diorex
Dedas

Temellerin Duruşması - Ahmet Kabaklı Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Temellerin Duruşması kimin eseri? Temellerin Duruşması kitabının yazarı kimdir? Temellerin Duruşması konusu ve anafikri nedir? Temellerin Duruşması kitabı ne anlatıyor? Temellerin Duruşması PDF indirme linki var mı? Temellerin Duruşması kitabının yazarı Ahmet Kabaklı kimdir? İşte Temellerin Duruşması kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 02.04.2022 22:00
Temellerin Duruşması - Ahmet Kabaklı Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Ahmet Kabaklı

Yayın Evi: Türk Edebiyat Vakfı

İSBN: 9757594032

Sayfa Sayısı: 418

Temellerin Duruşması Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Bu kitap kendisinden bir yıl sonra doğduğum Cumhuriyetimize adanmıştır. Yakın tarihimizi yalan ve yanlış okutmanın felâketli çelişkileri ve millî birliğimizde yaptığı çatlak ortadadır. Önceki (Osmanlı) devletimizle, Türklüğün son ve sonsuz (Ebed-müddet) devlet olmasını dilediğimiz Cumhuriyet’in manevî temelleri burada karşılaştırılacaktır. Türkiye’de esasen başlamış bulunan restorasyon (onarım) çağına bu kitapta bazı fikir kapılarının açılmasına çalışılacaktır.

Temellerin Duruşması Alıntıları - Sözleri

  • Öyleyse bizim yanlışımız nedir? Hata, Tanzimat'tan bugüne kadar, Batı kültürlerine hâkim değil mahkûm bir zihniyet ve tutumla yaklaşmamızdır.
  • Türk milletinin geleceğe dönük bütün tasarıları, halkçılığı, insancılığı, ahlâkı, kalkınması, ancak yakın ve uzak tarihimizi objektif tarafsızlıkla tanımamız sayesinde gerçekleşir.
  • Meclis'te II. Grup denilen muhalefetin lideri, Erzurum mebusu ünlü hatip Hüsevin Avni (Ulaş) Bey, İsmet Paşa'nın izahatını "kâfi ve tatminkâr" bulmadığını açıklayarak dedi ki: "Gerek vekiller heyeti gerekse TBMM, Misak-ı Milli'den zerre kadar fedâ ederse, îcâb-ı nâmus-u millî için çekilip gitmelidir." Lozan görüşmelerini isyanla karşılayan milletvekillerinden Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey daha sert tenkitleri ile dikkati çekiyor: "Mehmetçigin süngüsüyle kazanılan zaferin Lozan'da, Lord Gürzon'un (İngiliz) oyun ve hilelerine kurban edildiğini" söyleyerek, "Bu murahhas heyetinin barış üzerine bir sözü olamaz." diyordu. Bu şartlar arasında İsmet Paşa, ikinci dönem görüşmeleri için tekrar Lozan'a gönderilir. Zaferi sonuna kadar yönetmiş olan Birinci TBMM'de ise maalesef art arda ve kasıtlı olarak siyasî kavga ve gaileler birbirini kovalamaya başlar. Hatta Lozan anlaşmasının tamamlanması beklenmeden Meclis'in feshine karar verilir. Meclis'in feshinden önce, muhaliflerden Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey'in, Meclis Muhafız Komutanı Topal Osman tarafından katledilmesi (29 Mart 1923) TBMM'de ve basında, acı tenkit ve tartışmalara yol açtı. Hilâfet'in ilgası (kaldırılması) meselesi de Meclis ve gazeteleri dalgalandıran ayrı ateşli bir konu olmuşu. Bütün bu siyasî cinayet ve sertleşmeler, sanki Lozan'da başımıza geçirilen yenilgileri unutturmak için yapılıyordu. Yeni bir Meclis'in toplanacağı ve Misak-ı Milli'yi zedeleyen acılı sonuçların, sindirilen üyelerce kabul edileceği hesaplanıyordu. Zaferden sonra aşırı sertleşen bu havada ll. TBMM toplanıp çalışmalara başlar) 11 Ağustos 1924) İkinci Grup'tan hiç kimse yeni Meclis'e alınmamıştır. Basın ve dışarıdaki muhalifleri ise İstiklâl Mahkemeleriyle ve "takrir-i sükûn" gibi haşin kanunlarla susturulmuştur. Daha sonra Hüseyin Cahit (Yalçın) gibi bazı gazeteciler, meslekten menedilecek ve yalnız iktidarı öven kalemler yazabilecektir. Lozan Barış Antlaşması ve dolayısıyla Misak-ı Milli meselesinin basında ve Meclis'te hür ortamda tartışılması artık imkân kalmamıştır.
  • ........ sinirle, elinde oynamakta olduğu tesbihi o kadar kuvvetle çekiştirmiş ki ip kopmuş ve taneler yerlere dağılmış. Atatürk eğilip tanelerden bir kaçını toplayıp ipe dizerken, gn. Harbord a şöyle hitap etmiş : - görüyorsunuz general, bu ip kopmuştur, ve taneler dağılmıştır. İşte ben, şimdi yaptığım gibi o taneleri birer birer toplayacağım ve tekrar bu ipin üzerinde bir araya dizeceğim. Bu dağılan toplarsam ben toplarım. İşte görüyorsunuz, zaten dağılmış. Öldürürsem ben öldürürüm. Yabancı elinde öleceğine evladının elinde can versin. Fakat ben onu öldürmem. Toplayacağım, bir araya getireceğim, yeniden kuracağım. Demişti. Atatürk daha sonra darwinin teorilerine dayandırdığı kendi nazariyesini anlatmış. - bilir misiniz monşer! İnsanlar da sürfeler gibi sulardan çıktılar ve en önce..... İlk ceddimiz balıktır diye güldü ve sonra : - işler daha ilerledikçe o insanlar, primat zümresinden türediler. Biz maymunlarız, düşüncelerimiz insandır. ( Ruşen eşref e göre) Amiral, bu işittiklerin önünde, hayretinden kendi bacaklarını çimdikliyordu.
  • Atatürk portreleri her tarafta. Tek bir dükkan bulamazsınız ki cumhuriyetin kurucusu gür kaşları ve kararlı bakışlarıyla, tezgah arkasında yer almasın. Tek bir büro yoktur ki onun fotoğrafı olmasın. Atatürk gerçekten Türklerin babası. Bu görüntü daha İstanbul a giden THY uçağında başlıyor. Ön tarafta bir metal levhaya kazınmış olarak, yolculara istikbal göklerdedir diyor. Şehirde bankaların ve devlet dairelerinin cephelerinden Türk öğün çalış güven diye buyuruyor. O kimi zaman da tepe yamaçlarına dev harflerle yazılı bir düşünce biçiminde bir köy yolunun kıvrımında mevcut. ....Türkiye de kaçınılacak davranışlar arasında Atatürk üzerine fikir yürütmektir. O politik ideolojik babadır. Ne toplum, ne devlet, ne politika hatta nede doğa ve bilim, sınırları çizilmiş olanlar olarak kendilerini ortaya koymuş değil. Sanki bu ve benzeri şeylerden söz etmek için mutlaka ilk örneğe başvurmak gerekiyor. Atatürk böyle bir rolü üstlenmiş durumda. Tüm meslekler ormanlar hayvanlar ağaçlar ve tüm şeyler hepsinin anlaşılması ve de var olabilmesi için Atatürk tarafından söylenmiş bir şeylere gereksinimleri vardır. ......... Türkiye halkının da, büyümek için baba ya karşı tavır almak gerektiğini bir gün anlayacağını umuyorum. Fransızca yayınlanan bir turist el kitabından alınan satırlar. Kitabın ismini vereyimde toplatılsın " turguie guide ma"
  • Kaldı ki biz I. Cihan Harbi'nde ve daha önce pek çok toprak kaybetmiş, haksızlığa uğramış, oralarda, sayısız mazlum soydaşlar bırakmış bir milletiz. Koca imparatorluktan küçülmüşüz.Şimdi bu beylik sloganla biz, milletin öz vatanı olan Misâk-ı Milli'den bile gönüllüce feragat eden ülküsüz, talepsiz, uslu, bir devlet görünümü veriyorduk. Düşmanlarımız ve dostlarımız, "Bu Türklere her şey yaptırılabilir" hissine kapılıyor; ona göre düşünüyorlardı; öyle davranıyorlardı. Bugün Yunanistan, Bulgaristan, Irak, Suriye vs. ile olan bütün kavgalar, uyuşmazlıklar ve vatanımızın o bölgelerinde öksüz, savunmasız bıraktığımız soydaşlarımıza yapılan zulümler, hep Lozan'daki sulh başarısızlığımızdandır. Daha sonra Misâk-ı Milli ülküsü gözden ve gönülden çıkarılmıştır.
  • Öyleyse bizim yanlışımız nedir? Hata, Tanzimat'tan bugüne kadar, Batı kültürüne hâkim değil mahkum bir zihniyet ve tutumla yaklaşmamızdır. Bu davranış eski Türk'ün fethetme davranışı yerine "fethedilme" ve yutulma felaketini getirmiştir. Yabancı kültürleri kendi kültürlerimizde eritmeyi değil, o kültürler içinde erimeye boyun eğmişizdir.
  • SULTAN ABDÜLHAMİD HAN'IN RUHANİYETİNDEN İSTİMDAT Nerdesin şevketlim, sultan hamid han? Feryâdım varır mı bârigâhına? Ölüm uykusundan bir lâhza uyan, Şu nankör milletin bak günâhına. * Târihler ismini andığı zaman, Sana hak verecek, ey koca sultan; Bizdik utanmadan iftira atan, Asrın en siyâsî padişâhına. * "Pâdişah hem zâlim, hem deli' dedik, İhtilâle kıyam etmeli dedik; Şeytan ne dediyse, biz 'belî' dedik; Çalıştık fitnenin intibahına. * Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz, Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz. Sade deli değil, edepsizmişiz. Tükürdük atalar kıblegâhına. * Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena, Bir sürü türedi, girdi meydana. Nerden çıktı bunca veled-i zinâ? Yuh olsun bunların ham ervâhına! * Bunlar halkı didik didik ettiler, Katliâma kadar sürüp gittiler. Saçak öpmeyenler, secde ettiler. Bir adi yarbayın pis külâhına. * Milliyet dâvâsı fıska büründü, Ridâ-yı diyânet yerde süründü, Türkün ruhu zorla âsi göründü, Hem peygamberine, hem Allâh'ına. Rıza Tevfik BÖLÜKBAŞI *** NOT: Rıza Tevfik ölüm döşeğinde şunları söylemiştir: "Ben bu şiiri Türk milletine hakaret kasdıyla değil, tamamıyle aksi olarak, Türk milletini ölüme götüren bir zümreyi teşhir ve Abdülhamid Han'a edilen iftiraları tesbit gayesiyle yazdım. 31 Mart vakasını tertiplediği isnadı altında tahtından alaşağı edilen büyük hükümdar, bu isnadla, sade iftiraların değil, tertiplerin de en hainine hedef tutulmuştur. 31 Mart'ı tertipleyen İttihatçılar ve bu işe memur edilenler arasında bizzat ben varım. 31 Mart'ı kışkırtma ve körükleme işini Selim Sırrı ile Rıza Tevfik idare etti. Hasta yatağımdan söylediğim bu sözlere tarih kulak kabartsın."
  • Süleymaniye'de okunan ilk Türkçe hutbeyi, Atatürk'ün direktifiyle nasıl okuduğunu, ses sanatkârı Sadettin Kaynak şöyle anlatmaktadır: (Bakınız: Bir Başka Açıdan Kemâlizm s.217) "Türkçe Kur'anın, anlattığım bu tecrübesinden sonra, Fatih Camiinde, ilk defa Türkçe Kur'an okudum. Bunu müteakip, Türkçe hutbeye sıra gelmişti. Atatürk: - Haydi bakalım. Türkçe hutbeyi de Süleymaniye camiinde mukabele oku! Amma, okuyacağını evvelâ tertip et, bir göreyim, dedi. Yazdım, verdim. Beğendi. Fakat: Paşam, bende hitabet kabiliyeti yok. Bu başka iş, hafızlığa benzemez... Dedim. - Zarar yok... Bir tecrübe edelim... buyurdu. Bunun üzerine, tekrar sordum: - Hutbeye çıkarken sarık saracak mıyım? - Hayır, sarığı bırak... Benim gibi, baş açık ve fıraklı!... Ne diyeyim, inkılập yapılıyor, peki dedim. O gün, hıncahınç dolan Süleymaniye camiinde cemaat arasına karışmış yüz elli de sivil polis vardı. Bu tedbirin isabetli olduğu da çok geçmeden anlaşıldı. Ben Türkçe huttbeyi okur okumaz, kalabalık arasından,bilahare Arap olduğu anlaşılan biri, sesini yükselterek: - Bu namaz olmadı! . diye bağırdı. Fakat , çok şükür, itiraz eden yalnız bu Araptı. Onu da, derhal karakola götürdüler.. ve tabiî benzettiler.." (Sadettin Kaynak)
  • "Yaklaşık üç sene önceydi. O sırada İngilteredeydim. Bir gece televizyon seyrediyoruz. BBC'de bir program. Bir de baktık Türkiye'den söz ediliyor programın bir yerinde.. Denizin ortasında bir kız çocuğu. Çocuk bir kayığın içinde ve kucağında da bir Atatürk büstü ile ayakta durmaya çalışan kız çocuğu, bir görünüp bir kayboluyor dalgaların arasında. Sonra, kamera kıyıyı gösteriyor. Devlet erkânı sahilde sıralanmış. Vali, belediye başkanı, komutanlar, herkes hazırolda... Neyse, tekne kıyıya yaklaşıyor ve kız çocuğu kucağındaki Atatürk büstü ile iniyor kayıktan... Devlet erkânı, komutanlar yine hazırol duruşunda... Meğer herkes o kız çocuğunun kucağındaki büst için selama durmuş... Ben BBC'nin neden böyle bir 19 Mayıs törenini ekrana getirdiğini düşünürken, "Dünyadaki Komik Olaylar programına Türkiye'den bir görüntüyle başlıyoruz," sesi ile kıpkırmızı kesildiğimi hatırlıyorum. Oysa herkes kahkahalarla gülüyordu. İşte o zaman fark ettim bize doğal gibi gelen bu tür kutlamaların nasıl korkunç bir komediye dönüştüğünü..." Bu ilgi çekici anıyı anlatan, önde gelen kamu kuruluşlarından birinin genel müdürüydü ve hâlâ gülmekle gülmemek arasında bocalıyordu
  • Kısacası: Tek parti kimseye inanç ve söz hakkı tanımayan bir dinin cemaati(!), onun yaptığı inkilâplar ise imanla sarılınması gereken "kemalizm dini" oluvermiştir artık.
  • Türkiye, imanından, kültüründen, tarihinden soyularak yaban ellerin kucağına atılmıştır. O günden beri, cinsi ve cibilliyeti gibi, yerini yurdunu kıtasını da bilmeyen bir "yığın" olmaya yüz tutmuşuzdur. Batılı değil, Doğulu değil, Müslüman değil, Hristiyan değil hatta devekuşu bile olamamışızdır.
  • ...Öyleyse bizim yanlışımız nedir? Hata, Tanzimat'tan bugüne kadar Batı kültürlerine hakim değil mahkum bir zihniyet ve tutumla yaklaşmamızdır. Bu davranış eski Türk'ün fethetme üslubu yerine fethedilme ve yutulma felaketini getirmiştir. Yabancı kültürleri kendi kültürümüzde eritmeyi değil bu kültürler içinde erimeye boyun eğmişizdir. Bu sebeple kendimizi küçük görmüş, yere batırmış hatta kendimizden tiksinmişizdir. Eski Türk'teki üstünlük duygusunu yıkarak aşağılık duygusu anaforuna düşmüşüzdür.
  • "Çünkü bunlar 'züğürt inkılâpları'dır. Çünkü bunu yapanlar, binlerce yıllık bir kültürle oynayarak oyalanıyorlardı."
  • Hatâ, Tanzimat'tan bugüne kadar, Batı kültürlerine hâkim değil mahkûm bir zihniyet ve tutumla yaklaşmamızdır. Bu davranış, eski Türk'ün fethetme üslûbu yerine "fethedilme" ve yutulma felaketini getirmiştir. Yabancı kültürleri kendi kültürümüzde eritmeyi değil o kültürler içinde erimeye boyun eğmişizdir. Bu sebeble kendimizi küçük görmüş, yere batırmış hatta kendimizden tiksinmişizdir. Eski Türkteki üstünlük duygusunu yıkarak aşağılık duygusu anaforuna düşmüşüzdür.

Temellerin Duruşması İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Ahmet Kabaklı / Temellerin Duruşması. Ahmet Kabaklı 1924 yılında Harput'ta doğdu. 1948 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinden mezun olarak, öğretmenlik hayatına başladı, değişik illerimizde öğretmenliğin yanı sıra, yaşadığı yerlerde bir eğitim ve kültür adamı olarak öne çıktı. 1978 yılında İstanbul'da Türk Edebiyatı Vakfı'nı kurarak, edebiyat ve kültür alanında faaliyet gösteren insanlar için bir toplanma merkezi haline getirdi. Türk Edebiyatı dergisini çıkarmaya başladı. Şeyh-ül muharririn ünvanına layık görüldü. 2001 yılında vefat etti. Uzun yıllar Tercüman gazetesinde başyazar olarak görev yaptı. Temellerin duruşması kitabı, kendisinin de yaş olarak bağlantı kurduğu cumhuriyete sevdası dolayısıyla kaleme aldığı bir eserdir. Dört bölümden meydana gelmektedir; Birinci bölümde Osmanlı Devleti'nin son zamanları ve Cumhuriyet dönemi arasındaki bağları değerlendirmiş, ikinci bölümde tek parti döneminin, uygulamış olduğu siyasi politikaları değerlendirerek, Terakkiperver Fırka ile Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın o dönemde yapmış olduğu faaliyetleri göz önüne sermiş, tek parti dönemindeki Atatürk'ü putlaştırmaya varan çabalara dikkat çekmiştir. Üçüncü bölümde tek parti dönemi aydın ve yöneticilerinin batıya duymuş olduğu hayranlıkla, tercihlerinin Türk milleti ile uyum içerisinde olmadığını gözler önüne sermeye çalışmıştır. Dördüncü bölümde bir anlamda son söz diyebileceğimiz hatime bölümü yer almaktadır. Kitabın son bölümünde de okunacak eserler adıyla kaynakçaya yer verilmiştir ki, zengin bir kaynakçaya sahiptir. Bugün ne yazık ki adı pek duyulmasa da Elazığ'dan yola çıkan bir Türk milleti sevdalısı olan Ahmet Kabaklı'nın Cumhuriyet ve Osmanlı Devleti'nin kuruluş dönemlerini kıyasladığı, o döneme dair eldeki kaynakları tarayarak bir anlamda temeller üzerinden bir duruşma yapması cumhuriyetle bir hesaplaşma değil aksine cumhuriyetin ilk yönetici kadrosunun içinde bulunduğu durumu göz önüne alarak, devletin daha iyi hale gelebilmesi için bugün bizlerin neler yapması gerektiğini anlatan muhteşem bir eserdir. #Kitapşuuruinsanlıkşuurudur. (Mustafa Parlatan)

1989 yılında ilk baskısını yaptıktan sonra epey seyreltilmiş(light) baskılar yapmış bir eser. Ben bu kitabi imzalı ve birinci baskı bir kitaptan okuma şansına eriştim neyse ki. Cumhuriyet tarihimize biraz İslamcı bir bakışla bakan, eleştirel tarafı çok ağır basan sert bir metin. Özellikle tek parti dönemi ve ve putlaştırılmış bir Kemalizm eleştirisi diyebiliriz. Seversiniz sevmezsiniz o ayrı ama her söylediği kaynaklı, iddialı bir kurgudışı olması hasebiyle okunmasının faydalı olacağını düşünüyorum. Bir cildi daha var ama esas olan bu kitap. (Burak Kuşcu)

Temellerin Duruşması PDF indirme linki var mı?

Ahmet Kabaklı - Temellerin Duruşması kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Temellerin Duruşması PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Ahmet Kabaklı Kimdir?

1924 yılında Harput'ta doğdu. 1931 yılında Elazığ Numune mektebine girdi,ilk ve orta öğrenimini tamamladı.

Elazığ Lisesi'nden 1944 yılında mezun oldu ve Edebiyat Fakültesine kayıt yaptırdı.

20 Kasım 1946 tarihinde "Yunus Emre mi Yalan Söylüyor, Gölpınarlı mı? " başlıklı yazısının Son Saat Gazetesinde yayınlanması ile yazı hayatı başladı. "Hareket" Dergisinde "Ayın Hercümerci" başlığı ile yazılar yazmaya devam etti. 1948 yılında İstanbul Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünü bitirdi ve Diyarbakır'da öğretmenlik hayatına başladı, 2 yıl öğretmenlik yaptı ve aynı zamanda "Karacadağ" dergisini yönetti.

Askerliğini yapmak üzere görevinden ayrılıp Manisa'ya gitti; askerlik görevini tamamladıktan sonra 1951 yılında Aydın Ticaret Lisesi'nde yeni öğretmenlik görevine başladı. Aynı lisede öğretmenlik yapan arkadaşı Meşkure Hanım ile 1952 yılında evlendi. 1955 yılında Ankara Hukuk Fakültesine kayıt oldu.

1956 yılında Tercüman Gazetesi'nin düzenlediği fıkra yarışmasında "Üniversitede Münazaralar" yazısı birinci seçildi. Eğitim stajını yapmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir yıllığına Paris'e gönderildi. Yazılarına "Uzaktan uzağa", "Paris'ten Paris notları", "Paris Mektupları" başlıkları altında Paris'ten devam etti.

1958 yılında Türkiye'ye dönünce İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsüne öğretmen olarak atandı. İstanbul Hukuk Fakültesindeki eğitimini 1959 yılında tamamlayıp 1961 yılında İstanbul Barosu Avukatlarına katılarak kısa bir süre avukatlık yaptı.

1961 yılında Tercüman Gazetesinde "Gün Işığında" adlı köşesinde yazmaya başladı. Çapa Eğitim Ensitüsünde 1969 yılına kadar öğretmenlik yaptıktan sonra İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunda öğretim görevlisi olarak çalışmaya devam etti. 1974 yılında emekli oldu. İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'nda edebiyat dersleri verdi.

1978 yılında Meşkure Kabaklı, Rıfat İzzet Çokum, Sevinç Çokum, İskender Öksüz,Cahit Dodanlı Emine Işınsu Öksüz, Tahir Kutsi Makal, Süha Burçkin, İrfan Atagün, Halis Akaydın, İsmail Gerçeksöz ile beraber Türk Edebiyatı Vakfı 'nı kurdu ve ölünceye dek başkanlığını yaptı.

"Gün Işığında" köşesine 1991 yılından itibaren Türkiye Gazetesi'nde devam etti.

1995 yılından itibaren Türk Dil Kurumu asil üyeliğini görevini de sürdürdü.

14 Aralık 1996 tarihinde Aydınlar Ocağı ve 55 gönüllü kuruluşun desteği ile düzenlenen törende, Atatürk Kültür Merkezi'nde kendisine "Şeyhülmuharririn" unvanı verildi.

17 Kasım 2000 tarihinde geçirdiği kalp rahatsızlığı sonucu hastanede tedavi görmeye başladı, 23 Aralık 2000 tarihinde hayat arkadaşı Meşkure Kabaklı'nın vefatinden 47 gün sonra 8 Şubat 2001 tarihinde vefat etti.

Eserleri

Kültür Emperyalizmi , Müslüman Türkiye , Mehmet Akif , Yunus Emre , Mevlana , Ejderha Taşı , Ecurufya , Sohbetler 1-2 , Temellerin Duruşması 1-2 , Güneydoğu Yakından , Şiir İncelemeleri , Doğudan Doğuş , Sultanü ş Şuara Necip Fazıl , Şair i Cihan Nedim , Türk Edebiyatı 1-2-3-4-5 (5 Ciltlik en önemli eseri

Ahmet Kabaklı Kitapları - Eserleri

  • Temellerin Duruşması
  • Temellerin Duruşması 2
  • Necip Fazıl
  • Mehmet Akif
  • Kültür Emperyalizmi
  • Nazım Hikmet
  • Mevlana
  • Yunus Emre
  • Ejderha Taşı
  • Alperen
  • Çağlara Hükmedenler
  • Türk Edebiyatı
  • Türkiye’yi Yoğuranlar
  • Türk Edebiyatı
  • Müslüman Türkiye
  • Sanat ve Edebiyatımız
  • Bu Dünyadan Kimler Geçti
  • Şiir İncelemeleri
  • Sınırların Ötesi
  • Aşık Edebiyatı
  • İrfan ve İnsan
  • Bürokrasi
  • Tasavvuf Tarikat Edebiyat
  • Türk Edebiyatı - Cilt 2
  • Fatih ve İstanbul
  • Divan Edebiyatı
  • Türk Edebiyatı - Cilt 3
  • Edebiyat Akımları
  • Mabet ve Millet
  • Türk Edebiyatı - Cilt 1
  • Edebiyat Türleri
  • Gönül Seheri
  • İstanbul Güldestesi
  • Devlet Felsefemiz
  • Ermişlerin Sohbeti
  • Muhayyelat-ı Aziz Efendi
  • Şair-i Cihan Nedim
  • Bizim Alkibiades
  • Seyirlik Oyunlar
  • Doğudan Doğuş
  • Nerede, Ne Yazdı?

Ahmet Kabaklı Alıntıları - Sözleri

  • Hâmid Halkçı ve Milliyetçidir. Milliyet anlayışı, İslâmiyetle iç içedir. İslâmlığı her zaman yüceltir. Onu milliyetimizin esaslı bir unsuru sayar. Ama dinde bazı reformlar yapılmasını da ister. Onca din kitapları millî dille yazılmalıdır. İslâmlık dünyaya açık ve iyi anlatıldığı zaman insanlığa ışık tutacak bir dindir. Bu din yobazlığa gelmez ve taassupla hiçbir münasebeti yoktur. İslâmın büyüklüğüne lâyık olmak isteyenlerin geniş kültürlü, hoşgörülü olmaları şarttır. (Türk Edebiyatı)
  • Dilberün işi itâb u nâz olur Ceşmi câdu, gamzesi gammâz olur İy gönül sabr it tahammül kıl ana Yâra irişmek işi az az olur (Divan Edebiyatı)
  • Allah'tan gelene râzı olursak Allah da bizden râzı olur. (Mevlana)
  • Bu yaman vecize, komünizmin ve sosyalizmin boğulup öldürüldüğünü, Mark ve Leninin bütün ütopya ve iddialarının bürokrasi elinde bir yalan, bir ideolojik baskı ve çıkar aracı haline geldiğini gösterir. (Bürokrasi)
  • Dolular hazinesinde, bir yığın boşlarız biz. (Gönül Seheri)
  • Biz kendilerine söyleyelim:"İrtica" bir peşin fikre körü körüne saplanmak, yani cahillik, yarım aydınlık demektir. Bu kalıpta insanlar, dindar geçinenler arasında bulunduğu gibi komünistler, faşistler ve kendine "İlerici" süsü veren zavallılar arasında da bulunabilir. İrtica, bir de iftiracılık ve saygısızlık demektir. Bir yazar, eğer; şu dünyaya en müspet ve aydınlık dini getirmiş olan Büyük Peygamber'in fikirlerine "geri" diyebiliyorsa, irticayı bulmak için uzağa gitmeye hacet yok. O yazar "Mürteci" nin kendisidir. (Müslüman Türkiye)
  • Benim dinim ne ümittir ne korku, Allah ‘ıma sevdiğimden taparım. Ziya GÖKALP (Bu Dünyadan Kimler Geçti)
  • “Mecnun, Leylâ"ya mektup yazmak istedi. Kalemi eline alıp şu beyti yazdı: Hayalin gözümde, Adın ağzımda, Yâdın kalbimde, Ben nereye yazayım? Senin hayalin gözlerime yerleşmiş, Adın dilimden düşmüyor, Yâdın canımın içinde yer etmiş. O hâlde mektubu kime yazayım? Sen ki bu yerlerde gezip dolaşıyorsun... Ve kalemi kırıp kâğıdı yırttı.” (Mevlana)
  • Saltanat veya dikta ile yönetilen ülkelerde bürokrasi, başbakandan, hatta bazan devlet reisinden başlar. Demokrasilerde ise halk tarafından seçilmiş oldukları için başbakanlar, bakanlar bürokrat değil, halkın temsilcileridir. Demokrasilerde bürokrasinin en üst kademesi müsteşarlardan. (Bürokrasi)
  • Câh ile gelmez fazîlet câhile. (Cahil kişi, yüksek mevkie geçmekle faziletli olamaz.) (Bürokrasi)
  • Yedi meçhul üstüne açılmış Yedi tepe (İstanbul Güldestesi)
  • Yahya Kemale sual: İstanbul ve Paris'ten sonra, en çok kaldığınız üçüncü şehir de Madrit'tir, dedim.Madrit'i yahut bütünüyle "Endülüs"ü nasıl bulmuştunuz? Oradan birkaç intiba lütfeder misiniz? -Madrit, sıkıntılı bir şehir olmakla maruftur. 8-9 asır ewel mutekit ve münzevilerin (dünyadan el ayak çekip yalnız yaşayanların) diyarı olduğu için, Araplar tarafından "mücerrid" ismi verilmiş olan Madrit'ten ben memnundum (Türkiye’yi Yoğuranlar)
  • Yoksul, Müslüman halkımızın ve çocuklarımızın bereket ve ümit kahramanı olan Hızır gibi bir sembol dururken, Batı’dan “Noel Baba”lar aşırıp onun mankenlerini süslemeye kalkmak... Kültür emperyalizmi karşısındaki çaresizlik ve şahsiyetsizliğimizin, şapkalı, cübbeli belgesidir. (Şiir İncelemeleri)
  • "Çünkü bunlar 'züğürt inkılâpları'dır. Çünkü bunu yapanlar, binlerce yıllık bir kültürle oynayarak oyalanıyorlardı." (Temellerin Duruşması)
  • 'Geri gelmesi mümkün olmayan, hatırlanmamalı.' Nâzım Hikmet (Nazım Hikmet)
  • Akif, Müslümanlığın gerilikle, tembellikle, vurdumduymazlıkla, riya ve gösterişle, merhametsizlikle, haksızlığa boyun eğmekle mümkün olmadığını haykıran mürşittir... (Mehmet Akif)
  • Çok umumileşen yanlış bir düşüncenin aksine: Bu kasidenin Sultan Hamid’e karşı olmak ve onu yermekle hiç alâkası yoktur. Namık Kemal’in “Bâb-ı hükûmet”ten çekilmesi 1867 yılındadır. Bu şiiri, Paris ve Londra’da bulunduğu yıllarda yazdığı anlaşılmaktadır. Çünkü bazı beyitlerine, Londra’da çıkardıkları “Hürriyet” gazetesinde rastlanıyor. O tarihte Osmanlı tahtında Sultan Aziz, sadrazam olarak da Âli Paşa bulunmaktadır. (Şiir İncelemeleri)
  • Her türlü zorbalık ve kabadayılıkların dumanımızı attırdığı hürriyetsizlik ve saygısızlıklara karşı çıkmak için elbette demokrasi fazileti gerekiyor. Bunu içine sindiremeyen cağ dışı ve insanlıktan uzak aydınların kahrını bu güzel millet, daha ne zamana kadar çekecek? (Temellerin Duruşması 2)
  • Bir millet, yalnız ordusu ile savaşmaz, ancak kültürü, İnan’ı, milli birlik ve ülküleri ile savaşabilir... (Sınırların Ötesi)
  • Türk milletinin geleceğe dönük bütün tasarıları, halkçılığı, insancılığı, ahlâkı, kalkınması, ancak yakın ve uzak tarihimizi objektif tarafsızlıkla tanımamız sayesinde gerçekleşir. (Temellerin Duruşması)

Yorum Yaz