diorex
sampiyon

Şeyh Galib Divanı - Şeyh Galip Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Şeyh Galib Divanı kimin eseri? Şeyh Galib Divanı kitabının yazarı kimdir? Şeyh Galib Divanı konusu ve anafikri nedir? Şeyh Galib Divanı kitabı ne anlatıyor? Şeyh Galib Divanı PDF indirme linki var mı? Şeyh Galib Divanı kitabının yazarı Şeyh Galip kimdir? İşte Şeyh Galib Divanı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 22.09.2022 03:00
Şeyh Galib Divanı - Şeyh Galip Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Şeyh Galip

Yayın Evi: Akçağ Yayınları

İSBN: 9789753380356

Sayfa Sayısı: 450

Şeyh Galib Divanı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Şeyh Galib Divanı Alıntıları - Sözleri

  • Gönül ders-i gamın çokdan unutdu hâtırın hoş tut O murg-i başka bir sayyâd tutdu hâtırın hoş tut Seninle ey sitem-hû germ-i ülfet olmayız artık Soğuk sözler beni candan sogutdu hâtırın hoş tut Gözümden çıkdı hûnâb-ı şirişk akıtdığım demler Hevâ-yı tünd-i gam kanım kurutdu hâtırın hoş tut Anıp ey şîr-i mestim gül hemân hâl-i dil-i zâra Şeker-handın çün ol çok zehr yutdu hâtırın hoş tut Perîşân etme zülfün senden özge bir siyeh îmân Uyardı çeşmimi bahtım uyutdu hâtırın hoş tut Bulup âyînesin tûtî-i tab-i Gâlibin söyler Gönül ders-i gamın çokdan unutdu hâtırîn hoş tut
  • al destine bir bâde derd u gamı ver bâda
  • Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
  • Ey gönül, ey gönül, neden bu kadar gamla dolusun. Yıkıksın, kırık döküksün ama tılsımlı bir definesin sen. Meleklerin secde etmeleri emredilen kadri yüceltilmiş bir varlıksın, bildiğin gibi değil, her varlıktan daha olgun daha ilerisin sen. Ruhsun, Cebrail’in üfürmesiyle ikizsin, Tanrı’nın sırrısın, Meryem’in oğlu İsa gibisin sen. Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen. Mertebeni adlarla sanma; adların sahibindedir. Dönüp varacağın yer her şeyi yaratandır, eşyaya gideceğini zannetme. Gördüğün gerçekleri rüya sanma, sen başka bir varlıksın; kendini her sûreti kabul eden Heyulanın büründüğü sûret zannetme. Keşifle gerçekliği meydana çıkan manayı dava sanma, hakkında söylenen vasıfları gözüne girmek için söylenmiş sözler zannetme. Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen; varlıkların gözbebeği olan insansın sen. Sırrını inleyip de sakın ağyara açma; bilmezlikle inkâr çukuruna düşmekten sakın. Ahların, sakın, sevgilinin kâkülüne değmesin, sonra Mansur gibi dâra çıkarsın. Sakın yaradan incinip de sevgiliye aczini bildirmeye kalkışma; a çaresiz kişi bulduğun kadri yüce incileri sakın. Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün, varlıkların gözbebeği olan insansın sen. Sevgi sırlarının mahzeni, o sırlar hazinelerinin konduğu yer sendedir, sende. Erlik, yiğitlik nurlarının madeni sendedir, sende. Gizli gizli daha nice ruh halleri var sende. Tanıyıp anlayış sende, hüner sende hakikât sende.Baksan görürsün ki yer de, gök de, cehennem de, cennet de sende, kürsî de sende, melek de elbet sendedir sende. Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen. Yazıktır, padişahken alemde yoksul olmayasın, ümit ve yalvarışla bozbulanık bir hale gelmeyesin.Yeis vadisine düşüp bir hiç olarak yok olmayasın, yolunu yitirip bela sahrasının yolunu tutmasayasın. Âdeme yapış ki gerçekten ayrılmayasın, secdeler etki Tanrı reddetmesin seni. Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen. Tanrı’dan gayri bütün varlıklardan, çakıp sönen, gelip giden bütün şimşekler gibi geç git. Üstüne takılan, konan çerçöpe aşk ateşini siper et ( onları yak yandır). Gönül bağlanacak şeylerin eserleri, sakın, eteğini tutmasın. Şems gibi, Mevlana’yı isteyerek yola koyul, yol almaya bak. Aynanı( gönlünü) arıt, bütün sûretler ona vursun, görünsün. Galip, hele bir duygularını derle, topla da bak. Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.
  • "Vardır dehan-ı dilbere şayan bir sözümüz Nam-ı vefayız ah-ı müsemmaya hasretiz."
  • Nev-hevesler ne aceb etse anınla da’vâ Kendi asrında da bâzîçe-i tıflân idi Kays
  • Kırılsaydım ortadan ikiye, koparmazdım kendimi senin bakışının kılıcından yine. Ey sevgili bana boşuna işkence etme — aşığım ben sana... #edebiyat
  • Bağlanıp zülfüne bozdum ahdi de peymânı da Çeşmini gördüm unuttum derdi de dermânı da
  • 'Erişip bahâra bülbül yenilendi sohbet-i gül Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâra düşdü'

Şeyh Galib Divanı İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Mert Ona Denmiştir: Besmele-Hamdele-Salvele.. Merhum Şeyh Galib Hazretlerini Rahmetle yâd edelim. Hamd ile salvele getirip evvala; Hazretin ruhuna bir Fatiha armağan edelim. *** Ey şair! Şimdi çağın icbarına ses ver.. Komşun duvarında istinad olmuş gibi komşundur şu hayat. Hapsetsen kendini söyle ne çıkar? Bir bardak yetişir de sana ihtarını infaz eder; "daya beni o muhkem duvara, bak bakalım hayat ne söyler?" Bir hülya aroması sanmışsa şiiri, kağıt yangını elbet munis gelir orman yangınından. Ama bir ağacı yakan şey, bir kağıt parçasıdır. Hazin bu ya, sonra yakan bir ağacı, yanı başındaki ağaçtır. Öyleyse çaputlara yazılmış bu hakikati imha yollarının en sefinesine hasr'et. Gürce dür, hürce yutuver. Telaşa mahal bırakma o dem; bu satırlar önce Allah'ta, sonra hıfzında emanet. Ey şair! Bir kez daha çağın icbarına ses ver.. Şımartılmak istiyorsan, hınca hınç doldur fiyakayla mısraları. Bu gibi anlaşılmaz yaz. Ama seni mutmain etmez bu övgüler. En iyi ihtimalle sana "Cahit Zarifoğlu kadar kapalı yazıyor" diyecekler. Bu memnun edecekse seni, terk et menzilini de şanın yürüsün. Çünkü sen şair, mukayese indinde yalın kaldıkça büyürsün. Derdine konçerto eşlik etsin de evvela basmalı fistanlar adı konmamış çiçeklerin baskısıyla giydirilsin. Fiyakalı bir dert olmadıkça derdin, vah ki şiir cambazı.. sen ne söyleyebilirsin? Ama olmaz böylesi. Haydi gel, çağın icbarına ses ver. Şahidim, sana mühimmat kadar hayati şeyler söyleyecek. "Sana olan aşkım, kavgam kadar büyüktür" demedikçe bir şiir, sakıttır artık. Çünkü kozmetik sektörüyle yarışandır göle atılmış bir pirana. Fakat bu anlamsız yarışa girişmekten imtina eden taraf pirana olacaktır. Nitekim kozmetik, Kanunî devriyle kıyasa muktedir olacak kadar kudrete haizdir. Heyhat! Şiir bile kozmetiğin midesindedir. "Sana olan aşkım, gratis indirimleri kadar nefes kesicidir" demenin bir başka adıdır melankoli. Ve kavga denince akla ilk önce; rafta kalan son Maybelline marka fondöten gelir. Bilmem ne yapsak? Bir derdin olmalı. Şahsından ötelere açılan bir derdin olmalı. Bir derdin olmalı ve hesap görücülüğe selef kılmalı. Mühim şeyin üç kerre tekrarı bir sünnettir örneğin. Mükerrer punto çarpı iki; Bir derdin olmalı Bir derdin olmalı Bir derdin olmalı. Dert denince Müslüm Gürses şarkıları geliyorsa akla, yazık sana ey şair! Efsus ki koltuğunda ihanet. Ki bu koltukta liyakatsizlik ancak ihanetle izaha kabil. Dert, gocunmaktır. Mide bulantısı geçirmektir çokça. Sözgelimi Mehmet Akif bir şairdir. Onun devrinde kendiyle beraber Cennet Mekan Sultan Abdülhamid Han'dan nefret eden bir çok zevat vardır. Ancak Sultan'ı görünce duyduğu tiksintiden midesi bulanıp kusan yalnızca Mehmet Akif'tir. Çünkü şairin şanına giden yol midesinden geçer. Ey şair! Çağın icbarına kulak ver.. Tiksin diyor sana, tiksin! Senin harcın değil tebliğ. Ki düşürülmüştün meşveret meclisinden. Öyleyse senin harcın tebliğ değil tekliftir, ifşa etmektir, ihbar ve ihtar etmektir. *** Şair yanıyla muhabir ve muhbirdir. Haber ondadır, ihtar ondadır. Kıymetli şeyleri, kıymetli kumaşlarla süsleyip arz eder. Fakat bir mesuliyeti vardır şairin; bunları yaparken sanattan taviz vermemek! Divan şiiri, şiir sahasındaki en müstesna, en güzide ve en müzeyyen ögedir. Mademki sanatın enli mikyasında şiir en kadim olandır; öyleyse sanatın sultanı da divandır. Joseph Haydn gibi Mozart gibi Beethoven gibi, Hayalî'nin de Nabî'nin de Yahya Efendi'nin de senfonileri vardır. Michelangelo gibi Spenser Moore gibi Giacometti gibi, Bâki'nin de Fuzulî'nin de Naili'nin de abideleri vardır. Picasso gibi Leanordo gibi Van Gogh gibi Zâri'nin de Hayrî'nin de Cevrî'nin de portreleri vardır. Mimar Sinan gibi Christopher Wren gibi Balyan gibi, Şeyh Galib'in de Mevlana'nın da Aşık Paşa'nın da kilit taşlı yapıtları vardır. İşte bu yanıyla bir ummandır divan şiiri ve divan şairleri. Sanatlı söyleyişin kehkeşanıdır. Fakat "şiiri kafiyeye kurban etmek" tabiri, şiirde en çok duyduğumuz tabirdir artık. "Vezin tutsa babamı bile hicvederim" diyen Nefi gibi "Kafiye tutsa, mesnevi bile yazarım" diyen şairler görüyoruz. Naçizane görüş ve kanaatim, bugün divan edebiyatından alınası yegâne şeyin, şiirdeki musîki olduğudur. Şiiri anlamsız bir yoğunlukla boğmak, anlamsız bir rekabete tutuşmak elbette beyhudedir. Birçok divan rekabet neticesinde doğmuştur. Fakat artık Türk şiirinin ihtilafa değil, ittifaka ihtiyacı var. Bu zemine gelmek için son bir ihtilaf, son bir kavga gerek. Zira barışı temin etmek isteyen, savaşı göze almalıdır ve savaştan galip çıkmalıdır. İşte bugün, buna muvaffak olmuş bir şairden konuşacağız.. O şair, mahlasıyla müsemma olan şairimizdir... Şeyh Galib'tir. *** (1757-1799) "1171’de (1757) İstanbul’da Yenikapı Mevlevîhânesi yakınlarındaki bir evde dünyaya geldi. Doğumuna “eser-i aşk” ve “cezbetu’llah” terkipleri tarih düşürülmüş, kendisine mevlevîhânenin şeyhi Kûçek Mehmed Dede ile halefi Seyyid Ebûbekir Dede’nin tavsiyesiyle Mehmed Esad adı konulmuştur. Dedesi Mevlevî olduğu gibi babası Mustafa Reşid Efendi de Peçuylu Ârif Ahmed Dede’den inâbe almıştır. Annesi Emine Hatun’dur." (TDV İslam Ansiklopedisi) Divan geleneğinde mahlas, çoğu kez şairlerin tasarrufu değil hocasının veya şeyhinin ihsanıdır. Şeyh Galib'in hocası da bu geleneğin icabı ile Şeyh Galib'e "Esat" mahlasını münasip görmüştür. Fakat Şeyh Galip usûl bilir şanı ile bu mahlası kabul edip, kadirşinas itaatsizliğiyle de "Galib" mahrecini "Esat" mahlasına katık etmiştir. Zira Şeyh Galib'in yüksek irfanı, yüksek irtifayı çoktan ihata etmiştir. Onun iddialı bir söyleyişi ve kat'i bir düsturu vardı. O düstur; divan edebiyatının tıkanık mazmunlarını açmak, abese kaçan rumuzlarını tazelemek ve şiire yeni bir soluk getirmekti. Kısaca Şeyh Galib, koca bir divan geleneğine galebe çalmak istiyordu. Ve niyetini henüz şairliğinin fecrinde aşikar etmek için kendi mahlasını kendi tayin ediyor ve "mahlasım Galib'tir" diyordu. Maksuduna istinaden, edebiyatta mevcut olan Hikemi tarz ve Türk-i Basit akımlarına tâbi olmaksızın, Sebk-i Hindi ekolünü benimsemiş ve bu ekolün öncü ismi olmuştur. Burada bir parantez açmamız gerekmektedir. Zira Şeyh Galib'in Türk-i Basit ve Hikemi tarz gibi akımlara rağmen niçin sebk-i hindi'yi seçtiği, muteyakkız zihinlerin kıymet merakıdır. Sebk-i hindi, aruz kalıplarına çeşitli kelime oyunları vasıtasıyla muhteşem kolaylıklar getirmektedir. İhlal etmeden imâ edebilmek, imâ ederek de ihlal edebilmek Şeyh Galib gibi erbab-ı nev rah'ın birincil mühimmatıdır. Çünkü bu ihlal ediş; inşa etmek için imha edilmesi gereken zeminin rapor tertibatıdır. Şeyh Galib rüştünü Hüsn ü Aşk ile ispat etmiştir. Mezkûr esere yaptığımız incelemede ( gonderi/103849183 ) zikrettiğimiz için Hazret'in şiirde "şeklen" yaptığı devasa devrim üzerinde pek durmayacağız. "Merd ana denür ki aça nev rah" *** 32 Kaside, 73 Târih, 13 Terc-i Bend, 8 Müseddes, 18 Tahmis, 3 Muhammes, 11 Şarkı, 10 Mesnevi, 1 Bahr-ı Tavil, 137 Gazel, 3 Lügaz, 43 Kıta, 64 Rubai, 74 Müfret Beyit, 3 Muzariat Beyit'ten teşekkül eden Şeyh Galib divanı, Türk edebiyatının en kritik eseridir. Ne çeşit meddahlık kisvesi giysek, bu eserin önemini tekellüme aciz kalırız. Hâlbuki bir yanıyla bu eser, edebiyatımızın hicap noktadır. Çünkü kıymeti hiçbir zaman bilinmemiştir. Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk ile beraber divan şiirini bambaşka bir boyuta çıkarmış ve tüm adetleri lağv etmiştir. Bu cihetle Hüsn ü Aşk, şairimizin birinci kanadı olacaktır. Mezkûr eserin mahiyeti, divan şiirlerindeki mazmun akışının tıkanıklığını gidermiş olmasıdır. Çünkü o yıllarda kadim divan nehrine derbentler çekilmiş ve o ferha nehir suları göle inkılap edip, kokmaya yüz tutmuştur. Merhumun ikinci kanadı ise işbu eserdir. Hüsn ü Aşk ile o köhne derbenti yıkan Şeyh Galib, yazdığı divan ile de kokuşan suları arıtacaktır. Şeyh Galib'in en çarpıcı müdahalesi aşk üzerine olacaktır. Herkes aşığın kahroluşunu, mahvoluşunu ve dahi viran oluşunu görmek ister. Zira aşk bahsinde kim daha çok perişan olmuşsa, âşıkların şahı odur. Başta divan şairleri olmak üzere, şiirimizin ve bütün bir dünya antolojisinin en muayyen kanaatidir bu. Çünkü Aşk, Mem'in Zin kahrıyla ölüme yürüyüşü, Kamber'in Arzu uğruna kavminden geçişi, Romeo'nun Juliet için zehri şerbet bilişi, Ferhat'ın Şirin muradıyla dağlar delişi, Tahir'in Zühre aşkından ayıp taşlarıyla recm edilişi, bülbülün gül dikeniyle kanat yitirişi, dervişin şeyh muhabbetiyle yamalı abasını canıyla birlikte ateşe verişi, Yunus'un Tabduk Emre eşiğinde kanı giryan, giryanı kan edişi, aşkı gagasında taşıyan güvercinlerin akçıl gerdanlarına, yakut rengi gerdanlıkları urgan eyleyip boynunlarına geçirişi ve daha nicesidir, nicesi gibidir. Çünkü hepsi kahır içre aşkı ikrar etmiştir. "Nev’iyâ dem-sâz-ı ışk oldun gibi Haylî sûz ile sürûdün var senün" (Nev'î) "Hâne-i dilde çü berk urdı yine envâr-ı ışk Şems-i enver tâli’ oldukça olur tekrâr-ı ışk" (Atayî) "Gamdan aglar âh ider sanman beni olmuş durur Dem-be-dem rûd-ı sürûdum âh ü vâveylâ-yı ışk" (Hayretî) Yukarıdaki beyitlerde görüldüğü üzere, aşk her zaman yakıcı, aşık ise her zaman bu aşk ile helak olucu konumdadır. Öyle ki şairler el ele verip adeta bir içtihatta bulunmuş ve aşığa gülmenin haram olduğu noktasında ittifak etmiştir. Fakat Şeyh Galip daha önce hiç duyulmamış bir şey söylemiş ve şu beyitleri yazmıştır; "Özrü nedir Azra’ nın Vâmık mı değilsin yâ Bu gam ne gezer sende âşık mı değilsin yâ Âşıkda keder neyler gam halk-ı cihânındır Koyma kadehi elden söz pîr-i mugânındır" Şeyh Galip yalnızca kavramlar üzerinde değil, gelenekler üzerinde de müşahhas değişiklikler yapmıştır. Bunlardan biri de divan edebiyatındaki "maşuku yerme" türüdür. Evet, divan edebiyatında böyle bir akım vardır. Çok aramama rağmen ismini bulamadığım bu akım, Şeyh Galib'in de birkaç şiiriyle dahil olduğu akımdır. Lakin Merhum hiçbir zaman maşuku yermeyi doğru bulmamış ve mezkûr akımda da bir devrim yapmıştır: "Gönül ders-i gamın çokdan unutdu hâtırın hoş tut O murg-i başka bir sayyâd tutdu hâtırın hoş  tut Seninle ey sitem-hû germ-i ülfet olmayız artık Soğuk sözler beni candan sogutdu hâtırın hoş tut Gözümden çıkdı hûnâb-ı şirişk akıtdığım demler Hevâ-yı tünd-i gam kanım kurutdu hâtırın hoş tut Anıp ey şîr-i mestim gül hemân hâl-i dil-i zâra Şeker-handın çün ol çok zehr yutdu hâtırın hoş tut Perîşân etme zülfün senden özge bir siyeh îmân Uyardı çeşmimi bahtım uyutdu hâtırın hoş tut Bulup âyînesin tûtî-i tab-i Gâlibin söyler Gönül ders-i gamın çokdan unutdu hâtırîn hoş tut" Yergi varsa suç da vardır. Suç var ise müeyyide şarttır. İşte bu kaide mucibince, Şeyh Galib maşuku yermek, kem söz etmek yerine yalnızca Allahasmarladık der ve yergi kavramını siteme kalbeder. Şeyh Galib'e göre maşuk her zaman günahsız olandır. Hakeza Hüsn ü Aşk'ta da maşukun hocası "İsmet"tir. Öyleyse maşukun hocasını dinlemediği her fiilde, zelle failidir. Şeyh Galib hemen hemen divan şiirinin her unsurunda rakiplerine meydan okumuştur. Öyle ki en zor türlerden biri olan ve divan edebiyatında çok ama çok az rastlanan "bahr-ı tavil"le dahi yazmıştır. Üstelik zor olması hasebiyle bu kadar endemik bir tür olan bahr-ı taville toplamda 4 mısra birden yazmıştır. Fe’ilatün, mefa’ilün, müstef’ilün gibi cüzlerin arka arkaya sıralanarak yazılan bahr-ı tavile Şeyh Galib'in "bir mısralık" örneği şudur; BAHR-I TAVÎL MISRÂ-I EVVEL (Birinci Mısra) "Ey gülistân-ı letâfetle hezâr işve vü nâz ile yetişmiş gül-i ra’ nâ sana gûyâ ki edip müşk-i-sahâb ü mey-i Gülgün ü gülâbı dahı bârân edip enfâs-ı Mesîhayı nesîm eyleyip envâ-ı nezâketle tarâvatle verip perveriş etmişler o rûhsâreyi yüz reng-i bahâran ile bin gonce-i handanı mukattâr kılup el-hak bir aceb sûrete koymuş seni nakkâş-ı ezel kim ne gelir misli ne gelmek mutasavver görünür böyle bahâ bu hüsn ile yaraşmaz sana ki âşık-ı şûrîde-i bî-tâbını mahzûn edesin nâle ile ciğer-hûn edesin yâ bu mıdır kâide-i şehr-i mahâbbet bu mıdır târz-ı meveddet tutalım böyle imiş farz mı ol kaideyi eylemek icrâ ne olurmış bir iki gün dahı terk eyleyip ol resm-i cefâyı donadıp bezm-i safâyı oturup meclise begler gibi sen nûş-ı şarâb eylesen uşşâk-terâne ile dil ü sînesini nây ü rebâb eylese kimmenede hâşâ" Bu muazzam türe neden bu kadar az rastlanıldığı öyle sanıyorum ki artık herkesin malumudur. Şeyh Galib'in şarkıları ayrı bir hüviyete sahiptir. Yalın bir söyleyişi vardır ki; usandırmayan itirafların ağdasız tekellümüdür; "Ey nihâl-i işve bir nevres fidânımsın benim Gördüğüm günden beri hâtır-nişânımsın benim Ben ne hâcet kim diyem rûh-ı revânımsın benim Gizlesem de âşikâr etsem de cânımsın benim Derd-i aşkın ben senin bîhûde izhâr eylemem Lâf edip âh u enini kendime kâr eylemem Hâsılı âlem bilir bu sırrı inkâr eylemem Gizlesem de âşikâr etsem de cânımsın benim Ey gül-i bâğ-ı vefâ malûmun olsun bu senin Hâr-ı cevr-i ile sakın terk eylemem pîrâmenin Ölme var ayrılma yokdur öyle tutdum dâmenin Gizlesem de âşikâr etsem de cânımsın benim Gâhî ikrâr eyleyip gâhî dönüp inkârdan Aksini seyreylerim âyînede dîvârdan Gerçi bu sûretle pinhân eylerim ağyârdan Gizlesem de âşikâr etsem de cânımsın benim Beste kıldım sâz-ı efkârı o zülf-i sünbüle Oldu Gâlib perde-i âhım muhayyer sünbüle Her çi bâd-â-bâd bâğlandım hevâ-yı kâküle Gizlesem de âşikâr etsem de cânımsın benim" ( https://soundcloud.app.goo.gl/hSxxd ) Şeyh Galib'in en meşhur şiiri olan Terc-i Bend-i Diger şiiri de tüm heybetiyle bugün dahi insana haddini bildirmektedir; "Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen" Hem şair, şu bercesteden gayrı ne desindi? "Âh minel-aşk ve hâlâtihî  Ahraka kalbî bi-harârâtihî" *** Şeyh Galib.. Şiirin burcu olup giderken, haklı bir teyakkuz ile şu yakaza mısraını ardı sıra baktı; "İn dem ki zi şairi eser nist Sultan-ı sühan menem diger nist" (Bu devirde şairlikten eser yok, sözün sultanı benim diğerleri yok) Şairin şuuru, yapacağı ve yaptığı şeyden haberdar olmaklığıdır çoğu kez. Kendinden geçip cezbeye gelen şairlerle O'nu ayıran şey, belki de bu teyakkuzdu. Şiire bir hevesle değil bir hedefle girmişti. "Mer ana dinür ki aça nev rah" ahdiyle menzilini tayin etmiş ve maksuna ermişti. Şeyh Galib.. Şiir tedavülümün intisap noktasıdır. Alem-i şiirde önünde diz çöküp kendime şeyh saydığımdır. Onunla kurduğum rabıta, şiirdeki irtibatımı alazlandırıp menzilimi tayin ediyor ve beni bir öncüye arkçı olma masuliyetine mecbur kılıyor. Rıza makamında payidar olsun. *** Sözü böylece tamam edelim, Son bir tahammül ile bu miskine kulak verelim.. Görelim ki ne söyler? Belki de sehven-i kelâm etmiştir, Affınıza iltica eder.. Şeyh Galib hayli olmuştur Dar-ı bekaya irtihal edeli O varmıştır maksuduna Biz kalmışız bir geri.. Varacağız elbet mukadder bu Âmin diyelim, bulalım huzuru.. Hak Teâlâ bunları okuyanlara Versin hayırlı bir nihayet, Âmin diyelim, Yazan bulsun hidâyet.. Okuyalım Şeyh Galib Hazreti'nin Ruhaniyetine bir Fatiha, Ama evvel olsun Habib Zişan'a salat selâm.. El-Fatiha.. Measselam.. (Oğuzhan Âsım Güneş)

Üniversitede bana Eski Türk Edebiyatı dersini sevdiren, son büyük Divan şairidir. 600 yıllık bir edebi geleneğin sonuna denk gelmesi de ayrı bir özellik olmuş. Şeyh Galip Mevlevi geleneğinden gelme bir yazar. Galata Mavlevihanesi şeyhliği de yapmıştır. Padişahlarla arası çok iyidir. Kaside ustasıdır. Hüsn-ü Aşk'ı ile tanınır. Ama Divan'ı da kesinlikle olağanüstü. Bu tarza ilgisi olan herkese, muhakkak tavsiye ediyorum. (İsmail SALCAN)

Kendi milletinin eski edebiyatı insana hep bir yabancı edebiyatmış gibi görünecektir. Dichtung und Wahrheit, III. Anmerkpngen. Früheres Vortwort yazar/i877 / kitap/kitap--28195 (zaimoğlu mehmet)

Şeyh Galib Divanı PDF indirme linki var mı?

Şeyh Galip - Şeyh Galib Divanı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Şeyh Galib Divanı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Şeyh Galip Kimdir?

Galib Mehmed Esad Dede veya tanınan kısa adıyla Şeyh Galib (1757, İstanbul - 1798, İstanbul), Türk divan edebiyatı şairi, mutasavvıf. 1757 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Haziran 1791 tarihinde Galata Mevlevihanesi şeyhliğine atandı. 1798'de vefat eden Galib Mehmed Esad Dede, avluda yer alan türbeye defnedildi.Esed ve Galip mahlaslarıyla yazdığı şiirlerini toplayarak 24 yaşında iken divanını meydana getirdi (1780). Sembolizm benzeri bir tarzın Türk edebiyatındaki öncüsü olmuş, birçok buluşu ve yarattığı mazmunlarla Divan Edebiyatı'nın gelişmesinde büyük bir rol oynamış olmasına rağmen divan şiirinin geleneklerinden de kopmamıştır. Bugün Şeyh Galip'in şiirleri gösterdiği harika sembolizm ve betimlemelerle özellikle Batıda fazlasıyla beğeni toplamaktadır. Şeyh Galip'in eserlerinin en önemli yönlerinden birisi de tasavvufi temellere sahip olmasıdır.

Şeyh Galip Kitapları - Eserleri

  • Hüsn ü Aşk
  • Şeyh Galib Divanı
  • Ateş Denizinde Mumdan Gemiler
  • Şeyh Galib Divanından Seçmeler
  • Şeyh Galib Kitabı
  • Mevlevi Ayinleri Mecmuası
  • Hüsn-ü Aşk

Şeyh Galip Alıntıları - Sözleri

  • “Sevmez mi sever mi kimse bilmez Ol rütbe de bi haber denilmez.” (Hüsn ü Aşk)
  • که جانیمدا ایستك وار, که گوکلومده نشه (Şeyh Galib Divanından Seçmeler)
  • “Gelsin mi o âhlar beyâna Bir nebzesi sığmaz âsmâna.” (Hüsn ü Aşk)
  • "Vardır dehan-ı dilbere şayan bir sözümüz Nam-ı vefayız ah-ı müsemmaya hasretiz." (Şeyh Galib Divanı)
  • Bağlanıp zülfüne bozdum ahdi de peymânı da Çeşmini gördüm unuttum derdi de dermânı da (Şeyh Galib Divanı)
  • [Yarabbi, bu ne bekleyiştir; bu ne biçim zamandır ki geçmek bilmez. ] (Şeyh Galib Divanından Seçmeler)
  • ~ Şem’ine pervâneyim pervâ ne lâzımdır bana.. ~ | Şeyh Gâlib (Şeyh Galib Divanından Seçmeler)
  • " Fâriğ olmam eylesen yüzbin cefâ sevdim seni Böyle yazmış alnıma kilk-î kazâ sevdim seni... " (Şeyh Galib Divanından Seçmeler)
  • Belki de her şeyin kalpte başlayıp kalpte bittiğinin ifadesiydi bu. (Ateş Denizinde Mumdan Gemiler)
  • Unutmayın ki, bundan sonra da başınıza türlü haller gelecektir, o zaman Allah'ı kalbinizde anıp O'ndan yardım dileyin. (Ateş Denizinde Mumdan Gemiler)
  • al destine bir bâde derd u gamı ver bâda (Şeyh Galib Divanı)
  • “Sabr eyle biraz sen etme efgân N’eyler bakalım Hudâ-yı zî-şân.” (Hüsn ü Aşk)
  • Ben ne hâcet kim diyem rûh-i revânımsın benim Gizlesem de âşikâr etsem de cânımsın benim (Şeyh Galib Divanından Seçmeler)
  • "Ger zî sırr-ı aşk güftârest ba'd ez hâmuşî Ez sühân bâlâ çi esrârest ba'd ez hâmuşî" Galib, üç yıllık aradan sonra, şiire Farsça bir gazelle döner: "Sustuktan sonra söylenen sözler eğer aşkın sırlarına dairse, sözden daha yüksek ne vardır?" mea­linde bir matla' ile başlayan gazel, çile sırasındaki suskunluğuna bakarak onun ar­tık şiir söyleyemeyeceğini iddia edenlerin fena halde yanıldıklarını göstermiştir. (Şeyh Galib Kitabı)
  • “Bîçâre gönül gamı-yle yansın Tek ol büt-i âteşîn inansın Hûn-âbe-i hecre cân boyansın Mahrûm gözi şerâba kansın Her kahrın bin Kerem gedâdır.” (Hüsn-ü Aşk)
  • Tedbîrini terk eyle takdîr Hudâ’nındır Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümânındır Birden bire bul aşkı bu tuhfe bulanındır Devrân olalı devrân erbâb‐ı safânındır Âşıkda keder neyler gam halk‐ı cihânındır Koyma kadehi elden söz pîr‐i mugânındır (Şeyh Galib Divanından Seçmeler)
  • Aynı şekilde, Hüsn ü Aşk'ta yer alan "Geceye ve Kışın Şiddetine Dair/Der Sıfat-ı Şeb ve Şiddet-i Şita" başlıklı bölümü, burada hatırlamak gerekiyor. Bu bö­lümde, Aşk'ın Kalp diyarındaki yolculuğu sırasında, kendini ansızın içinde buldu­ğu bir kış gecesi anlatılmaktadır. Şeyh Galib'in kendisine mi, yoksa icad ettiği hikaye kahramanı Aşk'a mı ait olduğu kolay kolay kestirilemeyen geceye ve kışın ayazına ilişkin intibalara ve dolayısıyla ifadenin şiddetine dikkat etmek gerekir. Hafif açılarak sadeleştirilmiş şu cümlelere, beraberce göz gezdirelim isterseniz: "Bu karanlık ve soğuk gecede ay ışığı donmuş... Karanlık, bir ceylan gibi or­talıklarda kol geziyor. Karın içindeki siyahlıklar insana, gözün beyazlığı içindeki "göz bebeği"ni hatırlatıyor. Kar, kışla beraber yer yüzüne inerken, gece bir zenci­nin dişleri gibi sırıtıyor. Her tarafta sıçrayıp duran kıvılcımlar ayazın şiddetinden donup kalıyorlar. Uzak dağlarda kaynayan sular, göklere yükselerek kar adıy­la/şeklinde yeniden ve durmaksızın yağar da yağarlar. Havada uçan bir kuş bile gözükmüyor. Göklerde, sadece tek tük ateş renkli uçuşlar göze çarpıyor. Bu şart­larda eğer sabah, buzdan kazıklarını güneşe çakmasa, onun ateşini de rüzgar alıp götürebilirdi. Şiddetli kış buzdan sütunlanyla destek olmasa, yeşil/mavi gökler yerlere çökerdi. Ağlayan gözlerde yaşlar dahi buz tutmuş! Bu çaresizlik içinde insanlar, ölümü dahi gözlükle arar hale gelmişler. Daha da önemlisi, karanlıklada yüklü gecede "fikir yolu" da buz tuttuğu için, söze can veren bütün sanatkarlar sükütu tercih eder hale gelmişler." (Şeyh Galib Kitabı)
  • 'Erişip bahâra bülbül yenilendi sohbet-i gül Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâra düşdü' (Şeyh Galib Divanı)
  • “Gelsin mi o âhlar beyâna Bir nebzesi sığmaz âsmâna.” (Hüsn-ü Aşk)
  • Demek ki yol bir kez seçildiyse, artık engellere ve zorluklara tahammül etmek gerekirdi. (Ateş Denizinde Mumdan Gemiler)

Yorum Yaz