diorex
Dedas

Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm - Jean Baudrillard Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm kimin eseri? Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm kitabının yazarı kimdir? Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm konusu ve anafikri nedir? Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm kitabı ne anlatıyor? Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm PDF indirme linki var mı? Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm kitabının yazarı Jean Baudrillard kimdir? İşte Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 11.04.2022 06:00
Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm - Jean Baudrillard Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Jean Baudrillard

Çevirmen: Oğuz Adanır

Orijinal Adı: L' Echange Symbolique Et La Mort

Yayın Evi: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi

İSBN: 9786054238675

Sayfa Sayısı: 370

Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Modern toplumların örgütlenme biçimi, ilkel ya da geleneksel toplumlardaki gibi, simgesel değiş tokuş üzerine oturmamaktadır. Modern toplumların simgeselden bir ölüden korkar gibi korkmalarının nedeni belki de budur. Tüm ekonomi politik ve libidinal ekonomi anlayışlarının ötesinde yer alan ve gözlerimizin önünde cereyan eden değeri yok etme ilkesi üstüne kurulmuş bir toplumsal ilişki biçiminin, bizi, ilkel oluşumlar modeline gönderdiği görülmektedir.

Bu kitap emek, moda, vücut, ölüm, şiir dili gibi çeşitli alanlardan yola çıkarak bu şemayı çözümlemeye çalışmaktadır. Bu metin, günümüzde halen yerleşik disiplinler olarak sunulan bu alanları birer simülasyon modeli olarak ele almakta ve çözümlemektedir. Gerçekliğin aynası mı yoksa kuramsal bir meydan okuma mı? Bağışın karşı-bağışla tersine çevrilebilirliği, değiş tokuşun kurban etme eylemi sırasında tersine çevrilebilmesi, zamanın döngüsellik, üretimin yok etme, yaşamın ölüm tarafından tersine çevrilebilmesi, dile ait her terim ve değerin çevrik-söz tarafından tersine çevrilmesi. Bütün bu alanları belirleyen ve zamanın, dilin, ekonomik değiş tokuşlarla, biriktirilen iktidarın çizgiselliğine bir son veren biçimin adı tersine çevirmedir. Tersine çevirme bizim açımızdan yok edilme ve ölüm anlamına gelmektedir. Simgesel yok eden ve öldüren bir biçimdir.

(Arka Kapak)

Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm Alıntıları - Sözleri

  • "Doğruyu söylemek gerekirse ortalıkta kendisine güvenebileceğimiz hiçbir şey kalmamıştır. Elimizdeyse kuramsal şiddetten başka bir şey yoktur. Tüm varsayımları radikalleştirmenin tek yolu ölümcül bir spekülasyona girişmektir." Baudrillard - Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm
  • Modern topluma radikal bir tepkinin ürünü olan Jean Baudrillard’ın bu kitabı, Batı toplumlarında son 200 yıldaki uygarlık girişimlerine sert eleştiriler yöneltiyor. 'Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm', öncü ve ufuk açıcı bir çalışma.
  • Bilinçaltı ve arzu yüklü olduğu söylenen moda bu şekilde de açıklanabilir. Oysa arzunun moda olduğu bir ortamda bu açıklamanın hiçbir anlamı yoktur. Gerçekten de moda içtepiye benzemektedir, ancak bunun bireysel bilinçaltıyla pek bir ilişkisi yoktur. Moda öyle vahşi bir şeydir ki hiçbir yasaklama onu ortadan kaldıramamaktadır. Çünkü tek arzusu anlama bir son vermek ve kendine özgü göstergeler içine dalarak ortadan kaybolmak, gelişigüzel, anlık bir toplumsallaşmadır.
  • Günümüzde kimlik ilkesi çerçevesinde değerlendirilebilecek her şey moda tarafından etkilenmiştir. Bunun nedeniyse tüm biçimlere kökenlerini unutturabilmesi ve onları yenilenmeye mahkum edebilme gücüne sahip olmasıdır. Moda her zaman retro olmuştur; ancak bunu geçmişi yok sayma koşuluyla başarabilmektedir. Bir başka deyişle biçimlerin hayaleti andıran ölüm ve yeniden yaşama döndürülmeleri koşuluyla. Güncelliğinin nedeni şimdiki zaman göndereni değil, her şeyi hemen kapsayabilen bir yeniden kazanım sürecine benzemesidir. Paradoksal bir şekilde güncel olmayana moda denilmektedir. Biçimlere her zaman önce bir ölme, bir tür soyutlanma süresi tanınmaktadır. Böylelikle zamandan etkilenmeyen biçimler etkin göstergelere dönüşmekte ve eğilip bükülen bir zaman anlayışına uygun olarak günceli o güncel olmayan görünümleriyle taciz etmek üzere geri gelmektedir. Bu işi, geleceğe özgü yapı anlayışının karşıtı olan geriye dönüşün çekiciliğinden yararlanarak yapmaktadır. Bu, yeni baştan başlamanın estetiğidir. Moda: Ölüm ve malum modernliğin elinden anlamsızlığını alan şeydir.
  • Moda, reklam, nude-look, çıplak tiyatro, striptiz. Karşımıza her yerde bir boşalma mekanizması ve iğdiş edilme üzerine oturtulmuş bir sahne-draması çıkmaktadır. Çok sayıda değişkene sahip, inanılmaz derecede tekdüze bir cinselliktir bu. Botlar, kalçalara kadar çıkan çizmeler, uzun manto altına giyilen kısa şortlar, dirsek üzerine çıkan eldivenler ya da kalça üzerinde sona eren çoraplar. Göz üstüne düşen saç perçemi ya da striptiz dansçısının cinsel organını örten bez parçasının yanısıra bilezikler, kolyeler, yüzükler, kemerler, mücevherler ve zincirler. Nereye giderseniz gidin bu senaryoya sadık kalındığını görürsünüz. Vücudun bu şekilde örtülmesi onu bir tür göstergeye dönüştürmekte ve dolayısıyla ona ahlaksızca sayılabilecek bir erotik işlev yüklerken, iğdiş edilmeyi içeren bir de sınırlandırma getirmektedir ki, bu yoksunluğun kendisine simgesel bir şekilde eklemlendiği bir iğdiş edilme parodisidir.
  • Bakış konusunda da aynı şey söylenebilir. Göz üzerine düşürülen saç perçeminin görevi, bakışın, gerek iğdiş edilme gerekse bir aşk armağanı olarak sonsuza dek sürüp gideceği varsayımını yadsımaktır. Özne, eksikliğini duyduğu şeyi ötekinin bakışlarında bulabilmekte, bu bakışlar kendisine yöneldiğindeyse aynı eksiklik duygusu baş döndürücü bir şekilde ortadan kaybolmaktadır. Karmaşık bir görünüm kazandırılan, Medusa özellikleri taşıyan bu gözler aslında kimseye bakmamakta, kimseyi hedeflememektedir. Bir göstergeye dönüştürüldükleri için yinelenebilmekte, yani kendi kendilerini büyüleyerek kendilerinden geçmekte ve sahip oldukları ayartma gücü de bu sapıkça kendi kendine tatmin olmadan kaynaklanmaktadır.
  • Her imge, her medyatik mesajla birlikte çevremizde yer alan her işlevsel nesne bir test görevi yapmaktadır. Bir başka deyişle terimin kesin anlamında yanıt mekanizmalarını streotipler ya da analitik modellere uygun bir şekilde özgürleştirmektedirler. Günümüzde nesne artık terimin geleneksel anlamında işlevsel değildir. Sizin işinize yaramaktan çok sizi test etmeye yaramaktadır. Nesnenin nasıl daha önceki nesneyle bir ilişkisi kalmadıysa iletişim araçlarının ürettiği haberin de olguların gerçekliğiyle bir ilişkisi kalmamıştır. Hem nesne hem de haber bir seçim, bir kurgu, bir çekiminin ürünüdürler. Onlar gerçekliği bizden önce test etmişler ve yalnızca kendilerine yanıt verebilen soruları sormuşlardır. Gerçekliği yalın unsurlara bölüp çözümleyerek düzenlenmiş karşıtlıklar senaryosuna uygun bir şekilde yeniden oluşturmuşlardır. Tıpkı fotoğrafçının çektiği nesneye dayattığı karşıt ışıklar, aydınlatma ve çekim açıları gibi.
  • Freudcu simgeselliği yeniden yorumlamak gerekecektir. Ayak, parmak, burun ya da vücudun herhangi bir parçasının penis metaforu olabilmesinin nedeni bu organların çıkıntılı bir biçime sahip olmaları değildir. Bu organlar fallik bir değere ancak hayal düzeyinde: iğdiş edilmiş penisler ya da penis olabilmeleri için iğdiş edilmeleri gereken organlar. Bunlar, anlamlı fallik bir görünüm verilerek, kendilerini özerkleştiren bu ayırım çizgisi tarafından belirlenmiş terimlerdir. Bu ayırım çizgisinin ötesinde yer alan her şey bir fallus'a dönüşmekte, bir kadın cinsel organı ya da geleneksel anlamda kadınlığın simgesi olarak sınıflandırılmış hayranlık uyandırıcı bir organ ya da nesne bile olsa fallik bir eşdeğerliğe sahip olmaktadır. Vücut, erkek ya da dişi simgelere bölünemez. Vücut, şu (Freud'un fetişizm de sözünü ettiği) iğdiş edilme oyununun oynandığı ya da yadsındığı çok daha anlamlı bir yerdir.
  • Emek denilen şey bir güçten çok bir tanım, bir eylem, bir aksiyomdur. Emek süreci içindeki etkinlik düzeyi ve sahip olduğu kullanım değeri; aslında emek gücü tanımının kod içinde kendi kendini yinelemesinden başka bir şey değildir. Bu durumda enerji düzeyinden çok gösterge düzeyindeki bir şiddet kaçınılmaz hale gelmektedir. Kapitalin mekanizması artı değer emek gücü ve ücret arasındaki eş değerlik üzerine kurulmuştur. Acaba gerçekten böyle bir eşdeğerlik dönemi hiç var olmuş mudur? Artı değer artık sona ermiştir. Ücret denilen şeye bir son verilmiştir. Bu eylem, yani bu yazgıya dönüşmüş üretim ile onun içinde cinsel organ gibi devinen emek adlı kutsal eylem, insanların yaşantısında iz bırakacaktır. Hayır, emekçi artık bir insan değildir. Hatta artık bir erkek ya da bir kadın bile değildir. Onun cinsiyeti kendisini bir amaçla sınırlandıran emeğidir. Cinsel bir tanım çerçevesinde kadın erkekten cinselliğiyle, zenci diğerlerinden derisinin rengiyle nasıl ayrılıyorsa o da aynı şekilde ayrılmaktadır. Bütün bunlar artık yalnızca ve yalnızca birer göstergedir.
  • Sınır tanımayan bir entegrasyon işlemiyle her şey "politik" ve "ideolojik" hale getirilmiştir.
  • Bugün bizim için her şey başka bir anlama sahiptir. Ticari değer yasası aşamasından yapısal değer aşamasına geçmiş bulunuyoruz. Bu süreç üretim denilen toplumsal biçimin buharlaşma aşamasına denk düşmektedir. Bu bakış açısından yola çıkarak hala kapitalist bir düzenden söz edebilmek mümkün müdür? Hiperkapitalist ya da bambaşka bir düzen içinde yaşamakta olduğumuz söylenebilir. Genelde kapitalist düzeni belirleyen şey ticari değer yasası mıdır yoksa belli bir değer biçimi midir? (Açık konuşmak gerekirse belki de sosyalist bir düzen içinde yaşıyoruz? Yapısal değer yasası görüntüsü altında kapitalist düzende meydana gelen bu biçimsel dönüşüm/metamorfoz, belki de kapitalizmin sosyalizm aşamasına denk gelmiş biçimidir? Hay aksi şeytan!)
  • "Göstergenin ekonomi politiği" ticari değer yasasının genelleştirilmesinin, göstergeler düzeyinde işe yarayıp yaramadığını anlamaya çalışıyordu. Oysa değerin yapısal biçimi hem üretim düzeni ve ekonomi politik hem de yeniden canlandırma ve göstergeler düzenine bir son vermektedir. Bütün bunlar kod sayesinde simülasyonun kucağına düşmektedir. Doğruyu söylemek gerekirse ne klasik gösterge ekonomisi ne de ekonomi politik buharlaşıp uçmamışlardır. Bir tür ölümden sonra hayalete benzeyen bir caydırma ilkesine dönüşerek sanki ikinci bir yaşam sürdürmektedir. Çalışma düzeni denilen şey sona ermiştir. Üretim düzeni de sona ermiştir. Bilgi ve anlam birikimine yol açan gösteren/gösterilen diyalektiği ile birikime dayalı söylevin çizgisel sözdizimi sona ermiştir. Toplumsal üretim ve birikimi olası kılan tek şey, yani değişim değeri/kullanım değeri diyalektiği de aynı anda sona ermiştir. Ticarî malın çizgisel boyutu sona ermiştir. Göstergenin klasik çağıyla üretim çağı sona ermiştir. Bütün bunlara bir son veren şeyin adı devrim değil bizzat Kapitaldir. Üretim biçimiyle toplumsal belirlenmişliğe gene kapital son vermiştir. Ticarî değerin yerine yapısal değeri getirip koyan da odur. Sistemin güncel stratejisini tamamen o yönlendirmektedir.
  • Çalışma yaşamın genelini baskı ve denetim altına alan, belirli yer ve zamanlarda kendisinden kurtulmanın olanaksız olduğu bir kod doğrultusunda düzenlenen, sürekli meşguliyet türünden bir şeydir. İnsanları her yerde okulda, fabrikada, kumsalda veya televizyon karşısında ya da bilgi ve görgüsünü artırmak amacıyla eğitim programlarıyla -toplumsal düzeyde dur durak tanımadan- meşgul etmek gerekmektedir. Ancak sözcüğün özgün anlamındaki emek artık üretken bir süreç değildir. Emek artık toplumsal düzeni yansıtan bir aynadan başka bir şey değildir. Toplumu başka bir yapılanma düşlemekten alıkoyan özgün bir fantastik gerçeklik ilkesidir. Belki de onu ölüm içtepisi olarak adlandırmak gerekiyor.
  • Keza boyalı dudaklar da fallik görünüme sahiptir. Boyalı dudakların konuşması yasak gibidir. Mutluluk saçan yarı açık yarı kapalı dudakların artık konuşmak, yemek, kusmak, öpüşmek gibi bir işlevi yoktur. Büyüleyici ağız yapay bir göstergeye dönüşmekte, ortaya oyun ve oyun kuralı türünden kültürel bir süreç yani konuşmayan, yemeyen ve öpülemeyen bir ağız çıkmaktadır. Makyajlanan, bir mücevher gibi nesneleştirilen ağzın sahip olduğu yoğun erotik değerin kökeninde sanıldığı gibi erojen bir yarık olarak ön plana çıkartılması değil, tam tersine, kapalı tutulması yatmaktadır. İnsanı boşalmaya itme gücüne sahip olan ağız, kadının bir bütün olarak insanı cinsel açıdan tahrik edici bir nesneye dönüşmesine neden olurken, erkeğe de onu istediği gibi düşleme olanağı tanımaktadır.

Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Ne istediğini bilmeyen, daha kötüsü, bildiğini sandığı halde bilmeyen insanlığın içinde düştüğü varoluşsal bir paradoksu anlatıyor bizlere Baudrillard. İnsanlara, gerçeği mi bilmek istersin yalanı mı? diye sorduğunuzda hemen herkesin size söyleyeceği şey ''Tabi ki gerçeği'' olacaktır. Ancak aynı insanlık değerleri yok eden bir ilişki biçimi geliştirip bir yalanın içine bırakıyor kendini. Rasyonel gerçeklik artık tahammül edilemez, anlaşılamaz durumdadır ve kabul edilen, hoş görülen işlemsel gerçekliklerdir. Bu sayede insana ve insanlığa dair her şey tüketilebilir, harcanabilir, hiçleştirilebilir bir hale getirilmiştir. Baudrillard bu durumu anlatırken bizlere diğer taraftan insanlığın yarattığı bu sisteme dahil olma biçimlerinden kaçışın imkansızlığını da anlamaktadır. Charlie Chaplin'in modern zamanlar filminde esprili bir dille anlattığı gibi makinelerin önüne atılmıyorsunuz artık. Çünkü sistemi reddetme biçimlerinizle bile artık sisteme dahil olur durumdasınızdır. Yani sistem içi her biçimde özgür irade artık yoktur. Bunun yanında insanın yaptığı her şeyde var olan ''emek'' de artık kimlik değiştirmiş, üretkenlikten çok kopyalama yoluyla çoğaltma niteliği kazanmıştır. Yani para gibi temel vasfından çıkmıştır. Bu noktada Nietzsche'ye atıfta bulunarak devam etmek istiyorum. Çünkü süreç Marks'ın öngördüğü gibi değil, Nietzsche'nin öngördüğü şekliyle evrimleşmiştir. Nietzsche hiçliğe karşı büyük bir karşı duruş sergilemiş, hiçliği yaratanın kilise ve yaydığı dini tutumları olduğunu söylemiş ve işetilen sistemin de bu merkezden hareketle toplumu şekillendirdiğini anlatmıştır. Baudrillard da; “insanları yaşamın her anında karşıt ve birbirine karşı duyarsız efsaneler çerçevesinde eğitip yönlendirir; sahip olduğu tek ilke duyarsızlıktır (..) kapitalizmin bildiği tek şey, her şeyi yüzeysel bir şekilde eşitlemek, etkisiz kılmak ve duyarsızlaştırmaktır” der kitabında. Bu noktada şunu rahatça söyleyebiliriz ki kilise kökenli olan kapitalist sistem emeği sömürmekte ve yine Nietzsche'nin bahsettiği güç istenci olgusu ile işçinin ölme hakkını bile tanımamakta, haliyle sonuna dek sömürmeye çalışmakta, bu artı değerler üzerinden daha güçlü* olma isteği duymaktadır. Bu duyarsızlık sistemine Baudrillard var gücüyle saldırmakta ve her yönüyle teşhir etmekte... Özellikle demokrasi kavramının kullanımı ve göstergeler ile kullanımı noktasında mükemmel tespitleri var. Sahtenin asıl yerine koyulduğu bir dönemde böylesine bir savaşım çok anlamlı ve çok önemlidir. Kitap işte bu savaşın öncülerinden biridir. Şu soruyla özetleyeyim kitabı; Bir gösterge haline getirdiği ölümü öldürmek isteyen insan, aslında kendisini öldürmek istemiyor mu? Keyifli okumalar. (Uğur De Molinari)

Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm PDF indirme linki var mı?

Jean Baudrillard - Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Jean Baudrillard Kimdir?

Jean Baudrillard (Jan Bodriyar) (d. 27 Temmuz 1929, Reims - ö. 6 Mart 2007), Paris), ünlü Fransız düşünür/sosyolog. Medya teorisi, Postyapısalcı felsefe ve postmodernizm üzerine olan çalışmalarıyla ünlenmiştir.

Hayatı

Fransa'da bir devlet memurunun çocuğu olarak doğdu. Sorbonne Üniversitesi'nde Almanca okudu, ailesinde üniversiteye gitmiş olan ilk kişiydi.

Mezun olduktan sonra bir süre eğitim kurumlarında Almanca öğretmiştir. 1950-1960lardaki bu dönemde, Cezayir sorunu yaşamını ve düşüncesini fazlasıyla etkilemiştir. Almanca öğrettiği bu dönemde doktora tezine de (sosyoloji üzerine) devam etti. 1966'da doktora tezini bitirdi, tezinin başlığı "Thèse de troisième cycle: Le Système des objets" idi.

1966 yılının Eylül ayında Université de Paris-X Nanterre'de (Nanterre Üniversitesi - Paris-X) asistan oldu. 1968'deki öğrenci eylemlerinin etkisinde kaldı,Yapısal Marksizm ve medya teorileri ile ilgilendi. 1972'de aynı üniversitede, profesör olarak, sosyoloji öğretmeye başladı. 1987'dan 1990'a kadar Université de Paris-IX Dauphine'de (Dauphine Üniversitesi - Paris-X) görev aldı.

"Eski Yugoslavya'daki Müslümanların maruz kaldığı soykırım, Yeni Avrupa Düzeni'nin evrim sürecinde bir aşamadır. 'Etnik temizliğin' infazcısı olan Sırplar, yeni biçimlenen bir Avrupa'nın öncülüğünü yapıyorlar." (Lettre dergisi, Kış 2005)

Çalışmaları

Bugünün siyasi ve ideolojik akımlarını reddetmesi ününün artmasına neden olmuştur. Bugüne kadar birçok önemli çalışmaya imza atmıştır.Simülasyon kuramını oluşturmuş, kitle zihni üzerine çarpıcı satırlar yazmıştır. Tüketim üzerine düşünceleri ve yapıtları ise onun ününe ün katmıştır. Medya ve kitle iletişim araçlarına dair eleştirileri de diğer düşünceleri kadar çarpıcıdır. Birinci Körfez Savaşı üzerine yaptığı açıklamalarla, Körfez Savaşı'nın oluşumunu ve etkilerini entelektüel bir açıdan farklı bir şekilde yorumlamıştır.

Simülasyon evreninin ortaya çıkışı II. Dünya Savaşının sonuçlarıyla bağlantılıdır. Baudrillard'a gore II. Dünya Savaşı sonrası sağ, solun işlevlerini yerine getirmeye başlamış; yâni, sosyal devlet ilkesi ortaya çıkmıştır. Ayrıca sanayi ve tarım sektörlerinin belirleyiciliği iletişim ve hizmetler sektörlerinin belirleyiciliğinin ardına düşmüştür. Bu veriler batıda bir çeşit durağanlığa sebep olmuş ve batı kendi ekseni etrafinda dönmeye başlamıştır. Bu kendi etrafında dönüş süreci kavramların içlerinin boşaltılması sonucunu doğurmuştur. Artık her kavram televizyonlardan akmakta, insanlar teknolojinin onlara sağladığı bu rahatlık sayesinde herhangi bir şeyi derinlemesine düşünememektedir ve iletişimi sağlamak adına yaratılan cansız kitle iletişim araçları kendilerine yüklenen işlevden, yani aracı olma konumundan çıkıp bağımsız bir kendilik haline gelmiştir. Birey ise bu durumu çaresizlik içinde izlemektedir; herseyin farkındadır, fakat rahatlığından da taviz vermek istememektedir. Baudrillard'ın örneğine bakacak olursak: Birey televizyonda Sudan iç savaşını, herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra Sudan'daki iç savaş devam etse bile onun için bitmiştir. İşte bireyin yaşadığı bu evren simülasyon evrenidir. Her şey görüntülerden ibarettir ve cansızdır.

Jean Baudrillard Kitapları - Eserleri

  • Simülakrlar ve Simülasyon
  • Tüketim Toplumu
  • Sessiz Yığınların Gölgesinde: Toplumsalın Sonu
  • Kötülüğün Şeffaflığı
  • Neden Her Şey Hala Yok Olup Gitmedi?
  • Karnaval ve Yamyam
  • Baştan Çıkarma Üzerine
  • Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği
  • İmkansız Takas
  • Kusursuz Cinayet
  • Sanat Komplosu
  • Foucault'yu Unutmak
  • Can Çekişen Küresel Güç
  • Cool Anılar 1-2 (1980-1990)
  • Nesneler Sistemi
  • Amerika
  • Cool Anılar
  • Tam Ekran
  • Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm
  • Anahtar Sözcükler
  • Tekil Nesneler (Mimarlık ve Felsefe)
  • Cool Anılar 3-4 / 1990-2000
  • Bir Parçadan Diğerine
  • Cool Anılar V
  • İlahi Sol
  • Siyah Anlar
  • Çaresiz Stratejiler
  • Üretimin Aynası Ya da Tarihi Materyalist Eleştiri Yanılsaması
  • Gösterge Ekonomi Politiği Hakkında Bir Eleştiri
  • Baudrillard'ın Simülasyon Kuramı Üzerine Notlar ve Söyleşiler
  • Çaresiz Stratejiler
  • L'autre par lui-même

Jean Baudrillard Alıntıları - Sözleri

  • "Gerçek bir daha asla geri dönmeyecektir." (Simülakrlar ve Simülasyon)
  • Katıksızdan da daha katıksız olan şey, herhangi bir yolla sonun ötesinde yaşamaktır. (Cool Anılar 1-2 (1980-1990))
  • Bizler bu tekelleşmiş küresel ağların içinde yüzen rehineleriz. Aynı zamanda hem kurban hem de suç ortağı konumundayız. (Karnaval ve Yamyam)
  • "Anlamla saldıranı, anlamla öldürürler." (Simülakrlar ve Simülasyon)
  • Her şey uydulaşıyor, beynimizin bile artık bizde olmadığı sayısız Hertz'lik dalga birimleri ve devreler halinde dalga halinde etrafımızda dalgalandığı söylenebilir. (Kötülüğün Şeffaflığı)
  • Varım, buradayım değil; görülüyorum, bir imajım; bak bana, bak! Narsisizm bile değil bu; sığ bir dışadönüklük, herkesin kendi görünüşünün menajeri haline geldi­ği bir tür reklamcı saflığı. (Kötülüğün Şeffaflığı)
  • Tüm abartılmış özellikler, kendi kendilerini aşmaya -hakiki olandan daha hakiki, güzelden daha güzel, gerçekten daha gerçek- mahkûm edilmiş olup, her türlü içerik ve nitelikten bağımsız bir şekilde kendilerinden geçmeye zorlanmakta ve günümüzde kendisine tutkuyla bağlandığımız tek alana benzemektedirler. (Çaresiz Stratejiler)
  • Burada sokaklarda tek başına düşünen,tek başına şarkı söyleyen,tek başına yiyip kendi kendine konuşan insanların sayısı ürkütücü.Ama yine de bir araya gelmiyor;tersine birbirlerinden kaçıyorlar. Ancak belli bir yalnızlık var ki başka hiçbir yalnızlığa benzemiyor.Herkesin önünde, bir duvarın,bir arabanın motor kapağı üstünde,bir parmaklık boyunca yemeğini tek başına hazırlayan adamın yalnızlığı... (Amerika)
  • Tarihe yabancılaşan bir evrende tarihin ne söyleyecek bir sözü olabilir ne de kendi varlığını kanıtlayabilir. İşte bu yüzden bizden önceki tüm dönemleri, tüm yaşam biçimlerini, tüm zihniyetleri kendi tarihlerini yazmaya ve varlıklarını belgelere dayanarak kanıtlamaya zorluyoruz. (Çaresiz Stratejiler)
  • Oysa halk aptal değil. Kendisini yalnızca kendisinden daha zeki olanların kandırmasına izin veriyor. (İlahi Sol)
  • Tüketim ideolojisini tüketimin kendisi gibi algılayan bir toplumbilim çoğu kez bir süreci diğeriyle karıştırıp onun suç ortağı olmaktadır. (Gösterge Ekonomi Politiği Hakkında Bir Eleştiri)
  • "Dehşete düşme pahasına dünyanın gizini çözmek ve dolayısıyla ona ilişkin ilk yanılsamayı yıkmak zorundayız. Ne boşluğa, ne gize ne de arı görünüşe katlanabiliriz." (Kusursuz Cinayet)
  • Sahte ve hakikatin sınırları da dahil olmak üzere, çiğnemediğimiz yasak kalmadı. Gerçekten de her şeyin ötesine geçmiş durumdayız. Bundan böyle iktidar düş gücü, ışık ve zekanın eline geçmiştir. Kusursuz bir toplumsal yapıya sahibiz ya da kısa bir süre sonra sahip olacağız. Bütün ütopyalar gerçekleşti. Bir zamanlar parlak bir geleceğe benzeyen şey bugün yavaş çekim bir felaketi andırıyor. Paranın tadını aldık, yabancılaşma döneminin temel düsturu sayılan şeffaflık, günümüzde türdeş ve terörist bir görünüme sahip. Artık bir hiperhaber, hipergörünürlük evrenin de yaşıyoruz. Yasal duygusallık dönemi sona ermiştir. Kıyamet gününü beklemenin bir anlamı yoktur; çünkü biz farkına bile varmadan, kıyamet sonrası bir yaşam sürdürmekle meşgulüz. Olanlar oldu, hepimiz cenneti boyladık. İllüzyonlar dönemi sona erdi. Dünyanın başlangıcından bu yana gerçeğin yakasına yapışıp onu frenlemeye çalışan illüzyon bile sonunda dayanamayıp ortadan kayboldu. İllüzyondan yoksun bir dünyada her şeye bir gerçeklik kazandırılmaya çalışılıyor. (Çaresiz Stratejiler)
  • Derinlik, o eski derinlik değil artık. (Cool Anılar)
  • Sokakta hakiki bir deliye rastladım nihayet - kendi kendine konuşmak için cep telefonuna ihtiyaç duymayan birine. (Cool Anılar V)
  • Eskiden yolculuk yapmak başka bir yerde olmanın ya da hiçbir yerde olmamanın yoluydu. Bugün, bir yerde olma duygusunu hissetmenin tek yoludur. Kendi evimde, her türlü enformasyonla ve bir yığın ekranla çevrelenmiş olarak, hiçbir yerde değilim artık; ama yine de dünyanın her yerindeyim, evrensel sıradanlığın içindeyim. (Kötülüğün Şeffaflığı)
  • Zamandan söz ettiğim sırada onun varlığını hissedemiyorum... Zamandan söz ettigim sırada akıp geçmiş oluyor. (Neden Her Şey Hala Yok Olup Gitmedi?)
  • "Zenginliği bir başka şekilde dağıtma yolu bulunmadığı sürece toplumsala düşen görev: Düzeni çökerterek, tahammül edilmesi olanaksız bir ütopik duruma neden olabilecek bu zenginliğin fazlasını emip, temizlemektir." (Sessiz Yığınların Gölgesinde: Toplumsalın Sonu)
  • Gerçek bir genellemedir oysa dünya özgün bir yerdir. (Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği)
  • 1544 yılı, Paris'te ilk düşkünler evinin açıldığı tarihtir. Serseriler, deliler, hastalar, toplumun dışladığı ve bir kalıntıya dönüşmüş olan herkes, o sırada henüz yeni doğmuş bulunan toplumsal tarafından bakıma alınmışlardır. Bu bakım 19. yüzyılda Sosyal Yardım, 20. yüzyılda da Sosyal Sigorta'ya dönüşecektir. Toplumsalın gelişmesiyle birlikte doğru orantılı olarak neredeyse toplumsalın bütünü de kalıntılaşmış ve kendisine bir halka daha katılarak boyutları genişletilmiştir. Artıklar tüm bir toplumu kapsadığındaysa kusursuz bir toplumsallaşmayla karşı karşıya kalınmaktadır. Herkes bunun hem dışında hem de içindedir. Herkes hem tümüyle dışlanmış hem de toplumsallaştırılmıştır. (Sessiz Yığınların Gölgesinde: Toplumsalın Sonu)

Yorum Yaz