Türkçülüğün Esasları - Ziya Gökalp Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Türkçülüğün Esasları kimin eseri? Türkçülüğün Esasları kitabının yazarı kimdir? Türkçülüğün Esasları konusu ve anafikri nedir? Türkçülüğün Esasları kitabı ne anlatıyor? Türkçülüğün Esasları kitabının yazarı Ziya Gökalp kimdir? İşte Türkçülüğün Esasları kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Ziya Gökalp
Yayın Evi: Ötüken Neşriyat
İSBN: 9786051551920
Sayfa Sayısı: 254
Türkçülüğün Esasları Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Türk düşünce, kültür ve siyaset tarihinin önemli simalarından olan Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı eseriyle “Türk milletindenim” demenin ne demek olduğunu, Türk milletinin kim olduğunu, nereden geldiğini ve nereye gitmesi gerektiğini öğreten bir ilk öğretmendir. Bu çabalarıyla Türk milliyetçiliğinin zeminini de hazırlayan Gökalp, kendisine kadar dağınık bir halde gelen düşünceleri bir araya getirerek, gerçek anlamını bulan bu düşünceye Türkçülük adını vermiş ve milletin bundan sonra gideceği yolu tayin etmiştir. İmparatorluktan Milli-Devlete geçiş döneminde yaşayan Gökalp'ın, insanların kafalarının karışık olduğu bir dönemde, bu karışıklığa çözüm bulmak amacıyla Türk toplumu ve kültürü üzerine yaptığı sosyolojik, kültürel ve siyasi değerlendirmeler geçerliliğini bugün de muhafaza etmektedir.
Türkçülüğün Esasları Alıntıları - Sözleri
- "Çünkü düşünmek ve söylemek kolaydır. Fakat yapmak ve bilhassa başarıyla neticelendirmek çok güçtür."
- Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur.
- “Çünkü, düşünmek ve söylemek kolaydır. Fakat, yapmak ve özellikle başarı ile sonuçlandırmak çok güçtür.”
- Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur.
- "Bir sanatkâr, ancak halktaki bedii (estetik) zevkin tecelligâhı (göründüğü yeri) olduğundan dolayı dâhi olabilir."
- Eski Osmanlı seçkinleri, köylüleri “eşek Türk” diye aşağılarlardı. Anadolu şehirlileri de, “taşralı” sözüyle küçümsenirdi. Genel (olarak) halka verilen ad, “avam” sözcüğünden başkası değildi.
- "Çünkü atalet kanunu gereğince bir sebep onu değiştirmedikçe her şey olduğu gibi kalır."
- Felsefe, maddi ihtiyaçların gerektirmediği ve zorlamadığı çıkarsız kinsiz karşılıksız bir düşünüştür.
- “Türkçülük, Türk milletini yükseltmek demektir.”
- Vatani ahlakın yüksek olması, milli dayanışmanın temelidir. Çünkü vatan, üstünde oturduğumuz toprak demek değildir.
- Başka uluslar, çağdaş uygarlığa girmek için geçmişlerinden uzaklaşmak zorundadırlar; oysa Türklerin çağdaş uygarlığa girmeleri için, yalnız geçmişlerine dönüp bakmaları yeter.
- Türkler, yurt gibi, ocağı da unutmazlardı.
- “Bir millet, başka bir milletin dini, ahlaki ve estetik duygularını taklit edemez.”
Türkçülüğün Esasları İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Kitaba başlamadan önce daha farklı bir şey bekliyordum aslında. Mehter marşı eşliğinde, pohpohlamalar olur diye düşünmüştüm. Ama öyle değil. Tam tersine, Türk toplumunun eksiklerini sıralıyor anlaşılır bir dille. Muasır medeniyetler seviyesine gelmek için insan, toplum, ülke olarak yapmamız gerekenleri anlatıyor. Hala o seviyeye gelmediğimiz için de güncelliğini koruyan bir eser. Güzel bir eleştiri kitabı. O yüzden herkesin okuması gerektiğini düşünüyorum. (Ragif)
Bu bir inceleme değildir ve sadece, kitaba dair olan görüşümün kısa bir aktarımıdır. İleride içeriği güncelleme ve inceleme ihtimalim yüksektir. - Okuyacağınız bu kitap kesinlikle, kendisini Türk bilen her Türk’ün okuması gereken eserlerden birisidir. Millî Eğitimin bu kitabı müfredata alıp, ders niteliğinde okutması gerekmekte; fakat eser aynı zamanda, bir inceleme olması ve kişisel görüşler kermesi neticesinde grupsal, kişisel ve toplumsal tartışmalara da açık olmalıdır. Eser; akıl, fen ve bilim süzgecinden iyice geçirilerek ele alınmalı, özü daha iyi anlaşılmalı ve büyük hizmet, fedakârlık ve ulusal amaca yönelik hiçbir zorluktan kaçınmadan, ‘Türk Devleti’nin ulusal çizgisi; her bir ‘yurttaş’ tarafından doğru çizmeli. Bir gün vaktim el verirse, o zaman kitabın konusu ve tarihi özüne dair geniş çaplı bir inceleme yaparım. Yine bunu ilk öncelikle kendim için yapmayı daha uygun görüyorum, çünkü bu vesileyle hem kendi birikimimi taze kılıyor hem de kendime yeni katmış olduklarımı daha iyi harmanlayarak, ilgili eserlerin dönemini konu edebiliyorum. Şimdilik birçok okura bunu sadece tarafsızca, geniş perspektiften okumayı önereceğim. Kitaplarla kalmanız dileğiyle. (A.Y.)
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş felsefesini anlamak: Türk milliyetçiliğinin büyük mürşidi, Türk sosyolojisinin kurucusu, Türk halkbilimi çalışmalarının öncüsü, çağdaş Türkiye'nin fikir ve eğilimlerinin babası Ziya Gökalp, Cumhuriyet dönemi reformlarına ilişkin fikirlerini çeşitli yazı ve makalelerinin yanı sıra Türkçülüğün Esasları kitabında da açıkça ortaya koymuştur. Türkçülüğün Esasları, Ziya Gökalp'in uluslararası araştırmaları ve incelemelerinden elde ettiği sosyolojik bir eser. Gökalp, Türk milliyetçiliğinin temellerini anlattığı çalışmasında, "yakın planda Türkçülük, uzak planda Turancılık" prensibiyle adlandırdığı mefkûresini en ince detaylarıyla okura aktarıyor. Cumhuriyetin kuruluş aşamasında bir arayış içerisine giren Türk milletinin kim olduğu, nereden geldiğini ve nereye gitmesi gerektiği sistematize edilerek bütünlük içinde okura sunuluyor. Bir nevi Atatürk'ün Türkçülüğünü anlatan Ziya Gökalp, Türkçülüğü ırkçı bir zihniyetten uzak sosyal bir gerçeklik üzerinden anlatmıştır. Türkçülüğü yalnızca 1.Dünya Savaşı sonu 2.Dünya Savaşı öncesi filizlenen ırkçılıkla tanımlamak bu ideoloji üzerine yeterince okuma yapmamakla alakalıdır. Gerek Türkçülüğün babası Ziya Gökalp, gerek Yusuf Akçura, gerekse de Erol Güngör gibi önemli düşünürler Türkçülüğü hep sosyal bir temelden açıklamışlardır. Bu hacimce küçük, etki alanı olarak oldukça geniş kitabı okuduğunuzda sadece Türkçülüğü-Milliyetçiliği değil, Türk modernleşmesini de anlayacaksınız. Milliyetçiliği "Cahiliye" olarak görenler, 1000 yıldır Arapça Kur'an, Arapça namaz, Arapça ezanı dayatmaktan geri durmadı. Hani ırkçılık yoktu? Neden şart Arapça? Oysa milliyetçilik çağdaş bir kültürdür. Cahil adamdan milliyetçi olmaz, olamaz. Rönesans, Fransız ve Sanayi Devrimi ve bilinen tüm aydınlanma hareketleri milliyetçi duygular sonrası gerçekleşti. Milliyetçilik demek, hastalandığında içtiğin ilacı kendin üretme içgüdüsüdür. Yabancı bağımlılığına bir isyandır. Kendi geleneklerine, kültürüne, diline duyduğun özlem ve milletini ve devletini yüceltme arzusudur. Birileri, tabi ki mevki-makamın arkasına saklanmış olanlardan "Türkçülük haramdır" buyurmuş. Bu örümcek kafalılara neden diye sormak abesle iştigaldir. Bir adın soyadın var, cebinde kartvizitin, kimlik belgen var. Hepsinin üzerinde adın ve soyadın yazılı. O zaman hepsini bir kenara at ve "Allah'ın bir bendesi" yaz. Kur'an'da "Hiçbir canlı koloni yoktur ki, bir adı olmasın" der. Bütün halkların bir adı vardır. Türk de bir halkın adıdır. Bir insan mensup olduğu milletin adını söyleyince ırkçı mı olur, behey ahmak? Ah şu yobaz kafalılar! Ayrıca şuna değinmeden geçemeyeceğim. Ülkemizde Türkçülüğü/Milliyetçiliği ırkçılık, faşistlik olarak algılayanlar var. Yahu! 400 sene bir valiyle yönettik Yunanları; fakat onları Türkleştirmedik. 400 sene İstanbul'u kaybetmenin acısı ve Megali İdea ile onları bir başlarına bıraktık; fakat unutturmayı ihmal ettik. Bin yıldan fazla süre boyunca Fars ve Araplarla beraber yaşadık. 400 sene hükmettik Araplara. İngilizlerin 50 senede İngilizce öğrettiği Araplara, biz yüzyıllarca Türkçe öğretmedik. İlk Dünya Savaşı'nda, kendi benliğimize sahip çıkmamamızın faturasını ödedik. Türk toprağında Türklerden daha refah yaşayan Ermeniler, tereddüt bile etmeden Ruslara katıldı. Araplar tereddüt bile etmeden İngilizlere katıldı. Yunanlar ve Rumlar Türk yurdunu ateşe verdi. Türk milleti sultanların, vezirlerin marabası haline gelirken; makam sahibi edilen, vekil, paşa, sadrazam yapılan devşirmeler devlet teşkilatının canına okudular. Kıtalara yayılan güç bizdeyken, kendi dilimize, inançlarımıza, geleneklerimize, kardeş devletlere ve atalarımıza sahip çıkmamışız. Araplar bizim tebaamızken, onların küresel olmayan harflerini almışız. Halklara, tüm dünyaya Türkçe öğretmek varken, çocuklarımıza medreselerde Farsça, Arapça öğretmişiz. Tebaamız olan Yunan'ın Platon'unu öğrenmişiz; onlara Dede Korkut'u okutmayı ihmal etmişiz. Arap'ın Ömer'ini öğrenmişiz; onlara Yunus Emre'yi okutmak aklımıza bile gelmemiş. Şimdi sana sormazlar mı behey mankurt ırkçılık bunların neresinde! Kendi kültürüyle, diliyle alay eden başka millet yok. Kendi atası sırf başka dine mensup oldu diye onları gavur gören başka millet yok. Aslında başka milletin Türk düşmanlığına gerek bile yok. Çünkü kendi ülkesinde, kendi devletinde Türklüğü, Türkçeyi yani kendi kendini tartışma konusu yapan başka bir milletde yok. Aklıma Atatürk'ün, "Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının Kavm-i Necip evladına "sen nasıl kötü muamele yaparsın" diye tokatladığı garip bir Anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında Türklük şuuruna erdim." sözü geliyor. Birde bir Türk tarihçisinin sözü geliyor aklıma; "Türkler Ebu Cehil'in gerçek adı Hişam dahil ne varsa çocuklarına isim olarak verdiler ama İslam'a en büyük hizmeti yapan Sultan Alparslan ismini, bin senedir bir Arap çocuğuna verdiremediler." Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken eski hamam içinde, kaf dağının ötesinde, önlerinde kurt başlı sancakların olduğu ak keçeden kubbeli otağların göz alabildiğince uzandığı iki vadi arasında, özü sözü bir olan yağız yiğitlerin yaşadığı Türk yurtları bulunurmuş. Gel zaman git zaman, ne olmuşsa olmuş, bu yurtlar kalbi "Türk'üm" diye çarpmayanların avuçlarına kalmış... Yağız yiğitler tutsak edilmiş, kimisi dağlara kaçmış... Derken... Neyse efendim, bu masalın sonu kötü bitecek. Bitmez Türk'e düşmanlık. "Ey Türk ulusu! Silkin ve kendine dön! Niçin yanılıyorsun? Bütün bunlar kendinden, kendi öz benliğinden uzaklaşıp düşmana dönük yaşadığın için oldu." Bilge Kağan (Derviş Bey)
Kitabın Yazarı Ziya Gökalp Kimdir?
Mehmet Ziya Gökalp, yapıtları ve görüşleriyle Türkçülüğü ve Türk milliyetçiliğini önemli ölçüde etkileyen Türk toplumbilimci, yazar, şair ve siyasetçidir. Meclis-i Mebusanda ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekilliği yapmıştır. "Türk millîyetçiliğinin babası" olarak da anılır.rnrnZiya Gökalp 23 Mart 1876da, yerel bir gazetede çalışan memur Çermikli Tevfik Beyin oğlu olarak Diyarbakır Çermikte dünyaya geldi. Annesi Zeliha Hanım’dır. 16. yüzyıla kadar Araplar ve Farslar egemenliğinde olan Diyabakır sonradan Türk, Kürt ve Ermeni toplulukların millî çekişmeleri ile şekillenmiştir. Bu kültürel ortamın onun millî benliğine etki ettiği öne sürülmüştür. Sonraları, siyasi düşmanları onun Kürt kökenli olduğunu öne sürdüğünde, Gökalp, babası tarafından Türk ırkına sahip olduğundan emin olduğunu ama aslında bunun önemsiz olduğunu belirtmiştir. "Sosyolojik çalışmalarımdan öğrendim ki milliyet, eğitime dayalıdır". Bazı tarihçiler buna rağmen onu Kürt asıllı olarak tanımlamışlardır.rnrnEğitimine doğduğu yer olan Diyarbarkır’da başladı. 1886’da Mektebi Rüştiye-i Askeriyye’ye (Askeri Lise) girdi; özgürlük düşüncesini ilk defa bu okuldaki hocası Kolağası (Önyüzbaşı) İsmail Hakkı Bey aşıladı. Askeri rüştiyenin son sınıfında iken babasını kaybetti.1890’da amcası Müderris Hacı Hasip Bey’den geleneksel İslam ilimleri ile ilgili ders almaya başladı. Öğrenimine İstanbul’da devam etmek istediyse de bu imkânı bulamayınca 1891’de Diyarbakır’da İdadi Mülkiye’nin(Sivil Lise) ikinci sınıfına kaydoldu. Son sınıfta öğrenci iken “Padişahım Çok Yaşa” yerine “Milletim Çok Yaşa” diye bağırması, hakkında soruşturma açılmasına yol açtı. O sırada okul süresinin beş yıldan yedi yıla çıkması üzerine 1894’te okuldan ayrıldı.rnrnLiseden ayrıldıktan sonra amcasından Arapça ve Farsça dersleri aldı. Tasavvufla ilgilendi. Fransızca öğrenmeye başladı. Diyarbakır’daki kolera salgını nedeniyle bu şehirde görevlendirilen Doktor Abdullah Cevdet Bey ile tanıştı, fikirlerinden etkilendi. Ekonomik sıkıntılar yüzünden öğrenimine devam etmek için İstanbul’a gidememesi, ailesinin evlenmesi için baskı yapması gibi nedenler 18 yaşındaki Mehmet Ziya’yı intihara sürükledi. İntihar girişiminin sebebi olarak idadideki hocası Dr. Yorgi Efendi’den aldığı felsefe eğitimi ve ailesinin verdiği dini eğitim arasında yaşadığı çatışma da gösterilmektedir. Kafasına sıktığı kurşun, güç koşullar altında yapılan morfinsiz bir ameliyatla çıkarıldı. Ameliyatı gerçekleştiren Dr. Abdullah Cevdet Bey ve Diyarbakır’da bulunan genç bir Rus operatördü. İntihar girişiminden sonra kendisini tekrar okumaya verdi. Özgürlüğe düşman olanlara çatan pek çok şiir yazdı.rnrn1896da , Erzincan Askeri Lisesi’nde öğrenci olan kardeşi Nihat sayesinde Harp Okulu öğrencileri ile birlikte İstanbula giden Gökalp, ücretsiz olduğu için Baytar Mektebine kaydını yaptırdı. Buradaki öğrenimi sırasında ülkedeki özgürlük hareketine katılmış insanlarla tanışmak için gayret gösterdi; İbrahim Temo ve İshak Sükûti ile görüştü. Jön Türkler’den etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. “Yasak yayınları okumak ve muhalif derneklere üye olmak” nedeniyle 1898’de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı.rnrnSerbest bırakıldıktan sonra 1900de Diyarbakır’a sürgüne gönderildi. Yüksek öğrenimini tamamlayamayan Mehmet Ziya’nın Diyarbakır’daki amcası ölmüş ve kızı Vecihe ile evlenmesini vasiyet etmişti. Amcasının vasiyetini yerine getirmiş ve Vecihe Hanım ile evliliğinden bir oğlu (Sedat), 3 kızı (Seniha, Hürriyet, Türkan) olmuştur.rnrn1908e kadar Diyarbakırda küçük memuriyetler yaptı. Eşinin mal varlığıyla rahat bir yaşam sürdürürken el altından hürriyet çalışmalarını yürüttü. O dönemde bölgenin güvenliği için kurulan ve başında Kürt asıllı İbrahim Paşanın bulunduğu Hamidiye Alayları hırsızlık ve soygun olaylarına karışınca halkı örgütleyerek eyleme yöneltti. 3 gün boyunca Diyarbakır Telgrafhanesini işgal ederek buradan saraya İbrahim Paşa ve adamlarını cezalandırmaları için telgraflar çekmeye başladı.rnrnDoğu ile Batı arasında ki kilit bağlantı noktalarından olan Diyarbakır Telgrafhanesinin işgali işin içine Batılı devletlerinde karışmasına neden oldu. Onlarında saraya yaptığı baskı neticesinde bölgeye bir araştırma heyeti gönderildi. Fakat bir süre için sinen İbrahim Paşa ve adamları daha sonra aynı kanunsuzluklara yeniden başlayınca Ziya Gökalp ve arkadaşlarının önderliğindeki halk bu sefer 11 gün süre ile telgrafhaneyi yeniden işgal ettiler. Bu direnişin sonunda İbrahim Paşa ve adamları bölgeden uzaklaştırılmıştır.rnrn1904- 1908 arasında Diyarbakır Gazetesi’nde şiir ve yazılarını yayımladı. İbrahim Paşa’nın halka yaptığı zulümleri "Şaki İbrahim Destanı" adlı yapıtında anlattı.rnrnII. Meşrutiyetten sonrarnrnII. Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve Terakkinin Diyarbakır şubesini kurdu ve temsilcisi oldu. "Peyman" gazetesini çıkardı.rnrnMehmet Ziya, 1909da Selanikte toplanan İttihat ve Terakki Kongresine Diyarbakır delegesi olarak katıldı ve örgütün Selanik’teki merkez yönetim kuruluna üye seçildi. Selanik’te kalmayı sürdürerek çevresinde bir kültür hareketi yaratmaya çalıştı. Lise programlarına sosyal bilimler dersi koydurtarak bu disiplinin okullarımıza girmesini sağladı. İttihat ve Terakki Selanik Şubesi’ni gençlik işleri ile uğraşan kolunun başına geçen Ziya Bey, çevresindeki gençlere toplumbilim ve felsefe dersleri verdi. Tevfik Sedat, Demirtaş, Gökalp gibi takma adlarla Selanik’te yayımlanan felsefe dergisinde yazılar yazdı. Dünyadaki Türkleri birleştiren, güçlü bir Türk devleti kurulmasını tasarlayan Ziya Bey, bu ülküyü dile getirdiği Altun Destanı’nı 1911’de Genç Kalemler Dergisi’nde yayımladı.rnrn1912de Derneğin merkezi İstanbul’a taşınınca, Ziya Gökalp de İstanbul’a geldi, Cerrahpaşa semtine yerleşti. Mart ayında Ergani/Maden (Diyar-ı Bekir) mebusu olarak Meclis-i Mebusana seçildi. Meclis dört ay sonra kapatılınca Edebiyat Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Kurumda onun eğitimle ilgili görüşleri kabul gördü; Darülfünun ve Eğitim Fakültesi’nde ders programları, okutulacak kitaplar onun önerileri doğrultusunda kararlaştırıldı. 1913 ve 1914 yıllarında kendisine önerilen Maarif Nazırlığı (Milli Eğitim Bakanlığı) görevini kabul etmedi, üniversitedeki görevini sürdürdü. 1915’te İstanbul Üniversitesi’nin Felsefe bölümünde İctiamiyyat müderrisi (Sosyoloji Hocası) olarak atandı. İstanbul Üniversitesi’ndeki ilk sosyoloji profesörü idi, üniversitelerimize toplumbilim onun sayesinde girdi.rnrnDüşüncelerini Türkçülük etrafında şekillendiren Mehmet Ziya Bey, İstanbul’a gelir gelmez Türk Ocağının kurucuları arasında yer almıştı. Derneğin yayın organı "Türk Yurdu" başta olmak üzere Halka Doğru, İslam Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası, Yeni Mecmuada yazılar yazdı. Balkan Savaşı öncesinden I. Dünya Savaşı başlarına kadar Türk Yurdu dergisinin yönetim kurulunda kaldı, derginin her sayısın bir şiir bir de yazı verdi. Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak başlıklı yazı dizisinde önemli konular yer verdi. Sonraki yıllarda Yeni Mecmua’yı çıkardı.rnrnZiya Gökalp, bir yandan da eser vermeyi sürdürüyordu. 1914’te "Kızıl Elma"; 1918’de ise Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" adlı eseri ile "Yeni Hayat" isimli şiir kitabını yayımladı.rnSon yıllarırnrnI. Dünya Savaşında Osmanlı Devletinin yenilmesinden sonra tüm görevlerinden alındı. 1919da üniversite içinde İngilizler tarafından tutuklandı; dört ay Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu kaldıktan sonra Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili işgal mahkemesi tarafından yargılandı. Mahkeme sürecinde soykırım iddialarını kesinlikle reddetmiş ve Mukatele(karşılıklı öldürme) tezini savunmuştur. Yargılama sonucu diğer İttihatçılarla birlikte Malta’ya sürgüne gönderilen Ziya Gökalp, orada arkadaşlarına toplumbilim ve felsefe dersleri verdi. Malta sürgünlüğü dönemde ailesiyle yaptığı mektuplaşmalar daha sonra Limni ve Malta Mektupları adıyla kitaplaştırılmıştır; sözkonusu kitap Malta sürgünlerinin orada geçirdikleri hayat şartlarıyla ilgili elimizdeki tek eserdir.rnrnZiya Gökalp, 2 yıllık sürgün döneminden sonra İstanbul’a döndüğünde üniversitede ders vermeye devam etmek istediyse de bu isteği kabul edilmedi. Bir ay kadar Ankara’da yaşadıktan sonra ailesiyle Diyarbakıra gitti, Ahmet Ağaoğlu’nun desteğiyle Küçük Mecmuayı çıkardı, yazılarıyla Kurtuluş Savaşı’nı destekledi.rnrn1923te Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığına atandı, Ankaraya gitti. Aynı yıl Türkçülüğün Esasları isimli ünlü esrini yayımladı. Ağustos’ta İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisine Atatürk tarafından Diyarbakır mebusu olarak seçildi. Ankara’ya yerleşen Ziya Gökalp, kültürel ve düşünsel çalışmalarına hiç ara vermdi;e dünya klasiklerinin dilimize çevrilip yayımlanması ile uğraştı. 1924te kısa süren bir hastalığın ardından dinlenmek için gittiği İstanbulda 25 Eylül 1924 günü hayatını kaybetti. Sultanahmet’teki II. Mahmut Türbesi haziresine defnedildi.rnGörüşlerirnrnOsmanlı Devletinin parçalanma sürecinde yeni bir ulusal kimlik arayışına girdi. Düşüncesinin temelinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleriyle, Batıdan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabası yatıyordu. "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" diye özetlediği bu yaklaşımın kültürel öğesi Türkçülük, ahlaki öğesi de İslamdı. Uluslararası kültürün yapıcı öğesinin ulusal kültürler olduğunu savundu. Saray edebiyatının karşısına halk edebiyatını koydu. Batının teknolojik ve bilimsel gelişmesini sağlayan pozitif bilim anlayışını benimsedi. Dini, toplumsal birliğin sağlanmasında yardımcı bir öğe olarak değerlendirdi.rnrnToplumsal modeli, Emile Durkheimin teorik temellerini kurduğu "dayanışmacılık" temel
Ziya Gökalp Kitapları - Eserleri
- Türkçülüğün Esasları
- Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak
- Kızılelma
- Altın Işık
- Türk Töresi
- Türk Medeniyeti Tarihi
- Yeni Hayat
- Türk Ahlakı
- Hars ve Medeniyet
- Çınaraltı Yazıları
- Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler
- Türk Terbiyesi
- Milli Tetebbular
- Ala Geyik
- Yeni Hayat Doğru Yol
- Makaleler 9
- Eserlerinden Seçmeler
- Türk Devletinin Tekamülü
- Yeni Mecmua Yazıları
- Yeni Türkiye'nin Hedefleri
- Bütün Eserleri - Kitaplar 1
- Tüm Masallar
- Son Şiirler
- Makaleler -4
- İslam Mecmuası ve Muallim Mecmuası Yazıları
- Hürriyet'e Mektuplar
- Genç Kalemler ve Türk Yurdu Yazıları
- Malta Konferansları
- Makaleler -1
- Fırka Nedir?
- Felsefe Dersleri
- Küçük Mecmua Yazıları
- Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri
- Şaki İbrahim Destanı
- Kuğular
- Makaleler -3
- Makaleler -2
Ziya Gökalp Alıntıları - Sözleri
- Çinliler, çiftçi bir millet oldukları halde; Türkler, çoban bir kavim idiler. Çinlilerde cinsi bir taksîm-i a'mal vukua geldiği halde, Türklerde bilakis her iş, ancak erkekle kadının iştirakiyle tamam olabilirdi. Türklerde kadın, tabu değildi. Dahilden izdivaç, bunun delilidir. (Türk Töresi)
- Mutlu olmak , duygulu ve neşeli bir hayat yaşamak demektir. (Hürriyet'e Mektuplar)
- Her yanımda bir uçurum, Sırat'ındır benim yolum, Tut elimden düşüyorum Sırat sensin yüce Tanrı! (Yeni Hayat Doğru Yol)
- Bir memleketin iyi idare edilebilmesini sağlayacak yasalar, ancak orada yaşayan toplulukların sosyolojik biçimlenmelerinden kaynaklanarak düzenlenebilir. (Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler)
- "Ya o halde, bu umumi Türk Milleti'nin vatanı neresidir? Buna cevaben deriz ki: Vatan ne Türkiye'dir Türk için ne Türkistan; Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan!..." (Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak)
- "Mâli, iktisadi, idari istiklalimizi behemehal temin etmek şartıyla sulhun iadesine çalışmaktır. Bu şeraiti temin etmeyen sulh muahedesi kabul olunamaz." (Yeni Türkiye'nin Hedefleri)
- İnsanlar özde tembeldir. Nefsinin zevklerine kapılıştır. İnsanların hayatlarını ilmi incelemelere ayırmaya ve çalışmaya vermeleri için hırslı bir inanç ve mefkûre lazımdır. (Hars ve Medeniyet)
- Doğu Türklerince 9 sayısı kutsal olduğundan, ödüller ve cezalar bu sayıdan yahut bunun katlarından yapılırdı. (Türk Medeniyeti Tarihi)
- Fırsat, kanatlı bir kuş gibidir, hemen elden kaçabilir ! (Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri)
- Biz Türkler sulh çağlarında, Uslu arı kovanıyız. Harbin kanlı dağlarında, Yırtıcı av doğanıyız. (Yeni Hayat Doğru Yol)
- Gam çekmeyen olur mu hiç sevince şayan. (Altın Işık)
- Mustafa Kemal Atatürk şöyle der: " Etimin ve kemiğimin babası Ali Rıza Efendi ise, heyecanlarımın babası Namık Kemal, fikrimin babası Ziya Gökalp' tır. " (Türk Terbiyesi)
- Bir çocuk, hangi kitapları anlar ve zevk alırsa onu okuyabilir. Anlamadığı, hoşlanmadığı kitapları zorla okutursanız, kitaplardan nefret eder. (Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri)
- . ''Karacık" dağından, ''Kıpçak" çölünden Gelen atalarım gibi Türk'üm ben. Bana yol gösteren benden olmalı; Olamaz Türk'e baş, Türk'üm demeyen. Osmanlı kalamaz Türk'ü sevmeyen! . (Yeni Hayat Doğru Yol)
- Diyorlar ,herkesin nasibi varmış, ona rast gelmedim ben bu toprakta. (Altın Işık)
- Orhun Kitabesi'ne göre Türk Tengrisi ile Yer - Su'dan ibarettir. Türk Tengrisi Sulh Tanrısı demektir. Altay Türkleri buna, Bay Ülgen derler. Oğuz Türkleri, Bayat namını verirler. Oğuzlar, Oğuz Han ismini Oğuz dininin müessisine ıtlak ettikleri gibi il Tanrısı mevkiinde de kullanırlar. Gün, At, Yıldız, Gök, Dağ, Deniz Han'ların Oğuz Han'ın oğulları olması, bu itibarladır. Altay'larda Bay Ülgen'in babası Kara Han olduğu gibi, Oğuzlarda da Oğuz Han'ın babası Kara Han'dır. (Türk Töresi)
- Filhakika, milletlerin hakları olduğu gibi vazifeleri de vardır. (Fırka Nedir?)
- Gerek ırklara ve milletlere, gerek kadınlara ve erkeklere ayrı kabiliyetler veren uzvi sebepler değil içtimai sebeplerdir. (Yeni Türkiye'nin Hedefleri)
- Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur. (Türkçülüğün Esasları)
- Eski Türklerde ise çocuk; vatandaş olmadığı gibi ailesinin müşterek servetinden hissesini yani mirasını almak için de babasının, anasının ölümünü beklemek mecburiyetinde değildi. Onlar henüz hayatta iken mirasını alarak ayrı eve çıkabilirdi. (Türk Devletinin Tekamülü)
Editör: Nasrettin Güneş