matesis
dedas

Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı - Mustafa Kutlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı kimin eseri? Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı kitabının yazarı kimdir? Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı konusu ve anafikri nedir? Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı kitabı ne anlatıyor? Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı kitabının yazarı Mustafa Kutlu kimdir? İşte Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 01.03.2022 12:00
Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı - Mustafa Kutlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Mustafa Kutlu

Yayın Evi: Dergah Yayınları

İSBN: 9789759953096

Sayfa Sayısı: 164

Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Türk hikâye sanatının önemli isimlerinden Mustafa Kutlu, 2000 yılından beri, düzenli olarak her yıl bir hikâye kitabı yayımlıyor. Bu kitaplar sırasıyla; Uzun Hikâye, Beyhude Ömrüm, Mavi Kuş, Tufandan Önce, Rüzgârlı Pazar, Chef, Menekşeli Mektup, Kapıları Açmak ve Huzursuz Bacak...

2009'un kitabı ise Ağustos ayının ilk haftasında okuyucuyla buluşan Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı oldu.

Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı, esasen günümüzde bir kitapseverin hususi çerçevesini vermek isteyen bir çalışma. Esere edebi mahiyet kazandıran husus, hem modern kurgusundan hem de uzun hikâye formatındaki anlatımından kaynaklanıyor. Temel niteliği ise bir tutku hikâyesi oluşunda aranmalıdır. Çoğu tutkular gibi sahibini bir başına bırakan ve dramatik sona doğru götüren bir serüvenin hikâyesi...

Yazar, Tahir Sami Bey'in kişiliğindeki temelleri üç kuşak öncesine kadar götürüyor. Asıl işi ve çalıştığı mekân, esrarengiz denilebilecek yapısıyla okurda merak uyandırıyor. Biz özellikle bu kitapta "özel hayatın" ele alınış ve irdelenişini arayabiliriz. Ama yazar burada bir psikolojik tahlil ve kışkırtıcı bir açılım yerine; toplumumuzun değer hükümlerine bağlı kalarak meselenin özüne işaret etmekle yetiniyor.

Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı Alıntıları - Sözleri

  • Sizleri de tek tek şu gökkubbenin altında mutlaka bir bekleyen vardır. Karşılaşmak!... Ah, onu bilemem. Onun adı Kader.
  • Bütünü kapsayan güzellik sizi alıp götürebilir. Aldanmayın. Asıl güzellik ayrıntılarda gizlidir.
  • Zaman geçer, doğan ölür, elde bir kuru nam kalır.
  • Kimse kimseyi yeterince tanıyamaz.
  • Kitaba önem vermeyen toplum nasıl ayakta kalır, nasıl yaşar?
  • Önemli olan ilk adımdı. Gerisi nasıl olsa gelirdi.
  • İlk ayrılıktı bu...
  • Daha tanışalı iki dakika oldu, neredeyse boynuma sarılacak. Ama ona hak veriyorum, yılların özlemiyle beklediği adam birden karşısına çıktı. Vay be! Görüyorsun aziz okuyucu, birden "Beklenen adam" olup çıktım. Ama buna şaşırmayın. Sizleri de tek tek şu gökkubbenin altında mutlaka bir bekleyen vardır. Karşılaşmak!… Ah, onu bilemem. Onun adı kader.
  • Göçüp giden gençliği geri döndürmek mümkün değildi.
  • Sizleri de tek tek şu gökkubbenin altında mutlaka bir bekleyen vardır. Karşılaşmak!... Ah, onu bilemem. Onun adı kader.
  • “... En doğrusunu minibüslerin ardına yazıyorlar." -"Nedir o?" - "Bir ben değil, herkes hasta.”
  • Yaş kırkı geçtikten sonra günler çabuk geçmeye başlar. Elliden sonra seneler.
  • Kitaba önem vermeyen toplum nasıl ayakta kalır,nasıl yaşar?

Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Hayat sürprizlerle dolu..: Mustafa Kutlu; Erzincanlı bir öğretmen, yazar, yayın yönetmeni ve senarist. Kendine has hikâyeciliğiyle nam salmıştır. O, açık bir sadelikle ele aldığı hikâyelerinde abartılardan, uzun betimlemelerden, sanatlardan kaçınarak ''hikmet''in peşinde koşar. Yaşanan bireysel ve toplumsal çarpıklıklardan hikmetler devşirmeyi kendine vazife bilir. Bizi biz yapan kültürel değerlerimizi anlatır eserlerinde, geleneksel çizgiden taviz vermez. 'Bir zamanlar şöyle idik, bu hâle geldik' şeklinde okuyanı düşünceye sevk eden kıyaslamalara; gelenek-modern, taşra-kent çatışmasına yer verir, geçmişe çokça özlem duyulmaktadır. Eserlerinde dikkat çeken husus ise; bazı kesimlere gönderme niteliğinde olan ülkemizin güncel sorunlarını yansıtmış olmasıdır. Bu hâliyle sanki sosyal mesaj kaygısı güden bir yönetmen gibi gelir bana Kutlu.. Öte yandan sayfalar arasında; gezme tutkusu, ayrıntılara önem vermesi, teknolojiyi sevmeyişi, teknik aletlere mesafeli oluşu gibi yazarın hayatından izler görmek mümkündür. (Örneğin bu eserinde, Erzincan Kemaliye'den İstanbul'a göçen bir aile olarak bahseder kendinden.) Hikâyelerindeki kahramanların Cemil Meriç'i (Kitaplardaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim.) haklı çıkarır nitelikte, gerçekte var olamayacak kadar iyi, dürüst, hayalî kişiler olduklarını düşünürüm. Mustafa Kutlu kitapları şahsımda hep ''huzur'' hissi bırakmıştır. Onun eserlerini okurken zaman nasıl geçiyor, kitap nasıl bitiyor anlamazsınız. Kutlu okurları bilirler ki; yazarın yalın, okurunu sıkmayan, rahat bir anlatımı vardır. Bu açıdan dinlendiricidir. Yazarın okuruyla hasbihâl ediyormuşçasına yazdığı kitapları ilgi çekicidir ve satır aralarında varlığını belli ederek okurlarının ne düşündüğünü tahmin eder, yer yer okurlarına seslenerek müdahalede bulunur. Yazdıklarının arasına kendi düşüncelerini serpiştirir. Bu kitabını yazarken farklı bir teknik kullanmış, kendisini kitabın içine katmıştır. Geleneksel anlatı ile postmodern anlatı iç içe geçmiş şekildedir. Yazar-anlatıcının adının Mustafa olması, eserin gerçek yazarı Mustafa Kutlu'nun kurgunun bir parçası olduğunu hemen belli eder. Buna kurgu içinde kurgu (edebiyat terimi olarak, üst kurmaca) da diyebilebiliriz. Öte yandan kitapta da belirtildiği üzere; hikâyenin içine alışılmadık bir şekilde tekzip/bilgilendirici not almıştır. Kitabı kabaca iki bölüme ayıracak olursak, ilk bölümde Gazeteci Mustafa Bey'in, Tahir Sami Bey ile tanışması, onunla sohbet edip hayatını ilginç bulması, sonra da onun hayatını kaleme alışı anlatılır. Tam da bu noktada kitabın da adı olan ana temayı görmüş oluruz: özel hayat.. Kitapla birlikte ''özel hayat'' kavramı için kelime dağarcığımızı şöyle bir yoklarız.. Yazar günümüzdekine tezatla özel hayatın üzerinde hassasiyetle durur, edebiyatın edep çerçevesinde devam ettirilmesi gerektiğini savunur ve bu bağlamda edebiyat kelimesinin kökeni olan ''edeb/âdâb''i işaret eder. Hemen hepimizin sosyal hayatının yanı sıra bir de özel hayatımız vardır ve özel hayatın bireyselliği, mahremiyet konusu kültürümüzde çok önemlidir, herkesle paylaşılmaz. Bu bakımdan Gazeteci Mustafa Bey, Tahir Sami Bey'in hayatını çay sohbetine katık ederken onun anılarını kitap haline getirmek istemesi Sami Bey'i bir anda haklı olarak rahatsız eder ve buna karşı çıkar. Ancak Tahir Sami Bey, her ne kadar bu özel hayatının dışarıya servis edilmesine sıcak bakmasa da; yazar, geleneklerimiz, ahlâkımız gereği özel hayatın gizliliğinin barındırdığı kutsallığı ifade ederek mahremiyet sınırlarına uyacağına dair söz verip onu yumuşatmayı başarır. Böylece Tahir Sami Bey'in hikâyesi yazılmaya başlanır. Kahramanın araya girip doğruları vurgulamasıyla bu sefer yazar, ona verdiği sözden önce edebiyatın kurallarına bağlı kalarak kurguya devam eder. Nihayetinde bu bir hikâyedir ve gerçeği tıpatıp yansıtmaz; yazar, kişi ve olayları kendince işler. Bu noktadan sonra hikâyenin ne kadarının gerçek, ne kadarının kurgu olduğunu, yani yazarın Tahir Sami Bey'in hayatının ne kadarını değiştirerek yazdığını bilemeyiz ve bu bilemeyiş kafamızda hep bir soru işareti olarak kalır. İkinci bölümde ise Sami Bey'in gerçek hayatı ile kurgu arasındaki hikâyeye tanıklık ederiz. Hikâyenin başkahramanı olan Tahir Sami Bey; sakin, durgun, kendi hâlinde, kitap sevdalısı, çocukluğunu yaşayamamış, hep büyüklerle oturup kalkmış ve ablalarının tahakkümü altında yetişmiş, bu yüzden hep olgun davranmak zorunda kalmış silik bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Baba mesleği ciltçiliğe devam ederken zamanın koşulları gereği arşiv memurluğuna geçiyor. Kitaplara olan düşkünlüğü yönüyle kitapseverleri kendine ısındırıyor. Kitaplarla yoğrulmuş Tahir Sami Bey'in hayatı da kitap gibidir, desek yeridir. Onun kitap düşkünlüğü öyle bir aşamaya gelmiştir ki; ''Kitap aşkı başka sevda kaldırmaz. Kitapsever mücerret bekâr kalmalıdır.'' inancıyla evlenmez. Tahir Sami Bey aynı zamanda, Anadolu-köy kültürüne meraklıdır. Köylerle ilgili araştırma yapmak ister. Köylerle ilgili kıymetli yazınları toplayarak ''köy koleksiyonu'' oluşturur; maniler, türküler, unutulan eski âdetleri bir dergide tekrar gündeme getirerek modern dünyanın unutturduğu değerleri tekrar hatırlatma çabası içindedir. Bu noktada köy ve köy sorunlarının akademik camiada görmezden gelinmesi ve bu konuda yapılan ilmi ve kültürel faaliyetlerin hak ettiği değeri görmemesi (bahsi geçen köy dergisinin tutmaması) haklı olarak eleştiriye tâbi tutulmuştur. Hem; ''Bu memlekette kültüre hizmet edenlerin kadri ne zaman bilinmiş ki..'' Hazin bir şekilde hayatı sona eren Tahir Sami Bey, ömrünü adadığı gâyesine ulaştı mı ulaşmadı mı, okurun zihninde soru işareti bırakıyor. Yazar, geleceğe atıfta bulunurken bazı şeyleri meçhul bırakmayı tercih etmiş. Mustafa Kutlu hikâyelerinin bir başka özelliği, fâni dünyanın geçiciliğini yansıtmasıdır. Hikâyelerde sıradan, sade, tekdüze bir hayatı olan kahramanlar anlamlı bir hayat yaşarken bir bakarsınız bir anda ölüverirler. Bu yüzden onun hikâyelerini okuyanlar ölümlere alışıktır. Ölüm yaşamın bir gerçeği olduğu için, yazar bizleri dünya hayatının bir oyalanmadan ibaret olduğunu ve bizim de yapacağımız eylemler hususunda oyalanmamamız gerektiğini ikaz eder bir bakıma. Yazar, Tahir Sami Bey'in hayatını üç nesil öncesinden başlatarak anlatır. Onun yalnızlıkla geçen hüzünlü yolculuğuna çıkarır bizleri. Mekânın insan üzerindeki etkisinden bahsedecek olursak devlet dairesi, Tahir Sami Bey'in cisimleşmiş hâlidir bir bakıma; zamana ayak uyduramayan, hayattan umduğunu bulamamış, bir köşede kendi varlığını sürdürmeye çalışan.. Kalabalıklar arasında yaşadığı, alışkanlıklarına bağlı münzevi hayatıyla Tahir Sami Bey'in kişiliği, Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sındaki Raif Efendi ve Gogol'un Palto'sundaki Akakiy Akakiyeviç'e benzer. Dışarıdan alelâde görünen ama içinde tabir yerindeyse ''deli taylar dolaşan'' insanlardan. Burada durup bir düşünmek gerekirse, kendi çevremizde de bilmediğimiz Sami Beylere rastlamak mümkün, haberimiz olmayabilir. Kim bilir.. belki de bu kişilerin iç dünyaları bizim tahayyül sınırlarımızın çok üstünde olabilir, kimseyi küçümsememek gerek.. Eser bize Tahir Sami Bey'in özelde hayatı, genelde ise toplumsal yapı ve insanımızın hayata karşı bakışını göstermektedir. Yazar, Tahir Sami Bey'in hayat yolculuğunda aslında bir dönemin panoramasını çizip o dönemi eleştiriyor. Örneğin; modern zamanın teknolojisi ile yok olmaya yüz tutan mesleklerden biri ciltçiliktir. Günümüzdeki matbaa teknolojisi gelişmiş olup, seri üretim yapıldığından bir el zorluğu yoktur. Teknoloji bu yönden fayda sağlarken, zanaat meslekleri ve el emeğine dayalı ruh taşıyan ürünler kaybolup yitmektedir. Bunu şu ifadelerde görmekteyiz: ''Ciltçilik mesleği kan kaybetmeye devam ediyordu. Yazma eserler yok denecek kadar azalmış, onların yerini basma kitaplar almıştı. Basma kitaplar ya kendinden kapalı oluyor veya uyduruk karton kapaklar takılıyordu. İplik dikiş yerine Avrupa'dan ithal edilen tel dikiş makineleri çoğalmış, yayın işi yapanlar maliyeti iyicene ucuzlatan bu usule meyletmişti.'' Başka bir örnek; Doğu ve İslâm kültürünün eşyaya bakışı ile Batı'nın materyalist yaklaşımı oldukça zıttır. ''Bir binanın mimarisi önemlidir, bu doğru; ama o binada yaşananların yanında nedir yani.'' diyerek anlatıcı yazar, binanın içinde geçen yaşanmışlıkların yanında mimarinin çok da önemli olmadığı kanaatindedir. Yazar ayrıca eski devlet daireleriyle günümüzün modern ofis anlayışını kıyaslayıp eleştirir. Bir emeklinin bir kahvehanede konuşacak insan bulamamasına, eski zaman esnaflarının yalnızca mal alıp satmadığı, aynı zamanda dostluğun, sohbetin koyulaştığı dükkânların artık olmadığına serzenişte bulunur. Kitapta yan kahramanlardan birinin gazeteci-yazar denilince aklına gelen ilk şeyin magazin olması, modernitenin topluma gereksiz bilgiler dayattığını yüzümüze vurur. Değişen dünya ile insanların hayat tarzı da değişmektedir. Ahşap evler yıkılıp yerine beton binalar yapılmıştır. Satır aralarında ''apartımanların semte sirayet etmesi'' şeklinde bahsedilmiş olup sirayet kelimesinin hastalığın yayılması, bulaşması anlamlarından hareketle apartmanların şehirlerimize bir hastalık gibi yayılmasını, doğal olandan uzaklaştığımızı, sunileştiğimizi acı bir şekilde gözler önüne serer. Modern dünyada paraya tamah etme, refaha kavuşma, servet sahibi olma ile birlikte değerlerimizden (kültürel mimari) vazgeçilmiştir. Dikkat çeken başka bir husus; Tahir Sami Bey'in köy dergisi için yazdığı bir yazıda tarımdan bahsedilmekte, Türkiye'nin daha düne kadar kendi kaynaklarıyla kendini besleyebildiği güçlü bir ülke iken bugün buğdayı bile ithal edecek duruma düşmesini eleştirir. Mustafa Kutlu bir konuşmasında şöyle diyor: ''Kahvehanelerde geçti benim ömrüm. Yazdığım, okuduğum her şeyi kahvehanelerde yazdım. Fon müziği gibi gelirdi bana. Konsantrasyon çok fazlaydı. Hem yazarken hem okurken hiç etkilenmezdim. Bana çok iyi gelirdi yani. Bu geçen dönem içerisinde bu insanlarla ama her türlü insanla içli dışlı olmam bana çok büyük bir kütüphaneler dolusu tecrübe kazandırdı, bilgi kazandırdı. Ben Türk insanının tanıyorum. Bizde bir sürü yalnızlık romanları falan filan yazılıyor. Yalnızım, çok yalnızım, çok kötüyüm, durumlar ne olacak falan diye. yok böyle bir şey yani. Yalnızlık Allah'a mahsus. Biz, bizim kültürümüz yalnızlığa izin vermez. Kitaplarımın sevilmesinin, tutulmasının, çok okunmasının bir tek sebebi vardır. O da samimi olmaktır.'' Hakikâten samimi olmak okuyucuyu yazara daha çok yakınlaştırıyor. Bir kişi okuduğu hikâyede kendinden bir şeyler buluyorsa, hele içinde kalan dile getiremediği duygularına rastlıyorsa onu benimsiyor, sahipleniyor. İşte Mustafa Kutlu'nun hikâyelerinin sevilmesin asıl sebebi budur. Doyum vermekten ziyade diğer hikâyelerini okumaya teşvik eder niteliktedir. Kutlu, yine bir röportajında ''Hikâyelerimde de sinematografik bir anlatım vardır. Hemen hepsi film yapılabilir kitaplardır..'' der. Okuyucu işte bu anlatımla, hikâyeyi hem gözünde canlandırır hem de hikâyenin verdiği duyguyu yaşar. Bu bakımdan senaryoya dökülüp iyi bir yönetmen tarafından filme çekilesi bir kitaptır. Bir Kutlu okuru bilir ki, yazarımız eserlerinde öz geçmişini vermez, önsöz olmaz. Kitaplarında reklamvari arka kapak yazıları bulunmaz. Sizi doğrudan hikâyenin kendisiyle baş başa bırakır. Kitapları sıkmaz, akıcıdır, rahatça biter; 200 sayfayı geçmeyen, göz yormayan büyük puntolu yazılarından oluşur. Mustafa Kutlu edebiyatımız açısından üretken bir yazar ve kalemini değerli buluyorum, ancak ülkemizde değeri bilinmemekte. Kitabı bitirdikten sonra, dünyanın bir cevizin içi kadar boş olduğunu hatırlatıyor bizlere.. Okurunda bıraktığı güzel hislerle yerli ve milli yazarımızı kitap dostlarına severek tavsiye ederim. Kitap için Kitap Şuuru ailesine teşekkürler.. Kitapla ve sevgiyle kalın.. ''Aziz okuyucu. Cenâb-ı Hakk'ın neyi ne zaman kuluna ihsan edeceğini bilemeyiz. Bu bazen bu dünyada olur, bazen öteki dünyaya kalır. Bize düşen sabır-şükür. Unutmayalım ki hayat sürprizlerle dolu'' KitapSuuru (Müverrihe)

Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı: Kitap bir solukta okuyabileceğiniz inanıllaz bir eser çok akıyicı ve güzel özellikle Sami Bey'in kitap sevgisi çok inanılmazdı ama kitapta ki son kısım hepimizi üzdü olsun ama yine de çok güzeldi . Kitap sıradan gibi gözüken ama sıradan olmayan bir hayat tan bahsediyor bizlere . Özellikle Sami Bey'in şu cümlesi beni çok etkilemişti " Kitapların sayfasına zarar gelsin bu evle birlikte yakarım seni . " İnanılmaz kesinlikle . Okuduğunuz için teşekkür ederim . (Aslı Aksu)

İlk defa Mustafa Kutlu okumuş bulunmaktayım. Yazarın dilini ve olay örgüsü dizim şeklini yıllardır merak ediyordum, tâ ki çok sevdiğim bir amcamın bana bu kitabı doğum günümü öğrenir öğrenmez bir anda hediye etmesiyle merakımı bırakmış oldum. Esasen kitapta ki Tahir Sami Bey’in sahaflardan kitap toplaması, ilk kitap hediyesini alması ile benim bu kitabı hediye almış olmamın güzelliği:), kitaplara âşinâ olması yönüyle kendime çok yakın hissettiğim sıcacık bir kahraman olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Mustafa Kutlu’nun gerçekten sıcacık, kendine has bir yolu olduğunu duymuştum şu an daha da iyi anladım. Anlatım tarzı, olay örgüsü çok güzeldi. Hemen okunabilen ancak bununla kalmayıp doyurucu bir olay örgüsünü sergilemiş olduğunu, kitabı herkese tavsiye ettiğimi belirtmek isterim. Bir kez daha Mustafa Kutlu okuma şansını kendime tanıyacağımı da deyivererek, kitaplı günler diliyorum... :) (derinnokurrr)

Kitabın Yazarı Mustafa Kutlu Kimdir?

Mustafa Kutlu, 6 Mart 1947’de Erzincan’un Ilıç ilçesine bağlı Kuruçay nahiyesinde doğar. Babası Nurettin Bey, annesi Sulhiye Hanım’dır. Beş kardeştirler. Üç ablası ve bir de kız kardeşi vardır.

Mustafa Kutlu ‘nun ailesi ilmiye sınıfındandır. Babası Nurettin Bey rüştiye tahsillidir. Nahiye Müdürlüğü yapar. Anadolu’nun pek çok yerinde bu görevi yürütmüştür. Dedeleri de çeşitli memuriyetlerden gelmedir. Soylarına Hacıyakupoğulları denir. Ailenin bilinen bütün kökleri Erzincan’dadır. Babasının görevi sebebiyle bir yerde bir iki sene kalıp başka bir yere nakilleri gerçekleşir. Babası 1953 yılında emekli olduktan sonra Erzincan’a döner, kahvelerde arzuhalcilik yapar. Babasını 1959 yılında 12 yaşındayken kaybeder.

Babası ile pek fazla içli dışlı olamaz. Nurettin Bey tam bir Osmanlı Beyefendisidir. Eski harfleri çok iyi yazar. Kutlu’nun kendisi gibi Nurettin Bey de babasını 12 yaşında kaybeder. Babanne ikisi erkek, ikisi kız olan çocuklarını kendi başına yetiştirmek zorunda kalır.

Mustafa Kutlu ‘nun Annesi Sulhiye Hanım ve babannesi de tam bir Osmanlı Hanımefendisidirler. Eşlerinin yokluğunu çocuklarına hissettirmemek için ellerinden gelen gayreti gösterirler. Sulhiye Hanım’ın isminin kaynağı 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’tir. “Sulh” olduğu için ismini Sulhiye koymuşlardır.

Çocukluğunda yazları annesinin köyüne gider. Eskiden şehir ve taşra hayatı birbirinden bugünkü kadar kopuk değildir. Erzincan’da mahallelerinin hemen yakınında bir köy uzun yıllar; ahırıyla, mereğiyle, davarı, nahırıyla varlığını korur.

Babasının tayin edildiği bir nahiyede ev bulamadıkları için istasyon yakınlarında bir binada kalırlar. Burası Kemah Beylerinden Sağıroğulları’nın Cebesoy İstasyonu’na yaptırdıkları bir dinlenme evidir. Kısa bir süre de karakol binasında kalmışlardır. Bu günlerin hatıralarını Kupa Maçı [Gİ] ve 5492 [AKY] isimli hikâyelerinde kullanır. Burada dumanlı trenler, istasyonlar, demiryolu çalışanları, ıssız tabiat ve hayvanlarla içli dışlı olur.

Beş altı yaşlarındayken okula giden ablalarının kitaplarından okuma yazmayı öğrenir. Bu kitaplardaki şiirleri ezberler. Okula gitmeden önce ikinci üçüncü sınıf talebesi kadar bir birikime sahip olur.

Babasının ölümü ile birlikte (orta ikinci sınıftadır) zor günler başlar. Annesine yardımcı olmak için birçok iş yapar. Sebze halinde arabadan karpuz indirir, kahvede garsonluk, çadırlarda puantörlük yapar. Yine bu yıllarda uğraştığı iki iş vardır. Biri resim yapmak diğeri futbol oynamak. Mahalli ligde futbol oynar.

Mustafa Kutlu – Tahsili

Mustafa Kutlu, İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Erzincan’da okur. Ortaokula kadar oturdukları ev deprem sonrası yapılan prefabrik evlerdendir. Buraya elektrik gelmediğinden orta ikiye kadar petrol lambası kullanmışlardır.

İlkokuldan itibaren edindiği okuma alışkanlığı, ortaokul sıralarında edebî zevke dönüşür. Edebiyat okumayı düşünür; fakat edebiyatçı olmak gibi bir tasarısı yoktur. Lisede fen kolundan mezun olur. Fen koluna giriş sebebini şöyle açıklar: “Sıra arkadaşımla mahalli bir amatör kümede, aynı takımda top koşturuyoruz. Çocuk kütüphane müdürünün oğlu ve dersleri çok iyi. Ben haytayım, derslerim o kadar iyi değil. O arkadaşım babasının yönlendirmesiyle fen bölümüne giriyor. Fen, yani zor bölüm, ki üniversitede tıp kazansın, teknik üniversiteye falan gitsin. Ben de diyorum ki, “ulan orayı yapamayız oğlum, biz top oynuyoruz, edebiyata gidelim, edebiyat kolay.” O fen koluna gidince ben de onun peşi sıra fen bölümüne gittim. Yani arkadaş kurbanı oldum.” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)

Mustafa Kutlu on üç dersten bitirme imtihanına girerler. Yazılıyı vermeyeni sözlüye almamaktadırlar. Birçok öğrencinin tek dersten kalıp liseyi bıraktığı bir dönemde mezun olabilen iki öğrenciden biridir. (1963)

Mustafa Kutlu , Liseyi bitirdikten sonra resme olan hevesi yüzünden Güzel Sanatlar Akademisi imtihanına girmek ister. O güne kadar Erzincan sınırlarına çıkmamış bir taşra çocuğunu Güzel Sanatların “frapan havası” iter. Böylece on yıl uğraştığı resim defterini kapatır. Buraya girmeyişinin bir başka sebebi de taştada bir kılavuzu olmayan, belli bir eğitimden geçmemiş, kendi kendini yetiştiren bir ressam adayının pek bir yere varamayacağını hesap etmesidir.

Mustafa Kutlu Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesine 1964’te kaydolur. Burada yeni ve değişik bir dünya ile karşılaşır. Orhan Okay, Kaya Bilgegil, Niyazi Akı, Selahattin Olcay gibi hocalarla tanışır.

Mustafa Kutlu iki arkadaşı ile birlikte Erzurum Halkevi salonunda yağlıboya resimlerinden oluşan bir sergi açar. Burada 30-40 kadar resmi sergilenir. Üniversite üçüncü sınıfa kadar aklında yazı yazmak düşüncesi yoktur.

Mustafa Kutlu bir gün Orhan Okay Hoca’nın odasında Hareket Dergisi’nin sahibi Ezel Erverdi ile karşılaşır. Bu karşılaşma hayatında bir dönüm noktası olur. Çünkü Ezel Erverdi desensiz mesensiz diye eleştirdiği Kutlu’dan desen göndermesini ister. Gönderdiği ilk desenler Hareket’in 28. sayısının kapağını süsler. Sonra bu dergide hikâyeleri de yayımlanmaya başlar. İlk hikâyesi 29 Mayıs 1968’de yayımlanan “O…”dur, hikâye ile birlikte biri kapakta olmak üzere 6-7 deseni çıkar.

Üniversitenin son sınıfında Orhan Okay Hoca ile “Sait Faik’in hikâyelerinin resim ve perspektif açıdan incelenmesi” konulu tezini hazırlar. 1968’de okulu bitirir.

Mustafa Kutlu – Memuriyeti

1969’da Erzincan’da görücü usulü ile, hayatımın en güzel tevafuku dediği eşi Sevgi Hanım ile evlenir. (Bu evlilikten bir erkek bir kız çocukları olmuştur. ) Evliliği ile birlikte öğretmenliğe başlar. İlk tayini Tunceli’ye çıkar. Dört yıl Tunceli Lisesi’nde çalışır. 1972 yılında İstanbul’a tayin edilir. Küçükköy Vefa Poyraz Lisesi’nde iki yıl öğretmenlik yapar. 1974 yılında çok sevdiği mesleğinden istifa ederek ayrılır. Hareket Yayınları’nı genişletmek isterler. İstifa gerekçesini şöyle açıklar: “Öğretmenliği çok seviyordum; fakat yine de dergiye ağırlık vermemiz gerektiği için istifa ettim.” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)

Mustafa Kutlu – Yayın Hayatı

Mustafa Kutlu, 1968 yılında İstanbul’da çıkan Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi’nde yayımladığı hikâyelerle yayın dünyasına girdi. Adımlar (Erzurum, 1970-72), Hisar, Türk Edebiyatı, Düşünce, Yönelişler gibi dergilerde yazdı.

“Üniversite yıllarında yazmaya başladım. İlk yazdığım “O” hikâyesinden itibaren bütün yazdıklarımı yayımladım. Bu işi şuurla yürüttüm. Bizim neslin bu sahada ağabey, hoca, arkadaş kabilinden mürebbisi yok sayılır. Kendimi yetiştirdim. Bu açıdan ilk hikâyelerimin yayınlanması, hatta kitap haline gelmesi hem bir şans, hem bir talihsizliktir. Okuyucunun karşısına olgun örneklerle çıkamadım, ancak zamanla kendi hikâyeme doğru yürümeye başladım. İlk iki kitabım hazırlık dönemidir.” (Yaşar Kaplan, “Mustafa Kutlu’yla Bir Söyleşi”, Aylık Dergi, Sayı 63-64-65, 1984, s:44)

Hikâyeleri, desenleri ve diğer yazıları Hareket dergisinde yayımlandı. Adımlar dergisinde şiirleri de vardır. Hikâyelerini bu dönemde kitaplaştırmaya başladı. İlk hikâye kitabı “Ortadaki Adam” (1970) Hareket Yayınları tarafından basıldı. Bunu “Gönül İşi” (1974) takip eder. Bu arada iki inceleme yayımlar. Bunlar Sabahattin Ali ve Sait Faik üzerinedir. Bunların yayımlanması ona göre hem bir şans hem de bir şanssızlıktır. “Talebelik sırasında yapmış olduğum iki çalışma hemen yayımlanma şansı buldu. Bunlar erken yayının bütün acemiliklerini taşıyan kitaplardı; ama benim için büyük bir şanstı.” (Adnan Tekşen, “Mustafa Kutlu ile Mülakat”, Zaman, 16 Temmuz 1987, s. 9.

Mustafa Kutlu , Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisinin (8 cilt 1976-1998) 2. ciltten itibaren yayın yönetimini üstlenir ve bu ansiklopediye geniş ölçüde madde yazar. 1974-75’ten itibaren 20 yılını verdiği bu ansiklopediyi 1973’te aldığı Smith Corona marka daktilosundan yazarak çıkarır. Ansiklopedi için şimdi profesör olan D. Mehmet Doğan ile çalışır.

Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi 1982’de kapanınca kendi tabiri ile sudan çıkmış balığa dönerler; çünkü dergi ile yaşamaya alışmışlardır.

Mustafa Kutlu, 1980’lerin ortasından sonra sinemaya yönelir ve senaryolar yazmaya başlar. “TRT’de dramatik belgeseller yazdım: Divan-ı Lügati’t Türk’ün bulunuşu ile ilgili ‘Bir Kitabın Hikâyesi’; ‘Müzedeki Şiir’, Divan Edebiyatı Müzesi ile bağlantılı bir belgeseldi. Selim ileri ile beraber Pazartesi Hikâyeleri’ni hazırladık; birçoğu çekildi. Halit Refiğ’in yönettiği ‘Kurtar Beni’ ile Osman Sınav’ın çektiği ‘Kapıları Açmak’ görünür hale geldi; çünkü her ikisi de ödül aldı. TGRT’de yayınlanan Ufukta Bir Ağaç’ı yazmıştım…” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)

Ömer Seyfettin’in Yalnız Efe’sini senaryolaştırır. Diyanet İşleri’nin çocuk filmleri yapması ve bu filmlerin TRT’de gösterilmesi için Turgut Özal’ın girişimi ile bir proje hazırlar. Yusufçuk diye 8 bölümlük bir dizi yazar. “İnsanlar Yaşadıkça” isimli dizisi TRT engeline takılır. Son yazdığı senaryolardan birini TRT’ye teklif etmiş, ismi Mavi Kuş olan bu senaryo şu anda sinema filmi olarak düşünülmektedir.”

Mustafa Kutlu’nun Kapıları Açmak isimli senaryosunun Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın açtığı yarışmada ikincilik derecesi vardır.

Mustafa Kutlu, dergiciliğe uzun bir ara verdikten sonra Dergâh (1990) ile bir dönüş yapar. İlk sayısı Mart ayında yayımlanır. Dergi edebiyat-sanat dergisidir. Dergâh’ın çıkışını Sultan Ahmet’teki Derviş çay bahçesinde İsmail Kara, Mustafa Kutlu ve Ezel Erverdi kararlaştırır.

Mustafa Kutlu derginin yanı sıra Kutlu, hâlen Dergâh Yayınevi’nin yönetimini de sürdürmektedir.

1986 yılından itibaren Zaman gazetesinde “Bir Demet İstanbul” başlığı altında şehir yazıları yayımlanır. Bu yazılar daha sonra Şehir Mektupları (1995) adı altında kitaplaşır. Halen Yeni Şafak’ta kültür-edebiyat yazıları yazmaya devam eden Kutlu, aynı gazetede spor yazıları yazmaktadır.

2012 yılında Osman Sınav’ın yönetmenliğinde ve Kenan İmirzalıoğlu’nun başrollüğünde “Uzun Hikâye” isimli eseri beyaz perdeye aktarılmıştır.

Mustafa Kutlu Kitapları - Eserleri

  • Uzun Hikâye
  • Ya Tahammül Ya Sefer
  • Mavi Kuş
  • Yoksulluk İçimizde
  • Sır
  • Beyhude Ömrüm

  • Bu Böyledir
  • İyiler Ölmez
  • Menekşeli Mektup
  • Hayat Güzeldir
  • Nur
  • Hüzün ve Tesadüf
  • Tirende Bir Keman

  • Rüzgarlı Pazar
  • Huzursuz Bacak
  • Yokuşa Akan Sular
  • Kapıları Açmak
  • Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı
  • Tarla Kuşunun Sesi
  • Sevincini Bulmak

  • Hesap Günü
  • Chef
  • Zafer Yahut Hiç
  • İlmihal Yahut Arzuhal
  • Vatan Yahut İnternet
  • Tufandan Önce
  • Sıradışı Bir Ödül Töreni

  • Arkakapak Yazıları
  • Dem Bu Demdir
  • Fırtınayı Kucaklamak
  • Anadolu Yakası
  • Akasya ve Mandolin
  • Kalbin Sesi
  • Yoksulluk Kitabı

  • Vitrinde Olmak
  • Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş
  • Şehir Mektupları
  • Bir Demet İstanbul
  • Yıldız Tozu
  • Selâm Olsun
  • Akıntıya Karşı

  • Topkapı’dan Topkapı’ya
  • Sabahattin Ali
  • Gönül İşi
  • Ortadaki Adam
  • Sait Faik’in Hikaye Dünyası
  • Haliç İle Çepeçevre İstanbul

Mustafa Kutlu Alıntıları - Sözleri

  • İnsan dünyaya kendini kaptırınca zamanın nasıl geçtiğini bilemez. Bir akıntıya düşüp tüm ömrünü koşturarak geçiren çoktur. (Hesap Günü)
  • “Saçların tarumar gözlerinde nem Ateşe benzerdin küle dönmüşsün.” (Tirende Bir Keman)
  • “Giden gidiyor, geride solgun fotoğraflar kalıyor.” (Selâm Olsun)
  • Aramak vazifedir. “ Aramakla bulunmaz fakat bulanlar ancak arayanlardır.” (Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş)
  • “–Aslımızı yitirmezsek iyidir. – İyidir ya, mümkün mü?” (Yokuşa Akan Sular)
  • Baki olan sadece Cenab- ı Hakk ' tır. (Şehir Mektupları)

  • “Kendisini değil, artık hatırasını seviyordu.” (Tirende Bir Keman)
  • Tren gider, yol gider. Ömür biter, yol bitmez. (Kapıları Açmak)
  • Hayatımızı manevi zenginliklerle donatmak gibi köklü ve insani alışkanlıktan, hayatımızı maddi zenginlikler ile donatmak gibi boyutları belirsiz ve bize ait olmayan bir mutluluk anlayışına kaymamız olup bitenlerin kaynağına işaret eder. (Topkapı’dan Topkapı’ya)
  • Ne denilmiş: Sabır, sebat, murat. (Beyhude Ömrüm)
  • Ölülere sahip çıkamayanlar, dirilere sahip çıkabilir mi? (Haliç İle Çepeçevre İstanbul)
  • Önce zihnimiz kirlendi, sonra kendimizden şüpheye düştük, ardından inançlarımızı sorgulamaya başladık. Bu geleneği ve ahlakı yaraladı. Artık ortada bir 'güven bunalımı' vardı. (Vatan Yahut İnternet)
  • Herşey gelip inceliklerde düğümleniyor. (Bu Böyledir)

  • "Gönül yarası bu kızım, mutlaka izi kalır." (Zafer Yahut Hiç)
  • Eskiye ait ne varsa kıymete bindi. (Vatan Yahut İnternet)
  • Velhasıl dünya hayatı "İş" dediğimiz oyun ve eğlenceden ibarettir. (Hesap Günü)
  • Mahvıma sebep hilmimdir.. (Sevincini Bulmak)
  • Umut bu dağın ardında belki, ama bu dağın ardı meçhul. (Yoksulluk Kitabı)
  • “Dua etmeli derim içimden; hem giden, hem bizim gibi geride kalanlar için artık sadece dua etmeli.” (Selâm Olsun)
  • Giden gidiyor, geride solgun fotoğraflar kalıyor. (Selâm Olsun)

Yorum Yaz