Swann'ların Tarafı - Marcel Proust Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Swann'ların Tarafı kimin eseri? Swann'ların Tarafı kitabının yazarı kimdir? Swann'ların Tarafı konusu ve anafikri nedir? Swann'ların Tarafı kitabı ne anlatıyor? Swann'ların Tarafı PDF indirme linki var mı? Swann'ların Tarafı kitabının yazarı Marcel Proust kimdir? İşte Swann'ların Tarafı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Marcel Proust
Çevirmen: Roza Hakmen
Orijinal Adı: Du côté de chez Swann, (À la recherche du temps perdu #1)
Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
İSBN: 9789753639104
Sayfa Sayısı: 400
Swann'ların Tarafı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"... tıpkı Japonların, suyla dolu porselen bir kaseye akıttıkları silikkağıt parçalarının, suya girer girmez şekillenerek, renklenerek belirginlik kazandığı, somut, şüpheye yer bırakmayan birer çiçek, ev, insan olduğu oyunlarındaki gibi, hem bizim bahçedeki, hem M. Swann'ın bahçesindeki bütün çiçekler, Vivonne nehrinin nilüferleri, köyün iyi yürekli sakinleri, onların küçük evleri, kilise, bütün Combray ve civarı şekillenip hacim kazandı, bahçeleriyle bütün kent çay fincanımdan dışarı fırladı," Combray'de günbatımı, alışkanlık, iyi geceler öpücüğü, Françoise, ıhlamura batırılan madlen, Léonie Hala, kilise, Adolphe Amca, pembeli kadın, bahçede kitap okuma, akdikenler, mehtapta gezinti, sonbahar yanlızlığı, arzunun doğuşu, Balbec, zambak kokan oda, Verdurin'ler ve müritleri, Swann'la Odette'in karşılaşması, Vinteuil'ün sonatı, Swann'ın aşkı, kasımpatları. kıskançlık, yalan, bekleyiş, müziğin dili, Champs-Elysées'de karlı günler, Gilberte, hayal kırıklığı, umut... Ihlamura batırılan bir madlenle yeniden yakalanan, belleğin yaratıcı gücüyle yeniden canlandırılan bir geçmiş...
Swann'ların Tarafı Alıntıları - Sözleri
- Kim ne derse desin, hayatın güzel yanları da var.
- Oh! Kim ne derse desin, hayatın güzel yanları da var
- İnsan bir şeyi kafasında canlandırabilince öyle sakinleşiyor ki! Asıl korkunç olan, hayal edilemeyen şeyler.. .....
- Ne var ki, uzak bir geçmişten geriye hiçbir şey kalmadığında, insanlar öldükten, nesneler yok olduktan sonra, bir tek,onlardan daha kırılgan,ama daha uzun ömürlü,daha maddeden yoksun, daha sürekli, daha sadık olan koku ve tat, daha çok uzun bir süre, ruhlar gibi diğer her şeyin yıkıntısı üzerinde hatırlamaya, beklemeye, ummaya, neredeyse elle tutulamayan damlacıklarının üstünde, bükülmeden hatıranın devasa yapısını taşımaya devam ederler
- “Aslında ben hep söylerim,romanlar ve tiyatro oyunları üzerine tartışmaya girmemek lazım. Herkesin bakışı farklıdır, benim en beğendiğim şeyden siz nefret edebilirsiniz.”
- "Tanıdığımız birini görmek" diye adlandırdığımız basit eylem bile, kısmen zihinsel bir eylemdir. Baktığımız insanın dış görünüşünü ona ilişkin bütün kavramlarımızla doldururuz ve gözümüzde canlandırdığımız bütün içinde hiç şüphesiz bu kavramlar daha fazla yer tutar.
- Ne var ki hayatta bir kere var olmuş olan her şey tekrarlanma eğilimi gösterir…
- ... aslında bu oyundan zevk alıyorduk, çünkü insanın adlandırdığı şeyi yarattığına inandığı yaşlardaydık henüz.
- ..nesneleri çok iyi,insanları pek az tanırım.
- Mesele yalnız aramak da değil, yaratmak.
- …ömür boyu sevmeyi arzulayan bir aşığa ilerde birlikte olacağı başka sevgililerden söz edilmişcesine umutsuzluğa kapılırdım.
- Kalbim çarparak kendi kendime, "Yapmalı mıyım, yapmamalı mıyım?" diye soruyordum; sonra, bir şey yapabilmek için ne yapmam gerektiğini sorgulamaktan vazgeçtim.
- Sevgiden mi korkuyorsunuz ? Ne tuhaf, benimse hayatta aradığım tek şey sevgi.
- Alışkanlık! Zihnimizin haftalar boyunca geçici bir düzende azap çekmesine göz yuman alışkanlık, ama o olmasa, kendi imkânlarıyla sınırlı kalan zihnimizin bize içinde yaşanabilecek bir barınak sunamayacağı için, her şeye rağmen bulduğu zaman sevindiği, o becerikli ama ağırkanlı düzenleyici!
- Peki hayatı önemsemeyeceksek neyi önemseyeceğiz?Hayat yüce Tanrı’nın asla iki kere bağışlamadığı tek nimettir.
Swann'ların Tarafı İncelemesi - Şahsi Yorumlar
KAVRAMLAR – KELİMELER: Bir çocuğun anne özlemi etrafında hayatı izleyişinden nereye varabiliriz ki? Proust, Swann’ların tarafı veya Guarmantes tarafından bakarak bize ne söyleyebilir? Aslında anlatılan hikâyelerin hangi tarafta olduğunun bir önemi yok. İnsana, davranış biçimlerine, davranışın özündeki tutarsızlıklara dair bir sorgulama izleyeceğiz birlikte. Hangi taraftan okursak okuyalım kendi davranışlarımızın kökenine inmiş olacağız. Karşı tarafta olduğunuzu düşünerek rahatça okuyabileceğinizi söyleyemem. Şimdiye kadar çok büyük anlamlar yüklediğiniz tutumlarınızı irdeleyince rahatınız kaçabilir. Doğrudan size yönelmeden, bir edebi metin aracılığıyla size ayna tutulacağı için bir nebze rahat olabilirsiniz. Oğuz Atay’ın kelimelere bir anlamı olmadığını vurgulayarak yüklediği anlam gibi, kavramlar üzerinde düşünmemizi istiyor Proust. Kayıp Zamanın İzinde serisinin yazarının neden birçok yazara ilham verdiğini daha iyi anlıyorum şimdi. Proust, bizim sıradan gördüğümüz birçok detay üzerinde düşünmüş ve bunu tanımlamış. Ve bu tanımlamayı yaparken o kadar yalın bir anlatımla bunu bize aktarıyor ki, sanki daha önceden bunu biliyormuşuz gibi geliyor bize... Hikâyeyle birlikte ısrarla vurgulanan resim, müzik sanatı ve zevki hep ön planda olmaya devam edecek. Tanpınar gibi musiki eşliğinde hikâyenin devam ettiğine şahit olacağız. Tanpınar dediğimizde, Yahya Kemal ve Proust mutlaka aklımıza gelecektir. Proust dediğimizde de Bergson ve “zaman teorisi”. Bu açıdan değerlendirdiğimizde Tanpınar anlatımlarındaki müzikal akışın kaynağını da burada görmüş oluyoruz. Özellikle yazarın, eserin tüm aşamalarında ısrarla yer vermiş olduğu Vinteuil’ in sonatını incelemenin sonuna bırakarak Proust ile birlikte Kayıp zamanın izindeki yolculuğumuza devam ediyoruz. Şimdi yazarın hangi kavramlar üzerinde bizi düşünmeye davet ettiğine birlikte bakalım: - Alışkanlığın uyuşturucu etkisi, - Karşımızda acılar ve adaletsizliklerle karşılaştığımızda görmezden gelme, - Sosyal kişiliğimiz bize ait midir, yoksa başkalarının düşüncelerinin yarattığı bir şey midir? - Kişisel imaları saklama yeteneği, - Aşk yekpare bütün bir duygu mudur, yoksa diğer duyguların eşliğinde dönüşümler yaşar mı? - Geçmişi hatırlamak bizim elimizde midir, yoksa başka duyguların içinde tesadüfi olarak mı ortaya çıkar? - Gerçek hayatta kalbimizin geçirdiği değişimlerin yavaş yavaş geliştiği için bu değişim duygusunu fark edemeyişimiz, - Yazarlık ve büyük yetenek kavramlarının kabul süreçlerine kadar görmezden gelinişi, - Aşk ve fiziksel görünüm ilişkisinin sadece kadınlarla sınırlı olmadığı, erkeklerde üniformalı olanların daha çok tercih edilmesinin altındaki gerekçeler, - Kendi tutkularımızın yeteri kadar farkına varmamız mümkün müdür, yoksa dışardan bakıldığında mı görünebilir? - En içten insanların bile riyakârlıkla yoğrulmuş olduğu, birisiyle yüz yüze konuştuktan sonra o kişi sırtını döndüğü anda kendisiyle ilgili konuştuklarını bir kenara bırakışımız, - Bir insan âşık olmak için bazen ona sahip olamayacağımız hissinin ağır basması yeterliyken bazen de ona ulaşma hissinin ağır basmasının yeterli oluşu, - Gençlik ve yaşlılıkta aşkta beklentiler farklı mıdır? Gençlikte bir kadının kalbine sahip olmak yeterliyken, yaşlılıkta sırf âşık olma zevki ön plana çıkar mı? - Âşık olmak âşık olunan kişiyle mi ilgilidir, yoksa zamansal açıdan mı bir tesadüf müdür? Âşık olma zamanı geldiğinde o anda kime tesadüf ettiğinin bir önemi yok mudur? - Aynı şekilde zevklerimizin yöneldiği nesnelerin kendi içlerinde mutlak bir değeri var mıdır yoksa dönemsel ve sosyal sınıfla mı ilgilidir? - Çoğunlukla bir insanı doğru değerlendirmek için toplumdaki şöhretinin tam tersinin doğru olduğunu düşünebilir miyiz? - Bir âlim veya sanatçının entelektüel üstünlüğünü kabul ederken fikirlerinin üstünlüğü mü yoksa iyi kalpliliği mi daha çok dikkate alınır? - Aşk, minnet ve menfaat arasında hangi duygu daha baskın olarak öne çıkar? - Sevgili, metres ve hediyeleşmede sınırlar nerde başlar, nerde biter? - İki sevgiliden birinin aşırı derecede sevmesi, diğerini yeterince sevmekten alıkoyar mı? - Hazırlıksız yakalanan yalancılar uydurdukları hikâyeyi gerçeğe benzetmek için doğru ayrıntı eklerler mi? - Bir konuşmada yer alan ayrıntılara takılıp asıl aradığımız gerçeği gözden kaçırır mıyız? - Aşkla ölüm arasındaki benzerlik sadece bilinmeyen muğlaklığıyla mı ilgilidir? - Mutluluk sevdiklerimizin elinde olmaktan çıkınca bu bizi cesaretlendirir mi? - Yaşadığımız mutluluğu göremeyip kendimizi bedbaht mı sanıyoruz, yoksa bedbahtlığımızı göremediğimiz için mi mutluyuz? - Aşk ve kıskançlık dediğimiz duygular tek ve bölünmez bir bütün müdür, yoksa kesintisiz bolluğu nedeniyle bir bütünlük hissi mi uyandırır? Daha fazlası da vardı bu sorgulamaların, arkası kesilmeyen kavramlardaki boşlukların. Proust anlatımındaki çok yönlülük dolayısıyla bunların arasından en ilgimi çekenleri paylaşmak istedim. Kısaca yer vermeye çalıştığımız konular birkaç cümleyle geçiştirmenin ötesinde, okurların da sorgulamasına imkân tanıyan bir zenginlikteydi. Maddeler halinde yazılan incelemede kopukluklar olacağının farkındayım. Daha sonra okuyacaklara bir ışık tutması açısından metnin akıcılığı pahasına böyle bir yöntem tercih ettim. Yazarın özel hayatındaki çelişkilerinin ve kitabın içindeki yansımalarının farkında olarak ve bir kenarda tutarak kitabın edebi yönüne dikkat çekmek istedim. Bu kadar yoğun aforizmalardan sonra kitabın arka kapağındaki hem trajik, hem komik roman özelliklerine yapılan vurguya uygun olarak, ilgimi çeken benzetmeleri paylaşıyorum. Benzetmeler: - “Yüzmeyi yeni öğrenen, suya atlamak için etrafta fazla kimsenin olmadığı bir anı seçen yüzücü gibi, ani bir kararlılıkla.” - “İki dakika önce size kuşkuyla bakan, ama açıklamalarınızı dinledikten sonra vizenizi verip bavullarınızı açmadan geçmenize izin veren bir gümrük memuru edasıyla.” - “Karısının sapkınlığının kökenini kazıyamayan bir engizisyon yargıcının öfkesiyle.” - “Tıpkı sakarın teki ansızın gelip yaralı bir adamın tam ağrıyan yerine dokunmuş gibi.” - “Tıpkı uykusunu alamamış bir çocuk gibi, yorgunluktan ağlamak isterdi.” - “Bir hayvanın kafese ilk kapatıldığı saatlerdeki telaşını sergileyerek,” - “O zaman, önüne konulan şekilsiz bir sudan, akvaryumunda yaşadığı sürece günde yüz kere su zannederek cama çarpacak olan hafızasız ve beyinsiz bir balıktan farksızsın demektir.” Kayıp Zamanın İzinde serisi, Marcel Proust'un hayatının son 17 yılında yazdığı bir romandır. Seri, yedi ciltten oluşmaktadır: 1. Swann'ların Tarafı 2. Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde 3. Guermantes Tarafı 4. Sodom ve Gomorra 5. Mahpus 6. Albertine Kayıp 7. Yakalanan Zaman Değerlendirmeye çalıştığımız bu serinin ilk cildinde Proust, çocukluk yıllarına ve çocuğun çevresine duyduğu hayranlığa vurgu yaparak serinin temellerini oluşturur. Yazarın çocukluğunda yaşadığı rahatsızlığın yaşamı üzerindeki etkilerini görebileceğimiz bu eserinde, aynı zamanda gözlem yeteneğinin de ne kadar derin olduğuna vurgu yapabilmek için kısa maddeler halinde bir çerçeve çizmeye çalıştık. İncelemenin başında yer verdiğimiz Vinteuil’ in sonatını anlatırken yazarımız şu ifadelere yer verir: Önce piyano tek başına, eşi tarafından terk edilmiş bir kuş gibi sızlandı; keman onu işitip, adeta yandaki ağaçtan cevap verdi. Sanki dünyanın başlangıcıydı, sanki henüz yeryüzünde, daha doğrusu, diğer her şeye kapalı, bir yaratıcının mantığı tarafından kurulmuş ve ikisinin ebediyen yalnız kalacakları bu dünyada, yani bu sonatta, ikisinden başka hiçbir varlık yoktu.(s.329) Bu kadar bahsettikten sonra sonatın linkini buraya iliştirelim. https://youtu.be/u-F98knpuRQ Son olarak da kitabın her bölümünde tekrarlarına yer verilerek eserin ritmine katkı sağlayan alıntıya… Kalbinizi de burada unutsaydınız keşke, onu iade etmezdim size.(s.209) İncelemenin tam metni için, http://www.kitaphaber.com.tr/swannlarin-tarafinda-doldurulamayan-bosluklar-k4013.html Keyifli okumalar... Swann’ların Tarafı (Kayıp Zamanın İzinde Serisi 1. Kitap) Marcel Proust Çev: Roza Hakmen YKY 22. Baskı 400 Sf. (Resul Bulama)
Kayıp Zamanın İzinde'de Kaybolmak: YouTube kitap kanalımda Marcel Proust'un hayatı, bütün kitapları ve kronolojik okuma sırası hakkında bilgi edinebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=n5e0iz7fVms&list=PLCUazGfU71u9k9lNFMrvFLBIKt_9CoCql Bu incelemeyi Marcel Proust ismini daha önce hiç duymamış olanlar ya da kitaplarını okumak isteyip de okumaya çekinenler için yazıyorum. O yüzden ya bu incelemeyi hiç okuma ya da sonuna kadar oku bence. Empresyonizm, Gotik mimari, etnobotanik, Botticelli, Sistina Şapeli ve Tsippora freski, İlkbahar tablosundaki kadınlar, Liszt, Güllerin Valsi, monokl ve kikloplar arasındaki göz ilişkisi, Dante, Giotto, Floransa, Paris, Combray... Bu inceleme bütün bunların Proust dilinden Türkçe haline çevirisidir. Swann'ların Tarafı romanı Proust'un Kayıp Zamanın İzinde serisinin adımını attığı ilk romandır. 19. yüzyılda Fransa'da empresyonist diye etiketlenen adamların bir fikri vardı. O güne kadar yapılagelmiş olan eserler genel olarak dış alemdeki varlıkların aynen göründükleri gibi tablolara aktarılması yönündeydi. Fakat buna bir dur demeliydi. Çünkü hayal gücü ve duygusal yönlendirmeler kayıptı. Resimde Monet, Renoir ve Cézanne, edebiyatta ise Rilke, Joyce ve Proust gibi adamlar dünyaya resmen gözlem yapmak için getirilmişler gibiydi. İzlenimler, Swann'ların Tarafı romanında gözün kısımları olan kornea, göz bebeği, iris ve göz merceği, burunda koku alabilmeyi sağlayan mukoza, kokuyu eriten olfaktör ve respiratuar, ağızda tat alabilmeyi sağlayan tat tomurcukları ve reseptör hücreler gibi fiziksel katmanları delip geçerek insanın beyninde konumlanmış olan geçmiş zamanına misafirlik eder. Bergson ve Proust ev sahipleridir. Geçmiş zamanın tasarlanabilip diğer zamanlarla sürekli ve iç içe olmasını ortaya atmalarıyla izlenimlere ve geçmişe "Nerede kaldınız, biz de tasarlamak ve izlenimlemek için sizi bekliyorduk." derler. Swann'ların Tarafı'nda, izlenim ve gözlemlerin mimari cephelenmesi akıllara Gotik mimariyi getirir. Tanrı'nın havaya kaldırdığı parmağıymışcasına insanın önünde dikilen ve onu insan dışı proporsiyonlarıyla ezmeye çalışan mimari bir perspektif vardır. İnsan, roman içerisinde sevgiyi ve gerçekliği ararken Proust'un virgüllerinin kemerlendiği, cümlelerinin Gotik mimarideki binaların göğe doğru uzanma istekleri gibi uzadığı, altarlarda okurun kanının Tanrı'ya sunulduğu satırlar arasında bulur kendisini. Proust'un cümleleri Gotik mimarisi tarzındadır. Uzunluğuyla, haşmetleriyle ve özünde sosyete yozlaşmışlığıyla bunun etkileri çok net bir şekilde görülür. Biz düz insanlarızdır. Aldığımız kokular, tattığımız yiyecekler, gördüğümüz çiçekler, böcekler, dokunduğumuz insanlar hayatımız içerisinde genelgeçer bir sınır içerisinden ilerler. Swann'ların Tarafı'nda zaman ülkesinin sınır nöbetçisi Proust'tur. Bu sınır kapısını istediği zaman açar ya da kapatır. Sınırın diğer tarafına geçmeyi sağlayan çit kimi zaman bir çocuğun annesi tarafından çocuğa iyi bir gece dilenmesi arzusu kimi zaman uyku ve uyanıklık arasındaki muğlaklık kimi zaman Rönesans üslubundaki koroyerleri kimi zaman etnobotanik dalına hizmet eden peyzaj ve çiçek izlenimlerinden oluşur. Kimi zaman? Kimi zaman? İşte bu soru, zamanı "kim"leştirmeye doğru götürür bizi. Hayatımızın kadını/erkeği olacak insanın yüzünü kâh Sistina Şapeli'ndeki Yetro'nun kızı Tsippora freskinde Tanrısal ve nötr bakışlarda kâh Botticelli'nin İlkbahar tablosundaki kadınların kararsızlığıyla buluruz. Çünkü 5 duyu Proust'un elinde Swann ailesi, Odette ve anlatıcının ailesi arasında resimleri dinlemek, müzikleri tatmak, yiyecekleri daha tatmadan görmek, dokunduklarını işitmek ve koku aldıklarına dokunmak gibi sinestezik dallara ayrılır. 5 duyu Proust'un ağacı, dallar sinestezik izlenim araçları ve meyveler ise Kayıp Zamanın İzinde serisinde henüz okuduğum bu kitap -ve muhtemelen devam niteliğindeki diğer kitaplar-dır. Dante'nin "O bir zanaatkar değil, sanatçı. Adam olun!" dediği Giotto'nun kobalt ve çinit renklerindeki mavi dünyasını, benim de Proust'a "O sadece bir yazar değil, sanatçı!" dediğim ve yanakla göz arasına sıkıştırılan tek camlı gözlük olan monokl aracılığıyla geçmişlenmeye çalışırken Proust, geçmişte daha da geriye giderek mitolojik ve tek gözlü bir canavar olan Kiklop'un gözünden de geçmişinizi tasarlamayı size öğretebilir. Çünkü nihayetinde gördüğünüz ve izlenimlediğiniz dünya Swann'ın ve anlatıcının gözlerinin sıvılaşıp geçmişleşme reaksiyonu gibi okurunu da geçmişleştirir. Kitabı okurken kendinizi Güllerin Valsi dinlerken, Tsippora freskine bakarken, Rönesans'ın doğduğu Floransa'da bulurken, Paris'teki sosyeteyi hafiften eleştirirken buluyorsanız, doğru yerdesiniz. Proust'un kayıp zamanın izinde... Proust, Swann'ların Tarafı'nda dinlediğiniz müziklerin sizin geçmişinizde açtığı boşlukları kadınlarla kapatmaya çabalar. Zira, müzikler, piyano ve keman, akdikenler ya da bütün etnobotanik dalı gözeneklerinizin nefes almasını bir kadınla sağlatmaya çalışıyor olabilir. Çiçeklerin anlık olarak insanın gözlerinin önünde yeşermesi etkisiyle 1922'de ölen Proust'un 1947'de tedavi olarak kullanılmaya başlanan LSD deneyimlerini hatırlatıp "Acaba Proust bir de Kayıp Geleceğin İzinde yazar mıydı?" diye sorduran, Floransa yapı ustalarının fresk işçiliğindeki mimari yeteneklerini geçmişe aşk tutkalıyla yapıştıran, çiçeklerin toprağına, suyuna, güneşine bağlılığı gibi insanların da müziğine, geçmişine, kadınına bağlılığını izlenimcilik ve kesilmeyen bir gözlemle anlatan bir kitaptır Swann'ların Tarafı. Peki şu an tam olarak neredeyiz? Zamanın taşlarını elinde istediği gibi yöneten bir adam bütün insanların şimdiki zamanını tasarlamasına karşılık bir fikir getiriyorsa bence orada olmalıyız. Nerede? Tabii ki de Kayıp Zamanın İzinde. (Oğuz Aktürk)
Kollektif Bellek ve Zaman’da bellek olmasaydı ve geçmişi hatırlayamasaydık zamanın içinde bulunduğumuzun ve bu süreç içinde bir yerden başka bir yere taşındığımızın bilincine varabilmemiz mümkün olmazdı, der (bkz: Maurice Halbwachs). Fakat neleri, ne kadar ve nasıl hatırlayabildiğimizi açıklayabilmek zordur. (bkz: Kayıp Zamanın İzinde) yürürken Marcel Proust’un başardığı en önemli şey belki de budur. Belleğin bunca ayrıntıyı saklayabildiğine okuyucuyu inandırabilmek… Swann’ların Tarafı –bu serinin ilk kitabı- üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümde kahraman anlatıcı çocukluğunu geçirdiği, Fransa’nın sayfiye yeri olan, Combray anılarını anlatır. Anne, baba, büyükanne, dede, halalar ve ziyaretçilerle oldukça zengin bir şahıs kadrosunun en ince ayrıntısına kadar çizilen portreleri, tahlil edilen karakterleri; ister istemez insana bunca şeyi çağırabilen belleğin gücünün inanılmazlığını düşündürür. Kahramanın anne bağımlılığı bu bölümde en çok vurgulanan yönüdür. Baba ve oğul Swann’lardan bu bölümde pek bahsedilmez. Onları ev halkının gözünden ve onların bakış açısıyla sunar kahramanımız, çünkü kendisi henüz çocuktur ve tek derdi, Swann geldiğinde erkenden yatağına gönderildiği için, annesiyle yeterince vakit geçirememek ve uyumadan önce vereceği öpücüklerden mahrum kalmaktır. Anne ve babanın çocuk üzerindeki tesiri oldukça çarpıcıdır bu bölümde fakat bu daha çok çocuktaki farklılığı, sıra dışı hassasiyet ve duyarlıkları çözmemizi sağlar. Bu bölüme damgasını vuran bir başka unsur da doğa betimlemeleridir. Doğanın kahramanın üzerindeki etkisi ve belleğine işlenişi abartılı gelebilir ama duyguları hep uçlarda yaşayan sıra dışı bir kahraman var karşınızda, unutmayın! İlk bölümde çözemediğim bir durum var ki o da sadece 85. Sayfada kahramanımızın anılarını anlatırken hitap ettiği kişinin kim olduğudur. Şöyle ki: “Combray’deki bahçede, kestane ağacının altından geçen, kendi hayatımın sıradan olaylarını özenle ayıklayıp yerine pınarların suladığı bir diyarın ortasında, garip maceralar ve özlemlerle dolu bir hayatı koyduğum o güzel pazar öğleden sonraları, hâlâ sizi düşündüğümde bana o hayatı hatırlatırsınız…” Her kimse bu muhatap sanki anılar ona yazılmış gibi ama bunu sadece burada görüyoruz. Serinin devamında ortaya çıkacaktır diye düşünüyorum. Neyse geçelim ikinci bölüme, yani birinci cildin başkişisi olan M. Swann’ın hayatının ayrıntılarıyla anlatıldığı bölüme. O kadar ayrıntılı ki birinci bölümde çocukluk anılarını anlatan kahramanımız bu bölümde Swann’ın ve çevresindeki kişilerin aralarında geçen olaylardan tutun da, yalnızken düşündüklerine, en mahrem hislerine, rüyalarına hatta kendilerine bile itiraf edemedikleri gerçeklere kadar her şeylerini anlatır bize. “Bütün bunları nereden bilecek canım, ilahî (hakim) anlatıcıdır o, postmodern romanda olur böyle şeyler!” Diyebilirsiniz. Fakat sayfa 185’ten sonra 277’ye kadar unuttuğumuz kahraman anlatıcı birdenbire şöyle karşımıza çıkar mesela: “Çünkü Swann bu sayede, sancılı bir ateş içinde yaşıyordu; aynı duygu Odette’i Verdurin’lerde bulamayıp bütün gece aradığında da aşkını su yüzüne çıkarmaya yetmişti. Üstelik Swann, benim çocukluğumda Combary’de yaşadığım, akşam olduğunda tekrar doğacak olan ıstırapların unutulduğu mutlu gündüz vakitlerinden yoksundu.” Kitabın en uzun bölümü olan (179 sayfa) ikinci bölümde Swann’ın aşkı üzerinden hem müthiş bir karakter tahlili yapılırken hem de Paris yaşamı ve insanları anlatılır. Bu kadar geniş bir çerçeveyi anlatmak için farklı anlatıcıların kullanılması gerekir tabii ki ama bunca sayfada sadece “beş” kez birinci tekil şahıs kullanan kahramanımızdan ben koptum açıkçası ve araya hiç girmeseydi keşke, dedim. Üçüncü ve en kısa bölümde zaten geri döner kahraman anlatıcımız ve Swann’ın onun için öneminin sebebini anlarız. Artık o kadarını da söylemeyeyim. Bu incelemeyi, kitabı okumuş olanların okuyacağını farz ederek yazdım. Fazla uzatmamak için de örnekleri kısmak zorundaydım, bu sebeple meramımı anlatabildim mi emin değilim. Kitaptan yaptığım alıntıların çokluğuna bakarsanız –ki altını çizdiğim daha birçok yer var- beni ne kadar etkilediğini anlarsınız zaten. Proust, herhangi bir istence bağlı olmadan bazı anıları hatırladığında “kendini vasat, sıradan ve ölümlü hissetmediğini” söyler. (Swann’ların tarafı 50-51) ben de onu okuduğumda kendimi vasat, sıradan ve ölümlü olmaktan kurtulmuş hissettim. (Elif Osmanoğlu)
Swann'ların Tarafı PDF indirme linki var mı?
Marcel Proust - Swann'ların Tarafı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Swann'ların Tarafı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Marcel Proust Kimdir?
Fransız modern edebiyatının temsilcilerinden Marcel Proust, 10 Temmuz 1871'de, Paris yakınlarındaki Auteuil'de doğdu. Babası varlıklı bir profesör olan Adrien Proust ile annesi Jaenne Weil tarafından Paris'te büyütülen Marcel Proust, 10 yaşına geldiğinde bir astım krizi geçirdi ve bundan sonraki yaşamında hastalıkların pençesinden kurtulamadı. Hastalığına rağmen okulunu başarılı bir öğrenci olarak tamamladı ve askeri hizmetinden sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girdi. Bir yandan üniversiteye devam eden Proust bir yandan da Sorbonne'da felsefeci Henri Bergson'un derslerine katılıyordu. Ailesinin maddi varlığı nedeniyle rahat yaşamı garanti altına alındığından, mesleki bir eğitime gerek duymayan Marcel Proust, tüm zamanını küçüklükten beri ilgi duyduğu yazarlığa ayırmaya karar verdi. Düzyazıları ve makaleleri 1892 yılından itibaren çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmaya başladı.
1895'ten itibaren Eğitim Bakanlığı'nda çalışmaya başlayan Marcel Proust, Bakanlık'ta kaldığı beş yıl içinde Hazlar ve Günler adlı öykü kitabını yazdı. Gerek eleştirmenler gerekse okur tarafından pek başarılı bulunmayan bu eser bir anlamda yazarın bundan sonra ele alacağı konuların açıklanması açısından önem taşıyordu: Yabancılık çekilen bir dünyadaki yalnızlık ile kendi kimliğinin arayışı içindeyken aşk, hastalık ve zamanın etkileri.
Proust, ilk kitabının ardından sekiz yıl boyunca bir kitap üzerinde çalıştı. Kitabı tamamlamasına çok az bir zaman kala uğradığı hayal kırıklığı nedeniyle sekiz yıllık uğraşının ürünü kitabını yırttı ancak onu atamadı. 1952'de Jean Santeuil adı altında yayınlanan bu kitap yazarın başyapıtı olarak değerlendirilen Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde/Kayıp Zaman İzinde adlı romanın bir tür hazırlık çalışması olarak değerlendirildi. Jean Santeuil'in odak noktasının anlatıcının subjektif öyküsü oluşturmuştur. Yazar bu eseriyle geçmiş olaylarla ilgili duyguların içinde bulunulan anda yaşanılanlardan daha kuvvetli olduklarını kanıtlamak istiyordu. Düşüncelerini vurgulamak için her şeyin tekrarlandığı bir anlatım biçimi uyguladı. İlk anlatılanda olayların gerçekten olup bittiği zamanı diğerinde ise akılda kalanları anlatıyordu.
1903 yılında babasını kaybeden ve annesiyle birlikte yaşayan Marcel Proust'un yaşamındaki en önemli olaylardan biri 1905'te annesi Jaenne Weil'i kaybetmesidir. O tarihte 34 yaşına giren eşcinsel yazar için annesi hayatının en önemli kadınıydı. Geçirdiği sinir buhranlarından ve gördüğü tedavilerin ardından Proust, deneme yazılarında önemli edebiyatçıları ve felsefecileri inceledi. Bunların başında çalışmalarını Fransızca'ya çevirdiği John Ruskin ve eleştirilerinin hedefi olan Charleb Augustin Sainte-Beuve geliyordu. Aynı dönemde üzerinde çalıştığı Bergson'un bilgi kuramı, Proust'un anlatım tekniğini düzeltmesindeki en önemli etkendir. 1908'de kaleme almaya başladığı ancak 11 yıl sonra yayınlanan Taklitler ve Seçmeler adlı yapıtı başyapıtı için ön çalışma oldu.
1908'den sonra tamamen inzivaya çekilerek hiç ara vermeksizin yedi bölüme ayırdığı Geçmiş Zaman Peşinde adlı dizi romanı üzerinde çalıştı. Bu roman 1927'ye kadar 15 cilt ve yedi bölüme ayrılmış olarak yayınlandı. 1913 Swannların Semtinde çıktıktan sonra onu izleyen diğer bölümler; Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, Guermanteslerin Semtinde, Sodom ve Gomorra, Mahpus Kadın, Kaybolan Albertine, Yeniden Kazanılan Zaman yayınlandı.
Otobiyografik bir havanın estiği bu roman dizisinde birbirine paralel iki düzlem bulunmaktadır. Proust'un yaşantısından alınan tek tek epizotlar, burjuvazinin tam bir tablosu ve en ince ayrıntılara kadar araştırıp anlattığı aristokrasinin çöküşü olarak yoğunlaşır. Proust bunu yaparken şimdiki zamana ve geçmişe ait bilinç içindekileri çağrışımlı olarak birleştirmek amacıyla olayları kronolojik bir sıraya koymadı. Geçmiş zaman anımsama yoluyla ve birinci şahıs olarak öyküyü anlatan kişinin içsel birliğine uyan kayboluşu zaman yeniden kazanılmaktadır. Sürekli geriye bakışlarla yaşam daimi bir dolaşım halindedir. Roman dizisinin sonunda şair yani Proust, kendi yaşantısını anlatan romanı yeniden yazmaya karar verir. Yazar anlattığı düşünceleri doğrudan doğruya yansıtabilmek için edebi teknik olarak iç monoloğu kullanmıştır. Benliğin zaman içindeki psikolojik değişimi ile güncel ve eski olayları bir bütün haline getirerek insanın ruhsal yaşantısını işleyen Marcel Proust, 18 Kasım 1922'de, Paris'te yaşamanı yitirdi.
Eserleri
Roman: Swannların Semtinde (Du cote de chez Swann, 1913), Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde/Geçmiş Zaman İzinde (A la recherche du temps perdu,1918), Guermanteslerin Semtinde (Le cote du Guermantes, 1920), Sodom ve Gomorra (Sodome et Gomorrhe, 1921), Mahpus Kadın (La prisonniere, 1923), Kaybolan Albertine (Albertine disparue, 1925), Yeniden Kazanılan Zaman (Le temps retrouve, 1927), Taklitler ve Seçmeler (Pastiches et melanges, 1919)
Öykü: Hazlar ve Günler (Les plaisirs et les jours, 1896)
Marcel Proust Kitapları - Eserleri
- Hazlar ve Günler
- Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde
- Okuma Üzerine
- Kayıp Zamanın İzinde
- Swann'ların Tarafı
- Guermantes Tarafı
- Sodom ve Gomorra
- Mahpus
- Albertine Kayıp
- Yakalanan Zaman
- Sainte-Beuve'e Karşı
- Swann'ın Bir Aşkı - I
- Edebiyat ve Sanat Yazıları
- Swann'ın Bir Aşkı
- Üst Kat Komşusuna Mektuplar
- Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde - I
- Swann'ın Bir Aşkı - II
- Aşk Karşılıklı İşkencedir
- Kayıp Zamanın Etrafında
- Kibarlar Âlemi - Kayıp Zamanın İzinde
- Lemoine Vakası
- Prenses'e Mektuplar
- Swann'ların Tarafı - Combray
- Kalan Son Güzel Kağıdım
- Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde - II
- Swann'ların Tarafı - Memleket İsimleri: İsim
- Kıskançlık
- Swann'ların Semtinden 2. Cilt
- Vikont’un Ölümü
Marcel Proust Alıntıları - Sözleri
- ".. hangi aşkın yarası Öldürdü sizi terk edildiğiniz o sahillerde!” ______ (Hazlar ve Günler)
- Hayatta önemli olan, neyin sevildiği değil, sevmektir. (Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde - I)
- Kuşlar gelene dek ağaç, panjurları kapalı, boş, ölü bir ev gibidir. (Kayıp Zamanın Etrafında)
- "Ya acı çekmekten ya da sevmekten vazgeçmeliydim." (Kıskançlık)
- “Saçma sapan izler peşinde değerli zamanlar yitirirken hiç farkına varmadan gerçeği ıskalarız.” (Kıskançlık)
- Bizler, başkaları için konuşup kendimiz için susarız. Ayrıca sessizlik, konuşmanın aksine kusurlarımızın ve yapmacıklığımızın izlerini taşımaz. (Okuma Üzerine)
- Kıskançlık, bir türlü kovulamayan, türlü türlü biçimlerde hortlayan bir iblistir. (Kıskançlık)
- Ne yazık ki onları kendi içimde aramak zorundaydım, çünkü insanları değiştiren zaman, onların içimizde sakladığımız suretlerini değiştirmez. _____ (Yakalanan Zaman)
- İnsanın birini kendine âşık edebilmek için ne içtenlik göstermesine hatta ne de yalanı iyi kıvırabilmesine ihtiyaç var. Burada aşk derken karşılıklı bir işkenceden bahsediyorum. (Kıskançlık)
- Başkalarının ne düşündüğünden bana ne? Duygulara ilişkin konularda başkalarıyla ilgilenmek bence çok abes. İnsan kendisi için hisseder, elâlem için değil. (Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde)
- .. Araba beni, tek gerçek olduğuna inandığım, beni gerçekten mutlu edebilecek şeyden uzağa sürüklüyordu; hayatım gibi. _____ (Kibarlar Âlemi - Kayıp Zamanın İzinde)
- (...) çünkü aşkla ölüm birbirine benzer; her ikisi de bizi gerçekliğini kavrayamamaktan korktuğumuz kişiliğin sırrını daha derinlemesine sorgulamaya iter. (Swann'ın Bir Aşkı - II)
- Bütün iyi kitapları okumak, bu kitapların yazarı olmuş geçmiş yüzyılların en değerli insanlarıyla konuşmak gibidir. (Okuma Üzerine)
- Hor görülseler bile fikirlerin,sokuldukları zihinlerde hemen ölmediklerini,etkilerini orada sürdürdüklerini biliyorum… (Prenses'e Mektuplar)
- "Mutluluğumuz sadece kaygımızın bitişine bağlıdır." (Albertine Kayıp)
- "Allah hikmeti dilediğine verir." Bakara 269 (Üst Kat Komşusuna Mektuplar)
- Kitaplarımızda genel olarak bahsettiğimiz şeyler bizde ilhamı neyin tetiklediğini gösterir, çok geçmeden zihnimize bütün gücüyle hakim olan şeyi görürüz. (Edebiyat ve Sanat Yazıları)
- Tıpkı bazı mutluluklar gibi bazı felaketler de fazlasıyla gecikirler ve bir süre önce gelseler içimizde ulaşacakları boyuta ulaşamazlar. (Albertine Kayıp)
- "Soluk aynalar ve sönmüş alevler" en değerli lütuf; ve kuşkusuz hâlâ o aleve boyun eğerek (bu defa Baudelaire'den değil Hugo'dan bir alıntı: "O (kadın) yarı canlıydı, ben yarı ölü") (Prenses'e Mektuplar)
- “Çoğunlukla nefret ederiz kendimize benzeyenden, kendi kusurlarımızı dışarıdan görmek bizi çileden çıkarır.” (Kıskançlık)