matesis
dedas

Türk Romanında Postmodernist Açılımlar - Yıldız Ecevit Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Türk Romanında Postmodernist Açılımlar kimin eseri? Türk Romanında Postmodernist Açılımlar kitabının yazarı kimdir? Türk Romanında Postmodernist Açılımlar konusu ve anafikri nedir? Türk Romanında Postmodernist Açılımlar kitabı ne anlatıyor? Türk Romanında Postmodernist Açılımlar PDF indirme linki var mı? Türk Romanında Postmodernist Açılımlar kitabının yazarı Yıldız Ecevit kimdir? İşte Türk Romanında Postmodernist Açılımlar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 04.05.2022 08:00
Türk Romanında Postmodernist Açılımlar - Yıldız Ecevit Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Yıldız Ecevit

Yayın Evi: İletişim Yayınları

İSBN: 9789754708752

Sayfa Sayısı: 240

Türk Romanında Postmodernist Açılımlar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

"Geçmişinde çok uzun yıllar yalnızca 'gerçekçi' olmuş, romantizmi neredeyse hiç yaşamamış Türk romanı, modernist/postmodernist biçimcilik ilk kez 'romantizm'le tanışmaktadır ve bu bana göre estetik düzlemde gerçekleşen bir devrimdir ve her devrim gibi de heyecan vericidir."

Yıldız Ecevit, 20. yüzyıl avangardist roman esteğinin genel bir tasvirini yaptıktan, bu estetiğin üstkurmaca, metinlerarasılık, çoğulculuk gibi temel özelliklerini irdeledikten sonra, postmodern edebiyatın Türkiye'deki yayılımını inceliyor. Modern Türkçe edebiyatın dört önemli metnini, postmodern edebiyat kuramının olanaklarıyla çözümlüyor: Oğuz Atay'ın Tehlikeli Oyunlar'ı... Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı'sı... Hasan Ali Toptaş'ın Bin Hüzünlü Haz'zı... Metin Kaçan'ın Fındık Sekiz'i... Belki yazarlarının bile aklından geçirmediği metinlerarası ilişkiler, oyunlar kurgulayarak, eleştirmen-okur inisyatifinin hakkını veriyor.

Modern-sonrası Türkçe edebiyatın analizi açısından önemli bir kaynak olan Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, "özgür konumunun büyüsüne kapılmış okur tutumu" açısından da zenginleştirici bir deneyimi yansıtıyor.

Türk Romanında Postmodernist Açılımlar Alıntıları - Sözleri

  • Katıksız bir yaratı özlemi belki de, hangi estetik eğilimin temsilcisi olursa olsun, bir sanatçının bilinçaltından gelen bir dürtüdür. Sanatın koşulsuz özerkliğini tüm metinlerinde haykırırcasına açıklayan Nietzsche'nin köktenci tezini, onun modernist estetisizmle olan koşutluğunun altını çizerek yineleyelim: Yaşam yalnızca estetik açıdan bakıldığında bir anlam içerir.
  • ''Üçtür adımı zamanın; GELECEK yaklaşır kuşkulu, Ok gibi uçar ŞİMDİ, GEÇMİŞ, sessizliğinde sonsuzun (...) Üçtür ölçüsü uzamın: Yorulmaksızın çabalar UZUNLUK İleriye doğru, biteviye; GENİŞLEMESİNE Yayılır EN BİTİMSİZ, Dipsiz dalar içeriye DERİNLİK''
  • Derrida' nın dediği gibi, aporia 'da düğümlenirler.''
  • Oysa yeni romancı, gerçeği, bir modeli örnek alarak yansıtmıyor, onu baştan yaratıyordur. Bu yaratma ediminde sanatçının yapabileceği tek şey; yakalayabildiği gerçek parçacıklarını, düşlerini, bilincinin/bilinçaltının kıvrımlarından bulup çıkardığı malzemeyi biçimlendirmektir. Yeni roman biçimci estetiğin uç noktasında filizlenir, 20. yüzyıl edebiyatı, sanat düzleminde kurguyla/teknikle/yapıyla oynanan bir oyuna dönüşür.
  • İnsanın gerçeğe yabancılaşması olgusu, 20. yüzyıl estetiğinin ana taşıyıcılarından biridir. Anlamakta güçlük çektiği bir dünyayla kendini özdeşleştirmekte zorlanan, ona yabancılaşan insan, yabancılaşmayı sanatsal boyuta taşır, onu bir kurgu tekniğine dönüştürür. "Yabancılaşma böylece estetik bir araç durumuna gelir."
  • Edebiyatımızda modernist romanın öncüsü Oğuz Ataydır. Atay 1972'de, o güne değin Türk edebiyatında kurgu/biçim özellikleri açısından görülmemiş bir romanla ortaya çıkar: "Tutunamayanlar". Zamansal art ardalığın montaj kalıplarıyla delindiği, iç ve dış dünyalar arasındaki sınırların silindiği, farklı ontolojilerdeki gerçekliklerin farklı biçim ve anlatım ögeleri aracılığıyla çokkatmanlı bir yapı içinde verildiği bir romandır "Tutunamayanlar". Atay'ın tanıdığını düşündüğümüz, modernizmin kült-romanı James Joyce'un "Ulysses"inden izler taşır bu alışılmamış metin. Atay'ın, "Tutunamayanlar"ı toplumsal sorunlara çözüm bulmak amacıyla yazmadığı bellidir. Toplumdan çok, insanın iç dünyasıdır bu metnin odağına yerleşen; insan bilincinin kıvrımları, bilinçaltının labirentleri ve Carl Gustav Jung'un deyişiyle, onun ortak bilinçaltının arketipleri imgeleşir roman dokusunda.
  • İnsanın gerçeğe yabancılaşması olgusu, 20. yüzyıl estetiğinin ana taşıyıcılarından biridir. Anlamakta güçlük çektigi bir dünyayla kendini özdeşleştirmekte zorlanan, ona yabancılaşan insan, yabancılaşmayı sanatsal boyuta taşır, onu bir kurgu tekniğine dönüştürür.(...)20. yüzyıl sonrası roman estetiği dış dünyayı doğrudan yansıtmaz, dış dünyadan alınmış gerçek parçacıklarıyla iç dünyayı birbirine harmanlar ve yeni bir dünya kurgular. Bu yeni dünyada, içinde yaşanılan görüngüsel dünya yabancılaştırılarak anlatılıyordur; olayları art arda sıralayan mimetik estetiğin içerik öyküleyen kurgu dünyasından tümüyle ayrımlıdır.
  • 'Düş gerçeğin ta kendisidir.'
  • Romanın geleneksel ana teması yolculuk dıştan içe yönelir. Modernist romanda kişiler, somut coğrafya üzerinde değil, iç dünyanın kaygan/geçişimli düzleminde yolculuk ediyorlardır artık; soyut homo viatorlardır onlar. Konu ve konuya bağlı gerilim ögesi ortadan kalkar bu romanlarda; metin tümüyle deneysel biçimciliğin oyun alanına dönüşür. Modernist yazarı deneysel biçimciliğe iten ana nedenlerden biri; yazarın nasıl biçimlendireceğini/kurgulayacağını tam olarak kestiremediği soyut bir iç dünyanın/bilincin/bilinç altının, kurgunun odağına gelip yerleşmesidir.
  • Yusuf Atılgan'ın "Tutunamayanlar"dan bir yıl sonra 1973'te yayımladığı "Anayurt Oteli" ise, neden-sonuç ilişkisinin yok edildiği kafkaesk bir ortamda, 20. yüzyıl insanının evrensel sorunsalları olan yabancılaşma/yalnızlık ve iletişim kopukluğunu odağa alır. Romanın yazarı, tek bir düzlemde anlamlandırılması olanaksız olan bu absürd metinde, anlam boşluklarını doldurmayı okuruna bırakır. Oğuz Atay'dan farklı bir yolda, Joyce'dan çok Kafka'ya yakın bir çizgide, modernist romanın Türk edebiyatındaki kilometre taşlarından biri olur Atılgan'ın bu metni.

Türk Romanında Postmodernist Açılımlar İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Dünya ve Türk Edebiyatının 19.yy ve 20.yy'da Gelişimi ve Okur Profilleri: Edebiyat bulunduğu çağda dünyanın nasıl anlamlandırıldığıyla yakın ilişki içinde olmuştur. İçinde bulunulan çağın “gerçek”e verdiği anlama göre şekil almıştır. Bu değişmelerden yüzyıllar nasıl etkilenmiş ona bakmakta fayda var. 19.yy itibariyle Aydınlanma Çağı’nda maddenin somut gerçekliğine olan güven tavan yapmıştır. “Yalnızca gözümle gördüğümü yazarım ben” ya da sadece gördüğüme inanırım gibi söylemler dönemin gerçeklik anlayışını oluşturmuştur. Fizikte Newton yasaları esastır. “Çağın, bilimdeki yoğun gelişmeler temelinde olgunlaşan gerçeklik anlayışı da, duyularla algılanan somut gerçekliği evrendeki tek gerçeklik olarak onaylamaktadır”. 20.yy başlarındaki yeni bilimsel gelişmeler gerçeklik anlayışına damgasını vuran Newton fiziğinin ilkelerini kuşkulu kılar. Einstein ve Heisenberg gibi isimler fizikteki buluşlarıyla kalıplaşmış somut gerçek anlayışını kazımaktadır artık. “Yeni fizik, dünyanın alışılagelen görünümünü tümüyle değiştirmiş, içinde yaşadığımız uzamı kuşkulu kılmış, değişmez bir akış içindeymiş gibi görünen zamanı göreceleştirmiştir.'' Çağın getirdiği sosyopolitik gelişmeler de yeni gerçekliğe zemin hazırlamaya başlamıştır. Somuttan soyuta/göreceye geçiş başlamıştır. Hızla gelişen dünyada insan afallamıştır adeta. Artık bir yabancıdır dünya için. Yalnız hissetmiştir güç odakları karşısında. “Yüz-yüz elli yıl önce yeryüzünün küçük tanrısı diye tanımlanan insan; doğaya da, çevresindeki nesnelere de yabancılaşıyordu.” Dünya değişmekte, bilinen deyişiyle kapitalist sistemler yerleşmektedir günlük hayata. Artık para ve seri üretim çağıdır. Edebiyatta bu değişimlerden payına düşeni fazlasıyla almıştır. 19. yüzyıl gerçekçi/yansıtmacı/klasik edebiyatı mimetik, yani gördüğümüz gerçeğin bize olduğu gibi anlatılması, estetiğine dayanır. Anlatılan bir olay vardır. Olayın başı sonu, nerede geçtiği bellidir. “Çağın romancısı olayları zaman dizinsel bir akış içinde, dün-bugün- yarın sıralamasına sıkı sıkıya bağlı kalarak öyküler; A’dan başlar Z’ye değin sürdürür anlatmayı. Roman yapısında hiçbir kargaşa yoktur; okura yabancı gelmeyen bir öyküleme türüdür bu. Uzam yerli yerindedir, üç boyutlu ve sağlam. Bu boyutlar çoğu kez ayrıntılı çevre betimlemeleriyle yansıtılır okura.” Olayların konusu içinde bulunulan sosyopolitik olayların ya da etik ülkülerin yerleşik değerlerine savaş açmış bir kahramanın hikayesi olur. Bir “yolculuk” romanlarıdır bunlar. Fakat bireyin içine doğru değil dış dünyaya doğrudur. Kahramanın iç düşünceleri önemli değildir. Tanrısal bakış hakimdir. Okur olaylar arasında neden sonuç ilişkisi kurabiliyordur. Roman yol göstericidir 19.yy klasik edebiyatında. 20.yy itibariyle “gerçek”lik anlayışı da değişmeye başladığı için klasik/yansıtmacı edebiyat yavaş yavaş geçerliliğini yitirmektedir. Modernizm ve Postmodernizm egemen olmaktadır edebiyata. Gerçek artık somut bir olgu olarak algılanmıyordur. “Yeni romancı, gerçeği, bir modeli örnek alarak yansıtmıyor, onu baştan yaratıyordur. Bu yaratma ediminde sanatçının yapabileceği tek şey; yakalayabildiği gerçek parçacıklarını, düşlerini, bilincinin/bilinçaltının kıvrımlarından bulup çıkardığı malzemeyi biçimlendirmektir. Yeni roman biçimci estetiğin uç noktasında filizlenir; 20. yüzyıl edebiyatı, sanat düzleminde kurguyla/teknikle/yapıyla oynanan bir oyuna dönüşür”. Romanlar yabancılaşmış insanın iç dünyasına yönelir. Bu içe yöneliş biçimle oynamayı da zorunlu kılmıştır. Romanlar artık deneysel biçimcilikle yazılmaktadır. Ne de olsa tek somut bir gerçek yoktur, görecelidir. Romancı artık gerçeği aramaktan vazgeçip onu yaratmaya başlamıştır. Bunun nedeni “yazarın nasıl biçimlendireceğini, kurgulayacağını tam olarak kestiremediği soyut bir iç dünyanın/bilincin/bilinçaltının, kurgunun odağına gelip yerleşmesidir(…)iç dünya ile dış dünya arasındaki sınırların silindiği bu yeni kurmaca yaşam biçiminde yazar, soyut dünyanın/bilincin zamanını nasıl kurgulayacaktır? Modernist romanın en önemli kurgu sorunlarından biridir bu, çünkü insanın beyninin içindeki zaman çizgisel akmamaktadır; bilinç de bilinçaltı da inanılmaz zaman sıçramaları yapabilmektedir.” Yeni tekniklerle biçim oluşturulmaktadır. Bilinç akışı, geriye dönüş, montaj/kolaj, çok yönlü optik teknikleri roman biçimlendirmenin yeni teknikleridir. İmge sözün özü durumuna gelmiştir. Roman iki kulvara ayrılmıştır: “Bunlardan biri, Joyce’un, Musil’in, Oğuz Atay’ın romanlarının oluşturduğu ana kurgu eğilimidir. Bu eğilimde metin bir biçem çoğulculuğu içerir, çoğu kez birbirinden bağımsız metin adalarının montaj/kolaj teknikleriyle birleştirilmesinden oluşur(…)Ana öykü ise genelde pek de önemli değildir bu tür metinlerde”. Metni örmek içindir ana öykü. Önemi sadece bağlayıcılığı içerir. “Modernist romanın yapı/kurgu düzlemindeki ikinci ana kulvarı, Kafka’nın, Canetti’nin, Yusuf Atılgan’ın izlediği yoldur. Bu yolda ilerleyen romancı; metnini bütüncül bir öykü varmış gibi kurgular. Ancak bu öykü, tüm mantık kategorilerinin dışında bir çizgi izler; neden-sonuç ilişkisi ortadan kalkmış, uzam-zaman boyutu amorflaşmış, yabancı/fantastik/absürd bir düş mantığı metne egemen olmuştur.” Görünüşte zaman dizinsel bir olay anlatıyormuş gibi görünür ikinci kulvar. Belki de Kafka’nın Joyce’a göre çok okunmasının sebeplerinden biri(diğer sebeplere de değineceğim) belki de budur. Ama iş göründüğü gibi değildir. Anlam içten bozulmuş, absürttür. 20.yy sonlarına doğru modernizm anlayışı da etkisini yitirecektir. Artık modern sonrası/üstü anlamına gelen postmodern bir gerçeklik anlayışı hakimdir. “Her şeyin karşıtıyla birlikte hiçbir çatışmaya yer vermeden varolduğu, farklılıkların barışçı bir karnaval atmosferi içinde bir arada yaşadığı bir tinsel varoluş biçiminin adıydı postmodern.” Çoğulcu bir bakış açısı tüm hayata yerleşir. Tüm zıtlıklar bir karnaval ve “oyun” havasında iç içedir. “Çoğulculuk postmodernizmin yaşamda da sanatta da ana eğilimidir. Daha da ileri giderek ve postmodernizmin hiçbir ilkeye/kurala/kurama/ölçüte/felsefeye/dizgeye damgasını basmak istemeyen yapısıyla ters düşmeyi de göze alarak diyebiliriz ki, çoğulculuk postmodernizmin tek felsefesidir; akıl ve düşün, bilim ve ezoteriğin, teknoloji ve mitosun, burjuva dünya görüşü ile toplum dışı bir marjinalliğin yan yana/eşzamanlı var olduğu bir yaşam biçiminin adıdır”. Postmodernizm kendine yeni bir estetik oluşturmaya çabalamamıştır. Biçim özelliklerini modernist romandan almıştır. Ana kurgu özelliklerinden oyunsuluk da modernizmden alınmadır. Oyun postmodern edebiyatın ana kurgu elamanıdır artık(Hatta Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar adında bir romanı vardır). Oyun olarak kurmaca sanatın kendini nasıl oluşturduğunun kurmacasıdır. “Edebiyat, artık somut yaşamı kurgulamıyor; kendini, nasıl oluştuğunu, nasıl kurgulandığını anlatıyordur. Doğa ise, daha önce yazılmış metinlerden oluşan b ir metinlerarası doğaya dönüşmüştür. Kendini anla tan bu edebiyatta kurmaca, üstkurmaca düzlemine taşınır.” Yani artık metnin içinde yazar eseri nasıl yazdığını/oluşturduğunu anlatıyordur okura. Üstkurmacadır bu. Artık edebiyatta anlatmak değil roman kurmaktır esas olan. İyi roman kuran iyi edebiyatçıdır eleştirmenlerin gözünde. Türk Edebiyatına gelelim şimdi. İleri görüşlülüğü baş tacı yapmış bir ulusun edebiyatta gelişimleri yakalayamaması nasıl açıklanmalıdır, sorusuna çokça yanıt aranabilir. Aranmalıdır da. Biz güvendiğimiz sulardan ilerleyelim. Ahmet Hamdi Tanpınar 1930lu yıllarda bir Türk romanı niçin yoktur, sorusuna yanıt ararken kısaca; gerçekten okuduğunu anlayan okurların azlıdığından, toplumsal dertlerle boğuşmaktan bireyi unutan, kendi cemiyeti arasına sıkışmaktan bütüne bakamayan bir milletin romanın niceliksel anlamda var olabileceğini ama niteliksel olarak olmadığını belirtir. Edebiyatımız uzun süre geleneksel edebiyat dediğimiz mimetik estetiğin içerik üretme anlayışına bağlı kalır. Bu öyle bir bağlanıştır ki bu yoldan sapanlar edebiyatçı olarak görülmez. Ülkedeki her şey gibi edebiyat da tekelleşmiştir. “Toplumsal sorunların altını çizmeyen ve biçime ağırlık veren metinler uzun yıllar devre dışı bırakılır edebiyatımızda. Bugünkü edebiyat piyasasında bile, geleneksel/gerçekçi estetik eğilimin taşıyıcısı olan belirli bir yayıncı/edebiyatçı/eleştirmen grubu, yayımlanacak kitapların seçiminde, ödül alacak yapıtların belirlenmesinde önemli rol oynamakta ve edebiyatı isledikleri doğrultuda yönlendirmekledirler. Romanda bireycilik ve biçimcilik, neredeyse suç içeren bir estetik davranış olmuştur Türk edebiyatında.” Belki de hala Elif Şafak, Ayşe Kulin, Ahmet Altan, Zülfü Livaneli gibi popülist yazarlarının çok okunması bu yüzdendir. Arada istisnalar çıkmıştır ama dikkat çekememiştir. 70li yıllara kadar bu böyle sürer. Türk Edebiyatında ilk modernist açılım Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ıdır. “Atay 1972’de, o güne değin Türk edebiyatında kurgu/biçim özellikleri açısından görülmemiş bir romanla ortaya çıkar: “Tutunamayanlar”. Zamansal art ardalığın montaj kalıplarıyla delindiği, iç ve dış dünyalar arasındaki sınırların silindiği, farklı ontolojilerdeki gerçekliklerin farklı biçim ve anlatım öğeleri aracılığıyla çokkatmanlı bir yapı içinde verildiği bir romandır ‘Tutunamayanlar’”. James Joyce’un Ulysses’inden izler taşır. Oğuz Atay’dan sonra 1973’te Yusuf Atılgan sahneye çıkar. Anayurt Oteli yayınlanmıştır. Türk Edebiyatının kilometre taşlarından biri olan “Anayurt Oteli ise, neden-sonuç ilişkisinin yok edildiği kafkaesk bir ortamda, 20. yüzyıl insanının evrensel sorunsalları olan yabancılaşma/yalnızlık ve iletişim kopukluğunu odağa alır. Romanın yazarı, tek bir düzlemde anlamlandırılması olanaksız olan bu absürd metinde, anlam boşluklarını doldurmayı okuruna bırakır”. Franz Kafka izleri taşır bu romanda. Aynı yıllarda Ferit Edgü de aynı eğilimle metinler üretmeye başlar. 80 darbesinden sonra ortam iyice alevlenmiştir. O yıllarda Orhan Pamuk edebiyat alanında bir “fenomen”dir. “Modernist ve postmodernist eğilimlerin birbirine harmanlandığı romanları, onun yalnızca avangardist kurgu teknikleri alanındaki olağanüstü yeteneğini sergilemekle kalmaz, aynı zamanda çağcıl edebiyat kuramlarını ne denli iyi bildiğini de belgeler. Üstkurmaca tekniği ile oluşturulmuş, metinlerarası düzlemde solukalan romanlardır bunlar.” Sadece Pamuk ile kalmayıp Latife Tekin, Nazlı Eray, Bilge Karasu, Hilmi Yavuz, Hasan Ali Toptaş, İhsan Oktay Anar gibi isimlerle bu açılımlar büyük gelişme göstermiştir. Bu gelişmelerden sonra günümüze geldiğimizde başta sorduğumuz bir Türk Romanı niçin yok sorusunu Orhan Pamuk, Tanpınar Merkezini açılısında cevaplıyor: “80 yıl sonra bugün diyebiliriz ki bir Türk romanı vardır. Bu da bizim en büyük sevincimiz olmalıdır”. Her dönemin “gerçek”e verdiği anlam farklı olduğu için edebiyatın da ona göre şekil aldığını söylemiştik. Haliyle okurun da şekil alması, aradaki farkları bilmesi ve buna göre eleştirmesi doğru bir okurluk olur. Postmodern bir romanı klasik edebiyat anlayışından eleştirmeye kalkarsak, konunun içine giremedim, duygu bütünlüğü yok, işin içinden çıkamadım gibi yorumlarla karşılaşırız. Ya da modern bir roman okuru gözünden klasik bir eseri yorumlamaya kalkıştığımızda teknik ve biçim yönünden beğenmeyeceğizdir. Bu yüzden okurluğu ciddi bir iş olarak görürüm. Bir birikim meselesidir aslında. Klasik eser okuru olmak kolaydır, tabii bunu küçümseyici olarak anlamamak gerekir. Klasik eserin rahat okunan kurgusundan kaynaklanır bu. Bu eserlerde tez antitez mantığıyla yorumlar yapılabilir. Gerçek ve çıkarılacak anlam sınırlıdır. Bu yüzden yorumda bulunmak klasik okur için kolaydır. Modernist ve postmodernist yazarlar( postmodernistler modernistler kadar seçkinci değildir ama)kendi eserlerini okuyan okurun klasik değil “örnek okur” olmasını isterler. Sayının azlığı onlar için sorun değildir. Onları anlamaya çalışan birkaç okuru olması onlar için yeterlidir. “…seçkincidir; kendisini anlayan, onunla bütünleşen az sayıda okur ona yetmektedir. Metinde anlamın/konunun ardından koşmayan, avangardist biçim denemelerindeki artistik boyutun ayırdına varan, ondan tat alan seçkin bir okurdur bu; romanı şiir gibi okumayı öğrenmiş biridir.” Okurdan yüzeysel okuma yapmasını istemez, derin bir okuma yapması istenir, metinlerarası ilişkileri farketmelidir. Bunun için de kendinden önce yazılanları okunmasını/bilinmesini ister. Okur metinde bahsi geçen diğer eser/yazarları okumamışsa metinden alacağı haz çok azdır. Çünkü metin onların gözünde bir oyundur, okur oyunun kurallarını bilmelidir. Bunu kısa bir örnekle açıklayalım. Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar adlı romanı metinlerarası yapıyla örülüdür. Bahsi geçen bu yapıyı anlamak için önce şu eser/yazarları okumak gerekir: Don Kişot, Faust, Elias Cannetti, James Joyce, Franz Kafka, Gogol, Goethe, Polonius, Peter Weis, Derrida, Eric Berne Hayat Denen Oyun, Yeraltından Notlar, Hamlet, Düşüş, Satıcının Ölümü. Bu eserleri ve yazarları bilirsen beni anlayabilirsin demektedir yazar. Ondan değil midir ki “Beni anlamıyorlardı. Zarar yok. Zaten beni, daha kimler anlamadı” demiştir yazar. Aslında buradan okur profiline de bir sitem getirmektedir Atay. Okurluğun anlamı göründüğü gibi okuyup geçmek ve yorumlamak demek değildir o yüzden. Yıldız Ecevit çok iyi bir iş başarmış. Bu kadar terimle yüklü bir alanı herkesin anlayabileceği bir kıvamda hazırlamak özen ve usta işi işçilik ister. Kendisinden bolca yararlanmanız dileğiyle. (Murat Sezgin)

Postmodernizmin Türk Edebiyatindaki Izleri: 20.yy'da yeni bir edebiyat akımı olarak doğan ve romandaki klasik kurguyu alt üst ederek, kendine farklı ve kurmaca perspektiflerde yeni bir dogma yaratan Postmodernizm, özellikle bir kalıba ve biçime sokulmuş edebiyatın, artık kabuğundan dışarı çıkarak, özgürleşmesi gerektiğini savunan bir düşünceyle var olmuştur. Aydınlanma çağının getirdiği modernleşmenin edebiyata da taşınması gerektiğini savunan modernizm/postmodernizm, tinselliğin maddeselliğe indirgenmeye çalışıldığı bir bakış açısını temsil etmektedir. Bir nevi somuttan soyuta geçiş olarak kabul edebileceğimiz bu dönemi, yazarların iç dünyaya yönelerek, deneysel/biçimci/kurmaca yöntemlerle, edebiyata yeni bir soluk ve bakış açısı kazandıracak eserler ortaya çıkarmaya çalıştıklarını söyleyebiliriz. Türk Edebiyatında da Modernizmin izleri 1970'lerden sonra görülmeye başlanmıştır. İlk olarak; Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Ferit Edgü üçlüsünün sınırları içinde başlayan bu tarihsel kesit, Latife Tekin, Orhan Pamuk, Hasan Ali Toptaş, Erhan Bener, Selim İleri, Ahmet Altan ve Metin Kaçan'ın... eserleri ile Türk Edebiyatında varlığını hissettirmeye başlamıştır. Modern ve Postmodern izler taşıyan, Türk Edebiyatı ürünlerinin en kaliteli eserleri arasında kendine yer bulan Tehlikeli Oyunlar( Oğuz Atay), Benim Adım Kırmızı(Orhan Pamuk), Bin Hüzünlü Haz (Hasan Ali Toptaş), Fındık Sekiz (Metin Kaçan) in avangardist açıdan incelemesini bu kitapta yapan Yıldız Ecevit, batı dünyasının getirdiği bu yeni akımın, Türk Edebiyatındaki biçimsel yeniliklere yansımasını, bu romanlar üzerinden okuyucuya aktarmaya çalışmıştır. Eserleri biçim, yapı, kurgu ve dil olarak ele alan, üstkurmaca ve çoğulculuğun izlerini, kitaptan kesitlerle okuyucuya anlatan Ecevit, aynı zamanda örnek paragraflarla da kavramları okuyucuya daha anlaşılır ve algılanabilir kılmayı hedeflemiştir. Üst kurmaca, new age, metinlerarasılık ve çoğulculuk kavramlarını, Türk edebiyatı eserleri üzerinden çözümleyerek, okuyucuya kazandırmaya çalışan Yıldız Ecevit'in bu kitabının, edebiyat ile ilgilenen herkesin beğenerek okuyacağı ve faydalanacağı bir kaynak olacağını düşünüyorum. İyi Okumlar Nur. (Nur..)

Yıldız Ecevit, postmodernizm gibi bir demir leblebiyi öyle anlaşılır, öyle akıcı, öyle net bir üslupla anlatıyor ki hayran olmamak elde değil. Keşke tüm bilim insanları böyle akıcı metinler kaleme alsalar. Döne döne altını çizerek okuduğum bir kitap. Türk edebiyatından örneklerle zenginleşen kitap edebi eserlerin şifrelerini çözmek için birebir. (Hercaiokumalar /Ayşe)

Türk Romanında Postmodernist Açılımlar PDF indirme linki var mı?

Yıldız Ecevit - Türk Romanında Postmodernist Açılımlar kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Türk Romanında Postmodernist Açılımlar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Yıldız Ecevit Kimdir?

28 Ocak 1946'da Gelibolu'da doğdu. Ankara Üniversitesi DTCF Alman Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı'nda ve Bilkent Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görev yaptı. Uzmanlık dalı Alman edebiyatı olan Ecevit, yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Kalka-Ferit Edgü ve Max Frisch-Oğuz Atay arasında karşılaştırmalı düzlemde gerçekleştirdi. Daha sonra ilgi alanını avangard Türk romanına kaydıran Yıldız Ecevit'in bugüne değin yayımlanmış kitapları şunlardır: Oğuz Atay'da Aydın Olgusu (Ara Yayınları, 1989); intelektuellenproblematik bei Max Frisch und Oğuz Atay (Ara Yayınları, 1990); İsviçre-Alman Edebiyatı (Ara Yayınları, 1990); Kurmaca Bir Dünyadan (Gündoğan Yayınları, 1992); Hermann Hesse, Bozkır Kurdunun Düş Yolculukları (derleyen), (Remzi Kitabevi, 1994); Orhan Pamuk'u Okumak (Gerçek Yayınevi, 1996; 2. baskı, İletişim Yayınları, 2004); Türk Romanında Postmodernist Açılımlar (İletişim Yayınları, 2001).

Yıldız Ecevit Kitapları - Eserleri

  • Ben Buradayım...
  • Türk Romanında Postmodernist Açılımlar
  • Orhan Pamuk'u Okumak
  • Oğuz Atay'da Aydın Olgusu
  • Kurmaca Bir Dünyadan
  • Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları
  • Kozmik Komedya
  • İsviçre - Alman Edebiyatı

Yıldız Ecevit Alıntıları - Sözleri

  • İletişim teknolojisinin doruğa ulaştığı çağımızda gerçek, üretilen bir meta durumuna geldi (Kozmik Komedya)
  • ''Üçtür adımı zamanın; GELECEK yaklaşır kuşkulu, Ok gibi uçar ŞİMDİ, GEÇMİŞ, sessizliğinde sonsuzun (...) Üçtür ölçüsü uzamın: Yorulmaksızın çabalar UZUNLUK İleriye doğru, biteviye; GENİŞLEMESİNE Yayılır EN BİTİMSİZ, Dipsiz dalar içeriye DERİNLİK'' (Türk Romanında Postmodernist Açılımlar)
  • Romanın belki de en güzel anlatı kesiti olan "Boğazın Suları Çekildiği Zaman" başlıklı bölüm, bir çevre felaketini dile getirir. Ressam Hieronymus Bosch'un apokaliptik (mahşersi) görüntülerini anımsatan bu fantastik metin belki de gerçeğin bir öngörüsüdür. "Yazarlar hayatın, dünyanın gerçek tablosunu sunmazlar bize," der Pamuk, "ama o yorum bir süre sonra, sözünü ettiğimiz hayatın ta kendisi olur çıkar." (Orhan Pamuk'u Okumak)
  • Neysen o ol (Kozmik Komedya)
  • Dış dünyada tutunamamak, iç dünyada tutunmanın göstergesidir. (Oğuz Atay'da Aydın Olgusu)
  • Eril şiddet toplumda kaçınılmaz görünen 'düzen' , 'disiplin', 'terbiye' , 'namus-şerefi koruma' , 'vatanı koruma' gibi ahlaki değerler adına uygulanan 'disipline edici şiddet' ile ilişkili olarak ortaya çıkar ve çoğu zaman toplumsal düzen ve istikrar adına meşru görülür. (Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları)
  • "Tehlikeli Oyunlar", Oğuz Atay'ın yaşamındaki bu mutsuz dönemin yalnızlığı ve acılarıyla dokunmuş; yazarın, yalnız soyut değil, somut yaşamından güçlü renklerle oluşturulmuştur. Bu romanın sayfa­larında, onun Fikriye Gürbüz'le evliliği, Sevin Seydi'den ay­rılışı ve içine düştüğü büyük yalnızlığın izini sürmek müm­kündür. "Evliliğimin içyüzünü bir roman tefrikası gibi par­ça parça ederek ayaklarınızın dibine sermedim mi?" (T0.333) diyen Hikmet, romandaki evlilikle ilgili bölümleri yaşamın­dan ayrıntılarla dokumuş olan yazarı Oğuz Atay'la çakışır. Romanda, kendisini bırakıp Londra'ya giden Sevin Seydi'nin neden olduğu boşluk ve acı kimi yerde öylesine elle tutulur bir duruma gelir ki, metni bir ağıt-roman olarak okumak bi­le mümkündür. (Ben Buradayım...)
  • Bu okurun romandan aldığı doyum; metinde yer alan söz sa­natlarının oluşturduğu şık betimlemelerden alınan keyifle, ya da yazarın dünya görüşünün tutarlılığına duyulan beğeniyle kısıtlı değildir. O bu doyuma, metnin kıvrımları arasında ya­kaladığı koordinatları birleştirerek, anlamı yeniden üreterek ve bu üretime kendi birikimini de katarak ulaşır. Yazara duyduğu beğeni ise, onun düşünce ve dünya görüşüne yönelik olmak­tan çok; onun, metnin organik dokusunu oluştururken göster­diği kurgu/yapı ustalığıyla ilgilidir. (Orhan Pamuk'u Okumak)
  • İnsanın gerçeğe yabancılaşması olgusu, 20. yüzyıl estetiğinin ana taşıyıcılarından biridir. Anlamakta güçlük çektigi bir dünyayla kendini özdeşleştirmekte zorlanan, ona yabancılaşan insan, yabancılaşmayı sanatsal boyuta taşır, onu bir kurgu tekniğine dönüştürür.(...)20. yüzyıl sonrası roman estetiği dış dünyayı doğrudan yansıtmaz, dış dünyadan alınmış gerçek parçacıklarıyla iç dünyayı birbirine harmanlar ve yeni bir dünya kurgular. Bu yeni dünyada, içinde yaşanılan görüngüsel dünya yabancılaştırılarak anlatılıyordur; olayları art arda sıralayan mimetik estetiğin içerik öyküleyen kurgu dünyasından tümüyle ayrımlıdır. (Türk Romanında Postmodernist Açılımlar)
  • "Bana kitap kurdu, boş hayaller kumkuması, hayatın cılız gölgesi gibi sıfatlar yakıştırılabilir, şövalye .romanları okuya okuya kendini şövalye sanan Don Kişot'a benzetebilirsiniz beni. Yalnız onunla bir fark var aramda: Ben kendimi Don Kişot sanıyorum." (Oğuz Atay'da Aydın Olgusu)
  • Tüm insani ilişkilerim maskemin altında gerçekleşmiştir ve tamamen saklı bir hayatı yaşamanın ebediyen kurbanı olmak zorundayım (Kozmik Komedya)
  • "Tehlikeli Oyunlar" da "Tutunamayanlar" gibi, insanın iç dün­yasında kendi 'ben'ine doğru yaptığı bir yolculuğu anlatır; bir oluşum romanı: bir Bildungsromandır. Yazar, ikinci romanın­ da ana kişisi Hikmet'in kimliğini, soyut düzlemde ameliyat ma­sasına yatırır, içindeki çok sayıdaki benlik parçasını numarala­yıp kategorize ederek kurmaca düzlemde onlarla yüzleşmeyi dener. Böylesine ayrıntılı, titiz bir kimlik arayış sürecinden ge­çirtir Atay roman kişisini. Yalnızca bilinç düzleminde tanıdığı Hikmet'le hesaplaşmak istemiyor, bilinçaltının gölgeli mekanla­rında gizlenmekte olan Hikmetler'in tümünü gün ışığına çıkar­mayı deniyordur. Titiz bir kurguyla, simgesel düzlemde olumsuzluk çağrışımlarına açık bir sayı ve "Korku" başlığı taşıyan 13. bölümde bir bilinçaltı atmosferi yaratır Atay. Köpek havlamaları ve intihar/ölüm düşünceleri eşliğinde, rüya ve uyanıklık du­rumunun birbirine karıştığı bir ortamda bilinçaltının çocukla­rı olan Hikmetler'i metnin içine salar. Roman kişisinin gerçek kimliğiyle özdeşleşme yolunda, yüzeydeki 'Ben'ine karşı verdi­ği amansız bir savaşımdır bu. "Mış gibi yapmaktan usandım al­bayım," (T0.411) diyordur Hikmet; yeni baştan kurmak istedi­ği bir öz varlıktan söz ediyordur (T0.414); 'kendini tanı' öner­mesi metnin dört bir yanına yayılmıştır (T0.413-421). Atay, odağına bir varoluş sorunsalı oturttuğu romanında, kendi ger­çek 'Ben'ine ulaşmaya çalışan ana kişisini, diğer metinlerinde de yaptığı gibi simgesel içerikli bir isimle adlandırır; Hikmet'in so­yadına varoluşsal bir ton katar: 'Benol'. (Ben Buradayım...)
  • Sanat yapıtı çağlar boyunca, içinde bulunduğu tarih kesitinin 'gerçeklik' anlayışı ve onunla bütünleşen 'anlam'ı biçimlendirme çabasının bir ürünü olarak ortaya çıkar. Biçimlendirme ya da estetize etme edimi ise; o çağın insanının gerçekliği kavrarken, yaşama/insana/doğaya/evrene ilişkin sorulara verdiği, felsefi olduğu kadar doğa bilimsel yanıtlarla koşutluk içinde gerçekleşir. Eğer Ortaçağda gotik bir kilise inşa eden mimar, göklere ulaşan görkemli kulelerle donatıyorsa yapıtını, o dönemin tek gerçeğine: 'anlam'ın tek taşıyıcısına: Tanrı'ya göndermede bulunuyordur. Bir yaprağın ağaçtan düşüşünü saniyesi saniyesine betimleyen 19. yüzyıl sonunun naturalist yazarı ise, kuşkusuz kartezyen aklın egemenliğinde, görüngüsel gerçekliğe sadık kalmaya çalışıyordur tüm gücüyle. Michel Butor haklıdır "Değişik gerçeklere değişik anlatı biçimleri denk düşer." Bilimin ön planda olduğu Aydınlanma çağından 20. yüzyılın başına değin edebiyat estetiği, Newton fiziğinin verileriyle çakışan biçim öğeleriyle donatılmıştır. Söz konusu zaman kesiti içinde ara sıra beliren mistik/aşkın/romantik eğilimleri bir kenarda tutarak 20. yüzyıl öncesi birkaç yüzyılın edebiyatına bir göz attığımızda, çoğunlukla determinist/pozitivist görüşün izdüşümleriyle biçimlenmiş metinlerle karşılaşırız. Goethe de Balzac da, Zola da, Tolstoy da üç boyutlu, elle tutulur somut bir mekanı, çizgisel akmakta olan bir zamanla bütünleştirerek anlatırlar. 'Anlam' ise henüz kayıp gitmemiştir, insanın avucundan. Ülkülerin çağıdır aydınlanmacı modernite. Yazarın anlatacak çok şeyi vardır. Üstelik okurunu eğitmesi/bilgilendirmesi de gerekiyordur. Bu çağın yazarı, okuruna doğru yolu göstermekle yükümlüdür; anlamın da gerçeğin de yaratıcısı olarak 'Tanrısal' bir konumdadır; okurlardan oluşan edilgin 'kullarını' aydınlatmayı kendine görev bilir. Gerçi 19. yüzyılda Feuerbach'in, Marx'ın konturlarını çizdiği yeni dünyanın değer ölçütleri skalasında maddesel olanlar üste çıkıyor gibi görünüyorsa da, birey-insan hala ayaktadır ve savaşımını sürdürmektedir. Aristo'nun yansıtmacı ve eğitici mimesis/katharsis estetiğinin uzantısı görünümündeki bu edebiyat, 19. yüzyıl ortalarından sonra çağın maddeci felsefesinden izleri de dokusuna geçirerek 'realizm' adı altında kategorize edilir. Aydınlanmacı modernitenin edebiyat estetiğindeki uzantısıdır realizm. Sanayileşmekte olan dünyanın, madde kılıcıyla hümanist değerleri bir bir devirmesine karşın, gerçekçi edebiyat hala sıkı sıkıya sarıldığı ülküleri-postmodernist filozof Lyotard 70-80 yıl sonra 'meta-anlatılar' diyecektir onlara- dile getirmeyi sürdürecek; 20. yüzyılın alıp başını gitmekte olan kapitalist toplumunda bile kendisine akacak anakronik bir yatak bularak, Türk edebiyatında olduğu gibi uzun yıllar ayakta kalmayı başaracaktır. (Kurmaca Bir Dünyadan)
  • Edebiyatın sizin için huzur limanı olduğunu biliyorum (Kozmik Komedya)
  • "Gülmek onun için bir korunma aracıydı." (Oğuz Atay'da Aydın Olgusu)
  • Kadınların güzellik konusunda karşılaştıkları taleplerle/baskılarla ilişkisini anlamak için burada birkaç not düşmemiz gerekiyor: Baskının içselleştirilmesi, yani içsel hegemonya diyebileceğimiz süreç, bir sistemin sürekliliği de en önemli faktörlerden biri olarak karşımıza çıkar. Kişinin sömürüsüne yol açan herhangi bir durumun o kişiye dışarıdan dayatılması gerekmez. Sömürünün illaki baskı aracılığı ile gerçekleştirileceği inanışı ya da sömürünün ancak baskıyla gerçekleştirilmesi durumunda görünürlük kazanması nedeniyle aksi durumlarda sömürü görünmezleşir. (Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları)
  • Kadın bedeninin tahrik edici bir mekanizma olarak cinselleştirilmesi kadının bir cinsiyet olarak cinselliğin öznesi hâline getirilmesi sonucunu doğurmuştur. Böylelikle kadın bedeni kadına uygulanan cinsel şiddetin gerekçesi olarak sunulmakta, pornografik bir öğe olarak pazarlayarak metalaştırmaktadır. (Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları)
  • 'Yarım bırakılmışlık' Atay'ın bu ikinci roma­nının en önemli motiflerinden birini oluşturur. Hikmet fakül­teyi bitirmemiştir, üç dersten takıntılıdır; yazdığı oyunları da yarım bırakıyordur; ölümü bile yarım kalmıştır, ölüp ölmediği belli değildir; onun yaşamında rüyalar da yarım bırakılmışlık­tan payını almaktadır: " {b]elki de hiçbir şeyin sonuna katlana­madığım gibi bu rüyanın da sonuna katlanamadım ve seyretme­dim sonunu," (T0.264) diyordur Hikmet. Yarım kalmışlık gi­derek, 'yarım' bir futbol karşılaşmasının betimlendiği bölüm­ de ete kemiğe bürünür; soyut kavram somut dünyada cisim kazanır: "Yarım kalmış hayaller gibi, yarım kalmış insanlar, te­kerlekli kutularının içinde sahaya çıkıyorlardı. Bellerinden aşa­ğısı olmayan bu işkence insanları, tahta sandıklarının küçük de­mir tekerleklerini elleriyle çevirerek yeşil çimenlerin üstünde ge­ziniyorlardı. (. . .) Tekerlekli iskemleler üstünde onlar gibi yarım idareciler, yardımcılar, gazeteciler ve fotoğrafçılar da sahayı dol­durmuştu. Yarım futbolcular yarım kalelerin önünde çalışıyordu. (...) Bir gol yarım gol sayılıyordu. Sonuçlar hep kesirli çıkıyordu." (T0.159) Yarım kalmışlık Atay'ın tüm metinlerinin dokusuna sin­miştir. Jale Parla "Tutunamayanlar kasten yarım bırakılmış bir metindir," dedikten sonra, romanın kendisinin içindeki eksik kalmış metinleri de satırlar boyunca art arda sıralar. Gerçekten de "Tutunamayanlar" yarım bırakılmış metinler cümbüşüdür. Turgut da içinde bulunduğu metnin genel eğiliminin bir par­çasıdır. İç dünya yolculuğuna çıkmadan önce, " {h]ayatımda ilk defa, bir işi sonuna kadar götürmeliyim, " (T.523) diyordur, yaşa­mı boyunca her işi yarım bırakmıştır. Turgut'un yarım bıraktığı yaşantı çeşitleri yazarınınkilerle koşutluk içerir: "Meyhane arkadaşlarını da meyhanelerde bıraktım, ülkü arkadaşlarını da ülküle­riyle başbaşa. Bir yerde durmasını bilemedim." (T.611) Atay'ın ruh dostu Dostoyevski'nin yeraltı adamı ise yarım kalmışlık olgusuna Schopenhauer tonlaması içeren bir açıkla­ma getirir: "Evet, insan ömrünü iki kere ikinin peşinde geçirir, bu uğurda denizler aşar, yaşamını harcar, ama aradığını eline geçir­mekten inanın ki korkar. Çünkü onu bulur bulmaz, artık araya­cak başka bir şeyinin kalmayacağını bilir. " Bu da ölüm benzeri bir sondur. Atay ise bir işi bitirmenin ölümle eş değerli olduğu düşüncesini "Korkuyu Beklerken" öyküsünün sayfalarında da sürdürüyordur: "Belki de ölmemek için, hiçbir işin sonuna kadar gidemiyordun. Böyle küçük çalışmalarının üst üste eklenmesiyle do­luyordu zaman." (KB.59) Metinleri içinde ayrıksı bir konumu olan "Bir Bilim Adamının Romanı"nda, kişiliğinin yarım bırak­ma edimiyle pek bağdaşmadığını düşündüğümüz Prof. Mustafa İnan'ın makaleleştirilmemiş kimi notları için bile, "yarım kal­mışlığın güzelliğini taşıyor, " (BR. 162) demekten hoşlanır Atay. Yarım bırakmak, varoluşsal bir içeriğe de sahiptir. Heiddeg­ger'in varoluş felsefesinde insanın varoluşu, kişinin yaşamın­daki olasılıkların gerçekleşmesiyle oluşur. Olasılıkların bit­mesi ise ölüm demektir. İnsan, içerdiği olasılıklardan yalnız­ca birinin yaşama geçirilmesiyle kimliğine kavuşmaz. Varo­luş, kişinin bünyesinde gizli durumda barınan olasılıklar ço­ğulluğunun yaşama dönüşmesiyle pekişir. Bu açıdan ele alın­dığında; kimlik parçacıklarıyla oyunlar kurgulayan Hikmet, her şeyi yarım bırakıp içindeki bir olasılıktan diğerine atlayan "Tutunamayanlar"ın roman kişileri bir yandan ölümden kaça­rak yaşama tutunmaya çalışırlarken, öte yandan içlerindeki çoğul çelişkiler dünyasıyla yüzleşip kendilerini tanıma yoluna gi­rerler. (Ben Buradayım...)
  • Toplumun üstünde değerlere sahip olan ve yozlaşmış değerlere ayak uydurmak istemeyen bireyin topluma ters düşmesi kaçınılmaz bir olgudur: "Sen de çok safsın derlerse, ben de onlara derim ki; Size göre kusur sayılan bazı yanlarımızı korumak istiyoruz. (Oğuz Atay'da Aydın Olgusu)
  • Çok sayıda an­lam katmanıyla dokunmuş açık metinler üreten ve bu metin­lerde "herkesin hendi yolculuğunu kendi yaşamasını isteyen, " okurları için toplumsal ve ahlaksal çözümler üretmeyen, ro­manın yazmaktan çok kurmak edimiyle oluşturulduğunu dü­şünen, sanatın özünde yatan eylemin biçimlendirmek olduğu­nu bilen bir yazardır Orhan Pamuk; "yapmam gereken şey anlam belirsizlikleri sergilemek. Yoksa, roman değil bir inceleme kitabı yazardım," diyen Umberto Eco gibi düşünen biri. (Orhan Pamuk'u Okumak)

Yorum Yaz