diorex
Dedas

Sinekler - Jean-Paul Sartre Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Sinekler kimin eseri? Sinekler kitabının yazarı kimdir? Sinekler konusu ve anafikri nedir? Sinekler kitabı ne anlatıyor? Sinekler kitabının yazarı Jean-Paul Sartre kimdir? İşte Sinekler kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 01.03.2022 00:00
Sinekler - Jean-Paul Sartre Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Jean-Paul Sartre

Çevirmen: Tahsin Yücel

Yayın Evi: Ataç Yayınevi

İSBN: ---

Sayfa Sayısı: 100

Sinekler Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Sinekler, varoluşçu temaların öğretici bir tarzda kullanıldığı bir oyundur. Oyundaki koşullar Alman işgali altında ve Nazi işbirlikçisi Vichy hükümetinin yönetimindeki Fransa’nın durumunu yansıtmaktadır. Sartre sansürü aşabilmek için bir Yunan trajedisini ve yaygın olarak işlenen Elektra mitini seçmiştir. Alman işgalcilerini temsil eden Aigisthos, Argos’un (Fransa’nın) gerçek kralını öldürmüş ve onun yerini almıştır. Kraliçe Klytemnestra (işbirlikçi Vichy hükümeti) ise ona memnuniyet ve istekle eşlik etmiş ve onun baskıcı yönetimini desteklemiştir. Her tarafı kaplayan sinekler, halkın yaptığı kötü işler (Argos halkının cinayete göz yumması, Fransız halkının ise yenildiği Naziler ve işbirlikçileri karşısında ses çıkarmaması, onlarla dolaylı suç ortaklığı yapması) nedeniyle ortaya çıkan vicdan azabını simgelemektedir. İşbirlikçi yönetim halkı baskı altında tutarken sineklerden (halkın ezikliğinden, suçluluk duygusundan, vicdan azabından) yararlanmaktadır. Öldürülen kralın küçük yaşta kentten ayrılmış olan oğlu Orestes yıllar sonra kente gelerek orada yaşayan kız kardeşi Elektra'yı bulur ve onunla birlikte öldürülen babasının öcünü almak ister.

Eser "insanlar özgürdürler ama bilmezler bunu", "özgürlüğüm eylemimdir" temaları etrafında döner. Özgürlüğün yaşantı ve deneyim haline getirilmesi bir yükün üstlenilmesiyle gerçekleşir. İnsan belirli bir seçim yaptığında seçebileceği başka bir çok şeyden vazgeçmiş olur. Öte yandan insan ancak belirli bir eyleme yönelik belirli bir karar alarak yaşamını kendi yaşamı kılabilir. O ana kadar, Heidegger’in deyimiyle belirsiz çoğunluğun, herkesin yaşamını yaşamaktadır. Özgürlük, olabildiğince çok özgürlük olanağını kendine açık tutmak değildir. Sartre’a göre özgürlük, karar verebilmek, bir şeyden yana tavır koyabilmek demektir. Bilinç de, insanın bu kararın kendi kararı olduğunu bilmesi ve onunla özdeşleşmesidir. Ancak eylemimizin sorumluluğunu yüklendikten sonra, o eylem bizim eylemimiz olur. Bunu yapmadığımız sürece biz kendimiz değilizdir. Bu açıdan pişmanlık; yapılan eylemin sorumluluğunu üstlenmek istememek, gerçekleşmiş eylemi gerçekleşmemiş kılmak anlamına gelmektedir. Oyunda Oreste ile kız kardeşi Elektra’nın tutumları bu bağlamda karşılaştırılır.

Sinekler Alıntıları - Sözleri

  • "Örümcek ağının bir telinden fazla ağırlığım yok, boşlukta yaşıyorum."
  • "Kendi kendime yabancıyım, biliyorum."
  • "Pişmanlıklarımı yargılamaya hiç kimsenin hakkı yok."
  • "Ben senden nefret etmiyorum. Ne var ki aramızda? İki gemi gibi, birbirimize dokunmadan, kayıp gidiyoruz."
  • Seni yiyip bitiren bunalım, benim de içimi kemirmeye­cek mi
  • "Kentin düzeni de, ruhların düzeni de çok değişkendir; dokundunuz mu bir yıkıma neden olursunuz."
  • Bir kentte özgür bir adam, bir sürüde uyuz bir koyun gibidir.
  • Seni göremiyorum! Bu lambalar aydınlatmaz oldu. Sesini duyuyorum, ama canımı acıtıyor, bıçak gibi kesiyor etimi. Hep böyle karanlık mı olacak bundan böyle, gündüz bile karanlık mı ola­cak?
  • ondan nefret etmek sevince boğuyordu içimi
  • Gidelim buralardan, öğretmen, anlamıyor musun, başkalarının sıcağında çürüyoruz.
  • Bir sözcük, tek bir sözcük yeterdi bu sırada, ama sustular,
  • Bu uzun gece boyunca piş­man olmaya çalışmadığımı kim söyledi sana
  • Sevmek için, nefret etmek için, insanın kendini vermesi gerekir. Varlıklarının ortasına sağ­lamca yerleşmiş olan, sonra günün birinde kendini aşka, kine veren, kendisiyle birlikte toprağını, evini ve anılarını da veren insana ne mut­lu! Ya ben, ben kimim, verilecek neyim var? Varlığımla yokluğun ara­sında fazla bir fark yok: bugün kentte dolaşan bütün hayaletler içinde benim kadar hayalet olanı yok
  • Köksüzlerin ağırlığı olmaz.

Sinekler İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Sinek küçüktür ama mide bulandırır!: Sinek... Çift kanatlılar takımına dahil olan sineklerin yaklaşık 1 milyon türü var(Kara sinek var, at sineği var, var da var). Yani dünyada yaşayan insan sayısı gibi çok ama çok fazlalar. Bir o kadar da türe sahipler insanların kendilerini ırk ırk, topluluk topluluk böldükleri gibi... Karasinekler arkalarını görebilirler. Kitapta muhafızlar, eski kralı anacak bir eyleme yöneldiklerinde sineklerden korkmaktadır. Neden? Her yerde bir ajan gibidirler çünkü. İnsanların gammazcılığının ne güzel bir tasviri! Besin anlamında belirli bir tercihleri yok sineklerin. Boya, cila gibi maddelerin dışında bazı yaralar ve cesetler üzerinden de beslenirler. Görüldüğü gibi insanların midesinin genişliği, her türlü rezilliği kendilerine layık görebildikleri ve seçici olmayan ama ihtiyaçlarını gideren her şeyi kabullenebilmelerine güzel bir dokundurma... Kitapta seks ayinlerine saplantılı insanlardan bahsedilirken sinekler üzerine yapılan bir araştırma sonucunda seksten mahrum bırakılan erkek meyve sineğinin kendini alkole verdiği bilinmekte. Ne kadar da tanıdık insanoğluna... Dişleri yok! Tüketecekleri katı maddenin üzerine asitli bir kusmuk bıraktıktan sonra, bu asit katı gıdayı onların alabileceği şekilde etirip, sıvı bir hale getiriyorlar. Bu şekilde bunları da emerek besleniyorlar. Bazı kötü niyetli insan topluluklarının sömürmek istedikleri ulusların üzerine dedikodular, söylentiler, nifak yaratıcı fikirler sunmaları ve akabinde onları parçalayarak kendi çıkarlarına uygun ve savunmasız hale getirmeleri gibi... “Eylemim özgürlüğümdür!” diyen Sartre, annesi Kraliçe Kltemnestra’nın sevgilisi Aigisthos tarafından katledilmiş kral Agamennon’un oğlu Orestes’in hem kendinin hem kardeşi Elektra’nın hem de en önemlisi halkının özgürlüğü uğruna canını feda etmesi, tacı ve krallığı devralmayı reddederek Tanrılar önünde özgürleşmesi muazzam bir seçim! Halk kendisine sunulan özgürlüğü gerçekten istememektedir. Aslında bu yönetimden, ezilmenin ve yaptıklarının pişmanlıklarının verdiği hazdan hoşnuttur. Tanrı Jüpiter ve Apollon’a taparak geçirdikleri ömürlerinde bir kez olsun dikkatlerini yeni bir düşünceye çevirmezler. Neden? Jüpiter’in dediği gibi bir kere dikkatleri dağılırsa Tanrılar kaybeder ve buna izin verilmemelidir. Yönetime hep bir katil gelecektir ve halk eski kralın yok edilişine dair bir nefretle intikam arzusuyla yanacaktır. Ta ki yeni kral onlara oyunlar sunana kadar. Bu döngü böyle sürüp gittikçe herkes sineklerle dolu pislik bir ortamda yaşamaya devam edecektir ses çıkarana “yabancı” muamelesi yapıp aşağılayarak! Bu yabancı onların tek kurtuluşu olsa bile elleriyle parçalarlar! Tanrı Jüpiter ve Apollon, sistemin kurgulayıcıları, belki de emperyalizmin babaları sayılabilir. Sinekler bu düzenin ajanları, halk da oyunlarla, ritüellerle, evlerinde rahat etmeleri sağlanıp dışarıda boyun eğdirilmeleriyle eşdeğer insanlar olarak... Halk hep pişman olarak hissettirilir ki uyuşuk ve sakat kalmaya devam etsin. Öğretmen, Antik Yunan öğretisini temsil ediyor sanırım. Çünkü bu ruhun etkisini görüyoruz Orestes’in üzerinde ve hayata bakışında. Orestes, bağlanacağı bir hayat amacı, bir aile ararken Elektra ile halkının özgürleşmesi fikrine kapılmakta. Sorumluluğunu alır özgürlüğünün ve bu uğurda Tanrı Jüpiter’in onu yolundan döndürme çabalarına rağmen dönmez yolundan. Çünkü tek tanrısı kendisidir onun ve başka bir güce boyun eğmez. Görür o büyük güçlerin kuklası haline getirildiğini insanın. Öldürdüğü ama bir yandan da zaten yaşamını sorgulayan kral Aigisthos da farkındadır bunun: “İnsanın ruhunda özgürlük patlamaya görsün, tanrılar hiçbir şey yapamaz artık ona. Çünkü bu bir insan işidir, onu özgür dolaştırmak ya da boğmak da başka insanlara, yalnız onlara düşer". Ceza’dan sineklere dair güzel bir parçayla sonlandırayım bu incelemeyi. https://open.spotify.com/track/2eTV7FlMe4Yq8I4J8vEAc2?si=FKPFlMa9SDmh2aGS3_9OVw (Özlem)

Kitap, özgürlük teması etrafında şekillenmiş, her şeye gücü yeten tanrının (kitapta tasvir edilen tanrı oldukça sınırlı güçlere sahip), insanın özgürlüğünü elde ettiği andan itibaren gücünü yitirmesini ve özgürleşen insanın egemenlik alanının genişlemesini ele almıştır. Sartre’ye göre özgür insan yaptıklarının bilincinde olup bunun sonuçlarına katlanan insandır. Bu Sartre’nin felsefesinin temelini oluşturur. “Katillerin en alçağı, vicdan azabı duyandır.” diyen ana oyunculardan Orestes, suç işlediği halde vicdan azabı duymadığı ve pişman olmadığı için özgür bir insana dönüşmüş, Orestes’in işlediği bu suça ortaklık eden kardeşi Elektra ise vicdanına boyun eğip pişman olduğu için özgürlüğünü kaybetmiştir. Kitap da adını buradan almaktadır. Vicdan azabının ve pişmanlığın simgesi olarak karşımıza çıkan sineklerin kan emici yönüyle, pişmanlığın insanı yiyip bitirmesi arasında bir benzerlik kurulmuştur. Yazar, bunu ilerleyen sahnelerde insanı hayretler içinde bırakan, çarpıcı bir dille kaleme almıştır. Kitabı okuyup bitirdikten sonra bile etkileyiciliği bitmiyor aksine daha da büyüleyici bir hâl alıyor. Şöyle ufak çaplı bir araştırma yapıp bu senaryonun tarihi bir gerçekliğe ev sahipliği yaptığını ve bu oyunun Alman işgali altındaki Fransa dönemine ait bir canlandırma olduğunu öğrendiğinizde Sartre’ye bir kere daha vurulacaksınız. Yağmurlu bir günde geçmeseydim o sokaktan ve bulmasaydım 1960’lı yıllardan bu yana nice serüvenler atlatıp köhneyerek elime geçen bu kitabı, belki de uzun yıllar boyunca adını duymayacak veya herhangi bir kitapçıda rastlamayacaktım bu muazzam esere. Ve belki de hâlâ Sheakespeare’dan başka bir şey okumuyor olacaktım. İnceleme denilemeyecek kadar eksik ve bir o kadar da kitabın güzelliğini yansıtmamış olan; ama kıyısından yakalamaya çalışmış bu yazının ‘oyun’ okumayı seven herkesin ilgisini çekmesini umuyor ve bu oyunu şiddetle okumalarını tavsiye ediyorum. (vartamorina)

Çok uzun yıllardır bir tiyatro eseri okumamıştım. Nobel Edebiyat Ödülünü Sartre'nin Jean Paul Sartre olarak elinin tersiyle ittiğini bildiğimden beri ister istemez hayranı olarak onu sevmekteydim. Dahası onun derin felsefî görüşü de ilgimi çekmekte olup yazdığı bu tiyatro eseriyle edebiyatına da beni hayran bırakmıştır. Örnekler, konunun işlenişi ve içi dolu cümleler gerçekten hayranlık uyandırıyor. 20 sayfasını okuduktan sonra bitirmeden bırakmayacağınızı garanti ediyorum. (Hikmet Zayi)

Kitabın Yazarı Jean-Paul Sartre Kimdir?

Jean-Paul Sartre (tam adı: Jean-Paul Charles Aymard Sartre) (21 Haziran 1905, Paris - 15 Nisan 1980, Paris), ünlü Fransız yazarve düşünür. Felsefi içerikli romanlarının yanı sıra her yönüyle kendine özgü olarak geliştirdiği Varoluşçu felsefesiyle de yer etmiş; bunların yanında varoluşçu Marksizm şekillendirmesi ve siyasetteki etkinlikleriyle 20. yüzyıl'a damgasını vuran düşünürlerden biri olmuştur. Sartre, bir anlatıcı, denemeci, romancı, filozof ve eylemci olarak yalnızca Fransız aydınlarının temsilcisi olmakla kalmamış, özgün bir entelektüel tanımlamasının da temsilcisi olmuştur.

Babasını ufak yaşta yitiren Sartre, annesinin ailesinin yanında büyüdü. Olgunluk sınavını Louis le Grand Lisesi'nde verdi. Daha sonraki eğitimini Ecole Normale Supérieure'de, İsviçre'deki Fribourg Üniversitesi'nde ve Berlin'deki Fransız Enstitüsü'nde sürdürdü. Çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı ve 1928'de Simone de Beauvoir'la tanıştı.

1939 yılında II. Dünya Savaşı başlayınca Fransız ordusuna meteorolog olarak hizmet vermeye başladı. 1940 yılında Almanlar tarafından yakalanıp 9 aylığına hapse atılmasının sonrasında Direniş hareketine katıldı. Sinekler adlı ünlü oyunu bu koşullarda yazıldı ve sahnelendi. Aynı sekilde, Varlık ve Hiçlik adlı kendi felsefesini açıkladığı ünlü yapıtı da bu sırada yazıldı (1943).

1945 yılında öğretmenliği bıraktı ve "Les Temps Modernes" adlı edebi-politik dergiyi çıkarmaya başladı. Kitaplarının neredeyse tümü edebi ve politik sorunları işleyen kuramsal metinler olarak şekillendi. Sartre, savaş sonrası dönemde ise özellikle politik etkinlikleriyle öne çıkmaya başladı. Soğuk savaş dönemi boyunca birçok eleştirisine rağmen Sovyetler Birliği'ni desteklemiş, Fransa'nın Cezayir'e karşı yürüttüğü savaşa karşı çıkmıştır. Çıkardığı dergi, bu bağlamda yoğun bir etkinlik göstermiştir.

Sartre, hep sol politik görüşe yakın olmuştur. 1956 yılında Macaristan'ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesine kadar Fransız Komünist Partisi'ni (PCF) desteklemiş, ardından desteğini çekmiştir. Ardından Fransız Komünist Partisi'nin Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nden daha bağımsız politikalar izleyebilmesine dolaylı katkısı olmuştur. 1960'ların sonlarında Sartre, kurulu komünist partileri reddettiği için Maocuları destekledi. Sartre daha sonra Maocularla ittifak halinde olduğunu reddetmiş ve Mayıs olaylarından sonra "Eger biri tüm kitaplarımı yeniden okursa, benim hiç değişmediğimi, hep anarşist olarak kaldığımı anlayacaktır." demiştir. Bundan sonra kendisinin anarşist olarak tanıtılmasını uygun karşılamıştır.

Sartre, 1964 yılında kendisine verilmek istenen Nobel Edebiyat Ödülünü geri çevirmiştir. Bunun hem yapıtlarına hem de politik konumuna zarar verecegini düşünmüştür. "121'ler Manifestosu" olarak bilinen bildirgeyi imzalamış ve 1961-1962 yılındaki büyük gösterilere katılmıştır. Ayrıca, 1966-67 yılları arasında Vietnam Savaşı'nda meydana gelen katliamları sorgulamak üzere kurulmuş olan Russell Mahkemesi'nin de başkanlığını yapmıştır. Politik etkinlikleri giderek yoğunlaşmış ve kendi iç-dönüşümleriyle birlikte şekillenmiştir. 1968olayları Sartre'ın kendi fikirlerini ve geleneksel entelektüel konumlarını da sorguladığı bir dönem olmuştur. Sovyetler'in Prag'a müdahalesinin ve Fransa'daki öğrenci hareketlerinin üzerine, teorik politik alanı yeniden değerlendirmeye başlamış, 1973'te Liberation'u kurmuştur.

1974 yılında Sartre'ın gözleri büyük oranda görmez oldu. Bu nedenle politik etkinlikleri yavaşladı, ancak her zaman yine de Batı'nın Doğu üzerindeki baskılarına karşı etkinliklerde bulundu ve insan hakları konusunda her zaman duyarlı oldu. Bu tutumuyla, Aydınların yeri ve rolükonusunda hem teorik hem de pratik bir örnek oluşturdu.

Öte yandan siyasal aktifliğinin onun edebi ve felsefi yönünü gölgelediği söylenemez. Sartre her şeyden önce kendisinden iyi bir edebiyatçı ve yetkin bir filozof olarak söz ettirmeyi başardı. 15 Nisan 1980'de Paris'te öldüğünde geride felsefe ve edebiyat açısından büyük değerde metinler bıraktı. Kendi varoluşçu felsefesini işlediği yapıtları başlıca; Özgürlügün Yolları, Bulantı, Gizli Oturum, Kirli Eller, Sözcükler, Duvarolarak belirtilebilir.

Sartre'ın Varoluşçuluğu:

Varoluşçuluk, esas olarak 17. yüzyıldan beri var olmakla birlikte, gerçek ününü Sartre ile birlikte kazanmıştır. 20.yüzyılda, Martin Heidegger gibi kendine özgü ve yetkin varoluşçu filozoflar söz konusu olmakla birlikte, bir felsefe olarak varoluşçuluk asıl etkisini Albert Camus ve özellikle de Sartre ile birlikte göstermiştir. Sartre, varoluşçu felsefenin hem felsefi hem de siyasal alandaki taşıyıcısı, uygulayıcısı olmakla bir entelektüel ve filozof olarak ayrı bir yer edinmiştir.

Varoluşçuluğun, geriye doğru gidildiğinde Blaise Pascal'a kadar uzayan bir geçmişe sahip olduğu görülür; bu elbette belli bir şekilde anlaşılan varoluşçuluk anlamında bir felsefe eğilimidir, bunun yanı sıra varoluşçuluğun argümanlarının bir kısmı, nüve halinde ya da perspektif düzleminde de olsa çok daha öncelerde, örneğin Sokrates felsefesinde, kutsal metinlerde vb. de bulunmaktadır. Ama felsefe tarihi incelemelerinde bir felsefe eğilimi olarak Varoluşçuluğu Pascal ile birlikte ele alıp değerlendirmek yaygın bir tutumdur.

Daha sonraları, Soren Kierkegaard varoluşçuluğun anlaşılmasına tam olarak belli bir şekil verir. Buna göre dünyadaki insanın varoluşu bir problematiktir ve felsefenin soruşturulması bunun üzerine yürütülmelidir. İsa, modern varoluşçuluğun kurucusu olarak kabul edilir. Varoluşçuluk öyle ki hem edebiyat alanında hem de felsefe alanında etkili olmuş ve çeşitli şekillerde temsilcilerini bulmuştur. Friedrich Nietzsche, Martin Heidegger, Albert Camus, Dostoyevski varoluşçuluk dendiğinde akla gelen ve modern varoluşçuluğun temsilcileri olarak incelenen isimlerdir.

Sartre'ın, varoluşçuluğunda ilk olarak görülen, insanın önceden-tanımlanmamış bir varlık olarak ele alınmasıdır. İnsan kendi yaşamını ya da tanımını kendi kararlarıyla verecektir. İnsanın içinde bulunduğu koşullar içinde yaptığı tercihleri onun kim olacağını ve ne olacağını belirler. Bu, "varoluş özden önce gelir" sözünün anlamıdır. İnsan önceden-zaten-belirlenmiş bir öze sahip değildir, daha çok o özünü kendi eyleyişleriyle gerçekleştirecek, yani varoluşunu şekillendirerek özünü ortaya koyacaktır. Kahraman ya da alçak olmak, insanın kendi yaptıklarıyla ilgili bir sonuçtur. Bu anlamda varoluşçu felsefede insanın etik bir varlık olarak şekillendirildiği, ama bunun da siyasalı yadsımayan bir etik olduğu görülür. İnsan belirli bir bütünlüğün içine doğmuştur, burada belirli bağımlılıkları vardır ve yaşamı boyunca bu bağımlılıklar içinde bazı kararlar vermek zorundadır. İşte bu kararlar insanın varoluşunun gerçekleştirilmesidir. Bu anlamda Sartre varoluşçuluğu genelde sanıldığının aksine ve varoluşçu edebi metinlerde görülen karamsarlığa rağmen iyimser bir felsefe olarak değerlendirir. Bu felsefede özgürlük ve bağımlılık arasında tuhaf bir ilişki kurulur, öyle ki, Sartre; insan kendi özgürlüğüne mahkum edilmiştir der. Sartre'a göre insan kendi kararlarıyla ve tercihleriyle özgürlügünü gerçekleştirmek zorundadır.

Öte yandan varoluşçuluk belirtildiği gibi iyimser bir felsefedir ve özünde hümanisttir. Hümanizm Sartre'ın felsefesinde önemli bir yöndür. 20. yüzyılın ikinci yarısı özellikle Hümanizmin kuramsal ve felsefi olarak reddedilmesi ve eleştirilmesi olarak ortaya çıkmış olmasına ve bunların çoğunluğunun Fransa kaynaklı olmalarına rağmen, Sartre ısrarla, kendi felsefi konumunu ifade etmek için özgül bir şekilde anladığı anlamda hümanizmi vurgular. Sartre Varoluşçuluk Hümanizmdir der ve bu isimde felsefi bir çalışması vardır.

Bulantı

Bulantı, Sartre'ın aynı adlı kitabı olmasının yanı sıra, terim olarak da Sarte'ın varoluşçu felsefesini ifade etmektedir. Dünyanın kendinde varlığı ("kendinde şey"), insana bulantı duygusu verir; çünkü gerçeklik, yani varlıklar ne iseler o olarak orada öylece ve anlamsız bir şekilde dururlar. Bilinç ise, "kendi-için-şey"dir, ve o hiçlikle ortaya konur. Sartre, felsefi olarak "Varlık ve Hiçlik" kitabında bu noktaları açıklar. Daha sonra da Bulantı romanında edebi bir metin olarak konuyu somut biçimde değerlendirir.

Bulantı romanının kahramanı Antoine Roquentin'dir. İlk kez yerde gördüğü bir taş parçasını eğilip almak istediğinde bunu yapamadığını fark eder; çünkü bu anda varoluşun saçmalığına karşı bir bulantı duymaya başlar, varlıkların varoluşuna, doluluğuna karşı duyulan bir bulantı. Bu dünyanın özündeki kendinde anlamsız varlığı karşısında duyulan bir bulantı'dır. Sartre'a göre hissedilen bu bulantı hissi, kişinin varlıkların kendiliğinden varoluşlarının doğurduğu anlamsızlıktan sıyrılmasını sağlar ve onu bilinçli bir varlık olma konumuna getirir.

Varoluşçu Marksizm

Sartre'a göre Marksizm esas itibariyle varoluşçu bir mantıkla değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir. Marksizm, yapısalcılık gibi kuramcı eğilimlerin iddialarının aksine özünde Hümanisttir; "Marksizm hümanizmdir", der Sartre.

Diyalektik Aklın Eleştirisi'nde Sartre, varoluşçulukla Marksizmi karşılaştırarak değerlendirir ve Marksizmin, "çağımızın aşılmaz bir felsefi ufku olduğu" saptamasını yapar. Sartre'a göre; bir Descartes ve Locke dönemi, bir Kant ve Hegel dönemi, ve son olarak bir Marx dönemi söz konusudur. Bu temsilcilerin hepsi, bütün bir kültürün tarihsel ufkunu temsil ederler ve Marx bunların en yetkinleşmiş halidir. Tarihsel bir perspektif olarak Marksizmi kesin bir şekilde önerir ve "insanlık tarihinin tek geçerli yorumu"nun Marksizm ya daDiyalektik Materyalizm olduğunu söyler. "Hiç olmazsa zamanımız için" der Sartre, "marksizm aşılamazdır".

Sartre ve Aydın tavrı:

Sartre, bir aydın ya da entelektüel olarak her zaman çok özel bir konumda durmuş, her zaman bu aydın konumu üzerinden tartışmalar yürütülemesine vesile olmuştur. Hem savunduğu hem de uyguladığı aydın tavrı, Sartre'ı entelektüeller arasında özel bir konumda tutar. Öyle ki, Sartre, hem tamamen özgürlükçü ve bağımsız bir konumda bulunup hem de sıkı bağlanımları gerektiren pek çok politik tavrı, tereddüte ya da çelişkilere düşmeksizin sergileyebilmiş ve zamanının bütün sorunları konusunda neredeyse aktif bir tavır sergileyebilmiştir.

Bu bakımdan Sartre için, "çağının tanığı ve vicdanı" diye söz edilmesi yanlış olmaz. Sartre'ı Sartre yapan yalnızca felsefi çalışmalarının yetkinliği ve özgül varoluşçu kuramının ilgi çekiciliği değil, aynı zamanda sergilediği aktif aydın tavrıdır. Sartre, bu noktada kuram ve eylem adamı niteliklerini birleştirmiş durumdadır.

Sartre'ın anladığı ve savunduğu anlamda aydın, ister eylem alanında ister yazı masasında olsun, esasta aydını aydın yapan nitelik, yaşadığı zamanın dünyasına sırt çevirmeyen, bu dönemin gerçekliklerinden ve çelişkilerinden kaçınmayan, aksine tutumunu ve eylemini bu gerçeklikler ve çıkmazlardan hareketle oluşturup belirleyen tavırdır.

Bu anlamda Sartre'ın bir bütün yaşam doğrultusu bu bakışın doğrulanmasıdır. Dolayısıyla da, Sartre'ın sergilediği aydın tavrı ve kişiliği, varoluşçuluğun edebiyattaki yetkin temsilcisi olarak kabul edilen Dostoyevski'nin sözünü onaylar niteliktedir; "Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur." Bu söz Sartre'ın anladığı ve örneğini sergilediği anlamda aydının tavrının da iyi bir açıklanmasıdır.

Jean-Paul Sartre Kitapları - Eserleri

  • Bulantı
  • Duvar
  • Akıl Çağı
  • Varoluşçuluk
  • Yıkılış
  • Yaşanmayan Zaman

  • Edebiyat Nedir?
  • Sözcükler
  • Aydınlar Üzerine
  • Varlık ve Hiçlik
  • İş İşten Geçti
  • Sartre Sartre'ı Anlatıyor
  • Baudelaire

  • İmgelem
  • Sanat, Felsefe ve Politika Üstüne Konuşmalar
  • Toplu Oyunlar
  • Toplu Oyunlar 2
  • Kirli Eller
  • Öznellik Nedir?
  • Ego'nun Aşkınlığı

  • Denemeler
  • Saygılı Yosma
  • Yöntem Araştırmaları
  • Hepimiz Katiliz
  • Materyalizm ve Devrim
  • Altona Mahpusları
  • Özgür Olmak

  • Şimdi Umut: 1980 Söyleşileri
  • Tuhaf Savaşın Güncesi
  • Çark
  • Gizli Oturum
  • Mezarsız Ölüler
  • Sinekler
  • Heyecanlar Üzerine Bir Kuram Taslağı

  • Şeytan ve Yüce Tanrı
  • Bir Şefin Çocukluğu
  • Altona Men - Without Shadows - The Flies
  • Komünistler Devrimden Korkuyor
  • Çağımızın Gerçekleri
  • Jean Paul Sartre Küba'yı Anlatıyor
  • Yazınsal Denemeler

  • Yabancının Açıklaması
  • Estetik Üstüne Denemeler
  • In Camera and Other Plays
  • Briefe an Simone de Beauvoir 1
  • Sahibin uşaqlığı
  • Seçilmiş Əsərləri
  • The Age of Reason

  • Yöntem Araştırmaları

Jean-Paul Sartre Alıntıları - Sözleri

  • Emek, hayatın yeniden üretilmesi yoluyla nesnelleşmeyse, emek yoluyla nesnelleşen nedir? İhtiyaçla tehdit edilen nedir? Jouissance'la (haz, keyif) birlikte ihtiyacı ortadan kaldıran nedir? Cevap elbette ki pratik biyolojik organizmadır ya da diğer bir deyişle, bu terim bizi öznellik açısından ilgilendirdiği ölçüde, psikosomatik birliktir. Sonuç olarak, burada içselliğiyle dolaysız bilgiden kaçan bir birliği kavrıyoruz. (Öznellik Nedir?)
  • Özgürlük, metafizik değil, pratik özgürlük, proteinle koşullanmıştır. İnsanlar, açlıktan kurtulduğu, uğraşlarını ona yakışan koşullar altında yapabildikleri gün, yaşam insanca olacaktır. (Sanat, Felsefe ve Politika Üstüne Konuşmalar)
  • Dokunmayın bana. Birinin bana dokunmasından nef­ret ederim. Acımanızı da kendinize saklayın. Haydi! (Gizli Oturum)
  • Aşk, aşktan daha fazla bir şeydir. (Denemeler)
  • Ben de herkes gibi değiştim: bir sürerlilik içinde. (Sanat, Felsefe ve Politika Üstüne Konuşmalar)
  • Bize ihanet eden, kendi sözlerimiz, kendi eylemlerimiz, kendi alçaklıklarımızdır. (Altona Mahpusları)

  • Köksüzlerin ağırlığı olmaz. (Sinekler)
  • "O halde bu, proletaryanın hiçten yola çıkarak icat ettiği ya da 'yarattığı' bir şey değil, daha ziyade bütünlüğü içindeki evrim sürecinin zorunlu sonucudur; bu yeni öğe, ancak proletarya onu bilincine yükseltip pratik kıldığında somut bir gerçeklik halini almaya dair soyut bir imkân olmayı yine de bırakmaz. (Öznellik Nedir?)
  • İnsan dönüp kendi geçmişine bir anlam yakıştırarak onu bir çeşit değişikliğe uğratabilir. Yani kendi kişisel tasarısına göre, geçmişini farklı bir biçimde sahiplenir. Bir başka deyişle geçmiş, insanın özgürlük anlayışına göre kimlik kazanır.. (Ego'nun Aşkınlığı)
  • "Yeniden kendimi hissedebilmek istiyorum. İçten ve yoğun bir duygu beni kurtaracak." (Jean Paul Sartre Küba'yı Anlatıyor)
  • "Eskiden beklemek umurumda değildi. Şimdiyse ya­pamıyorum artık." (Kirli Eller)
  • Cehennem, başkalarıdır. (Toplu Oyunlar)
  • “Neden iki ayrı kişi olduğumuzu anlamıyorum. Kendim kalarak, sana dönüşmeyi isterdim.” (Toplu Oyunlar)

  • Gerçekten savaşsaydım, pek fena olmazdı. Fakat, savaşmıyorum işte. Silah altına alınmışım, o kadar. (Tuhaf Savaşın Güncesi)
  • "Bizi hiçbir zaman sevmediler!.." (Yıkılış)
  • Öncelikle en başında boşluk korkutmuştu sanatçıyı. Kuş uçmaz kervan geçmez, bu ıpıssız mekanda kendi boşluğunu kavramaya çalışırken, bir aşağı bir yukarı, aylarca gezinmişti. Sadece kendi korkunç yalnızlığı eşlik etmişti ona... (Estetik Üstüne Denemeler)
  • " Belli bir grubun emrindeki bilim, bir ideolojiye dönüşür. '' (Aydınlar Üzerine)
  • "İnsan özgür olmaya mahkûmdur." (Varoluşçuluk)
  • Söyleyebildiğim zaman söyleyeceğim. (Tuhaf Savaşın Güncesi)
  • Biz rüzgar ektik, o ise fırtınadır. Şiddetin çocuğu, şiddetten her an kendi insanlığını ya­ratıyor. Biz onun sırtından insandık, o da bizim sırtımızdan ken­disini insanlaştırıyor. Yeni bir insana doğru hem de daha ni­teliklisinden. (Hepimiz Katiliz)

Yorum Yaz