Suskunluk Dağının Zirvesinde - Cüneyt Özdemir Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Suskunluk Dağının Zirvesinde kimin eseri? Suskunluk Dağının Zirvesinde kitabının yazarı kimdir? Suskunluk Dağının Zirvesinde konusu ve anafikri nedir? Suskunluk Dağının Zirvesinde kitabı ne anlatıyor? Suskunluk Dağının Zirvesinde PDF indirme linki var mı? Suskunluk Dağının Zirvesinde kitabının yazarı Cüneyt Özdemir kimdir? İşte Suskunluk Dağının Zirvesinde kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Cüneyt Özdemir
Yayın Evi: Doğan Kitap
İSBN: 9786050937718
Sayfa Sayısı: 256
Suskunluk Dağının Zirvesinde Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Eğlencesini yitirmiş bir ülke... Bütün ışıklar sönmüş... Yok artık lunaparkın yürekleri şenlendiren neşesi... Terkisine alıp susturulmuş sözcükleri, suskunluk dağının zirvesine tırmandı gazeteci...
Anlatacak çok şey vardı çünkü. Savaşlar, acılar, uzak kentler, mülteciler, gökdelenler, kederli coğrafyalar, çocuk ölüleri... Sonra filmler vardı; hep bir ağızdan söylenen şarkılar, aşklar, düşler, göğün altındaki her şey...
Tüm bunları anlattı gazeteci, uzakta hüzünle sarmalanmış ülkeye... Eğlencesini
yitirse de umudunu yitirmiyordu bu ülke. Umudu on dokuz yaşındakinin düşlerinde saklamıştı çünkü.
Ve suskunlukta dile gelen gerçeğin kendisiydi.
Suskunluk Dağının Zirvesinde Alıntıları - Sözleri
- Anlatılacak çok şey vardı. Savaşlar, acılar, uzak kentler, mülteciler, gökdelenler, kederli coğrafyalar, çocuk ölümleri... Sonra filmler vardı; hep bir ağızdan söylenen şarkılar, aşklar, düşler... Tüm bunları bilmek, görmek ve susmak..!
- Sular yükselince balıklar karincalari yer, sular çekilince karıncalar balıkları...
- Her şey olunan, yalnızca rezil olunamayan bir ülkede mecburen sessizlestim
- "Bir pencere açarsın, her şeyin yok olduğu yerde" Umuda yolculuk otobanında Yunanistan'dan Makedonya'ya gelebilen mülteciler arasında şanslı olanların, bir sonraki hedefi Sırbistan oluyordu. Sırbistan ile Macaristan arasmdaki sınır kapısi sadece 150 metreydi. Gelin görün ki bu kısacık mesafe binlerce kilometre yürüyen insanlar için geçilmez bir sete dönüşmüştü. Binlerce insan sınıra yığılmış, çoluk çocuk geçmeye çalışırken dünya insanlığa çelme takan bir kadın kameramanla tanıştı. Sırbistan'ı aşıp Macaristan'a gelen göçmenler tam bir hengâmenin ortasında kalmıştı. Kimi koşarak sınırı geçmeye çalışıyor, polis tuttuğunu yakalıyor, polisin tutamadığı ise sınırı geçiyordu. İşte bu karmaşa içinde bir kadın kameraman önce bu görüntüleri kaydediyor, sonra da bir başka görüntüde kucağında çocuğu bulunan bir mülteciye çelme takıp yere düşürürken görülüyordu. Sırbistan sınırı yakınlarındaki Roszke Kampı'na gelen mültecileri tekmelerken görüntülenen bu kadının adı Petra László'ydu. Gerçi çelme taktığı görüntülerin yayınlanmasının ar- dindan işinden oldu ancak bütün dünyanın adıyla sanıyla bildiği bir nefret objesi olmaktan kurtulamadı. Sonraki zamanlar, ne kadar mağdur durumda kaldığını filan anlattı durdu kendi faşist basınında. Yine de bu görüntü 2015 yılının en gaddar göçmen karşıtı görüntülerinden biri olarak insanlık tarihine geçti. İşin ilgi çeken yanı, çelme takan Macaristanlı faşist kameraman kadının hikâyesi değil, çelme takılan göçmenin hikâyesi oldu. Adamcağız meğerse Suriye'de bir teknik direktör olarak futbol takımı çalıştıriyormuş. Bu çelmeden sonra hikâyesi ortaya çıkınca İspanya'ya davet edildi. Bir futbol takımını çalıştırmaya başladı. Belki de en şansli mültecilerden biri oldu! Kıssadan hisse, bazen ayağınıza takılan bir çelme sizi dünyanın en şanslı insanına dönüştürebilir!
- Gördüm ki farklı şehirlerden, farklı ülkelerden, hatta farklı dillerden bu insanları ortak öfkede birleştiren asıl mesele benim paylaştığım sıradan bir manzara karesi değil, kendi paylaştıklarına gelen tepkisizlikti. Kendilerini değersiz hissetmelerinin bir yansıması, başkalarını da değersizleştirmek olarak ortaya çıkıyordu. Pek çok hesap sahibi bir şeyler paylaşmaktan çok başkalarına yorum yapmakla günlerini geçiriyordu. Hemen hepsi kimi zaman bir ahlak bekçisi, kimi zaman vicdan jandarması, kimi zaman da duyarlılık saveısı rolünde yorum yazıyordu. En büyük öfkeleri, kendilerinin ciddiye alınmamasından kaynaklanıyordu. Kendi hesaplarında yazdıklarına hemen hiçbir dönüş yokken başkalarının hesabında başkalarıyla didişiyorlardı. Eleştirinin dozu her yorumda yavaş yavaş artıyor; deneme-yanılma kantarında, karşılığında hiçbir tepki görmeyince serbest atışa geçip işi ana avrat küfre kadar vardırıyorlardı. Profiline altı yaşında çocuğunun fotoğrafını koyup, ana avrat küfür döşenen de, eşiyle mutlu fotoğrafının altında aynaya bakıp bile. söylese yüzünün kızaracağı küfürleri eden de hep aynı insandı aslında. "Ben de varım, beni de gör, benim de sesimi duy" diyen o tanıdık aynı insan... Takipçi sayılarına baktığınızda bu insanları kendi başlarınayken duyanların ne kadar az olduğunu görebiliyordunuz. Yine güldüm. Ve bu sefer üzüldüm. Sosyal paylaşım ağ- ları kimi için sosyal öfke ağına dönüşmüştü bile!
- Düşünsenize, bir restoran dolusu insan, kimsenin birbiriyle konuşacak bir şeyi yok! Ya da tuhaf bir postmodern hastalığa tutulmuş gibi elleri sürekli cep telefonlarında. Hiç tanımadıkları ya da uzaktan takip ettiği insanların yazdıklarını like edip kendileriyle hiç ilgisi olmayan tweetler'den büyülenmiş bir şekilde gözlerini alamıyorlar.
- Sosyal medya biz sıradan insanlara müthiş bir kendini ifade etme imkânı sundu. Kötücül insanlar içinse zehirlerini akıttıkları müthiş bir platform yarattı.
- Birandın sevdiği bir Çin atasözü ... Bir nehrin kenarında yeterince uzun oturursanız, düşmanlarınızın önünüzden akıp gidip geçtiklerini göreceksiniz, derdi.
- Herkesin bir işin nasıl olamayacağını anlattığı çoğrafyada hayal kurup hayata geçirmek...
- Bağırsam sesimi duyarmısın..
- Bağırsam sesimi duyarmısın..
- Zira önümde büyük bir kavga vardı ve bu kavgada taraf olmayan, her iki taraf için de hain olmakla suçlanıyordu. Birbirine kafayı takmış bu iki ucun kavgası toplumda öylesine bir gerilim yaratmıştı ki makul olan hiçbir şey artık tarafları kesmiyordu. Herkes tarafını seçmeye, bu kavganın bir parçası olmaya zorlanıyordu.
- Yüz bin, bir milyon" iki milyon hatta üç milyona yakın insan Türkiye'ye sığındı ya da Türkiye üzerinden başta Avrupa olmak üzere farklı ülkelerin yolunu tuttu. Mülteci diyorum ama aslında bu insanlar mülteci de değildi. Mülteci demek iyi kötü uluslararasi bazı haklara sahip olmak anlamına geliyor. Hayır, bu insanların hemen hiçbir hakkı yoktu. Bu yüzden mesela Türkiye "misafir" demeyi daha uygun bulmuştu. Misafir denilince günün birin de geri dönülecekleri umuluyordu. Oysa çoğunun geride ne bir evleri ne de bir ülkeleri kalmıştı..
- Belki de insan, hayata herkesin, hatta normal şartlarda kendisinin bile uykuda olması gerektiği saatlerde daha net daha berrak bakabiliyor
Suskunluk Dağının Zirvesinde İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Suskunluk Dağının Zirvesinde "Suskunlukta dile gelen, gerçeğin kendisiydi." Cüneyt Özdemir Susmak... Altı harfe sığabilen bir koca isyan... Bu isyana ortak onlarca öznesiz cümle, beyninizin bir yerinde kurulmayı beklerken siz susuyorsanız, anlatacağınız şeyler büyük dalgalar yaratacak demektir. Özellikle de ne zaman bir şeyler söylemeye kalksanız, dilinizin ucuna gelenler hep aynı şeyler oluyorsa, bilin ki bir gün, bir yerde kendilerini ele verecekler ve eğer ki o yer suskunluk dağının zirvesi olacaksa, sizi duyan yalnız siz olacaksınız. Bir gazeteci, sunucu ve yazarın suskunluk dağını keşfetmesinin ne kadar zor olduğunu düşünüyorum Cüneyt Özdemir "Suskunluk Dağının Zirvesinde" dediğinden beri. Bir insan yıllarca doğruları aktarmışken nasıl susmaya başlar, sanırım birazdan anlayacaksınız. Biz Cüneyt Özdemir'i hep en doğru ve objektif haberin adresi olarak tanıdık. Önce 32. Gün, sonra Siyaset Meydanı ve son olarak da 5N1K programlarındaki sarsılmaz duruşuyla haberciliğin olması gereken halinin bir sembolü oldu. Cüneyt Özdemir'i izlemeye o kadar alışkınız ki belki de bir çoğunuz birazdan "Suskunluk Dağının Zirvesinde"nin onun on ikinci kitabı olduğunu söylediğimde şaşıracaksınız. Bence şaşırmayın, doğru duydunuz. "Suskunluk Dağının Zirvesinde" Cüneyt Özdemir'in Türkiye'nin her geçen gün içine kapanan ve kendini tekrar eden gündeminden ziyade (ki bana sorarsanız ben dahil bir çoğumuz bu kitapta gündemi yazacağını düşündük ve kitabı okuyunca ya şaşırdık, ya şaşıracağız.) hayatın içinden, dünyadan izlenimlerini, kafasına taktıklarını, şaşırtan ve umutlandıran hikayeleri ele alıyor. "Yazamadıklarımı yazıyorum." diyerek başlıyor hikayesini anlatmaya Özdemir. Ülkemizde gazeteci olmanın her daim birilerinin sizden, haberlerinizden, konuştuğunuz kişilerden, yazdığınız yazılardan, attığınız tweetlerden rahatsız olacağı anlamına gelmesinin üzerini çizerek suskunlukla verilen cevapların da nasıl haince susuyor olmanızla eşleştirilebileceği ve taraf olmayanın bertaraf edildiği bu dünyada yapacağınız en doğru şeyin de suskunluk dağına tırmanmak olduğunu söylüyor. Suskunluk dağının zirvesine çıkmak çözüm mü derseniz, ana akım medyada tutunmanın zorluğunun sebebi olan bir yanda cemaat, diğer yanda Kemalistler, öte yanda Ak Parti, milliyetçi Kürtler, ırkçı Türklerin, her biri sizi kendi sahasına çekmek için çabaladığında ve troller her söylediğinizi kesip biçip yapıştırmaya, ortaya bambaşka söylemler çıkarmaya başladıklarında evet, çözüm olabilir. Özdemir de New York'u bekleme odası kabul edip Kanal D'den ayrıldıktan sonra bir süre orada yaşayıp şu an cümlelerini paylaştığımız kitabını yazıyor. Kitabı okurken sanki son birkaç yılın dünya çapında bir haber kuşağına göz atıyormuşsunuz hissine kapılıyorsunuz. Bu haberlere göz atarken bahsi geçen şehirleri ve kültürlerini de tanımış oluyorsunuz. Özellikle de hayatımıza dokunan güncel ne varsa "evet, gerçekten de öyle" diyerek okumaya devam ediyorsunuz. Sosyal medyanın ne amaçla kullanılır olduğundan, kredi kartlarının insanlara tanıdığı sahte imtiyazlardan, milyon liralık getirisi olan köşe yazarlığının nasıl yazarının istediği gibi at koşturabildiği bir yere dönüştüğünden, şehirlerin yapılaşmasında nasıl yüksek ve düşük gelirlilerin yakınlaştığından, dizi çılgınlıklarından, kahve bağımlılıklarından, obeziteden ve kinoa kullanımından, akıllı telefonlarımızın hayatımın her alanına nasıl işlediğinden, Bansky sergisinden, tek kişilik gazino Ata Demirer showdan, RTÜK sansürlerinden bahsederken New York, Palo Alto, Barcelona, Tel Aviv ve Kudüs'ten sanki bu şehirlerde siz de onunla aynı yerleri gezmişsiniz hissiyatı uyandıracak kadar bahsediyor. Böylece güncel durumlardan bahsederken bir anda biraz daha keyiflenip kahvenizden aldığınız bir yudum eşliğinde sayfaları çevirmeye devam ediyorsunuz. Sonra konu Hillary Clinton, Trump çekişmesi üzerine yoğunlaşıyor. Hillary ve Trump'ı daha yakından tanıma fırsatı buluyorsunuz. Sıra Suriye Savaşı ve mültecilik üzerine konuşamaya geldiğinde ise hazırlıklı olun, duygulanmamak içten bile değil. Özellikle de öyle bir yer var ki, donup kalıyorsunuz. Cüneyt Özdemir, üniversite yıllarında gittiği Türkiye-Hakkari sınırındaki görüntüyü ve aklından hiç çıkmayan ölü bebek kokusunu anlatıyor, kitabı kapatıp bir duraksıyorsunuz. Sonrası umuda yolculuk hikayeleriyle devam ediyor. İnsanların Türkiye'den kaçarcasına Ege Denizini geçmeye çalıştığı bot maceralarında, umut için verilen savaşlardan örnek hayatlarla bahsediyor Özdemir. Sadece dramatik olayları anlatmıyor aslında. Bu yolculukta iyi işler başaranlara da değiniyor, belki de örnek olabilmeleri umuduyla zorluyor kalemini. Böylelikle hayata kaçış filminin kahramanları bir kez daha kahraman oluyor. Konu Almanya'nın Türkiye ile yaptığı mülteci anlaşmasının ardından artık yavaş yavaş Türkiye'ye üzerine odaklanıyor. Bahsedilecek konuların fazlalığı aşikar, başlıyor havaalanı patlamasından, Kilis bombardımanından, Türkiye-İsrail ve Türkiye-Rusya ilişkilerinin sonuçlarından ve Kıbrıs'tan konuşmaya. Konuşmaya diyorum, çünkü okuruyla konuşuyor Özdemir. İçinde biriktirdiklerini tek nefeste döküyor adeta. Bunları anlatırken de yine okurunu anlattığı şehirlerde gezintiye çıkarmayı ihmal etmiyor. Son olarak 15 Temmuz olayları ve FETÖ'ye değiniyor. Kendini iyi niyetli bir sivil toplum kuruluşu gibi tanıtan 40 yıllık Türkiye projesinin kalkıştığı kanlı bir darbe girişimini ve 15 Temmuzdaki bu kanlı darbe girişimi sonrasındaki çöküşünü dile getiriyor. Hala merak ettiği ise tek bir şey var, neden? Tüm bunları neden yaptılar? Bu sorunun cevabı henüz yok. Özdemir susuyor, siz düşünüyorsunuz artık. Cüneyt Özdemir'in kitabını yazmaya başladığında söylediklerini hatırlıyorum yeniden. Yazıp yazıp sustuğu ya da yazıp yazıp sildiği, bu yüzden belki de cümlelerinin kaybolduğu, hatta belki kendinin de içinde kaybolduğunu söylediği onlarca konuyu bir kitabın içerisinde toplayabilmiş olması ve bu kitabı baştan sona heyecanla okunabilecek dinamikte tutması okuyanı bir hayli etkilerken, son bir soru yükseliyor yazarın kaleminden. "Sahi" diyor, "Seninle yollarımız yeniden kesişir mi?" Gülümsüyorum. "Bence, kesişir." diyerek tüm hikayesi sonlanmış kitaplar gibi kitaplığımda kırmızının en çok yakıştığı rafa kaldırıyorum. Kim bilir başka bir gün, yine altını çizdiğimizi cümlelerde buluşuruz, ne dersin? #kitap #kitapkurdu #kitapaski #kitapkokusu #kitaptavsiyesi #hergun1kitap #kitapseverlerkulubu #kitaptutkusu #oykuhane #bookstagram #kitapokuyoruz #kitapligim #instabook (Seda Eroğlu)
Korona günlerinde ...: Baştan sona bir Cüneyt Özdemir kitabı. Bir demlik Cüneyt. Anlatımı alabildiğine akıcı ve.kendine has. Beğiniriz beğenmeyiz düşüncelirine katılırız ya da katılmayız yakın dönemi kendi mesleğinin penceresinden kendince anlatmaya çalışmış. Subjektif mi tarafsız mı derseniz çoğu yerde bence öyle katılmadığım noktalarda elbette yok değil ama bir insanın taraf olmaması da imkansız zaten. Gelelim kitapta değindiği konular ve ağır basanlara. Yurtdışına çıkış hikayesi, meslekte yaşadığı zorluklar, Birand ile anıları, Londra ve New York yaşantısı, ABD başkanlık seçimleri, Hilary ve Trump' ın öyküleri, Silikon Vadisi izlenimleri, Mültecilerin dramı, arada da düşündüğü kimini de uygulamaya geçirdiği projeleri, bazen de Netflix dizi önerileri (Homeland, Narcos, The Jinx, House of Cards) en sonunda memleketimize dönüş ve 15 Temmuz darbe girişimi üzerine düşünceleri, geçmişten bugüne olayın arka planını kendi bakışından ifade ettiği bölüm ile anlatı noktalanıyor. (Çelebi)
Suskunluk Dağının Zirvesinde PDF indirme linki var mı?
Cüneyt Özdemir - Suskunluk Dağının Zirvesinde kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Suskunluk Dağının Zirvesinde PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Cüneyt Özdemir Kimdir?
Cüneyt Özdemir (d. 8 Şubat 1970, Ankara), Türk gazeteci ve sunucu.
8 Şubat 1970'te, Ankara'da doğdu. İlköğretimini Yükseliş Koleji'nde, lise eğitimini ise Ankara Atatürk Lisesi'nde tamamladı. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Bölümünden mezun oldu.
1990'dan itibaren basın yayın kuruluşlarında çalışmaya başladı. 1992'de muhabir olarak çalışmaya başladığı 32. Gün haber programında 8 yıl genel yayın yönetmenliği dahil çeşitli görevlerde bulundu. 1993'te British Council bursu ile Londra'ya gitti ve multimedya üzerine eğitim gördü. ATV ana haberde Cüneyt'in Büyüteci bölümünü hazırladı , bir yıl süreyle Siyaset Meydanı'nın yönetmenliğini yaptı.
1996'dan itibaren uluslararası savaş muhabirliği yaptı, Lübnan-İsrail sınırında, Kuzey Irak'ta ve Afganistan'da haberler ve özel dosyalar hazırladı.
1999'da CNN Türk'ü kuran kadronun içerisinde yer aldı. 2003'te Irak işgalini ilişirilmiş gazeteci olarak izledi ve haberleştirdi.
2000 yılında yayımlanmaya başlanan ve bir dönem Soner Yalçın ile birlikte sunduğu 5N1K isimli güncel haber ve araştırmacılık programını hazırlayıp sunmaktadır. Program yıllar içinde, Altın Kelebek, Mahmut Dikerdem ödülü, RTGD ve Çağdaş Gazeteciler Derneği tarafından Oradaydım En İyi Belgesel Tv Oscarı ve 5N1K CNN Türk TV Oscar’ı gibi çeşitli ödüllere layık bulunmuştur.
Özdemir, 2011 yılında Zeynep İnanoğlu ile evlendi. Bir çocuk babasıdır. Londra'da yaşamaktadır.
Cüneyt Özdemir Kitapları - Eserleri
- Eğlencesini Yitiren Ülke
- Önemli İşler Dairesi
- Komutanın Şüpheli Ölümü
- Günebakan
- Suskunluk Dağının Zirvesinde
- Onlarlaydım Ama Onlardan Değildim
- Cehennem Kafesi
- Kız Kulesi Efsanesi
- Ruh Hali
- Reytingsiz Sohbetler
- Düşsesi
- Olağanüstü Aşk Bölgesi
- Flu
- Bir Millet Direniyor
Cüneyt Özdemir Alıntıları - Sözleri
- Yalnızız ama ne kadar da kalabalığız. (Ruh Hali)
- Kuzey Irak'tan 450 PKK'lının Türkiye'ye girip 1800 kişilik bir grupla birleştiği öğrenilmişti. Bu PKK'lıların yerleri tesbit edilmiş, gerekli mücadele için tüm hazırlıklar yapılmaya başlanmıştı. Eşref Bitlis, Diyarbakır'a işte bu "son operasyon" hazırlıklarını yerinde görmek için gidiyordu. (Komutanın Şüpheli Ölümü)
- Her şey olunan, yalnızca rezil olunamayan bir ülkede mecburen sessizlestim (Suskunluk Dağının Zirvesinde)
- Onsuzluk tıpkı bir şarkıya sığınmış fırfırlı kuyrukları olan çıtalı uçurtmanın elimden kaçışı gibi... (Günebakan)
- Sular yükselince balıklar karincalari yer, sular çekilince karıncalar balıkları... (Suskunluk Dağının Zirvesinde)
- İnsanlar ve toplumlar değişiyor.Mesele bu değişimi ve dönüşümü gorebilmekte ,zamanın ruhunu yakalayabilmekte. (Eğlencesini Yitiren Ülke)
- Yalnızlık bir alın yazısı gibi kazınmıştı bu hüzünlü şehrin omuz başına. Yaz aylarını arayan göçmen kuşlarından biriydim. (Ruh Hali)
- Bir ülkenin yarısı diğer yarısından nefret ediyorken aynı sınırların içine hapsolup mutlu yaşaması kolay değil. Ancak imkansız da değil. (Günebakan)
- Anlatılacak çok şey vardı. Savaşlar, acılar, uzak kentler, mülteciler, gökdelenler, kederli coğrafyalar, çocuk ölümleri... Sonra filmler vardı; hep bir ağızdan söylenen şarkılar, aşklar, düşler... Tüm bunları bilmek, görmek ve susmak..! (Suskunluk Dağının Zirvesinde)
- Bağırsam sesimi duyarmısın.. (Suskunluk Dağının Zirvesinde)
- Herkesin bir işin nasıl olamayacağını anlattığı çoğrafyada hayal kurup hayata geçirmek... (Suskunluk Dağının Zirvesinde)
- Eğer polise ajan kullanma yetkisi verirseniz polis o yetkilerle ajanı mertebe mertebe yükseltir. İşte o ajan bir süre sonra devletin şu ya da bu isteğini görmezden gelmeye başlar. Bir de bakarsınız ki ajanınız ajanlıktan çıkar, istihbarat teşkilatınız istihbarat vermenin çok ötesine geçip provokatör ajan kullanmaya başlar. (Önemli İşler Dairesi)
- Dostum, hayat çoğu zaman bir fil gibi nazikçe çöküveriyor insanın üzerine. O anlarda teori yetmiyor her zaman pratik dertleri ertelemeye. (Ruh Hali)
- Üç beş üniversite öğrencisinin 30 yıl önce inandıkları düşlere bugün kimse inanmıyor. Görüyor musun, çağ atladım derken yaşadığın çağın altında kaldın. (Ruh Hali)
- Büyük keşifler büyük hayallerin sonrasında geliyor . (Eğlencesini Yitiren Ülke)
- Devlet, ciddiyetini, asık yüzünü koruyor, üniformalar özel yaşantıları perdeliyordu. (Komutanın Şüpheli Ölümü)
- 17 yaşında o ne kadar yalnızsa, 47 yaşımda ben de o kadar ıssızım. (Günebakan)
- İnsanlığın çamura battığı bir bataklıkta yürümeye kalktığında hiç kimsenin paçaları temiz kalmıyor. (Önemli İşler Dairesi)
- Bir yıl daha geçiyor hayat takvimlerimizden... Böyle zaman dönemlerinde yaşadığımız şehirlerden ,birer alışkanlığa dönmüş arkadaşlıklardan ,hatta kendimizden biraz uzaklaşıp hayata uzaktan bakmanın çok faydası oluyor . (Eğlencesini Yitiren Ülke)
- Bağırsam sesimi duyarmısın.. (Suskunluk Dağının Zirvesinde)