Sevgiliye Mektup - Sait Faik Abasıyanık Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Sevgiliye Mektup kimin eseri? Sevgiliye Mektup kitabının yazarı kimdir? Sevgiliye Mektup konusu ve anafikri nedir? Sevgiliye Mektup kitabı ne anlatıyor? Sevgiliye Mektup kitabının yazarı Sait Faik Abasıyanık kimdir? İşte Sevgiliye Mektup kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Sait Faik Abasıyanık
Yayın Evi: Bilgi Yayınevi
İSBN: 9789754941548
Sayfa Sayısı: 184
Sevgiliye Mektup Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Bilgi Yayınevi, SAİT FAİK BÜTÜN ESERLERİ dizisinin 14. kitabı olarak Muzaffer Uyguner'in baskıya hazırladığı SEVGİLİYE MEKTUP'u okurlarımıza sunuyor.SAİT FAİK öldüğünde, Bedri Rahmi şunları yazıyor:-İstanbul'u Sait'in dilinden, Sait'in eserinden tatmamış olanlar, istedikleri kadar yerliyiz ...
Sevgiliye Mektup Alıntıları - Sözleri
- Belki de balonlarına iğne batırılmamış insanlar da yaşıyor.
- Nefes aldığın şehir ne kadar şanslı. Kimbilir, sesini gökyüzü sanan kuşlar bile vardır.
- "Nefes aldığın şehir ne kadar şanslı. Kimbilir, sesini gökyüzü sanan kuşlar bile vardır."
- Her çare insanların avuçları içinde, bileklerindedir.
- Kimbilir, belki, beni mağlup kabul edip başını alır gidersin başka kavgalara, ararsın başka kavgalar. Ama unutma, bu benim son kavgam..
- "Nefes aldığın şehir ne kadar şanslı. Kimbilir, sesini gökyüzü sanan kuşlar bile vardır."
- Yanaklarında kirli ve sıcak bir memleketin gizli bahçelerinde yetiştirilmiş bir memnun meyvenin sıcaklığı vardı.
- Öğrenmek, hayatı tetkik etmek için iktiham edilmeyecek zahmet mi vardı?
- "Nefes aldığın şehir ne kadar şanslı. Kimbilir, sesini gökyüzü sanan kuşlar bile vardır."
- Bir yıldızdan seni istemiştim.
- Bir dakika evvel elimde kalem, kâğıt yok iken seninle konuşuyor ve sana yazıyordum; elimde kâğıt kalem olmadığını söylediğim veya yazdığım halde senin karşımda olmadığını söyleyemedim. Bunu bir şair kafası veya fantezisi farz et. Sen karşımda idin. Bunu söylemek güzel bir şey değil; fakat samimi, hem galiba, bugün benim gibiler sevgililerinin karşısında imiş gibi olurlar. Demin sensiz ve kalem kâğıtsız birçok şeyler konuştum, yazdım. Bunların çoğunu beğenmiş olacağım ki kalktım, kalem kâğıt aradım. İşte oturdum, yazıyorum. Senden bahsetmek istemem. Zaten bahsedecek bir şey yok ki... Ben, seni çok seviyorum. Senin dünya umurunda değil, bizim Orhan ne güzel söylemiş: Ben sana hayran Sen cama tırman Ne de kendimden bahsetmek istiyorum. Ne senden, ne kendimden söz açmadan olur mu? Olmayacağını tahmin edersin. Sana anlatarak kendimin başından geçenleri hikâye edeceğim. Birtakım şeyler var ki başkalarına anlatıldığı zaman onlar üzerinde hiçbir tesir bırakmıyor, hâlbuki aynı şeyler bende neler yapmamıştı. Evet, onlar mühim şeyler değildi. Nitekim karşınızdaki -yani o şeyleri anlattıklarım- bunların ancak dinlenmeye değer olduklarını ihsas etmişlerdi. Fakat bana öyle geliyor ki sanki bunları sana anlatırsam bana yaptıkları tesiri yapacaklar. İşte bu yüzden... Onu (buraya o ile biten bir isim bulup senden başka beni okuyanlar koysunlar), bir defada sana şu günlerde üzerimde tesir yapmış şeylerden bahsedeceğim. Bunlar benim yazıcılık hayatıma ait ufak tefek şeyler, senin sevgilim, yazıcılara karşı tuhaf bir sempatin vardı. Benimle pek sıkı fıkı olunca bu geçti, gitti. İyi de oldu, senin yine ümidin odur. “Hepsi böyle değildir,” dersin. Böyle değilse neye yarar? Senin patronun o biçimsiz heriften ne farkımız olur ki... Yanlış anlama, ben sana müteaddit defalar insanları sevdiğimi yazdım. Bu insanları sevmek sözü hayali bir şey değil, ama galiba biraz teorik; yoksa öyle insanlar var ki kafasından tutup koparmak aklımdan geçmese bile, başka bir insanın aklından geçebilirse, bunu yaparsa, ben nihayet, bir yazıcıdan başka bir şey olmadığım için mazur görürüm. Yine öyle insanlar var ki yanlarına sokulmak zehirlenmekle müsavidir. Yani insanlar tanırım ki, Allah seni korusun! Bir türlü asıl anlatmak istediklerime gelemiyorum. Hakkım da var; çünkü hakikaten fazla alaka verici şeyler değil. İnsanların başından geçmiş, hele benim gibi saf olanların, bu saf kelimesini emin ol ki bir övünme tarzında söylemiyorum, övünsem, hem senin karşında övünmek istersem, bu içinde abdallığın temizliğiyle bağdaştığı saf kelimesini kullanmazdım. Hem zeki, hem temiz bir adamım derdim. Hâlbuki safım, sen bunu pekâlâ bilirsin, kurnazlıklarım oldu ise bunları senin için icat ettiğimin de farkında olmana imkân yok. Onları anlatmamı istemezsin, istersen yine sana mektup yazmak usulünde bunları da yazarım, başkaları okur. Şu yukardaki satırları yazdıktan sonra bir müddet yine yazmadan düşünmeye koyuldum. Bu iş, bana şu yazı yazmak fiilinden daha kolay geliyor. Neden acaba? Hatta diyebilirim ki, düşünürken gayet güzel cümleler yapıyorum, fikirlerimi daha iyi anlatıyorum da ne yazarken, ne de konuşurken aynı şey bir türlü olmuyor. Hatta düşünürken cümle yapıyorum. Bu cümleler tam benim istediğim ve yazmaya savaştığım şeyler. Hâlbuki düşündükten sonra yazı yazmaya koyulduğum zaman, aynı cümleleri, yani o zaman beğendiğim cümleleri hatırlamıyorum bile. Neden böyle olduğunu yine düşündüm. Evvelce şuraya “gayri kabili izah” gibi bir terkip koymak ve asıl seni biraz eğlendirmek maksadıyla anlatacağım küçücük hikâyelere girişmek istemiştim. Bu izahı kabil olmayan şeyleri tahlil etmek arzusu kafamdan geçti. Düşündüm. Bu sefer, kendi kendime düşündüklerimi yazayım. İşte bu yazdığım beş satır birdenbire yine onları unutturdu. Tabii aynı kelimeler, cümleleri, izahı kabil olmayan şeyleri şu şekilde izah etmiştim: “Düşünürken daha iyi olduklarını kabul et; neden?” Çünkü evvela hakiki bir muharrir değilim, muhakkak kültürüm eksik; sonra galiba ben, daha çok düşünürken iyi düşünüyorum, ne yazarken ne de konuşurken bu meziyeti muhafaza edemiyorum, bu ya zamanla yahut seni daha çok sevmekle günün birinde düşündüğüm ve yazdığımla müsavat olmasa bile müşareket olacak. Sonra, galiba yazarken fiziki bir yorgunluk da duyuyoruz. Yazmak, yalnız düşünmekle mümkün değil. Bir marangoz gibi tahtayı yontuyor, kesiyor, bir şekil vermeye çalışıyoruz.
- Bir dakika evvel elimde kalem, kâğıt yok iken seninle konuşuyor ve sana yazıyordum; elimde kâğıt kalem olmadığını söylediğim veya yazdığım halde senin karşımda olmadığını söyleyemedim. Bunu bir şair kafası veya fantezisi farz et. Sen karşımda idin. Bunu söylemek güzel bir şey değil; fakat samimi, hem galiba, bugün benim gibiler sevgililerinin karşısında imiş gibi olurlar. Demin sensiz ve kalem kâğıtsız birçok şeyler konuştum, yazdım. Bunların çoğunu beğenmiş olacağım ki kalktım, kalem kâğıt aradım. İşte oturdum, yazıyorum. Senden bahsetmek istemem. Zaten bahsedecek bir şey yok ki... Ben, seni çok seviyorum. Senin dünya umurunda değil, bizim Orhan ne güzel söylemiş: Ben sana hayran Sen cama tırman Ne de kendimden bahsetmek istiyorum. Ne senden, ne kendimden söz açmadan olur mu? Olmayacağını tahmin edersin. Sana anlatarak kendimin başından geçenleri hikâye edeceğim. Birtakım şeyler var ki başkalarına anlatıldığı zaman onlar üzerinde hiçbir tesir bırakmıyor, hâlbuki aynı şeyler bende neler yapmamıştı. Evet, onlar mühim şeyler değildi. Nitekim karşınızdaki -yani o şeyleri anlattıklarım- bunların ancak dinlenmeye değer olduklarını ihsas etmişlerdi. Fakat bana öyle geliyor ki sanki bunları sana anlatırsam bana yaptıkları tesiri yapacaklar. İşte bu yüzden... Onu (buraya o ile biten bir isim bulup senden başka beni okuyanlar koysunlar), bir defada sana şu günlerde üzerimde tesir yapmış şeylerden bahsedeceğim. Bunlar benim yazıcılık hayatıma ait ufak tefek şeyler, senin sevgilim, yazıcılara karşı tuhaf bir sempatin vardı. Benimle pek sıkı fıkı olunca bu geçti, gitti. İyi de oldu, senin yine ümidin odur. “Hepsi böyle değildir,” dersin. Böyle değilse neye yarar? Senin patronun o biçimsiz heriften ne farkımız olur ki... Yanlış anlama, ben sana müteaddit defalar insanları sevdiğimi yazdım. Bu insanları sevmek sözü hayali bir şey değil, ama galiba biraz teorik; yoksa öyle insanlar var ki kafasından tutup koparmak aklımdan geçmese bile, başka bir insanın aklından geçebilirse, bunu yaparsa, ben nihayet, bir yazıcıdan başka bir şey olmadığım için mazur görürüm. Yine öyle insanlar var ki yanlarına sokulmak zehirlenmekle müsavidir. Yani insanlar tanırım ki, Allah seni korusun! Bir türlü asıl anlatmak istediklerime gelemiyorum. Hakkım da var; çünkü hakikaten fazla alaka verici şeyler değil. İnsanların başından geçmiş, hele benim gibi saf olanların, bu saf kelimesini emin ol ki bir övünme tarzında söylemiyorum, övünsem, hem senin karşında övünmek istersem, bu içinde abdallığın temizliğiyle bağdaştığı saf kelimesini kullanmazdım. Hem zeki, hem temiz bir adamım derdim. Hâlbuki safım, sen bunu pekâlâ bilirsin, kurnazlıklarım oldu ise bunları senin için icat ettiğimin de farkında olmana imkân yok. Onları anlatmamı istemezsin, istersen yine sana mektup yazmak usulünde bunları da yazarım, başkaları okur. Şu yukardaki satırları yazdıktan sonra bir müddet yine yazmadan düşünmeye koyuldum. Bu iş, bana şu yazı yazmak fiilinden daha kolay geliyor. Neden acaba? Hatta diyebilirim ki, düşünürken gayet güzel cümleler yapıyorum, fikirlerimi daha iyi anlatıyorum da ne yazarken, ne de konuşurken aynı şey bir türlü olmuyor. Hatta düşünürken cümle yapıyorum. Bu cümleler tam benim istediğim ve yazmaya savaştığım şeyler. Hâlbuki düşündükten sonra yazı yazmaya koyulduğum zaman, aynı cümleleri, yani o zaman beğendiğim cümleleri hatırlamıyorum bile. Neden böyle olduğunu yine düşündüm. Evvelce şuraya “gayri kabili izah” gibi bir terkip koymak ve asıl seni biraz eğlendirmek maksadıyla anlatacağım küçücük hikâyelere girişmek istemiştim. Bu izahı kabil olmayan şeyleri tahlil etmek arzusu kafamdan geçti. Düşündüm. Bu sefer, kendi kendime düşündüklerimi yazayım. İşte bu yazdığım beş satır birdenbire yine onları unutturdu. Tabii aynı kelimeler, cümleleri, izahı kabil olmayan şeyleri şu şekilde izah etmiştim: “Düşünürken daha iyi olduklarını kabul et; neden?” Çünkü evvela hakiki bir muharrir değilim, muhakkak kültürüm eksik; sonra galiba ben, daha çok düşünürken iyi düşünüyorum, ne yazarken ne de konuşurken bu meziyeti muhafaza edemiyorum, bu ya zamanla yahut seni daha çok sevmekle günün birinde düşündüğüm ve yazdığımla müsavat olmasa bile müşareket olacak. Sonra, galiba yazarken fiziki bir yorgunluk da duyuyoruz. Yazmak, yalnız düşünmekle mümkün değil. Bir marangoz gibi tahtayı yontuyor, kesiyor, bir şekil vermeye çalışıyoruz.
- Senin uğrunda yaşamak isterim yavrum. Bağırarak, koşarak insanoğlu saadetine karışıp yaşamak...
Sevgiliye Mektup İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Kitabımızda 9 hikayemiz var. Kitapla aynı isimdeki 'Sevgiliye Mektup' da bu hikayeler içerisinde. Yazılar bölümde 19 başlık, Kartlar ve Mektuplar kısmında da güzel içerikler mevcut. En son Konuşmalar ve Sözlük-Açıklamalar kısmı var orada da gene düzeltilen yazılara ilişkin notlar ve her kitabın sonunda olduğu gibi Sait Faik hakkında yazılan ve yapılan yorumları okuyoruz. Tabi kitap böyle olunca Spoiler olmaması da imkansız ki seveceğiniz yazılar da bulacaksınız dostlarım. Kitabın bir farkını da şöyle belirtelim de daha anlamlı olsun. Kendisinin değil derleyenin (Muzaffer Uyguner, 7 Ocak 1987) ismini koyduğu ve bir elin parmaklarını geçmeyecek kadarı hariç kalanlarının hiç yayımlanmadığı bir eser okuyoruz. Böyle olunca da daha fazla kıymete bindiği aşikar. İlk kısmımız ‘Hikayeler’ de isim olarak Sevgiliye Mektup konulması bana biraz saçma geldi. Nedeni de bence çok basit. Çünkü o kadar yayımlanmamış eser reklamından sonra yayımlanan bir eserin adını başa koymak pek mantıklı gelmedi. Hani bir İngiliz ile bir Alman buluşup şirket kuruyor ama ismi Türkçe, şirket de Fransa’da. Durum tam da böyle olmuş desek yeridir. ‘Yazılar’ kısmında ise yazarımız öyle güzel noktalara değiniyor ki “Sen Bunları Neden Yayınlamadın Ağabey” diye içten içe soruyorum. Hele Aşk üzerine, hele Eleştiri üzerine yazdığı yazıları okuduktan sonra sakin kalabilmek mümkün mü? Mark Twain ile ilgili tekrardan bir yazı ve genel anlamda özellikle Eleştiri yapanlara karşı sert bir tutum görüyoruz. Bir de bu bölümde meşhur Cevat Şakir Kabaağaçlı yahut da bilinen adıyla Halikarnas Balıkçısına ne övgüler diziliyor. Eh bir sonraki seri okumam da kimi araştırıp okuyacağım da böylece anlaşılmıştır diye düşünmeden edemedim. Kartlar-Mektuplar bölümü için söyleyebileceklerim fazla değil. Zaten kendisinin bu konuda fazla bir yazısı mevcut değil. Mehmet Faik Bey yani Babası ile haberleşmesini anlatıyor. Bunun yanında annesi Makbule Hanım'a da giden yazıları ve edebiyatın büyük kalemleriyle mektuplaşmaları okuyoruz. Cümleten mutlu keyifli okumalar. Son 1 Sait Faik eserim kaldı, sonra ne yapacağım bilmiyorum. Yağ gibi de eriyip gidiyor. Ne varsa eskilerde var lafını hiçbir anlamda sevmem ama sanki buraya cuk oturuyor be kardeşim. Neyse kendinize iyi bakın, kitaplı günler.. (Sadık Kocak)
Kitabın Yazarı Sait Faik Abasıyanık Kimdir?
Sait Faik Abasıyanık ya da Sait Faik (18 Kasım, 22 Kasım ya da 23 Kasım 1906 -11 Mayıs 1954), Türk öykü, roman ve şiir yazarıdır. Türk hikâyeciliğinin önde gelen yazarlarından sayılan Abasıyanık, çağdaş hikâyeciliğe yaptığı katkılarla Türk edebiyatında bir dönüm noktası sayılır. Modern Türk hikâyeciliğinin öncülerinden olan Sait Faik, getirdiği yeniliklerle "kökü kendisinde olan" bir yazar olarak kabul edilir.
Klasik öykü tekniğini yıkarak doğayı ve insanları basit, samimi, hem iyi hem kötü taraflarıyla oldukları gibi fakat şiirsel ve usta bir dille anlatmıştır. Bunu yaparken diğer çoğu Cumhuriyet sonrası sanatçısı gibi Batı'daki gelişmelere bağlı kalmamış, hiçbir edebî anlayışın etkisinde hareket etmemiş ve belli bir tarzın takipçisi olmamıştır. Toplumun problemlerine değil bireyin toplum içindeki sorunlarına yönelen yazar, öykülerinde çoğunlukla kendisinden yola çıkıp bireyler hakkında yazarak insan gerçeğini anlamaya çalışır. Çoğunlukla şehirli alt sınıfın hayatını yazan Abasıyanık, balıkçı, işsiz, kıraathane sahibi gibi karakterleri anlatır. İnsanların yaşama biçimlerini, isteklerini, tasalarını, korkularını ve sevinçlerini irdeleyerek, toplum meselelerinden çok "insanı ele alan sanatçılar" sınıfında yer alır.
1930'larda başladığı yazı hayatı boyunca "sorumlu avare", "gözlemci balıkçı", "çakırkeyf sirozlu", "küfürbaz şair", "müflis tacir", "züğürt yazar", "hamdolsun diyemeyen rantiye", "anadan doğma çevreci" gibi sıfatlarla anılan Abasıyanık'ın tüm yazdıkları bir şair duyarlılığı içermektedir. Hikâye, roman, şiir yazan, çeviriler ve röportajlar yapan sanatçı bütün bu türleri kendine özgü tarzı ile kaynaştırmıştır. Yazarın, anlık heyecanlarını yansıtan izlenimci ve fovist ressamların üslubunu anımsatan bir tarzı olduğu söylenmiştir. Kendi özgün dilini oluştururken André Gide, Comte de Lautréamont, Jean Genet gibi isimlerden etkilenen Abasıyanık, kendisinden sonra gelen Ferit Edgü, Adalet Ağaoğlu, Demir Özlü gibi pek çok yazara da öncülük etmiştir. Ölümünün ardından Burgaz Adası'ndaki evi müzeye dönüştürülen yazar adına her sene öykü ödülü de verilmektedir.
Sait Faik Abasıyanık Kitapları - Eserleri
- Mahalle Kahvesi
- Semaver
- Şahmerdan
- Havuz Başı
- Lüzumsuz Adam
- Seçme Hikayeler
- Havada Bulut
- Sarnıç
- Kayıp Aranıyor
- Alemdağ'da Var Bir Yılan
- Son Kuşlar
- Büyüyen Eller
- Hikâyecinin Kaderi
- Mahkeme Kapısı
- Karganı Bağışla
- Şimdi Sevişme Vakti
- Kumpanya
- Sevgiliye Mektup
- Medarı Maişet Motoru
- Bir Sonbahar Akşamı
- Semaver Sarnıç
- Yaşamak Hırsı
- Balıkçının Ölümü / Yaşasın Edebiyat
- İstanbul Öyküleri Antolojisi
- Tüneldeki Çocuk
- Sait Faik'ten Çocuklara Hikayeler
- Havuz Başı - Son Kuşlar
- Alemdağda Var Bir Yılan / Az Şekerli
- Az Şekerli
- Açık Hava Oteli
- Bitmemiş Senfoni Ve Sait Faik Kaynakçası
- Tüneldeki Çocuk - Mahkeme Kapısı
- Müthiş Bir Tren
- Mahalle Kahvesi - Havada Bulut
- Kumpanya - Kayıp Aranıyor
- Bütün Eserleri
- Toplu Öyküler 1
- Öyle Bir Hikâye
- Stelyanos Hrisopulos Gemisi
Sait Faik Abasıyanık Alıntıları - Sözleri
- Gelmeyeceğini çok iyi biliyorum. Onu beklemek , bilhassa güzel… (Az Şekerli)
- “Kafa dediğin eskir, ihtiyarlar, ölür bile insan ölmeden, dedi. Sonra kalbini gösterdi: — Eskimeyen, eksilmeyen şey buradadır.” Alıntı: Sait Faik Abasıyanık. “Alemdağ'da Var Bir Yılan”. Apple Books. (Alemdağ'da Var Bir Yılan)
- Dünyada her şeyle alay edilir , şaka yapılır ama şiirle asla ! (Az Şekerli)
- Sevgilim sen, sen de mi şu havayı kokluyorsun? (Mahalle Kahvesi - Havada Bulut)
- Gülmek, dünyanın en güzel şeyidir. (Bitmemiş Senfoni Ve Sait Faik Kaynakçası)
- Zaten dünya kan ağlıyor, birde biz ağlatmayalım. (Kumpanya)
- Atatürk'ü Niçin Severiz? Atatürk'ü, 'niçin severiz' diye düşünmeden sevmeliyiz... (Açık Hava Oteli)
- Ben bir acayip oldum. Gözüm kimseyi görmüyor, kimsenin kapımı çalmasını istemiyorum... (Lüzumsuz Adam)
- O sevilmek için yaratılmışların en mükemmeliydi. (Kumpanya)
- Yalnızlık dünyayı doldurmuş.Sevmek,bir insanı sevmekle başlar her şey.Burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor. (Alemdağ'da Var Bir Yılan)
- Keyfim kaçmış, üzgün, ağlamaklı gibiydim. Canım bir taraftan acı bir türkü söylemek çekiyordu. (Sait Faik'ten Çocuklara Hikayeler)
- ' Mühim ' diyoruz ama, bu kendi kendimize verdiğimiz bir peşin hükümden başka bir şey değildir. (Medarı Maişet Motoru)
- "Bırakın beni ey hakikatler! Yürümek istiyorum." Cennetlerin olduğu yere doğru." (Bütün Eserleri)
- "Uzun bir yoldan sonra denizi görmek gibisin..." (Bir Sonbahar Akşamı)
- "İnsanın içinden bir başka insanın kalkıp yürüdüğü görülür." (Mahalle Kahvesi)
- Aklıma sanki bir yerde bir şey unutmuşum, birisine bir söz vermişim, hani bir ismi unuturuz da ararız bulmadan rahat edemeyiz. Öyle bir hal oldum. Evet bu unutulmuş bir isim değildi, ama bunun ne olduğu hakkında da kafamda hiçbir fikir yoktu. (Müthiş Bir Tren)
- Anası: -Ali be, günah be yavrum, dedi. Günah yavrucuğum, yapma! Ali: -Allah affeder ana, dedi. Sonra saf, masum sordu: -Allah hiç gülmez mi? (Öyle Bir Hikâye)
- Kimse kimsenin aslını, kafatası içinin meselesini anlamak için uğraşmıyordu. (Kayıp Aranıyor)
- - Nasıl bir dünya arzuluyorsunuz? - Nasıl bir dünya mı? Haksızlıkların olmadığı bir dünya... İnsanlarının hepsinin mesut olduğu, hiç olmazsa iş bulduğu, doyduğu bir dünya... Sokaklarda sefillerin bulunmadığı bir dünya... Kafanın, kolun çalışabildiği zaman insanın muhakkak doyabildiği, eğlenebildiği bir dünya... İçinde iyi şeyler söylemeye, doğru şeyler söylemeye salahiyetle kıvranan bir adamın, korkmadan ve yanlış tefsir edilmeden bu bir şeyleri söyleyebildiği bir dünya... (Havada Bulut)
- Dünyada hiçbir şeyden, zalimlikten iğrendiğim kadar iğrenmem. İnsanoğlunun en büyük savaşı zalimliğe karşı açılmalı. (Kayıp Aranıyor)