diorex
Dedas

Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı - İlhan Arsel Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı kimin eseri? Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı kitabının yazarı kimdir? Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı konusu ve anafikri nedir? Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı kitabı ne anlatıyor? Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı PDF indirme linki var mı? Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı kitabının yazarı İlhan Arsel kimdir? İşte Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 08.05.2022 04:00
Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı - İlhan Arsel Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: İlhan Arsel

Yayın Evi: Kaynak Yayınları

İSBN: 9789753435222

Sayfa Sayısı: 88

Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Şeriatçıların, tartışmalarda şeirat temeline oturtmadıkları hiçbir konu yoktur.

Atatürk devrimlerinden yana olan aydınlanmacılar bilir ya da hiç değilse hisseder ki, söyledikleri safsatadır, akla ve mantığa sığmaz şeylerdir; ne var ki şeriat verilerinin ne olduğunu bilmedikleri için onların iddialarını çürütemezler.

Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı Alıntıları - Sözleri

  • Eğer İslamda zorlama yoksa, İslamdan çıkan ya da din değiştirenlere karşı Muhammed'in, “… Her kim dinini (ki Müslümanlıktır) değiştirirse onu hemen öldürünüz" ya da “Dinini değiştiren ve cemaatten (İslam cemaatinden) ayrılan kimsenin (kanının dökülmesi caizdir)" şeklindeki buyruklarına ve bu buyrukların 1400 yıl boyunca uygulanmasına ne demeli?
  • "Şeriatçılar, İslamın İkna ve Sevgi Yoluyla Yerleşmiş Bir Din Olduğunu Söylerler; Yalandır! İslam Şeriatı, Korku, Dehşet ve Ölüm Saçarak Kılıç Yoluyla Yerleşmiş Bir Dindir."
  • İslam uygarlığı diye bilinen gelişmeyi sağlayan temel kaynak Kuran değil, Eski Yunan bilginlerinin ortaya koydukları bilimsel verilerdir. Bunun böyle olduğunu İslam bilginleri açıkça belirtmişlerdir.
  • Şeriatçı, uygarca tartışma nedir bilmez. Bundan dolayıdır ki, îslam konusunda soru soranlara ya da îslam şeriatını eleştirenle­re verecek bir yanıt bulamadığı zaman küfür eder, tehdit eder, korkutma yoluyla susturmak ister.
  • İslam hiçbir dönemde ve hiçbir yerde hoşgörü yoluyla yerleşmemiştir; hep kılıç zoru, korkutma ve dehşet yoluyla yayılmıştır.
  • Örneğin Mısırlı Gazalî, Atatürk’ü Adolph Hitler’e benzetmiş, "Kemalizmin bir bela olup son nefesini vermekte olduğunu" söylemiş, ayrıca da Türk toplumunu "fikren ilkel" olmakla ve "Arap zekâsından yararlanmamakla” suçlamıştır. Ve işte bu sözleri söyleyen Mısırlı Gazalî'yi alkışlamak üzere Yaşar Nuri Efendi şöyle demiştir: "(Mısırlı Gazalî'yi) Ruh ve iman dünyamızın boyutlarını tutan önderler gibi kucaklamak borcundayız..." Yine bunun gibi, Bosnalı lider İzzetbegoviç, Atatürk devrimlerini "Barbarlık ve ihanet” olarak nitelendirmiş, "Türk toplumunun Kemalizm nedeniyle cahil ve geri kaldığını” iddia etmiştir. Yalan niteliğindeki bu çirkin iddiaları savuran Aliya İzzetbegoviç'i, Yaşar Nuri adındaki şeriatçımız hayranlıkla bağrına basarken şöyle demiştir: ”Aliya İzzetbegoviç'i selamlıyorum; Onu Kuran düşüncesinin yüksek boyutlu bir düşünce adamı olarak da selamlıyorum. İzzetbegoviç'i, imanda gönüldaşım, ıstırapta yürekdaşım, bilim ve düşüncede meslektaşım olarak selamlıyorum. .. onu saygı ve hayranlıkla selamlıyorum...”
  • "Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra bu din... Türk milletinin milli rabıtalarını (bağlarını) gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed'in kurduğu dinin gayesi bütün milliyetlerin fevkinde, şamil, bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu arap fikri ‘ümmet’ kelimesi ile ifade olundu. Muhammed'in dinini kabul edenler, kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah (sözcüğünün) her yerde yükselmesine hasretmeye mecburdular."
  • Bosnalı lider, Atatürk devrimlerini 'barbarlık ve ihanet' olarak değerlendirmiş, 'Türk toplumunun Kemalizm yüzünden cahil ve geri kaldığını' söylemiştir.
  • Şeriatçı, uygarca tartışma nedir bilmez.
  • "Türklerin Kılıçla Müslümanlaştırılmaları da Muhammed'in Getirdiği Cihad Buyrukları Yoluyla Olmuştur"
  • Esas amaç Kur'anın okunmasını sağlamaktır. Yoksa serbest akıl yolu ile araştırma yapmaya, her şeyi eleştirici bilimsel faali­yetlerde bulunmaya teşvik edici bir anlam taşımaz.
  • "Şeriatçılar İslam dininin hoşgörü dini olduğunu, diğer bütün din ve inançlara saygılı olduğunu, zorlama usullerine asla başvurmadığını, her şeyi ikna yoluyla yapmaya çalıştığını söylerler. İddialarını kanıtlamak üzere Muhammed'in, zorlayıcı olarak gelmediğini, sadece öğüt verici olarak gönderildiğini söylerler. Söylediklerini kanıtlamak üzere Kur'an’dan verdikleri örnekler arasında: "Ey Muhammedi Sen öğüt ver. Esasen sen sadece öğüt vericisin. Sen onlara zor kullanacak değilsin" (Gâşiye Suresi, ayet 21-22) Yada: "Benim dinim bana, senin dinin sana..." Ya da: "Dinde zorlama olmaz" (Bakara Suresi, ayet 256) şeklinde olanları vardır. Oysa bu tür iddiaların ve örneklerin, yalan ve kandırma siyasetini sürdürmekten başka işe yarayan bir yönü yoktur. Çünkü İslam, tıpkı diğer dinler gibi, fakat onlardan çok daha kararlı olarak, hoşgörüsüzlük temeli üzerine oturtulmuştur."
  • şeriatçının hoşgörüsüz oluşunun asıl nedeni Muhammed’dir; Muhammed ona her hu­susta hoşgörüsüzlük örneği olmuştur. O Muhammed ki, kendi öz anasına, kendi öz babasına ve altı yaşında yetim kaldığı andan itibaren kendisine bir babadan da fazla babalık eden (onu ölüm­lerden kurtaran) amcasına, sırf Müslüman olarak ölmediler diye "mağfiret" dilememiştir. Mağfiret dilemek şöyle dursun, onlara cehennemi uygun görmüştür. Örneğin, İbn Malik gibi kaynakla­rın bildirmesine göre, "Benim babam da... Cehennemdedir" demiştir. Yine İslam kaynaklarının bildirmesine göre amcası hak­kında şöyle demiştir: " Ebu Tâlib (Cehennemde) topuklarına ka­dar -dibi yakın- ateşten bir çukur içindedir."
  • Şeriatçı, uygarca tartışma nedir bilmez. Bundan dolayıdır ki, îslam konusunda soru soranlara ya da îslam şeriatını eleştirenlere verecek bir yanıt bulamadığı zaman küfür eder, tehdit eder, korkutma yoluyla susturmak ister...
  • Hem bir fitne kalmayıp din yalnız Allah'ın oluncaya ka­dar onlarla çarpışın...” (Bakara Suresi, ayet 191).

Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı İncelemesi - Şahsi Yorumlar

İlhan Arsel'in bu kitabını okumayın! Dünyadaki en kanlı ateist ya da en koyu anti islamcı bile olsanız gerçekten argümanları bilim severim akıl ile yol alıyorum diyen bir adama yakışmıyor. 10 sayfalık bir kitap aslında ama yazar bu 10 sayfalık yazacağı şeyi sürekli aynı şeyleri tekrar ederek uzatma girişiminde bulunuyor. İslama yaptığı eleşriyi anlıyorum bu ve benzeri kitapları okudum ancak bu kitap aynı şeyi süreklş tekrar eden bir rutin ile ilerliyor. Akıl ile değil tamamen subjektif bir dille eleştiri yapıyor. Ne söylediğinden ziyade gerçekten bu kitap yerine, kitap/tanri-yanilgisi--8428 kitap/kor-saatci--8434 kitaplarını okumanızı tavsiye ederim eğer tanrı ve din karşıtı fikir arıyorsanız objektif şeyler okuyun çünkü yazarın eleştirdiği şetiatçı ile aynı gözle baktığını fark ediyorsunuz okuyunca. Önemli olan ne söylediği değil diyalektik olmadan tamamen hisleri ve kendi düşüncesi ile yazmış... (Furkan dolgun)

İnananlar inanmıyor değildir: Dursun, Tekin ve Arsel. Üçünün de kitaplarını bir müddet inceledim hala inceliyorum. Tekin'in kitaplarına pek bakamadım ama bana göre üçlünün en zayıf halkası Arsel. Çünkü Dursun ve Arsel'in din adamlığı geçmişi var ve bu görülebiliyor ama Arsel ise din ilimleri hakkında oldukça yetersiz. Ele aldığı bazı ayet ve hadislere yaptığı yorumlardan bu rahatlıkla görülebiliyor. Ayrıca kitaplarında onlarca hatalı veri de vardır. Alıntı yaptığı kitapların söylediklerini birçok kez tahrif ettiğine şahit oldum. Araştırıp görülebilir. Yazar hakkında bilgi verdikten sonra bu kitaba geçeyim. Kitabın yazılış amacı olarak kısaca diyor ki öğrencilerim bana geldi dedi ki hocam biz bir konuda şeriatçılarla tartışırken onların safsatalarını, yalan söylediklerini biliyoruz fakat tartışacak kadar bilgimiz yok. Bize taktik verin de alt edelim şunları demeye getiriyorlar. Yazar da bu sebeple şeriatçıların sık gündeme getirdiği konuları kendince incelemeye çalışıyor. Hatta "İslam şeriatının özünün ne olduğunu kaynaklarıyla bilebilmiş olsak, şeriatçıyı kendi silahlarıyla susturup, insanlarımızı akıl çağma kavuşturmakta güçlük çekmeyeceğiz. İşte elınizdeki kitap bu maksatla, yani şeriatçının yalanlarını yüzüne vurmak ve insanlarımızı bu yalanlardan kurtarıp yaşantılarını akılcı düşünce yoluyla düzenlemeye alıştırmak amacıyla kaleme alınmıştır." diyerek oldukça iddialı bir giriş yapıyor. Öğrencilerini savaşa sokacak sanki :D https://twitter.com/wrzl/status/918114125640761346?s=19 Ben bu girişten sonra çıtanın çok yükselmesini beklerdim fakat hayal kırıklığına uğradım. Yazar kitabı birkaç cümle etrafında döndürmüş ve çok sık tekrarlar var. Diğer kitaplarının incelemelerinde de bu yorumu gördüm. Dili de hoş değil. Madem bilimsel olmaktan bahsediyorsun mahalle ağzı kullanmaman gerekir. Tekrarlara örnek vereyim. Örneğin Tevbe 5 ayetini sürekli gündeme getirip dinde zorlama yoktur ayetini sunan şeriatçılara bu ayeti gösterin der gibi konuşuyor ve ayete konu olan müşriklerin sadece müşrik olması sebebiyle öldürüldüklerini iddia ediyor. Bu durumu ayetin öncesi ve sonrası, tarihin söyledikleri ile beraber değerlendirilince oldukça yetersiz bir iddia olduğu ortaya çıkıyor fakat kitabın hemen her yerinde bu ayeti sırf tevbe 5 olarak öncesiz sonrasız veriyor ve görüşlerine dayanak olarak sunuyor. Müslümanlar bu konuyu savunurken 1-5 arasına beraber bakın diyorlar ama bence tevbe 6'da çok önemlidir. Yani konuyu tüm detaylarıyla incelemek gerekiyor. Bu ve benzer ayetlerde konunun tarihsel tarafı nedir o tarihsel tarafından çıkacak evrensel yorum nedir, nasıl yorumlanmıştır bunları incelemesi ve sonuç olarak "işte kanıtlarım" dedikten sonra Kuran için "her müşrikin öldürülmesini istiyor" diyebilmesini beklerdim. Bu şekilde sadece mahallenin agresif, ateşli inanan gençlerini altedebilir belki ama konuyu bu iddialarla beraber ilim sahasına taşıyınca haksız çıkacaktır. Konuyu eksik sunarsan açığını bulup yüklenirler. Bu çok sık karşıma çıkıyor. Defalarca bunu yaptığına şahit oldum bu yazarların. Kuran alışveriş mağazası değildir. En azından inananlar için değildir ve amacınız onları onların kitaplarıyla yenmek ise kitaplarının tamamına hakim olmak durumundasınız. Kitaptan alışveriş yapar gibi istediğinizi alıp istemediğinizi almamazlık yapamazsınız. Bir konuda konuşuyorsanız tüm düşüncenizi o konudaki iki ya da üç ayete yüklerseniz komik duruma düşersiniz. Buradan böyle görünüyor yani. Madem şeriatçıyı onun kitabı ve verileri ile çürüteceksiniz sizin verdiğiniz ayetlere de vermedikleriniz kadar iman ettiğini, tek başına gösterdiğiniz o ayete rağmen ve o ayete de inanarak o yorumu yaptığını bilmeniz lazım. İnananlar, Kuran'da "kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar edenler" başlığına konu olan kişiler değildir. İnananlar inanmıyor değildir. Bu yüzden bir konuya ciddi bir eleştiri getireceksiniz o konuyu her yönüyle ele almak durumundasınız. Eğer önce verilen ayet daha sonra açıklanıyorsa ya da bir durum sonradan ortadan kaldırılıyorsa veya ayetin ortasından kestiğiniz kısmın sonrasında ayet istemediğiniz bir mana veriyorsa görmezden gelemezsiniz. Siz Kuran eleştirisi yapıyorum dersiniz ama Kur'an'dan elde ettiğiniz zannı eleştirmekten öteye gidemezsiniz ki karşınızdaki ile bir savaş veriyorsanız ve karşınızdaki de biraz bir şeyler okumuşsa bu çok büyük açığınızı görür ve nakavt... Bu konuya başka bir örnek vereyim. Yazar müşriklik ile ilgili olarak iki kişiyi örnek veriyor ve sırf müşrik oldukları için öldürüldüklerini söylüyor. "Nice örnekten biri şöyle: Nadr b. Haris, daha Mekke dönemindeyken Muhammed’in sözüne inanmayanlardan biridir Tanrı’dan ona vahiy inmediğini, anlattığı masalların Yahudilerden alınma olduğunu vs. söyler (bkz. Enfâl Suresi, ayet 22, 70). Bedir Savaşı sırasında esir olarak Muhammed'in elıne geçer. Muhammed, yıllarca önce Nadr'ın kendisi hakkında söylediklerinin intikamını almak üzere onun kafasını kestirir. Bir diğer örnek Ukbe b. Ebu Muayt'la ilgilıdir. Muhammed, yıllar önce kendisiyle alay etti ve kendisini eleştirdi diye Muayt'ın kafasını kestirtmiştir (Muayt, Bedir Savaşı'nda esir olarak Muhammed'in elıne geçenlerden biridir)" Burada örneğin Ukbe üzerine eğilelim. Sadece Muhammed'i eleştirdi ve alay etti diye öldürüldü demiş. Böyle bakınca olay çok masumane bir durum varken gerçekleşmiş gibi görünüyor. Eksik bilgi. Herhalde alay dediği peygamber namaz kılarken başına koyduğu deve işkembesi sebebiyle bir süre peygamberin secdeden kalkamaması ve insanların ona gülmeleri olayı. Bu da şiddet bakımından öldürme teşebbüsü sayılabilir belki. Bu kişinin Buhari'de yer alan boyutunda bir de Peygamber namaz kılarken onu boğmaya çalıştığına dair bir olay da anlatılır. Hatta Hz. Ebubekir peygamberi kurtarıyor ve o adamlara "siz bir adamı 'rabbim allah' diyor diye öldürecek misiniz?" diyor. Ama bu bilgi yok bu kitapta mesela. Bu adamın kendi halkını savaşa sokmak için cesaretlendirdiği bilgisi de yok Buhari'de bu bilgi varken. Ama Ukbe hakkında bildiklerimiz Buhari'de geçenlerden ibaret de değil. Şeriatçı sadece Buhari okumuyor o yüzden onun kaynaklarına bakıyorsanız diğer bilgileri de almanız gerekir. Ya da aldıklarınız dışında diğer kısımları reddediyorsanız neden ve nasıl reddettiğinizi, yalan olduklarını nasıl anladığınızı gösterebilmeniz gerekir. Bilimsel çalışma tam olarak bu oluyor. Mesela dün başka bir kaynakta da Ukbe'nin yukarıdaki diğer isimle beraber hicret günü peygamberin evinin önünde öldürmek için bekleyenler arasında oldukları da yazdığını gördüm. İnandıkları için insanlara eziyeti reva gördüğü de yazıyor ki peygambere yaptığı da bunu destekliyor. Yani ölmesi için hala bir sebep yoksa ben o sebebi hadisten vereyim: "Merhamet etmeyene merhamet edilmez." Hatta bir kaynağa göre diğer bedir esirleri salınırken kendisinin neden salınmadığını soruyor ancak peygamber onu yaptıkları sebebiyle affetmiyor. Bence yazar konuyu eksik almış. Eksik alınca değerlendirme de eksik kalıyor haliyle. Burada bir incelemede gördüğüm bir alıntıyı ekleyeyim: "Tarih bir süreçtir ve siz süreçten bir parçayı çıkarıp sadece onu inceleyemezsiniz... her şey tümüyle birbirine bağlıdır." Bu sebeple eğer bir konuda yorum yapacaksak resmin tamamını görmeliyiz diye düşünüyorum. Verilmesi gereken tüm bilgileri verip daha sonra kendi yorumumuzu yapabilirsek daha iyi olur diye düşünüyorum. Zaten yazar konuyu bütünüyle işleyip inceledikten sonra yukarıdaki yorumu yapsa benim bu kadar itirazım olmazdı nihayetinde kendi yorumudur deyip geçerdim. Neyse. Başka bir örnek vereyim. "Şeriatçılar, Müslüman olmamanın ya da İslam'dan çıkmanın cezasının, bu dünyada değil fakat sadece ölüm sonrasında cehenneme atılmak suretiyle verileceğini söylerler ve Bakara Suresi'nin 217. ayetini örnek verirler. Ayet şöyle: ”...Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemlıktirler ve orada devamlı olarak kalırlar..." (Bakara Suresi, ayet 217). Oysa yine yalan. Çünkü bir kere bu ayet, sadece cehenneme atılmayı değil, cezanın "bu dünyada da" verileceğini belırtiyor. Zira ayette şu tümce bulunmakta: "... onların yaptıkları işler dünyada da... boşa gider...” Ayeti takla attırmış. Ayette böyle bir cezadan -bu dünya için- bahsetmiyor. İslam'ı terk ettikten sonra Müslüman olarak dünyada yaptıkları iyi işlerin de boşa gittiğinden bahsediyor. Diyanet tefsirinde bu yorumu yapanların var olduğunu, buradan mürtedi öldürün manası çıktığı şeklinde anlayanlar olduğunu yazmışlar ama mantıklı görmemişler. Benim dediğimi desteklediğini düşündüğüm kısmı da örnek vermişler ve Maide 5'ten bu yorumu çıkarmışlar: "...... Kim inanmayı reddederse ameli kesinlikle boşa gider. O, âhirette de hüsrana uğrayanlardandır." Ayrıca Tevbe 69'da benzer bir ifade eski kavimler için de geçer. Kuran'ın kendi kendini açıkladığı kısımlarda herhangi bir tefsirin ne dediği de çok önemli değil bence. Çünkü kendisi durumu anlatmış bize pek de yorum şansı vermemiş. Arsel'in bu durumu neden görmezden geldiğini bilmiyorum. Bu ayetin içeriğini nasıl reddettiğini bilmiyorum. Bir açıklamasını yapması gerekirdi. Bir başka yerde de, "Ku'ran'da, Müslümanların, Hıristiyanlarla ve Musevilerle dost olmaları yasak edilmiş, şöyle denmiştir: ”Ey (Müslümanlar)! Yahudi ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır..." (Bkz. Mâide Suresi, ayet 51)" Bu kör bir okuma. Alışverişe çıkıp sadece bu ayeti alırsan ve argümanını sadece bu ayet üzerine oturursan baltayı kesinlikle taşa vurursun ve o tartışmadan galip gelemezsin. Yere göğe sığdırılamaz gördüğün bu el kitabını çöpe bile atabilirler. Çünkü Kuran bir roman değildir. İstediğin sayfadan bir cümle alıp kitabın tamamına sirayet ettiğini düşündüğün bir hüküm çıkaramazsın. Aynı konudaki benzer ayetleri tarihi süreçte geliş sıralarına göre, iniş sebepleriyle, ayetlerin lafzına, anlamına göre vs birçok parametre ile değerlendirmek gerekiyor. Ya da nasih mensuh kavramı vardır belki ona bakmak gerekiyor veya kapsamı azalıp artan bir durum vardır ona bakmak gerekir kısacası böyle istediğin cümleleri çekip alırsan komik duruma düşersin ki hele de karşındaki o ayetlerin hükmünün geçici olduğunu ya da Allah'ın ayetin kapsamını genişletip bir başka yola gittiğini veya Allah söylediği bu cümleyi başka bir ayette detayıyla açıkladı diyebiliyorsa. Çünkü bildiğim kadarıyla durumun bir de bu yönü var. "Allah, din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlarla iyi ilişkiler içinde olmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz. Allah adaletli olanları elbette sever. Allah ancak, din konusunda sizinle savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş olanlarla dostluk kurmanızı yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte bunlar kendilerine yazık etmişlerdir." Mesela bu ayetin içeriğini nasıl reddettiğini bu kitapta anlatması gerekiyor. Ehli kitap kadınlarla evlilikten bahseden ayetler, kestikleri hayvanların yenilebileceğini söyleyen ayetler varken hiçbir şekilde dost olunamayacağını nasıl çıkardığını açıklaması gerekiyor yoksa ben buna eksik bilgi ile bir çarpıtma yorum derim. Ya ilgili tüm ayetleri verip Muhammed duruma göre hükmü değiştirip dostluk yolunu sonradan açmış diyeceksin -ki bu bir bakış açısı olabilirdi- ama birçok yerde bunu değil tek bir kısmı almakla yetinmiş ve argümanını kurmuş. Kitap boyu inananlara üstten bakıp sonra böyle durumlara düşmesi yukarıdan bakacak kadar üstte olmadığını gösteriyor. Karşındakine bulduğunu söylediğin hakikati göstermek için bir pencere açmak yerine rakibini tartışmada dövmeleri için kitap yazarsan ve eğer karşı taraf da kendince bir şeyler okumuşsa öğrencilerin yine dayak yiyecektir bu argümanlarla. Yine başka bir yerde ana babaya öf bile denmemesi gereken ayetten hareketle şeriatçıların bunu ahlaki bir davranış olarak sunmalarının kandırma olduğunu söylemiş ve örnek olarak da şunu söylemiş: "Fakat şunu hemen eklemek gerekir ki, şeriatçının hoşgörüsüz oluşunun asıl nedeni Muhammed’dir; Muhammed ona her hususta hoşgörüsüzlük örneği olmuştur. O Muhammed ki, kendi öz anasına, kendi öz babasına ve altı yaşında yetim kaldığı andan itibaren kendisine bir babadan da fazla babalık eden (onu ölümlerden kurtaran) amcasına, sırf Müslüman olarak ölmediler diye "mağfiret" dilememiştir." Arsel yoruyorsun beni. Eğer bu dediğini yapsa bu sefer de onlar imanla ölmemesine rağmen onlara mağfiret dilemiş ve ailesine iltimas geçmiş nerede adalet diyecektin. Kitabın en dikkate alınmayacak yerlerinden biri bu bence. " Öte yandan Muhammed'in verdiği ömek sadece hoşgörüsüzlük bakımından değil, aynı zamanda vefasızlık, kadir bilmezlık bakımından da insanları etkilemeye yöterlıdir. Çünkü Muhammed, kendi anasını "faziletlı" saymamış ve fazilet timsalı olarak gösterdiği kadınlar arasına dahi katmamıştır. Fazilete erişmiş olarak Kur'an da belırttiği kadınlar sadece İsa'nın anası Meryem ile Firavun'un karısı Asiye'dir. Bunları "kemale ermiş" ve "peygamber" nitelığinde kadınlar olarak görmüştür. " Yorumsuz... " eğer farklı inançta iseler ana/baba/kardeş ve yakın akraba arasında dahi düşmanlık" yaratan bir dini, bu bizim yarı cahil aydınlarımız ne yazık ki "sevgi" dini olarak kabul edebilıyorlar." Herhalde şu ayetten bahsediyor: “Biz, insana, anne babasına karşı iyi davranmasını emrettik…" “…Bununla beraber, eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana şirk koşman için seninle mücadele ederlerse, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin…” Arsel, "itaat etme" kısmına kadar alıp argüman kurmuş son cümleyi almamış herhalde. Ha şöyle diyebilirdi, biraz taktik vereyim: Bu nasıl sevgi dini ki savaşta baba oğluyla çarpışabilmiş. Ona da karşı taraf herhalde der ki iki tarafta kendi rızası ile bu yola gidiyor. İki taraf da kendilerinin üstünde tuttukları bir ülkü için savaşıyor ama savaşın tek sebebi kesinlikle din değil. Ama savaş sonucunda iki taraf hala yaşıyorsa ayetin son cümlesi ile çocuk amel etmeli diye düşünüyorum. Bu konuda hadisler de var. ‌Kitapta başka iddialar da var ama hepsini alamadım işin dini boyutuyla ilgili örnekler vereyim istedim hepsini görmek isteyen okuyabilir bana göre çoğu yorum eksik bilgi içeriyor ve o yorumu bu şekilde yapmasını engelleyecek bilgiler kitapta yer bulmamış. Kitapta yer verdiği konular genellikle üzerine yüzbinlerce kere düşünülmüş çeşitli kitaplarda yer bulmuş her biri bir makaleye konu olabilecek şeyler. Yani tek bir cümle ile tek bir ayet ile çıkarım yapamayacak kadar detay içeren konular. Bence bu yanlış bir okuma biçimi. Çünkü ben olsam bu şekilde konuya eğilen makaleleri, tefsirleri önceden incelerdim ama bunu yapmadığı ortada. "yarı cahil aydınlar" dahi böyle okumuyor. İnsanlara üstten bakıp bu duruma düşmek gerçekten kötü bir durum olsa gerek. Bilimsel bir çalışmada bunlar olmaması gerekirdi. Madem aklı terk edenlere karşı aklı savunmak üzere onların kaynaklarından hareketle bir kitap yazıyorsun olabildiğince bilimsel yaklaş da samimiyetine inansınlar. Sadece karşı tarafı mat etmek için yazmış kitabı. Özelde öğrencilerine genelde diğer insanlara "bir şeriatçı bunu derse siz de bunu deyin" temalı kitap yazmış. Aklı temsil eden kısımda sen böyle iddialarla yer alıyorsan körü körüne inandıklarını söylediğin kısımda birçok kişi gelir bu argümanları rahatlıkla çürütür. Çünkü senin seçerek aldığın ve bir kısmını görmezden geldiğin kitabın tamamına inanıyorlar. Onların bir kısmını seçme, öteye itme, inkar etme şansı yok ama senin var ve sonuna kadar kullanmışsın sanıyorum. Bunu da bilimsel çalışma adı altında yapınca olay bitiyor herhalde. Madem şeriatçıyla mücadeleyi onların kitaplarından hareketle yapacaktın biraz daha ciddi bir çalışma beklerdim yumruğu attıktan sonra dönüşünün olabileceğini de hesaplayıp kendini savunmak için gardını almanı beklerdim. Çünkü iddialarda tarih bilgisi eksik bütün olarak ayetlerin bilgisi eksik siyak sibak bilgisi yok nasih mensuh bilgisi yok. Ya da bütün bunlar var ama nedense bu kitapta yeri yok... Bence bu kitapta çarpıtma var. Bence önce argümana inanıp sonra dayanak arama var. Bende kitabın epub hali var dileyene atarım. ‌İyi günler, iyi okumalar. (Serhat Günaydın)

Ilhan Arsel in mukemmel uslubu tarzi ile yazilmis kitapları okurken kesinlikle belgeler uzerinden giderk yazmasi kitaplarına okuma hevesi katiyor.Kitabin amaci tamamen inancliların soylediklerine kuran ve tarihten belgeler ile cevap vermektedir ayni zamanda sorgulatma bilinclendirme amaci vardir (●DG●)

Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı PDF indirme linki var mı?

İlhan Arsel - Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı İlhan Arsel Kimdir?

Sanayici ve iş adamı Nusret Arsel'in ağabeyi İlhan Arsel, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Cenevre Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde doktorasını yaptıktan sonra, doçent ve daha sonra profesör oldu. Otuz yıldan fazla bir süre boyunca üniversite öğretim üyeliğinde bulundu; Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde Anayasa Hukuku dersleri verdi. 27 Mayıs Darbesi'nin ardından yeni bir anayasa tasarısı hazırlamakla görevli on kişilik İstanbul Komisyonu'na ve daha sonra Kurucu Meclis Öntasarısı'nı oluşturan beş kişilik komisyona üye seçildi. 10 Haziran 1966 tarihinde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından Cumhuriyet Senatosu'na Kontenjan Senatörü olarak seçilmiş ancak Meclise katılmadan istifa etmiştir. 1971 yılında merkezi New York'ta bulunan 'Inter-University Associate' kuruluşuna danışman ve araştırmacı olarak alındı ve bu kuruluşun kronolojik yorum esasına göre yayımladığı "Constitutions of the Countries of the World" (Dünya Ülkeleri Anayasaları) adlı 14 ciltlik yapıtın "Türkiye" ve "Belçika" bölümlerini (1971 yılı itibarıyla) hazırladı. 1975 yılında ders vermekte bulunduğu Ankara Polis Enstitüsü'nden istifa etti. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden de istifa etti. Bu tarihten itibaren araştırma ve öğretim faaliyetlerine devam etti. Özellikle bu yıllardan itibaren ölümüne dek İslam'a ve İslam peygamberine yönelik eleştirel yaklaşımını sergilediği kitapları birtakım kesimlerin şiddetli tepkisine neden oldu. Can güvenliği açısından ABD'ye yerleşti. 7 Şubat 2010 Pazar günü, Florida'da (ABD) yaşamını yitirdi.

İlhan Arsel Kitapları - Eserleri

  • Şeriat ve Kadın
  • Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı
  • Kur'an'ın Eleştirisi 1
  • Şeriat ve Kölelik
  • Müslümanlık Sınavı
  • Cahiliyye
  • Arap Milliyetçiliği ve Türkler
  • Aydın ve "Aydın"
  • Cehaletin İktidarı
  • Kur'an'ın Eleştirisi 2
  • Tevrat ve İncil'in Eleştirisi
  • Kur'an'ın Eleştirisi 3
  • Şeriat Devleti'nden Laik Cumhuriyet'e
  • Şeriat’tan Kıssa’lar (2 Cilt Birarada)
  • Din Adamları
  • Turan Dursun'a Mektuplar
  • Muhammed'e Göre ''Muhammed''
  • Şeriat ve Eşitsizlik
  • Biz Profesörler
  • Şeriat İnsan ve Akıl
  • Şeriat ve Aydınlanma
  • İslam'a Göre Diğer Dinler
  • Şeriatın Getirdiği Hoşgörüsüzlük
  • Şeriat'tan Kıssa'lar
  • Kur'an'daki Tanrı
  • Kur'an'daki Kitaplılar
  • Anayasa Hukukunun Umumî Esasları - 1

İlhan Arsel Alıntıları - Sözleri

  • ''Tavaf'' etmek, kutsal sayılan bir şeyin (bir taş, bir mihrap, vs.gibi) etrafında koşarak ya da yürüyerek dönmek, dönerken de onu öpmek ya da ellemek demektir. Bu geleneğin kökeninin, İsrailoğulları'nın eski yaşamlarına indiği ve ayrıca İran, Hindistan vs. gibi yerlerde de görüldüğü bir gerçektir. Eskiden araplar, ''İbrahim'in dininin bir uygulamasıdır'' diyerek, Kâbe'deki ''al-Hacar al-Asvad'' denilen kara bir taşı tavaf ederlerdi. (Cahiliyye)
  • Siz hiç Tanrı'nın, "Ben dilediğimi Müslüman yaparım, dilediğimi kafir (ya da müşrik) kılarım; Müslüman yaptıklarımı Cennet'e alırım, kafir yaptıklarımı Cehennem'de yakarım" diyebileceğini düşünebilir misiniz? Elbette ki düşünemezsiniz, çünkü bu sözler akla ters düşen, birbirleriyle çelişkili sözlerdir. Tanrı insanı hem "kafir" yapsın ve hem de onu "kafirdir" diye cehenneme atsın! Olacak şey midir bu? Ve yine siz hiç Tanrı'nın "...Allah isteseydi puta tapmazlardı (müşrik olmazlardı)..." (En'am Suresi, ayet 106-107) diyerek insanlardan bir kısmını "müşrik" kıldığını bildirdikden sonra, müşrikler nerde görürseniz öldürün!" Diye emredebileceğini düşünebilir misiniz? Elbette ki düşünemezsiniz, çünkü bir kere aklınız size, inanç farkı nedeniyle insanların birbirilerini öldürmelerinin kebul edilemeyeceğini söyler. Öte yandan Tanrı'nın kişileri "müşrik" yaratıp, "müşriktiler" diye öldürtmesini akla ve nantığa ve Tanrı'nın "yüceliği" fikirine yatkın bulmazsınız. Ne var ki, şeriat eğtiminden geçmiş kişiler bakımından durum farklı! Çünkü onlar, bu tür buyrukları Tanrı'dan gelmiş olarak belletmişlerdir ve Tanrı'nın sözlerininde akla ve mantığa aykırılık ve çelişme diye bir şey olmayacağına inanmışlardır. Örneğin Kur'an'da şöyle yazılıdır: "Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslam'a açar, kimi de saptırmak isterse... Kalbini iyice daraltır (kafir yapar) ... " (En'am Suresi, ayet 125) Yine Kur'an'da şöyle buyruklar var: "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün." ( Tevbe Suresi, ayet 5) Şimdi tekrar soralım: Hiç Tanrı, insanı "kafir" (müşrik) yapar ve yaptıktan sonra "müşriktir" diye öldürülmesini ister mi? Yine aynı şekilde siz hiç Tanrı'nın "Ben Kur'an'ı, anlaşılsın diye apaçık bir kitap olarak indirdim" dedikten sonra, bu söylediklerini unutmuşcasına, "Kur'an'ı anlamasınlar diye onların kalplerini, kulaklarını tıkadım" diyebileceğini kabul edebilir misiniz? Elbette ki edemezsiniz, çünkü böyle bir davranışı, her şeyden önce ye akılcı düşünce ile ve sonra da "yüce" ve "adil" olarak kabul ettiğiniz Tanrı'ya yakıştıramaz, Tanrı fikriyle bağdaştıramazsınız. Oysa şeriat eğitimiyle yetiştirilen kimselere "vahiy" dir diye belletilen veriler arasında, Kur'an'ın, Tanrı tarafından "apaçık bir kitap" olmak üzere indirildiğini belirleyen hükümler yanında, yine Tanrı tarafından anlaşılmasının önlediğini bildiren hükümler vardır. Örneğin kur'an'da Tanrı'nın, "Biz, apaçık ayetler indirmişizdir; bunları inkâr edene alçaltıcı azap vardır" (Mücadele Suresi, ayet 5) Ankebut suresi'nde de benzeri şu ayet var "kur'an... ayetlerdir. Ayetlerimizi zalimlerden başka kimse inkar etmez" (Ankebut Suresi, ayet 49) ya da"... Onu akıl edesiniz (anlayasınız) diye Arapça olarak Kur'an da indirdik" (Yusuf suresi, ayet 2); "Bunları apaçık kitap ayetleridir" (Şuara Suresi, ayet 2) şeklinde konuştuğu ve üstelik de Araplardan hiç kimsenin "ben bunları anlamadım, bu nedenle ona uyumadım" diyememesi için Kur'an'ı "Arapça olarak" ve hem de çeşitli lehçelerde olmak üzere indirdiğini açıkladığı yazılıdır. (Ta-Ha Suresi, ayet 113; Meryem Suresi, ayet 97 vs.) "İşte kur'an'ı, Arapça okumak üzere indirdik, onda tehditleri türlü türlü açıkladı ki belki sakınırlar..." (Ta-Ha Suresi, ayet 113); "Ey Muhammed. Biz Kur'an'ı inatçı milleti uyarman için senin dilinde indirerek kolaylaştırdık" (Meryem Suresi, ayet 97); Hz.Muhammed'in söylemesine göre Kur'an, çeşitli değişik konuşan Arap kabileleri anlayabilirsin diye, onların lehçesiyle (yedi lehçede) inmiştir. (Kaynak: Bkz sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Serih Tercemesi,c.11 s.229-230,:Hadis No:1766.) Ne var ki, yine bu aynı Kur'an'da Tanrı, Kur'an'ın bazı kişiler tarafından anlaşılmasını istemediği bildirir ve örneğin şöyle der: "Kur'an'ı anlarlar diye kalplerine örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk."(En'am Suresi, ayet 25) Derken de bu düşüncesini şu şekildeki hükümlerle pekiştirir: "Allah kimi dilerse onu saptırır, kimi dilerse onu doğru yola sokar." ( En'am Suresi, ayet 35, 39, 125) Bununla da yetinmez, birde Kuran'ı anlamasınlar diye kalplerine örtüler ve kulaklarına ağırlık koyduğu kimseleri, suçluluk onlara aitmiş gibi, cehennemlik Sayar ve şöyle der: "Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıkta kalmış sağır ve dilsizlerdir... Zalimlerdir." (En'am Suresi, ayet 27,39) Ayrıca da şöyle ekler: "Allah'ın saptırdığı kimsenin çıkar yolu olmaz." (Şura Suresi ayet 46) Görünüyor ki Muhammed'in Tanrısı, bazı kişilerin Kur'an'ı okuyup anlamalarını önlemek için onların kalplerine örtüler ve kulaklarına da ağırlık koyar ve öylece onları saptırıyor ve sonra da bu saptırdığı kimseleri "karanlıkta kalmış, sağır ve dilsiz zalimler" olarak damgalıyor ve cehennemlik sayıyor. Bütün bunlar, şeriat eğitimi ile yetişmiş kişiler için "doğal" ve "kutsal" nitelikle şeylerdir. Fakat akılcı eğitimden geçmiş kimseler için durum farklıdır; onlar "yüce" ve "adil" olduğu söylenen bir Tanrı'dan öyle ayetlerin gelmeyeceğini düşünürler. Yine bunun gibi, siz hiç Tanrı'nın, insanları daha ana karnındayken şekillendirdiğini ve karakterlerini çizdiğini, "doğru yola soktuğunu" ya da "saptırdığını" söyledikten sonra (Şura suresi, ayet 24-31) bu söylediğini unutup " başınıza gelen herhangi bir müsibet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür..." Diyerek onları sorumlu tutabileceğini kabul edebilir misiniz? Elbette ki edemezsiniz, çünkü bu çelişkili sözleri, akılcı düşünceye ve Tanrı'nın kutsallığı fikrine yatkın bulamazsınız. Ne var ki, şeriat eğitiminden geçmiş kimseler, bütün bu verileri rahatlıkla benimserler; bu hükümler de akıl dışılık ya da çelişki göremezler. Peki çoğu "Çelişme bizim düşüncelerimizdedir, Tanrı'ya göre çelişme yoktur" deyip işin içinden kolaylıkla sayılırlar. Bu tür örnekler pek çok. Sadece şunu tekrarlayalım ki, İslam şeriatı akılcı düşünceye olasılık tanımaz; her şeyi akıl dışı, çoğu kez akla ters verilerle belletir. Belletirken de şimdi düşünme gücünü körletir; daha doğrusu, insan beyninin akılcılığa ters düşen, ya da akla meydan okuyan verilerle körletir. (Şeriat İnsan ve Akıl)
  • İslamın 1400 yıllık tarihi incelendikçe göze çarpan şudur ki, uygarlık ya da her türlü gelişme ancak İslami etkiden uzak kalınabildiği dönemlerde kendisini göstermiş ve İslam'a saplanıldığı an gerileme belirmiştir. İslam dünyasının 8. yüzyılın ortalarında uygarlık gelişmesine yönelebilmesi İslam'a sırt çevirebilen halifeler sayesinde olmuştur. 200 yıl kadar süren bu uygarlık İslamın özünü geçerli kılmaya hevesli çevrelerin ve bu çevreleri destekleyen halifelerin iktidara gelmeleriyle son bulmuştur. 19. yüzyılın başlarına kadar İslam ülkeleri, İslamın özüne saplı olarak gerilikler ve ilkellikler içerisinde yaşamışlardır. Batının akıl çağı sayesinde şahlanması sonucu yarattığı uygarlığın tokadını yiye yiye İslam ülkelerinden bazıları, örneğin Mısır, Türkiye vs. Batıya yönelme çabalarına sarılmışlar, fakat kendilerini şeriat hastalığından kurtaramadıkları için sağlıklı bir aşama yoluna sapamamışlardır. Sadece Türkiye, Atatürk sayesinde laiklik esasını benimseyen olmuş, şeriatı arka plana atabilmiş ve bu sayede 20-30 yıl gibi çok kısa bir zaman içerisinde İslam ülkelerinin en modern, en demokratik, en uygar bir ülkesi olabilmiştir. Ne hazindir ki, böylesine parlak bir başarıya erişen bu ülke dahi, Atatürk'ün ölümünden sonra tekrar şeriat bataklığına yönelmiş ve yeniden gerileme dönemine girmiştir... (Arap Milliyetçiliği ve Türkler)
  • Kur’an, her şeyden önce Muhammed’in günlük siyasetinin ve gereksinimlerinin ürünü niteliğini taşıyan bir kitaptır. (Kur'an'ın Eleştirisi 1)
  • Mekke döneminde indiği söylenen sureler ki ilk inen surelerdir,Kur’an’ın en sonlarında yer almıştır: Örneğin, 101. sure olan Karia Suresi’nden 112. sure olan İhlas Suresi’ne kadar olan 11 sure, hepsi de ilk Mekke dönemine ait olmalarına rağmen, Kur’an’ın en sonuna yerleştirilmişlerdir. (Kur'an'ın Eleştirisi 2)
  • Dünyaya uygarlık getirenler ve kentleri inşa edenler, hep bu eski putperestliğin ünlü mensupları ve yöneticileri değil midir? İnsan ruhunu ve beynini geliştirenler ve insan sağlığı için yararlı her ilmî. var edenler ve toplum yaşamlarını en iyi şekilde düzenlemek üzere idari ve siyasi kuruluşları getirenler, Eski Roma ve Yunanın hep bu putperestleri değil midir? Eğer putperestlik olmamış olsaydı, yeryüzü bomboş bir çöl olur ve ilkelliğe ve sefalete gömülmüş olarak kalırdı. (Şeriat İnsan ve Akıl)
  • "Gece bastı kara kaplı kitab oldu hâkim, Anırırken tepişen bunca eşek hep âlim! Hepsi de kendisinin gittiği yol doğru sanır..." Türk toplumunun Atatürk sayesinde şeriat bataklığından çıkmış olmasından duyduğu sevinci belirtirken artık bir daha geriye dönülmemesi hususundaki dileğini de şeriatın yalanlar ve kandırmalarla dolu içyüzünü ortaya vurmak için şöyle konuşur: "Gitme maziye çıkan izbe o kanlı yoldan, Bil, muhabbetle seni karşılayan şeytandır, Aldatır lafz-ı uhuvvetle (kandırıcı sözlerle), tekin ol, kanma; Müslümanlıkta nifak (ikiyüzlülük) an'ane-i imandır (geleneksel imandır)." (Aydın ve "Aydın")
  • Kısır kadını "hayırsız" saymak ve kocasız bırakmak, en hafif deyimiyle gaddarlıktan başka bir şey değildir ve böyle bir gaddarlığı yüce ve adil bir Tanrı'ya izafe etmek mümkün değildir. (Şeriat ve Kadın)
  • "Arapları üç nedenle seviniz: çünkü ben bir Arap'ım; Çün­kü Kur'an Arapça'dır; çünkü Cennet sakinleri Arapça ko­nuşurlar." "Arapları sevmek iman ( sahibi olmak) demektir; onlardan nefret etmek imansızlık demektir; kim ki Arap'ları sever, beni seviyor demektir; kim ki Araplardan nefret eder, ben­den nefret ediyor demektir" "Arapları seviniz ve onların bekasını dileyiniz; çünkü onların varlığı Islamın ışık saçabilmesi için şart'tır; yokluğu ise lslamın zulmet'e boğulmasıdır" "Arapları yermek (eleştirmek), putperestliktir."[6] [Buhari'nin Sahih'i ya da al-Muttaki'l-Hindi'nin Kanz al-Um­mal fi sunan al-akval ya da Acluni'nin Keşfu'l-Hafa'sı ya da Ra­zi'nin e't-Tefsüru'I-Kebir gibi kaynaklara bkz.] (Şeriat ve Eşitsizlik)
  • “Fikir özgürlüğü” denen şey akılcı düşünce yoluyla oluşan bir şeydir ki, akla ters düşen konuları reddetmek anlamına gelir. Daha başka bir deyimle, aklın vahye üstünlüğü demektir. (Kur'an'ın Eleştirisi 2)
  • Şeriat Eğitiminden Geçmiş Arap ve Türk, Türk Düşmanlığında Birleşir Şeriat eğitiminden geçmiş Arap milliyetçisi gibi Türkün şeriatçısının da ölçüleri, ahlak ve erdem anlayışı, İslam öncesi Türkün değer ölçülerini ve erdemlerini takdir edecek düzeyde değildir ve olamaz. Onun ölçüleri, İslam öncesi Türkün gerçek yönlerini (örneğin, akılcılığını ve kadına verdiği değeri) ortaya koyan eserlerle değil, Türkü "kâfir", "dinsiz", "yolundan çıkmış" vb. görmeye alışmış Müslüman düşünür ve yazarların yapıtlarıyla, kıstaslarıyla oluşmaktadır. Çünkü onun elinin altında, bütün yüzyıllar boyunca İslamın yetiştirdiği en ünlü kişilerin, örneğin Câhiz'lerin, Tevhidî'lerin, Mes'ûdî'lerin, Balhî'lerin, İstâhrî'lerin. Birûnî'lerin, İdrisflerin, Hamavî'lerin, Gazali'lerin, Marvazî'lerin, Cüveynî'leıin ve saymakla bitmeyecek kadar çok benzerlerinin yapıtları ve onların Türk düşmanlığını körükleyici çabalan vardır. Kafasını ve ruhunu bunlarla doyurmaktadır.81(...) Söylemeye gerek yoktur ki, bu ruhla yetişen Arap milliyetçisi (ve tabii bizim şeriatçımız) İslamın daha ilk dönemlerine rastlayan Arap fetihlerini ve bu fetihler sırasında Arabın giriştiği yağma ve talanı, din adına yapılıyor diye yerinde ve haklı, buna karşılık Türkün savunmalarını kötü gözle görecektir. Arap ordularının Türklere karşı saldırılarını, Türklerden esir almalarını, Türk ülkelerine karşı yağmalarını, "Tanrı böyle emretmiştir" diyerekten mazur ve meşru görecek, fakat Türkün karşı koymalarını yerecek ve böyle davrandı diye bir de kendi atalarını, yukarıda belirttiğimiz gibi, Belâzurî'lerin ya da Birünî'lerin ve diğerlerinin ağzıyla "kâfir", "dinsiz", "yoldan çıkmış", "imansız" vs. deyimleriyle yerden yere vuracak ve lanetleyecektir. Yine bunun gibi bizim Arap ruhlu şeriatçımız (tıpkı Arap milliyetçisi gibi) Tebriz ve Nişabur kentlerinin Türkler tarafından geri alınmasını "barbarlık" ve "vahşet" gibi şeyler olarak göstermeye çalışan Arap yazarlarla birlikte hayıflanacak ve yine kendi ecdadına sövüp sayacaktır. Başka bir deyimle, Türk kentlerinin Arap orduları tarafından fethedilmesini, yakılıp yıkılmasını ve talan olunmasını, Türk yavrularının ve kadınlarının esir alınmasını "Bunlar İslam seferleridir" diyerek alkışlayacak, buna karşın Tebriz kentinin Türkler tarafından ele geçirilmesine Zînet el-Mecalıs kitabının ünlü yazarı Niizhet ile birlikte ağlayacak ve kendi ecdadına, vaktiyle Arap saldırılarına karşı koymuş olmaları nedeniyle kızacak, Türkün savunma niteliğindeki saldırılarını, Arap şairlerle bir olup "vahşet" deyimiyle yerecektir.82 Ya da Horasan'ın Türklerden geri alınmasını alkışlayacak ve muhtemelen Türklerin İslam ordularına yenilmesini Rebî bin Emir'in ağzından zevkle dinleyecek ve Arap ordularının za- ferlerini Esad bin Musammâs gibi şairlerin mısralarında, onların ağzıyla ifade edecöktir. Hatırlatalım ki, Yakut bu olaylar vesilesiyle şöyle devam eder: "Fetih, Hicret'in 18. yılında vuku buldu. Bu konuda Rebibin Emir şöyle dedi: 'Tüm ülkeyi ele geçirinceye dek kentleri birbiri ardına zabt ederek düşmanı (Türkleri) püskürttük. Mutludur o gözler ki, bizim gibi civanmerd savaşçıların, Türkistanlı ve Kâbul'lu atlıları dağıttıklarım gördü.'"83 Ve işte bizim insanımız Yakut'un ağzından Horasan'daki Nişabur kentinin yağma ve harap edilmesini ve Türklerin yenilmesini ibretle öğrenecektir. Tekrarlamakta yarar vardır ki, bütün bu Arap saldırıları ve yağma ve talanları dini yaymak için değil, din adına varlık sağlamak uğrunadır. Daha sonraları, Hicret'in 111. yılında Ciineyd b. Abdurrahman el- Murrî'nin Beykend yakınlarında Türklere karşı kazandığı ilk zaferini ve Türk hakanının oğlunu esir alışını ezberlemekle zevk duyacak84 ya da Esed b. Abdullah'ın Hicret'in 118. yılında Türkleri feci bir mağlubiyete uğratması olayını ezberleyecektir. Arap milliyetçisi, tıpkı bizim şeriatçımız gibi, sadece Arabın askeri başarılarını ve Ttirke karşı za- ferlerini değil, aynı zamanda dalıa o zamanlar Türke karşı Arap nef- retlerini ve lanetlemelerini okuyacak ve eğittiği insanları da bu duygularla yoğuracaktır. Al-Belâzurî'den okuyoruz ki, Arabın daha o dönemlerde yaptığı şey, Türke beddua etmektir; halka vaiz verenlerin ağzından "Ey Tanrım, (Türklere) ait ne varsa her şeyi yok et, onların güçlerini çökert, üzerlerine felaket yağdır" sözleri eksik olmazdı ve bu sözleri dinleyen ce- maate, "hayır temenni et ki Tanrı onların ayaklarının altına buzlar yerleştirsin ve buz üzerine kayıp düşsünler" şeklinde dua ederlerdi.85 Buna karşılık Muaviye döneminde Sind in fethine gönderilen Ab- dullah b. Sevvâr el-Abdî'ııin Türklere karşı giriştiği saldırılar sırasında Türkler tarafından yenilmesi ve bu nedenle azledilmesi olay- larına Türk çocuğu, şeriat eğitiminden geçirilmesi sırasında, iyi bir Müslüman olarak hayıflanacak ve Arap şairlerin bu olaylar ve- silesiyle Arabi yücelten, fakat Türkü küçülten şiirlerini terennüm ede- rek yetişecektir. İşte böylece Arap milliyetçisi ve onunla birlikte şeriat eğitiminden geçen Türk yavrusu, İslamın ve Arabın bu tek yanlı tarih olayları ve öyküleriyle beslenecek, pek tabii olarak Türke (ve Türk de kendi öz ırkına ve ecdadına) karşı düşmanlık, husumet duyguları ve havası içerisinde yoğrulacaktır. İşte bu suretle Arap milliyetçisi, İslamı ve İslam tarihini kendisine araç sayarak Türk aleyhtarlığı öğesini kendi amacına uygun şekilde işleyecek ve öte yandan Türk yavrusu da şeriatçının "Benim Türklüğüm Müslümanlıkla başlar, ben Türk olmadan önce Müslümanım" uydurmalarına kurban edilecektir, bilmeyecektir ki, Arap milliyetçisi, Türk aleyhtarlığını kendi ulusal birliği için sömürmüştür, sömürmektedir ve bu sömürme yanında, Araplığını İslamın üzerinde görebilmekte ve şeriata yeğ tutabilmekte, her halükârda kendi İslam öncesi yaşantıları ve tarihiyle övünebilmektedir. (Arap Milliyetçiliği ve Türkler)
  • Tanrı, okumasız olarak tanımladığı Muhammed’e, “Oku” diye hitap etmektedir! Bütün bunlar, söz konusu sure ve ayetlerde sadece tutarsızlık ve uyumsuzluk değil, aynı zamanda Tanrı fikrini zedeleyici hususlar olduğunu ortaya koymaktadır. (Kur'an'ın Eleştirisi 2)
  • Her ne kadar Osmanlı devleti 1908 Anayasa’sı (1293 Kanun-u Esâsî) ile köleliği saf dışı kılmış olmakla beraber, bu kuruluşun gerçek anlamda ortadan kalkması ve Türk topraklarından silinip atılması Atatürk’ün yarattığı Türkiye Cumhuriyeti sayesinde olmuştur. (Şeriat ve Kölelik)
  • "Sizden birinizin içeceği (ve yiyeceği) içine sinek düştüğü zaman,o kişi onun her tarafını batırsın,sonra çıkarsın(atsın). Çünkü sineğin iki kanadından birinde hastalık,diğerinde de şifa vardır..." (Müslümanlık Sınavı)
  • "Ben Ademoğulları soylarının en temizinden naklonuldum. Nihayet şu içinde bulunduğum (Haşimi) camia(sından) ne­şet ettim" demiştir" [Ebu Hüreyre'nin rivayeti olan bu hadis için bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı... , c.IX, s.272, hadis no. 1454; ve c.X, s.42]. (Şeriat ve Eşitsizlik)
  • Yık dedim, yık, kanlı kürsiden hayır yoktur sana, Ba'dema meydan bırakma bunları tekrara Türk! Kendi mülkünde garibâne dilendin din için, Tıpkı beygirler gibi döndürdü şeyh âyin için Sırtta heybe, cerre çıktın gafleti telkıyn için, Pek fedakarane yandın bir Kureyşi kin için, Çal da söylet bunları sazındaki efkara Türk! Gönlünü dini tufeyliden temizle gün gibi, Aşka iman et de durma vuslata küskün gibi, Çektiğin âlâm-ı eyyamı unutma dün gibi, Aç gözün, çıldırma bir Leylâ için Mecnun gibi, Bir marazdır bu; de geç, âşıktaki efkâra Türk! Neyzen Tevfik ''Türk'e ikinci öğüt'' (Şeriat’tan Kıssa’lar (2 Cilt Birarada))
  • Türkiye gibi Atatürk sayesinde bu baskılardan ve dinsel bağnazlıktan kendisinin kurtarmış bir ülkede bile, bugün şeriatçıların şahlanması nedeniyle, bu Türk dışılıkla dönüş başlamıştır. Türkiye gibi laikliğe yönelememiş diğer Müslüman ülkelerde ise, bu uygulama, geçmiş yüzyılları hiç de aratmayacak şekilde sürüp gitmektedir. Hemen belirtelim ki, bu uygulamanın, söylendiği gibi ekonomik yoksulluklarla ya da geriliklerle ilgisi yoktur; sadece şeriata saplanmışlıkla ilgisi vardır. Hangi ülkede şeriat dini esas özüne en uygun şekliyle uygulanmaktadır, o ülkede kadın en insafsız "kapatılmalara" mahkum demektir. (Şeriat ve Kadın)
  • Milletçe saplandığımız kısırdöngüden, yani yüzlerce yıl süren medrese eğitiminin nasırlaştırdığı ''akılsızlık'' tan, ''hazırcılık'' tan ve ''taklitçilik'' den sıyrılmayı biz, ilk kez Atatürk'le onun getirdiği akılcı eğitimle öğrenir olmuşuzdur. (Cehaletin İktidarı)
  • "...Yalniz Allah'in dini (Islâmiyet) kalana kadar onlarla savasin..." (Kur'ân: 2 Bakara 193) (İslam'a Göre Diğer Dinler)
  • 1400 yıllık tarih içerisinde hü­kümdarların insan haklarına ve insan şahsiyetinin haysiyetine aykırı davranışları din adamı'nın tepkisine hiç bir zaman yol açmamıştir. Ak­sine din adamı iktidarın en mutlak ve en müstebid bir şekilde uygulan­ masına yardımcı olmuş, insanlarımızı da bu uygulamalara boyun eğ­dirtmiştir. Bu sayede aynı zamanda kendi saltanatının devamını da sağlamıştır . (Din Adamları)

Yorum Yaz