslam ordularına yenilmesini Rebî bin Emir'in ağzından zevkle dinleyecek ve Arap ordularının za- ferlerini Esad bin Musammâs gibi şairlerin mısralarında, onların ağzıyla ifade edecöktir. Hatırlatalım ki, Yakut bu olaylar vesilesiyle şöyle devam eder: "Fetih, Hicret'in 18. yılında vuku buldu. Bu konuda Rebibin Emir şöyle dedi: 'Tüm ülkeyi ele geçirinceye dek kentleri birbiri ardına zabt ederek düşmanı (Türkleri) püskürttük. Mutludur o gözler ki, bizim gibi civanmerd savaşçıların, Türkistanlı ve Kâbul'lu atlıları dağıttıklarım gördü.'"83 Ve işte bizim insanımız Yakut'un ağzından Horasan'daki Nişabur kentinin yağma ve harap edilmesini ve Türklerin yenilmesini ibretle öğrenecektir. Tekrarlamakta yarar vardır ki, bütün bu Arap saldırıları ve yağma ve talanları dini yaymak için değil, din adına varlık sağlamak uğrunadır. Daha sonraları, Hicret'in 111. yılında Ciineyd b. Abdurrahman el- Murrî'nin Beykend yakınlarında Türklere karşı kazandığı ilk zaferini ve Türk hakanının oğlunu esir alışını ezberlemekle zevk duyacak84 ya da Esed b. Abdullah'ın Hicret'in 118. yılında Türkleri feci bir mağlubiyete uğratması olayını ezberleyecektir. Arap milliyetçisi, tıpkı bizim şeriatçımız gibi, sadece Arabın askeri başarılarını ve Ttirke karşı za- ferlerini değil, aynı zamanda dalıa o zamanlar Türke karşı Arap nef- retlerini ve lanetlemelerini okuyacak ve eğittiği insanları da bu duygularla yoğuracaktır. Al-Belâzurî'den okuyoruz ki, Arabın daha o dönemlerde yaptığı şey, Türke beddua etmektir; halka vaiz verenlerin ağzından "Ey Tanrım, (Türklere) ait ne varsa her şeyi yok et, onların güçlerini çökert, üzerlerine felaket yağdır" sözleri eksik olmazdı ve bu sözleri dinleyen ce- maate, "hayır temenni et ki Tanrı onların ayaklarının altına buzlar yerleştirsin ve buz üzerine kayıp düşsünler" şeklinde dua ederlerdi.85 Buna karşılık Muaviye döneminde Sind in fethine gönderilen Ab- dullah b. Sevvâr el-Abdî'ııin Türklere karşı giriştiği saldırılar sırasında Türkler tarafından yenilmesi ve bu nedenle azledilmesi olay- larına Türk çocuğu, şeriat eğitiminden geçirilmesi sırasında, iyi bir Müslüman olarak hayıflanacak ve Arap şairlerin bu olaylar ve- silesiyle Arabi yücelten, fakat Türkü küçülten şiirlerini terennüm ede- rek yetişecektir. İşte böylece Arap milliyetçisi ve onunla birlikte şeriat eğitiminden geçen Türk yavrusu, İslamın ve Arabın bu tek yanlı tarih olayları ve öyküleriyle beslenecek, pek tabii olarak Türke (ve Türk de kendi öz ırkına ve ecdadına) karşı düşmanlık, husumet duyguları ve havası içerisinde yoğrulacaktır. İşte bu suretle Arap milliyetçisi, İslamı ve İslam tarihini kendisine araç sayarak Türk aleyhtarlığı öğesini kendi amacına uygun şekilde işleyecek ve öte yandan Türk yavrusu da şeriatçının "Benim Türklüğüm Müslümanlıkla başlar, ben Türk olmadan önce Müslümanım" uydurmalarına kurban edilecektir, bilmeyecektir ki, Arap milliyetçisi, Türk aleyhtarlığını kendi ulusal birliği için sömürmüştür, sömürmektedir ve bu sömürme yanında, Araplığını İslamın üzerinde görebilmekte ve şeriata yeğ tutabilmekte, her halükârda kendi İslam öncesi yaşantıları ve tarihiyle övünebilmektedir. (Arap Milliyetçiliği ve Türkler)
- Tanrı, okumasız olarak tanımladığı Muhammed’e, “Oku” diye hitap etmektedir! Bütün bunlar, söz konusu sure ve ayetlerde sadece tutarsızlık ve uyumsuzluk değil, aynı zamanda Tanrı fikrini zedeleyici hususlar olduğunu ortaya koymaktadır. (Kur'an'ın Eleştirisi 2)
- Her ne kadar Osmanlı devleti 1908 Anayasa’sı (1293 Kanun-u Esâsî) ile köleliği saf dışı kılmış olmakla beraber, bu kuruluşun gerçek anlamda ortadan kalkması ve Türk topraklarından silinip atılması Atatürk’ün yarattığı Türkiye Cumhuriyeti sayesinde olmuştur. (Şeriat ve Kölelik)
- "Sizden birinizin içeceği (ve yiyeceği) içine sinek düştüğü zaman,o kişi onun her tarafını batırsın,sonra çıkarsın(atsın). Çünkü sineğin iki kanadından birinde hastalık,diğerinde de şifa vardır..." (Müslümanlık Sınavı)
- "Ben Ademoğulları soylarının en temizinden naklonuldum. Nihayet şu içinde bulunduğum (Haşimi) camia(sından) neşet ettim" demiştir" [Ebu Hüreyre'nin rivayeti olan bu hadis için bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı... , c.IX, s.272, hadis no. 1454; ve c.X, s.42]. (Şeriat ve Eşitsizlik)
- Yık dedim, yık, kanlı kürsiden hayır yoktur sana, Ba'dema meydan bırakma bunları tekrara Türk! Kendi mülkünde garibâne dilendin din için, Tıpkı beygirler gibi döndürdü şeyh âyin için Sırtta heybe, cerre çıktın gafleti telkıyn için, Pek fedakarane yandın bir Kureyşi kin için, Çal da söylet bunları sazındaki efkara Türk! Gönlünü dini tufeyliden temizle gün gibi, Aşka iman et de durma vuslata küskün gibi, Çektiğin âlâm-ı eyyamı unutma dün gibi, Aç gözün, çıldırma bir Leylâ için Mecnun gibi, Bir marazdır bu; de geç, âşıktaki efkâra Türk! Neyzen Tevfik ''Türk'e ikinci öğüt'' (Şeriat’tan Kıssa’lar (2 Cilt Birarada))
- Türkiye gibi Atatürk sayesinde bu baskılardan ve dinsel bağnazlıktan kendisinin kurtarmış bir ülkede bile, bugün şeriatçıların şahlanması nedeniyle, bu Türk dışılıkla dönüş başlamıştır. Türkiye gibi laikliğe yönelememiş diğer Müslüman ülkelerde ise, bu uygulama, geçmiş yüzyılları hiç de aratmayacak şekilde sürüp gitmektedir. Hemen belirtelim ki, bu uygulamanın, söylendiği gibi ekonomik yoksulluklarla ya da geriliklerle ilgisi yoktur; sadece şeriata saplanmışlıkla ilgisi vardır. Hangi ülkede şeriat dini esas özüne en uygun şekliyle uygulanmaktadır, o ülkede kadın en insafsız "kapatılmalara" mahkum demektir. (Şeriat ve Kadın)
- Milletçe saplandığımız kısırdöngüden, yani yüzlerce yıl süren medrese eğitiminin nasırlaştırdığı ''akılsızlık'' tan, ''hazırcılık'' tan ve ''taklitçilik'' den sıyrılmayı biz, ilk kez Atatürk'le onun getirdiği akılcı eğitimle öğrenir olmuşuzdur. (Cehaletin İktidarı)
- "...Yalniz Allah'in dini (Islâmiyet) kalana kadar onlarla savasin..." (Kur'ân: 2 Bakara 193) (İslam'a Göre Diğer Dinler)
- 1400 yıllık tarih içerisinde hükümdarların insan haklarına ve insan şahsiyetinin haysiyetine aykırı davranışları din adamı'nın tepkisine hiç bir zaman yol açmamıştir. Aksine din adamı iktidarın en mutlak ve en müstebid bir şekilde uygulan masına yardımcı olmuş, insanlarımızı da bu uygulamalara boyun eğdirtmiştir. Bu sayede aynı zamanda kendi saltanatının devamını da sağlamıştır . (Din Adamları)