Son Darbe: 28 Şubat - Mehmet Ali Birand Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Son Darbe: 28 Şubat kimin eseri? Son Darbe: 28 Şubat kitabının yazarı kimdir? Son Darbe: 28 Şubat konusu ve anafikri nedir? Son Darbe: 28 Şubat kitabı ne anlatıyor? Son Darbe: 28 Şubat kitabının yazarı Mehmet Ali Birand kimdir? İşte Son Darbe: 28 Şubat kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Mehmet Ali Birand
Yayın Evi: Doğan Kitap
İSBN: 9786050905540
Sayfa Sayısı: 374
Son Darbe: 28 Şubat Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
28 Şubat'ın tanıkları ve mağdurları anlatıyor...Bir dönemin üzerindeki sır perdesi aralanıyor...
Türkiye'nin bir kez daha demokrasi sınavına girdiği ve ne yazık ki bir kez daha "sınıfta kaldığı" o tarihi kırılma noktası: 28 Şubat 1997.
Kimilerine göre demokrasiye yapılmış balans ayarı, kimilerine göre postmodern darbe...
Adına ne denirse densin Türk siyasi tarihinde onarılmaz yaralar ve silinmeyecek etkiler bıraktı...
Darbeyi gerçekleştirenler yıllarca susmayı tercih ettiler.
Askeri vesayetin tartışıldığı bir ortamda, Türkiye tarihine damgasını vuran sancılı yılların öyküsünü şimdi sadece olayın tanıkları ve mağdurları
Son Darbe: 28 Şubat'ta anlatıyor, yakın tarihimizin bu en sıcak anlarını hafızalarınıza emanet ediyorlar
Son Darbe: 28 Şubat, bir dönem üzerindeki sır perdesini aralıyor...
(Tanıtım Bülteninden)
Son Darbe: 28 Şubat Alıntıları - Sözleri
- Halk sadece İslamcı söylemlerle kazanılamazdı. Herkese Umut verecek,yoksulları kazanacak bir parti programına ihtiyaç vardı.Adil düzen adı verilen parti programı, bu noktada devreye girdi...
- Bütün mesele siz de gayet iyi biliyorsunuz MGK kararlarınının imzalanıp, imzalanmaması... Şimdi imzalayacaksınız, tamam diyeceksiniz, hükümette kalmak uğruna her türlü adımı atacaksınız ve buna rağmen kalamadıktan sonra da "biz mağduruz" diyeceksiniz. Ben inanmıyorum böyle bir mağduriyet yaklaşımına... Asker peki yani kafana şaplak vurur, şaplak da değil el şöyle kalktığı zaman "Al abi başbakanlık" diyenlerin hiç mi suçu yok?
- 17 şubatta Eşref Bitlis ölüyor, uçağı düşürülüyor. Bugün hala ölümü şaibeli. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş dosyayı hemen kapatıyor. Olay yerine ilk gelen de Cem Ersever, JİTEM’in kurucularından ve daha sonra ölen kişilerden. Uğur Mumcu suikastı, Eşref Bitlis cinayeti, Özal’ın ölümü, PKK’nın ateşkesi bozması, arkasından İnönü’nün haziranda siyaseti bırakacağı ilanı, ardından Tansu Çillerin Başbakan olması, Sivas olayları, Doğan Güreş'in çalışma odasında bir tarafı Atatürk bir tarafı Tansu Çiller kesilmiş resmî önünde “ çiller tak diye emir verir, ben şak diye yaparım” meşhur sözü... Bunların arkasında faili meçhul cinayetlerin artması. Baktığınız zaman yeni bir dönemin başladığını görüyorsunuz. Bunlar üst üste geldiği zaman tesadüf müdür, tartışılır.
- Erbakan MGK'dan "ben bunları imzalamıyorum" diyerek rest çekip çıkmadı ki. Niye o zaman suçu medyaya yönlendiriyorlar?
- Fikri sağlar (Kültür bakanı): 17 şubatta Eşref Bitlis ölüyor, uçağı düşürülüyor. Bugün hala ölümü şaibeli. Dönemin genelkurmay başkanı Doğan Güreş dosyayı hemen kapatıyor. Olay yerine ilk gelen de Cem Ersever, JİTEM’in kurucularından ve daha sonra ölen kişilerden. Uğur Mumcu suikastı, Eşref Bitlis cinayeti, Özal’ın ölümü, PKK’nın ateşkesi bozması, arkasından İnönü’nün haziranda siyaseti bırakacağı ilanı, ardından Tansu Çillerin Başbakan olması, Sivas olayları, doğan güreşin çalışma odasında bir tarafı Atatürk bir tarafı tansu çiller kesilmiş resmî önünde “ çiller tak diye emir verir, ben şak diye yaparım” meşhur sözü... bunların arkasında faili meçhul cinayetlerin artması. Baktığınız zaman yeni bir dönemin başladığını görüyorsunuz. Bunlar üst üste geldiği zaman tesadüf müdür, tartışılır.
- Hüsamettin Cindoruk (TBMM Başkanı): siyasetçinin görevi devletle, devlet kurumunun ajanlarıyla kavga etmek değil, uzlaşmaktır. Kendi bilgisi varsa o bilgisini test edecektir. O kurumları da görmezlikten gelemez. Benim sayın çiller de gördüğüm, o kurumları küçük görme duygusudur. Bazı bilim adamlarımız da da bu vardır. “Ah ben bu işe bir el koysam, şunu yapsam...” orada ki mukavemetleri bilemezler. Orada siyasetin getirdiği başka birikimler vardır, ekonomik göstergeler vardır, gerçeklik vardır, gereklilik vardır. Türkiye de siyaset zaman zaman bu hataya düşmüştür.
- Şevket Kazan (RP kocaeli milletvekili): Erbakan Hoca’nın bir ifadesi var: “Bizim İnanlarımız var, diğer partilerin seçmenleri var.”
- Karanlıktan çıkmak için bir dakika aydınlık.
- (...) en ağır sözleri söyleyenler daha sonra Sayın Çiller'in kabinesinde bakan oldular. Türk siyasetinin böyle ilginç anlarını, sahnelerini yaşadık o dönemde.
- Türkiye'nin yönetim biçimiyle ilgili olarak Tansu Çiller'in kendinden önceki her türlü siyasi etik dışı harekete rahmet okutacak yaklaşımları olmuştu. Hatırlayacaksınız ihale dosyalarının Başbakanlık Konutu'na taşınması, orada kararlar verilmesi, ailenin diğer fertlerinin siyasete ve bürokrasiye aşırı müdahil olması, neredeyse bu işin içine girmesi, gölge başbakan gibi davranması... Bütün bunlar çiller döneminde ortaya çıktı ve bir hastalık olarak da Türk siyasetine yapışıp kaldı.
- Özer Bey karşımda oturuyordu gayet samimi bir şekilde "biz o çiftliği üzerimize geçirdik ama yazma" dedi... E yani böyle bir şey yazılmaz mı yahu? Yazdık.
- Hasan Mezarcı o kasetlerden birinde "Mustafa Kemal ölmedi mi? Bütün zulümleri Mustafa Kemal adına yapıyorsunuz, ordudan 1200 subayımızı atıyorsunuz, üniversiteden kızlarımızı atıyorsunuz Mustafa Kemal adına, kerhane açıyorlar onun adına, darbe yapıyorlar onu adına." dedi.
- İsmet Sezgin: (...) Bir parti için en ağır hücumlarda bulunacaksınız ve Türkiye için tehlikeli göreceksiniz, onu ülkeyi ortaçağ karanlıklarına itmekle itham edeceksiniz ve ondan sonra Apo'dan daha tehlikeli olduğunu söyleyeceksiniz. Ve sırf hükümet olmak için de bu partiyle işbirliğinde olacaksınız. Bu, gruba geldiğinde ben grup üyesi olarak konuşma yaptım, bunun doğru olmadığını anlattım ve çok beğenildi bu konuşma... Dışarı çıktığımda pek çok arkadaşlarım "Bu konuşmanın altına biz de imzamızı atarız" dedi" Fakat içlerinden bazıları beş gün sonra bakan oldu.
- "(...) çocukları, gençleri silahlandırdılar, sayısız can yaktılar. Çetelerle kucaklaştılar... Kaba kuvvetle siyaset yapmaya kalkanlar demokratik anlamda parti sayılamaz."
- Devlet, ihmal ve gafletiyle, katliama göz yummuştu.
Son Darbe: 28 Şubat İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Yakın Tarihimiz hakkında ne biliyoruz?Ve şu an gündemin ve ülkemizin siyasi tarihini yeniden yazan 28 Şubat hakkında? M.Ali Birand yine o objektif olmaya çalışan demokrat solcu kimliğini yansıtsa da bence değerli bir kitap.Özellikle benim gibi siyaset ve yakın tarih meraklıları için... (Furkan)
Sadece 28 şubat sürecini değil 1990 lı yıllarda Türkiyedeki siyaseti ve gündem maddelerinide iyi bir şekilde açıklayarak sürece ışık tutmuştur. 90 lı yılların Türkiyesini ve siyasetçilerini yakından tanımak isteyenler için güzel bir eser. (Emre)
Okunması gereken bir eser şüphesiz ...geç kalınmış bir kitap oldu. Daha önce alıp okumadığım için pismanim. Nasıl bir parti olmalı? 3Y . Yolsuzluk yoksulluk ve yasakların olmadığı bir Türkiye kuracağız ve bununla çıktık yola..... (sgun)
Kitabın Yazarı Mehmet Ali Birand Kimdir?
Mehmet Ali Birand (d. 9 Aralık 1941; Beyoğlu, İstanbul - ö. 17 Ocak 2013, İstanbul), Türk gazeteci, yazar, köşe yazarı, haber sunucusu, televizyon yapımcısı.
İlk yılları
Mürvet ve İzzet Birand'ın oğlu olan 9 Aralık 1941 gecesi Alman Hastanesi'nde dünyaya geldi. Birand'ın kökeni Elazığ'ın Palu ilçesine dayanmaktadır ve Kürt kökenlidir. Birand, iki yaşındayken babasını kalp krizi nedeniyle kaybetti. İlkokulu Erenköy Zihnipaşa'da tamamladı ve 1955'te Galatasaray Lisesi'nde okumaya başladı. Bu okula, Dışişleri Bakanlığında "küçük bir diplomat" olan dayısının maddi yardımlarıyla gitti. Liseyi 1962'te bitirdi. İstanbul Üniversitesi Filoloji Fakültesinde Fransızca bölümüne girerek eğitimini sürdürdü fakat maddi sorunlardan dolayı devam edemedi.
Kariyeri
Mesleğe 1964 yılının Temmuz ayında Abdi İpekçi'nin vasıtasıyla Milliyet gazetesinde başladı. 1971'de evlendikten sonra 500 dolar maaşla Brüksel'de Milliyet için çalışmaya başladı ve burada yirmi yıl çalıştı. 1974 Kıbrıs Harekatı'nın meydana gelmesiyle sürekli Washington, Atina, Strasbourg'a (Avrupa Konseyi için) gider oldu. Abdi İpekçi'den sonra kısa bir dönem Milliyet'in genel yayın yönetmenliğini yaptı.
1985 yılında TRT 1'de 32. Gün adlı bir aylık haber programı yapmaya başladı. Programda uluslararası ilişkileri ele aldı ve yabancı devlet adamlarını konuk etti. Birand, programı, Avrupa televizyonlarında gördüklerini örnek alarak ve izlediklerinden esinlenerek yaptı. 32. Gün'ün beğenilmesiyle Birand, oldukça tanındı. Can Dündar, Mithat Bereket, Çiğdem Anat, Ali Kırca, Deniz Arman, Cüneyt Özdemir, Rıdvan Akar, Musa Çözen, Talip Korkmaz, Sacit Baydar başta olmak üzere birçok muhabir, kameraman ve teknisyen program için çalıştı.
1986 yılında Sovyetler Birliği yetkililerini ve Milliyet'i ikna edip, Moskova'da da büro açtı. 1988'de Lübnan'ın Beka vadisindeki PKK kampında Abdullah Öcalan ile röportaj yaptı. Bu röportaj, Türkiye'de Öcalan ile yapılan ilk röportajdı ve basılması sonrası Milliyet gazetesi toplatıldı ve yayımlanması yasaklandı. Daha sonraki yıllarda çeşitli belgeseller çekti.
1991 yılının Haziran ayında Birand, ailesiyle birlikte Türkiye'ye geri döndü. İstanbul'a yerleştikten sonra Milliyet'ten Sabah'a geçti ve 32. Gün programını TRT'den Show TV'ye taşıdı. Fakat 28 Şubat sonrası Sabah'tan kovuldu ve Show TV'deki programı da durduruldu. 1997'de Aydın Doğan, kendisine CNN Türk'ün kuruluşunda görev verdi ve bu dönem, Posta gazetesinde yazmaya başladı. CNN Türk'te Manşet adlı günlük siyasi bir talk show yaptı. 2005'te Kanal D Ana Haber Bülteni'nin Genel Yayın Yönetmeni ve bültenin anchor'u oldu. Ocak 2009 hem CNN Türk'ü, hem de Kanal D'nin Genel Yayın Yönetmenliğini üstlendi.
Tartışmalar
Adı, 1996-1997 yıllarında 28 Şubat sürecinde "andıç" adlı belgede geçti. TRT için 32. Gün programını hazırladığı dönemde sahtecilik ve dolandırıcılık iddiası ile hakkında açılan kamu davasından yargılandı ve hüküm giydi. Olayı ortaya çıkaran TRT Teftiş Kurulu raporunda Birand'ın kurumu uğrattığı zarar: 2 milyon Belçika Frangı, 4 milyon 650 bin İtalyan Lireti, 104.100 Fransız Frangı, 34.600 ABD Doları, 28.400 İngiliz Sterlini, 35.360 Avusturya Şilini, 1.558 Alman Markı, 310 İsviçre Frangı olarak belirlenmiştir. Ankara 17. Asliye Ceza Mahkemesi'nin Esas 1994/1315 sayılı kararıyla TRT`yi dolandırmaktan 11 ay 20 gün hapis cezası almıştır. Cezası Yargıtay tarafından da onanan Birand, TRT'nin zararını geri ödemiş ve aldığı hapis cezası paraya çevirilmiştir. Hakkında aynı suçtan açılan ikinci bir davada, mahkemece suçu sabit görülmekle birlikte zaman aşımı nedeniyle dava düşmüştür.
Kişisel hayatı ve ölümü
Milliyet'te çalışırken karşılaştığı Cemre ile evlendi ve evli çift, evlilik sonrası Brüksel'e giderek burada yirmi yıl yaşadı. Çiftin Umur Ali adında bir oğlu oldu. Birand ayrıca Fransızca ve İngilizce bilmekteydi ve aynı zamanda Belçika vatandaşıydı.
Bir süre önce pankreas kanserine yakalanan Mehmet Ali Birand, hastalığı ile ilgili bir seri ameliyat geçirmiş ve kemoterapi görmüştü. Tedavisinin bir parçası olarak safra kesesindeki stentlerin değiştirilmesi için gittiği İstanbul Amerikan Hastanesi'nde yapılan ameliyat sonrasında 17 Ocak 2013 tarihinde yoğun bakımda hayatını yitirmiştir. Sabah saatlerinde medya tarafından verilen ölüm haberi, oğlu ve tedavi gördüğü hastane tarafından yalanlanmış ve Birand'ın yoğun bakım altında olduğu açıklanmıştır. Ancak oğlu Umur Birand saat 19.00'a doğru yaptığı basın açıklaması ile Birand'ın, 18.29 sıralarında vefat ettiğini açıklamıştır.
Mehmet Ali Birand Kitapları - Eserleri
- Demirkırat
- 12 Mart/İhtilalin Pençesinde Demokrasi
- The Özal: Bir Davanın Öyküsü
- Son Darbe: 28 Şubat
- 12 Mart
- 12 Eylül Türkiyenin Miladı
- 12 Eylül Saat 4.00
- Emret Komutanım
- Apo ve PKK
- 30 Sıcak Gün
- Diyet
- 32. Gün
- Türkiye’nin Ortak Pazar Macerası
- 32.gün 10 yılın perde arkası
- 31 Temmuz 1959’dan 17 Aralık 2004’eTürkiye’nin Büyük Avrupa Kavgası
- Türkiye'nin Avrupa Macerası 1959-1999
- Bir Pazar Hikayesi
Mehmet Ali Birand Alıntıları - Sözleri
- Hiçbir şey dünkü gazete kadar eski olamaz ! (32. Gün)
- İnsanların olduğu gibi toplumların da tarihlerinde dönüm noktaları vardır.Bu dönüm noktaları bazen sessizce, kendiliğinden çalar kapıyı, bazen de korkunç bir gök gürlemesi gibi patlar. (Demirkırat)
- Darağacındakiler hayata asılırlar. Asanlar ölüme gömülürler. (12 Mart)
- Kürt sorununun sadece güvenlik önlemleriyle çözümlenemeyeceğini en iyi bilenlerin başında da yine askerler gelmektedir. Ancak onlara bir görev verilmiştir. PKK terörünü durdurmaları istenmektedir. Türk subayı, düzenli bir ordunun halktan belirli bir destek alan gerilla ile başa çıkmasının imkansız derecede güç olduğunu bilmektedir. Ancak artık geri çekilmesine de imkan yoktur. Ordunun sinirliliği işte bundan kaynaklanıyor. Bir yandan, verilen emri yerine getirmesi gerekli. Aksi halde prestiji yok olacak. Türk toplumunun gözündeki yeri sarsılacak. Öte yandan, ne eğitimi ne de düzeni verilen görevle bağdaşmakta ... (Apo ve PKK)
- Şevket Kazan (RP kocaeli milletvekili): Erbakan Hoca’nın bir ifadesi var: “Bizim İnanlarımız var, diğer partilerin seçmenleri var.” (Son Darbe: 28 Şubat)
- 1966 yılının 19 Mayıs törenlerinde her şeyden çok genç kızların mini şortları konuşuldu. Tutucu çevreler, kızların şortla gösteri yapmasına karşı çıkıyordu. Aslında şortların boyları öncedeki yıllardakinin aynıydı. Ne uzamış ne kısalmıştı. Törenlerde de hiçbir değişiklik yoktu. Değişen, ülkedeki dinci güçlerin seslerini yükseltmeye başlamalarıydı. (12 Mart)
- “Bir ihtilalci müzakereye girdiği andan itibaren kaybetmiştir. Kendi iç dünyasında evvela anlaşmazlığa düşmüştür. Kendi kafasında kargaşaya düşen bir lider, sağlam karar veremez.” (12 Mart/İhtilalin Pençesinde Demokrasi)
- ..Belçikalıların ne denli büyük bir yanlış yaptıklarını anladım . Bize İranlı müslüman diye gönderdikleri adamın adı Yezidyan dı ve su katılmamış bir Ermeni’ydi. (32. Gün)
- - Mesud Barzani ile ilişkileri nasıl bir çizgi gösterdi? lrak'a küçük bir grup olarak gelmişlerdi. Sonradan büyüdüler... Mesud Barzani ile de 1986 sonunda ilişkilerini kestiler. 1987'de tamamen bitti. Barzani, PKK'yı sözlerinde durmamakla suçladı. Apo da Barzani'yi Türkiye ile gizli müzakereye girmekle suçladı. Mesud'un PKK'yı topraklarından çıkarma yönünde söz verdiğini ileri sürdü. Buna karşı da Türklerin Barzani'ye saldırmayacağı sözü verdiğini ileri sürdü. Mesud bunun üzerine, PKK'nın topraklarından çıkması emrini verdi. Bütün parti üyelerine köylülere de, PKK'nın hiçbir üyesine yardım etmemeleri, köylerine almamalarını söyledi. (Apo ve PKK)
- "Şah'ın ordusu her yıl ilkbahar ve sonbaharda sistematik şekilde Kürtleri bombalar, dirençlerini kırmaya çalışırdı. Hatta bu bombardımanlar sırasında durum önceden Türkiye'ye bildirilir ve bir yandan İran uçaklarının yanlışlıkla Türk hudutlarını geçmeleri halinde yaratabilecekleri sakıncalar önlenmeye, öte yandan da Türkiye'nin hudutları kapaması halinde, canlarını kurtarmak için Türkiye'deki akrabalarının yanına sığınacak olanların bu girişimleri engellenmeye çalışılırdı. (Türkiye İran ile hudutlarını etkin biçimde kapayamadığından dolayı, Şa'a yollanan yanıt bazen “önlem alındığı”, bazen de “kapatılamadığı” şeklinde olurdu. Türkiye bombardımanlar döneminde Kürt grupların, hududu geçmesine genellikle göz yumar, ancak gözetimini de artırırdı.) Şah'ın Kürtlere yaptığı baskı mevsimlik bombardımanlarla kalsa yine de iyiydi. Örneğin, herhangi bir Kürt'ün bölgesinden ayrılıp Tahran'da iş araması, bulması, arayıp bulsa dahi çalışması olanaksızdı. İşi veren de alan da kısa sürede cezasını bulurdu. Gaddarcasına bir ezme, bezdirme ve öldürme kampanyası sürdürülürdü. İşte böyle bir ortam içinde sıkışmış Kürtler de yıllar boyunca aralarındaki dayanışmayı ellerinden geldiğince artırmış, doğu veya batı gözetmeksizin nereden bulurlarsa silah alıp güçlenmişlerdi. Bölgede çıkarı olan tüm ülkelerin Kurt unsurunu görmezlikten gelmeleri söz konusu değildi. Aksine, ister Sovyetler Birliği olsun, ister Amerika veya Batı Avrupa olsun, hatta Libya, bu bölgede kendilerinden yana bir KÜRDİSTAN kurulmasına yardım etmek, hiç değilse böyle bir olayın dışında kalmamak isterler. Bu nedenle de Kürt hareketini para veya silahla daima desteklerler. Her birinin de kendi görüşü paralelinde bir Kürt politikası vardır." (12 Eylül Saat 4.00)
- Bir gün, Kara - Hava - Denizci subayların bulundukları bir toplantıda sohbet ediyorduk. Karacı bir dostumuz gelişmeler hakkında ve Türkiye ile ilgili görüşlerini açıklıyordu. Denizci dostumuz -sonradan çok da iyi arkadaş olduklarını öğrendim- durdu ve «...Oğlum, sen yanlış vapura binmişsin.» dedi. Önce hiçbir şey anlamadım, merak edip sorunca bunun bir deyim olduğunu ve Ada'ya (O zaman Deniz Harp Okulu Heybeliada'daydı.) giden vapura bineceğine, Çengelköy'e (Kuleli Askeri Lisesi'nin bulunduğu yer.) giden vapura bindiğini, yanlış kuvvet seçtiğini söylermiş... Denizciler için, beğendikleri, sevdikleri Karacıya en büyük övgü buymuş. Karacı subay arkadaşlarını fazla katı ve tutucu bulurlar. Disiplin anlayışları da biraz farklıdır. (Emret Komutanım)
- Çin yanlıları, Türkiye İşçi Köylü Parti'sinde örgütlüydü. Yasal olan bu partinin genel başkanı Doğu Perinçek'ti. TİKP, günlük Aydınlık gazetesini yayımlıyordu. Bu gruba Çin yanlısı denilmesinin nedeni de Mao Zedung'un görüşlerine duydukları saygıydı. Yine aynı şekilde Kamboçya'da Kızıl Khmerleri sosyalist bir hareket olarak tanımlıyorlafı. Aydınlık gazetesinde yapılan yayınlar nedeniyle diğer sol gruplar TİKP'lileri "ihbarcı" olarak niteliyordu. (12 Eylül Türkiyenin Miladı)
- Yabancıların karşılaştıkları en büyük güçlük dil oluyor. Ancak özel kursları izledikten sonra, anlayabilecek duruma giriyorlar. Zaten öğretmenler de bu handikapı düşünerek gerektiğinde fazla yüklenmiyorlar ve yardımcı oluyorlar. Yabancılar bazı derslere sokulmuyor. Özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri'nin çok can alıcı konularının tartışıldığı «gizli» sayılan bilgilerin konuşulduğu dersler sadece Türk subaylarına açık oluyor. Bu uygulama bize özgü değil. Örneğin, İngiliz veya Amerikan Askeri Akademilerinde de, Türk subayları bazı derslere gizlilik nedeniyle alınmaz. Güney Korelilerle, Pakistanlıların Türk Akademisinden mezun olmaktan dolayı ülkelerinde bir üstünlükleri oluyor. Türkiye'de eğitim görmüş olmak onlara bir başkalık kazandırıyor. Amerikalıların subay yollamaları ise, daha fazla o genç adamın Türkiye üzerinde uzmanlaşması amacından kaynaklanıyor. Karargahlarında komutanları tarafından seçilip, önce Türkçe kurslarda hazırlanan Amerikalılar, Akademinin uzunca bir süredir gedikli müşterileri arasına giriyorlar. Genelde de, bir süre sonra Türkiye'de görevlendiriliyorlar. JUSMATT'da olsun, bizdeki Amerikan tesislerinde olsun, kazandıkları Türkçe ve daha da önemlisi Akademideki arkadaşlıkları, kendilerine önemli bir avantaj sağlıyor. (Emret Komutanım)
- "30 yıllık devlet tecrübem bana, rejim ne olursa olsun devlet idare edebilmek için mutlaka disiplin ve otoritenin gerektiğini öğretti. Bizim şimdiye kadar kurabildiğimiz koalisyonlar, disiplin ve otoriteyi sağlamakta yeterli olamadılar... Sayın Ecevit de, Sayın Demirel de denedi. Bu nedenle istikrarlı, sürekli bir hükümete bu devletin ihtiyacı büyüktür. İstikrarın başlıca şartı da, memlekette huzur ve sükunu sağlayabilmektir. Bunun için de terörü geride bırakmaya mecburuz." (12 Eylül Saat 4.00)
- Demirel' e gore, hukumet Amerika tarafindan dusurulmustu. Erbakan' a gore, "Kukreyen Musluman Turkiye' yi istemeyenler, hukumeti sabote etmisti." Turkes' e gore, "Titreyip kendine gelecek olan buyuk Turkiye' den korkan dis gucler ve onlarin icerdeki yardakcilarinin isiydi" bu sonuc. Hic biri " Acaba biz ne tur hata ettik?" diyemedi. Neyin "Diyet" ini odediklerinin olsun farkina varamadilar... (Diyet)
- "Efendim Özal bir havalara girmişti. Hem komünist, hem sosyal demokrat, hem sağcı her şey oluyordu. Nereden oy gelecekse oyum diyordu. Ben de kızıyordum bu ne biçim particilik diye, her şeye benim diyor. Oy gelecek şeye benim diyor diye kızıyordum açık oturumda." (12 Eylül Türkiyenin Miladı)
- (...) en ağır sözleri söyleyenler daha sonra Sayın Çiller'in kabinesinde bakan oldular. Türk siyasetinin böyle ilginç anlarını, sahnelerini yaşadık o dönemde. (Son Darbe: 28 Şubat)
- 12 Mart rejimi bir kasırga gibiydi. O kasırga solu ezdi geçti. Ülkede sol görüşlü olanlara karşı büyük bir tutuklama ve gözaltı kampanyası başladı. İşkenceli sorgular insanları dehşete düşürdü. (12 Eylül Türkiyenin Miladı)
- Sivil toplum olarak bizler her şeyden önce, Türkiye'nin ve Demokrasinin gerçek sahibi olduğumuza inanmak ve ona göre hareket etmek zorundayız. Zaman zaman bazı sivil kesitler zora geldikçe müdahale bekler, hatta kışkırtır ve davetiye çıkartırsa, bu kısır döngüden kurtulamayız. Adeta askeri müdahaleye alışmış, altından kalkamadığı sorunlar çıktığında «Asker gelip düzeltsin» yaklaşımıyla hareket etmek ülkemize ilerde çok pahalıya mal olacaktır. Dikkat edilecek olursa, askeri müdahalelerin tümü, sivil kesimin bıraktığı büyük boşluğun ordu tarafından doldurulması ile gerçekleşmiştir. Siyasi alanda içinden çıkılamayacak kilitlenmeler de olsa, büyük ekonomik ve sosyal çalkantılar da çıksa, 12 Eylül öncesi durumun tam aksine, çözümün askeri müdahaleden değil, demokratik sistem içinde Büyük Millet Meclisi'nden geçmesi gerektiğini bilmemiz ve benimsememiz gerekmektedir. (Emret Komutanım)
- ...adeta "hücum" emri verilmişti. Çorum'da 18 kişinin öldürülmesi üzerine 50 tanka bindirilmiş askeri birlikler yola çıkarılırken Fatsa olayları patlak veriyordu. Çorum'daki gelişmeleri izlemeye giden Milliyet gazetesi muhabiri, kentin sınırında silahlı komandolar tarafından durdurulup, kimliği öğrenilince geldiği arabaya tıkılıp kovalanıyor, kent adeta sağın kurtarılmış bölgesi ilan ediliyordu.... Fatsa ise solun kurtarılmış bölgesi oluyor, ardından hem Tunceli hem de Fatsa'daki aramaya suratları maskeli sivil komandoların da katılması, olayların boyutunu ve tepkileri artırıyordu. ... Durum ancak, sokağa çıkma yasağı konularak önlenebiliyordu. (12 Eylül Saat 4.00)