diorex
sampiyon

Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl - Jean Paul Roux Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl kimin eseri? Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl kitabının yazarı kimdir? Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl konusu ve anafikri nedir? Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl kitabı ne anlatıyor? Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl PDF indirme linki var mı? Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl kitabının yazarı Jean Paul Roux kimdir? İşte Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 04.04.2022 06:00
Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl - Jean Paul Roux Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Jean Paul Roux

Çevirmen: Aykut Kazancıgil

Çevirmen: Lale Arslan Özcan

Orijinal Adı: Histoire Des Turcs

Yayın Evi: Kabalcı Yayınevi

İSBN: 9789759970918

Sayfa Sayısı: 563

Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

... Kuzey ormanlarından çıkıp geldiler, cesur, dağınık, marifetli ve henüz yolun başındaydılar. Önce bozkıra, sonra Çin içlerine ve sonra da sonu başı belli olmayan bir sel gibi garba doğru yayıldılar ...

Türkler adıyla tarihe geçen bu boylar, aileler ve kavimler bütünü batılıların gözüyle çoğunlukla barbarlığın simgesi olsalar da Orta Asya'nın yüksek uygarlıklarından birini ve bazen küçük devletlerinin bazen de devasa imparatorluklarının sınırları dahilinde kültürler arası barışı ve huzuru tesis ettiler. Bazen memluk, bazen efendi ve bazen de birbirlerinin en amansız düşmanıydılar. O en baştan beri inandıkları dinlerinden hiç vazgeçtiler mi, ne kadar Budist ne kadar Hıristiyan ne kadar Yahudi ve ne kadar Müslüman oldular? Tüm bu yüzyıllar boyunca tek arzuları, tüm o savaşlar, yağmalar, fetihler, din değiştirmeler ve sergilenen bilgelikler sadece barışa ve huzura kavuşmak için miydi?

Bu türklerin, Halaçların, Hiong-nuların, Osmanlıların, Memlukların, Rusların, Çağataylıların, Tu-kiuların, Selçukluların, Çinlilerin, Hintlilerin, Karakoyunluların, Timurların, Arapların, Kazanların, Tatarların, Bulgarların, Türkiyelilerin, Hunların, Kıpçakların, Ermenilerin, Peçeneklerin, Safevilerin, Gaznelilerin, Bayatların, Rumların, Özbeklerin, Hitanların, Farsilerin, İhşitlerin, Tolunoğullarının, Kürtlerin, Yakutların, Kırgızların, Azerilerin, Moğolların, yani bir coğrafyayı yüzyıllar boyunca paylaşan hakların, ittifak ve itilafların, yani bir coğrafyayı yüzyılar boyunca aslında yaşadığımız günün hikayesidir.

Altay Türklerinde Ölüm, Orta Asya'da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, Moğol İmparatorluğu Tarihi, Orta Asya: Tarih ve Uygarlık, Türklerin ve Moğolların Eski Dini'nden sonra ünlü Türkolog Jean-Paul Roux sizi 2000 yıllık tarih içinde bir yolculuğa, bildiğinizi sandığınız ya da hiçbir fikriniz olmayan olaylara, insanlara ve inançlara tanıklık etmeye davet ediyor.

(Arka Kapak)

Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl Alıntıları - Sözleri

  • Bunlar, başıbozuk ve öfkeli bir grup vahşi değil, düzenli ve iyi yönetilen bir orduydular. Önderleri tartışılmaz bir otoriteye sahipti.
  • “İnsanlar inanç olmadan da yaşarlar ama adalet olmadan yaşayamazlar.” Nizamülmülk
  • Artık öyle görünmek, öyle olmaktan çok daha önemli hale geliyordu...
  • Belki de dostluğun da aşk gibi ölümden başka bir cezası yoktur...
  • Türklerin yaşam biçimi ve Türklere ait eşyalar günlük yaşamımıza sandığımızdan fazla girmiştir. Ortaçağda Fransa’da yel değirmenlerine turquois denilirdi. Fransızcada kiosque adıyla bilinen halka açık müzik ya da gazete bayilerimiz, Türklerin köşk adını verdikleri küçük, gösterişli binalardan devşirmedir. HollandalIların Avrupa’ya Boğaziçi’nden taşıdıkları lale, tulipe adım, bu çiçeğin taç yapraklarının bir türbanı andırmasından dolayı tülbent sözcüğünden almıştır. XIV. yüzyıldan beri Avrupalılar evlerini, çoğunlukla Türklerden, arada sırada İranlIlardan (uzakta kalan İran yerine daha çok Türkiye’den ahşveriş yapıyorlardı) aldıkları Doğu halılarıyla süslemişlerdir; ressamlar Türklerden o kadar çok etkilenmişlerdir ki, bugüne kadar ulaşan değerli birçok parçaya adlarını vermişlerdir. Bellini, Lotto, Holbein halıları (Holbeinler en ünlüleri ve en değerlileridir) XV ve XVI. yüzyıllarda ve XVII. yüzyılın bir bölümünde Türkiye’de üretilmiştir.
  • Sandığımızdan daha sık Türk yemekleri yemekteyiz; bunlar şiş kebap ’tan ibaret değildir. Kahve, Osmanlıların Viyana Kuşatmasından sonra Avrupahlar arasında yayılmıştır, ki o güne kadar çok bilinen bir içecek değildir Avrupa’da ve kahvaltılarımızın baş tacı croissanl'lar aslında Türklerin bayraklarındaki hilalden esinlenerek ortaya çıkmışlardır. Ve yoğurt, Larousse tarahndan çok uzun bir süre şaşırtıcı bir biçimde “dağh Bulgarların ulusal yemeği” olarak adlandırılırken, aslında yüzyıllardır bozkır göçebelerinin baş yiyeceği olmuş ve Fransızcay ourt sözcüğü de yoğunlaştırmak anlamına gelen eski Türkçe bir fiilden (yoğurtmak) türetilen yoğurt sözcüğünden gelmiştir.
  • Türkler, ölmektense öldürmeyi yeğlerler ve yaşamlarının başkalarının yok olmasına bağlı olduğuna inanırlardı. Çünkü onlar doğa ile iç içe yaşadıkları için doğanın yasalarını biliyorlardı; yaşamın ölümden doğduğunu ve varoluşun sürüp gitmesinin ise birilerinin yenilip birilerinin yenmesine bağlı olduğunu öğrenmişlerdi. Onlar “ölüm bir zorunluluktur” diyorlardı...
  • Ekber'in gerçekleştirdiği en cesur devrimler din alanında yaptıklarıdır. Nereden esinlediği sorusuysa Türk tarihini bilen biri için hiçbir kuşkuya kapılmadan cevaplanacak bir sorudur: Bu devrimler kaynaklarını, Hindubilimcilerin inandırmaya çalıştıkları gibi Hindu düşüncesinden değil, Türk-Moğol geleneklerinin hoşgörüsünden ve tüm dinlere ve kilise örgütlenmesine olan meraklarından alır. Eğer bu gelenekler Ekber'i alışılmış olandan daha öteye götürmüşlerse bunun nedeni din sorununun en zor ve en ciddi sorunlardan biri olmasıdır. Çünkü dinî özgürlük Ekber'in siyasal sisteminin ağırlık merkezini oluşturur: Müslümanların ağır baskısı altındaki Hinduları gözetir, Cizvitlerin ülkesine girmesine izin verir. Örneğin Aziz François Xavier'nin yeğeni Jérôme Xavier, 1595 ila 1614 yılları arasında Hindistan'da kalmış ve son derece özenli bir biçimde ağırlanmıştır. 1575'te kırmızı kiremitlerden inşa edilen başkenti Fatihpur Sikri'de bir ibadethane açtırır; burada Hindu rahipler, parsiler [Iran kökenli Hint Zerdüştleri], Müslüman ulema, Caynacılar, Hıristiyan misyonerler kendi özgür inançlarını savunur, Ekber'in de hazır bulunduğu özgür tartışmalara katılırlar. İslâmiyet boşuna bu çabaları kınayıp durmuştur. Ancak Ekber şehirde büyük bir cami de inşa ettirmiştir ve bu sık sık unutulur. Prensin yerli Hindu eşleri içinse Hindu yapıları inşa edilir. Tüm bunlar, hükümdarın engin görüşlülüğünü kanıtlar. Ancak şehrinin Müslüman yapısını da hiçbir biçimde bozmamış, değiştirmemiştir.
  • "Büyük Türkler olarak adlandırılacak Osmanlılara gelince Türkçe konuşan öteki devletlerin gözünde Asyalıdan çok Bizanslıydılar."
  • Türkler, Safavi Devletinde azınlıktılar fakat oligarşik olarak yönetici sınıfı temsil ediyorlardı. Sivil ve Askeri en yüksek devlet görevlerini işgal ediyorlar ve iran coğrafyasının en bereketli topraklarında yaşıyorlardı. Nantes Fermanıyla Fransa’dan kovulan ve ülkelerinden nefret eden Protestanlar gibi Türkler de (Kızılbaş Türkmenler) Osmanlı Türkiye’sinden nefret etmekteydiler. Zira Osmanlıda yüksek sınıf ve idari sınıf artık Türk değildi...
  • Avrupalılar Türk kadınlarının erkekler gibi ata bindiklerini, ok altıklarını ya da öküz arabalarını sürdüklerini görünce, en az Müslümanlar kadar şaşırmıştır. Joinville de İbn Arapşah da kadın askerler ve kadın avcılar karşısında aynı tepkiyi gösterir. Kadın avcı ve askerleri epik metinler de doğrulamaktadır. "Selcen Hatun at saldı, karımını bastı, kaçanını kovmadı, aman deyeni öldürmedi!" diye anlatır bir tanesi. Başka bir metinde, genç bir erkek ile genç bir kız arasındaki dövüş anlatılır: "Yumruklaştılar, birbirlerine girdiler ve güreştiler." Kadınların davranışlarında özgür olması, aşkı da kolaylaştırmıştır. Bir genç kızı cezbetmek isteyen erkek "gözlerinin gördüğünü, kalbinin seveceğini vereceğim sana" der. "Çok isteyenim var benim " der güzel. "Gözleri çarpan, kalbi alıp götüren güzellikler var" der genç bir oğlan, IX. yüzyılda İbn Rüşd ya da XI. yüzyılda el-Bekri gibi Müslüman yazarlar Türk kızlarının eşlerini seçmekte özgür olduklarından söz eder. Yakut, Karluklar döneminde, artık ayıp karşılanan ahlaksızlıklardan, Timur döneminde iyice gemlerinden boşalan serbestliklerden söz eder.

Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Öncelikle şunu kesin bir dille ifade etmek isterim ki, bu bir roman ya da kurgu kitap değildir. Tamamen araştırma ve kaynaklara dayalı, bize kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi anlatan tarihi bir başyapıttır. Türk tarihi ile ilgilenenler için bulunmaz bir kaynakçadır. Kısacası, kendisini Türk bilen/hisseden ve geçmişi ile geleceğine sahip çıkan her bir Türkün evinde ya da kişisel kütüphanesinde Nutuk’tan sonra Oktay Sinanoğlu, İlber Ortaylı, Sinan Meydan, Hulki Ceviz Oğlu gibi ve daha ismini sayamadığım birçok önemli yazarın eserinin yanında yer alması gerektiğini düşünüyorum. Kitabın yazarı Jean-Paul Roux günümüzün önemli Türkologlarından biri. Bizi Pasifik’ten Akdeniz’e, geçmişten bugüne kadar 2000 yıllık bir geziye götürüyor. Türkler bu geniş coğrafyada bazen küçük hanlıklar bazen büyük imparatorluklar kurarak çeşitli isimler altında hep var olmuşlar. Türkolog Yazar yazmış olduğu bu kitabı 1984 yılında oğlu Alain’ın anısına ithaf etmiş. Arkasından şöyle devam etmiş: ‘Ayrıca onun bu kitabı tüm hayatım boyunca dostluklarını benden esirgemeyen bugün hâlâ hayatta olan veya hayatını yitiren tüm Türklere ithaf etmemi anlayışla karşılayacağına inanıyorum.’ Ne kadar güzel bir düşünce! Yazarımızın Altay Türklerinde Ölüm adlı kitabının ön sözünden de bir alıntı var. ‘Bu satırları bana yazdıran, bu kitabın oluşmasını sağlayan, bu sayfalarda iyi adına ne varsa borçlu olduğumuz olanların Orta Asya’dan uzak akrabaları, yine bunlar kadar uzak atalarıdır. Türkiye’de bu kitabı okumayı isteyecek olanlar beni isterlerse sertçe ve eminim ki hoşgörüyle eleştirsinler, ama kalplerinde bu insanlar için sevgi ve saygıyı eksik etmesinler.’ Bu kitapta bizi, bizden olmayan yabancı uyruklu bir Türkolog belirli başlıklar altında toplayarak anlatıyor. Kitap 563 sayfa. Ayrıca sonunda bazı ekler var. Size de ilginç ve tanıdık gelebilecek bazı alıntılar iletmek istedim. - Hollandalıların Avrupa’ya Boğaziçi'nden taşıdıkları lale, tulip adını, bu çiçeğin taç yapraklarının bir türbanı andırmasından dolayı tülbent sözcüğünden almıştır. - Türkler dışarıdan evlenme eğiliminde oldukları ve eşlerini Türk olmayanlar arasından seçtikleri, rastladıkları her kavimle karıştıkları, dilleri çok büyük bir çekim gücüne sahip olduğu ve pek çok topluluk da bu dili benimsediği için Türklerle ilgili karakteristik denilebilecek fiziksel herhangi bir özellik saptama olanağı kalmamıştır. - Molier de Kibarlık Budalası adlı yapımında, haklı olarak, ‘Şu Türkçe ne hayran kalınacak bir dil!’ der ve sözünü şöyle sürdürür, ‘az sözcükle çok şey söyler.’ - Kimi zaman bazı halklar Türkler tarafından ezildiklerini söylemişlerdir. Ama genelde Türkler egemenlikleri altına aldıkları halklara olağanüstü parlak dönemler yaşatmışlardır. - Türklerde imparatorluk kurma eğilimi vardır. Türkler sözcüğün tam anlamıyla yeryüzünün hükümdarları dır. - Türkler imparatorluk kurucuları olarak kavimlerini düzene koydukları gibi, dinleri düzene koymayı, onlara hak ettikleri yeri vermeyi, birinin diğerini ezmesine izin vermemeyi de kendileri için görev sayıyorlardı. - Dine hizmet eden genelde devlet olmamıştır ama dinden yararlanmışlardır. - Kadının elde edilmesi, Türklerde bir savaş ve av başarısı değerindedir. Çoğu zaman düşmanlarının karısına ya da kızına sahip olmak Türkler için elde ettikleri başarıların yeterli bir kanıtıdır. - Kırgızlar 700’lü yıllarda Türkçe konuşuyorlardı. Bu dili en azından 1000 yıldan beri konuşmaktaydılar. - Kırgızlarda ölüm yaşı ortalama 45, evlilik yaşı ise 15-16. - Hristiyanlığın başlamasından önce Çinliler Kırgızları mavi gözlü, sarışın adamlar olarak tanımlıyorlar. Arap yazar Gardizi açık renk tenleri ve kızıl saçları olduğunu anlatıyor. - Attila’nın ölümünden sonra bu bölgedeki ana rolü, üç federe ana grup ya da boylardan oluşan belirsiz üç topluluk üstlenmiştir: Bulgarlar, Hazarlar ve Macarlar. Bunlardan ilk ikisi Türkçe dil grubundandırlar. Üçüncüsü olan Macarlar ise Fin-Uygur dili konuşan, fakat Türklerin egemenliği altında bulunan bir gruptandırlar. - Bulgarların kendileri de Attila’nın oğullarından biri olan İrnek’in soyundan geldiklerini söylerler. - Attila’nın oğlu İrnek’in yüz elli yaşına kadar, babası Avitokhol’un ise üç yüz yıl yaşadığı söylenir. Mitlere özgü bu uzun ömür, bu iki şahsiyeti zaman içinde ulu bir mevkiye yükseltme imkanını verir. - Türklerde çadırın kapısı güneşin doğduğu yere saygı nedeniyle doğuya açılırdı. Eski Türkler tarafından kesin şekilde uyulan bu uygulama büyük bir olasılıkla X yüzyıla doğru Çin etkisiyle değişecekti ve kapı bu kez de güneşin geçtiği en yüksekteki nokta göz önünde tutularak güney yönüne açılacak biçimde yapılmaya başlandı. Ana yönler, Çin tarzında bir renk adıyla ya da evrenin dört ana ögesinin adıyla anılırdı. Örneğin Osmanlılarda Karadeniz adı söz konusu denizin kuzeyde olması nedeniyle verilmiştir. Güneyde olan Akdeniz’in adı ise, yine bu nedenle ak olan denizdir. - İlteriş Kağan, Cengiz Han, Timur vb ne pahasına olursa olsun türlü ittifaklar peşinde koşmuş ve çok eski bazı bağlara başvurmuşlardır. Bu bağlar ya doğal ya da akrabalık ilişkileri, ailevi taahhütler, daha çocuklukta kesilmiş sözler ve nişanlar veya karşılıklı olarak birbirlerine anlamlı armağanlar verdikten ve bileklerinden akıttıkları kanı birbirlerininkiyle karıştırmak ya da birbirlerinin kanını içmek yoluyla gerçekleştirilen kan kardeşlikleri gibi birleşmelerdir. - Askerler on, yüz, bin ve on biner kişilik gruplardan oluşurdu. - Cengiz Han ‘düşmanının karısını kızını kollarına almaktan daha büyük bir haz yoktur’ demiş. - Çin kaynakları Türükler için önceleri ölüleri yakıyorlardı, şimdiyse gömüyorlar demekte. - Mezara dirilince gerekecek olan nesneler (atlar, köleler, karılar) gömülürdü. Türük döneminden başlayarak ölünün karısının öldürülmesine gerek kalmıyor. Bunun yerine ölünün karısı, onu ölen için muhafaza etmekle görevli olan kayın biraderi veya üvey oğlu ile evlendirilirdi. Gömüldükten 40 gün sonra ve yıl sonunda aynı tarzda bir tören daha yapılırdı. - Müslüman dünyada Türkler ölmüş düşmanlarının kemiklerini topraktan çıkararak yakmışlar. Bunu düşmanın yeryüzündeki varlığından kesin olarak kurtulmanın bir yolu olarak görmüşler. - Hükümdar ailesi üyelerini kan dökülmeden öldürmek de bir kural. Çünkü ruhun kanın içinde olduğu düşünülmüş. - Müslüman olsun ya da olmasın bütün Türk ülkelerinde kadınların konumu genelde İslam toplumlarının sergilediği genel görünüşe hiçbir biçimde uymuyordu. Dede Korkut’ta övünmekle avrat olunmaz denilirdi. Ancak kadın iyi düşünür, iyi konuşur ve onu dinleyen kocasına iyi öğütler verirdi. - Türk kadını yüzünü saklamazdı ve hareme kapatılmazdı. Siyasal ve toplumsal yaşama tam bir özgürlükle katılırdı. Uyulması gereken yasa erkeklerin göbekleriyle dizleri arasını örtmekti. Avrupalılar Türk kadınlarının, ok attıklarını ve öküz arabalarını sürdüklerini görünce en az Müslümanlar kadar şaşırmıştır. - Moğolların yarattığı tahribat dünyada atom bombasını elinde bulunduran ve onu kullanmaya karar veren gücün tahribatıyla karşılaştırılabilir. - Timur’a göre dünya üzerinde sadece tek bir hükümdar, Türkleri yönetecek tek bir Türk olabilirdi. Timur iki efendi paylaştığı sürece dünyanın bir değeri yoktur diyordu. - Oldukça dindar bir hükümdar olan Kanuni vaktinin çoğunu Kuran’ı Kerim’i istinsah ederek geçiriyordu. Onun elinden çıkma en az sekiz Kuran el yazması bulunmaktadır. - Safevi hanedanlığının kurucusu Şah İsmail uzun bir süre Türk olarak kabul edilmiştir. Annesi Akkoyunlu Uzun Hasan’ın kızıdır, dolayısıyla Türk’tür. Babası Haydar İranlıdır, ancak Türkçe konuşan ortamlarda büyümüş ve yetişmiştir. - Babür Şah baba tarafından Timur’un Miran Şah kuşağından ve anne tarafından Cengiz Han’ın soyundan geliyordu. Onun kaderi Hindistan İmparatorluğunu kurmaktı. - II. Memed ‘tahta çıkan her kimse dünyanın huzuru için kardeşlerini boğduracaktır’ yasasını çıkarmış. Süleyman bizzat üç oğlunu öldürmüş ve şunları demiştir. ‘Müslümanların oğullarımın arasında çıkan savaştan kurtulduğunu görecek kadar uzun yaşadığım için Allah'a şükrediyorum. Eğer tersi olsaydı mutsuzluk içinde yaşıyor olacak ve o şekilde ölecektim. - XX. Yüzyılda Türklerden geriye hiçbir şey kalmamış mıydı? Balkan halklarına sadece danslarını, kumaşlarını, alkolü (rakı), konutlarını, bunun ötesinde tüm dünyaya ise şiş kebaplarını ve yoğurdu bırakmışlardır ancak bugün bunlar bile onlara atfedilmemektedir. - Mustafa Kemal 23 Nisan 1920 de kasvetli bir bozkır kasabası olan Ankara’da Büyük Millet Meclisini topladı ve yetkilerini ona devretti. O tarihten sonra Mustafa Kemal, Türkiye’nin cisimleşmiş örneği, bütün bir halkın iradesinin temsiliydi ve ‘Türklerin Atası’ değil ‘Ata Türk’ yani ‘Ataları gibi Türk’ anlamına gelen Atatürk adını aldı. - Kürtler ile Türkler arasında pek çok nedenden ötürü bir uçurum yoktur. Bu iki ulus binlerce yıldır bir arada yaşamaktadır. Kürtlerin gönderme yapabilecekleri bir tarihleri, devletleri ya da tamamen Kürt unsurlardan oluşan bir kültürleri yoktur. Kürt boylarından bazıları bir biçimde Kürtleşmiş eski Türkmen topluluklarıdır. Kürtler ve Türkler Kurtuluş Savaşında birlikte savaşmışlardır. Kürt lehçeleri çok farklılaşmıştır, en çok kullanılan dil zorunlu olarak Türkçedir. Kanun önünde tüm yurttaşlar eşittir, Kürtler Cumhuriyetin yönetim kadrolarında en üst görevlere kadar çıkmışlardır. Beş yüz sayfanın üzerinde bir kitabı yukarıdaki alıntılarla bir nebze olsun sizler için özetlemeye çalıştım. Tabii ki kitapta ilginizi çekebilecek daha pek çok önem arz eden konu var. Sonucu yine yazarımızın kendi kaleminden bağlamak istiyorum. ‘İki bin yıl boyunca Türklerin dehalarına pek çok kez tanık olduk, Pasifik Okyanusundan Akdeniz’e kadar varlıklarını sürdürdüler. Eğer geçmiş geleceğin garanti siyse Türklerden çok şey beklenebilir, ancak süvarilerinin mutlak üstünlüğüne borçlu oldukları egemenliklerine bir daha asla ulaşamayacakları bir gerçektir. Okurumun konunun yoğunluğunun bilincine ulaşmasını sağlamış sam kendimi başarılı kabul edeceğim, en azından Türk dünyasının üzerine çöken adaletsiz sessizliği dağıta bileceğimi umacağım.’ Şimdiden keyifli okumalar dostlar. :) Bir sonraki kitap yorumu ve değerlendirmesinde görüşmek dileğiyle. Esen kalınız! ~ A.Y. ~ (A.Y.)

Jean Paul Rousseau, 50 yıl Türk coğrafyasında dolaşmış ve yeterince detaylı bir tarih yazmış. Zaten Türk tanımı da benim çok hoşuma gitti, mantıklı geldi yani: “Türkçe konuşan insanlara Türk denir.” (Hüsamettin Çalışkan)

Pek sevemediğim bir kitap: Ben okudum ama okumanızı tavsiye etmem. Kitap yarım bırakmayı sevmiyorum. Bu sebeple güçlükle biran önce bitsin diye okudum. Türk Tarihini baştan sona tek kitaptan okumak yerine Asya Türk Tarihini bir kitaptan Selçuklu Tarihini başka bir kitaptan Osmanlı Tarihini başka kitaptan okuyun. Bir insan tüm tarih alanında aynı başarıda bilgi veremez. Kitapta da bunu görüyoruz. Kitabın başlarında tespitler yapılırken ilerleyen sayfalarda bunları göremiyoruz Yerli tarihçiler ile yabancı tarihçilerin, tarihe yaklaşımı oldukça farklı oluyor. Alanında oldukça muteber olan yerli tarihçiler, Öntürk (prototürk) kabul edilen İskitler (Sakalar) ile Hunlar, Göktürk, Uygurları ve bu dönemlerin arasında geçen Kırgız, Hazar, Avar gibi bir çok boyu Türk kabul eder. Bunu sebebi milliyetçilik duygusundan ziyade kullanılan alet, edevat, dil, yaşam şekilleri ve hakimiyet kurdukları toprakların aynı olmasına dayandırılır.bundan dolayı da hepsine Türk derler. Yabancı tarihçiler ise ısrarlar bunların arasında ortak bağ olduğunu ifade etmekle birlikte hepsini Türk kabul etmezler. Genelde yabancı yazarlar Göktürkleri, Uygurları Kırgızları Türk kabul edenler. İskitler ve Hunlarla ilgili ısrarla Türk demekten kaçınırlar. Yazarımız Jean -Paul Roux da bu şekilde olaya yaklaşıyor. Kitabın hakkını vermek gerektiğini düşündüğüm yer, Orta Asya Türk Devletlerini anlattığı kısımdır. sosyal yaşam ve kültürel duruma dair anlatımları o dönemlere dair önemli bilgileri içeriyor. Okuyanda dönemle ilgili bir bilgi oluşuyor. Yazar zaten Türkolog ve çalışma alanı Orta Asya Türk Tarihi olduğundan bu kısımda anlatımları, kurduğu cümleler insanda bilgi adına bir etki bırakıyor ve düşünce oluşturuyor. Ancak Orta Asya Türk Tarihi dışına çıktığında, bocaladığını görüyoruz. Ta Orta Asya'dan başlayıp Türkiye Cumhuriyeti'ne kadar geçen süreci anlatacak kadar Türk tarihine vakıf olmadığı anlaşılıyor tekrar söylemek isterim ki kendi alanında başarılı alanı dışına çıkınca çuvallıyor. Kitapta eleştireceğim bir başka nokta Selçukluların anlatıldığı kısımdır. Selçuklularda tabiri caizse sapla saman birbirine karışmış. Daha yeni Selçuklu Tarihi görmüş biri olarak söylüyorum bunu.(dersin hocası Prof. Dr. Cihan Piyadeoğlu alanında oldukça iyidir) Bütün tarih ve isimler birbirine girmiş durumda. Akademisyenler, yerleşik düzene geçmemiş topluluklar için, "Barbar" ifadesini kullanır. Selçuklular, ilk etapta bu göçebe iken devleti kurunca şehirleşmeye başlıyor. Buna rağmen yazarımız Selçuklulara bile, "Barbar" diyor. (Mustafa BAKIRHAN)

Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl PDF indirme linki var mı?

Jean Paul Roux - Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Jean Paul Roux Kimdir?

Jean-Paul Roux Fransız oryantalist ve Türkolog (d. 5 Ocak 1925, Paris - ö. 29 Haziran 2009, Saint Germain-en-Laye (Yvelines)).

Yazar, öğrenimini Paris şehrinde yaptı. Eğitimine Doğu Dilleri Okulunda başladı ve daha sonra sırasıyla École de Louvre Tarih Bilimleri Akademisini bitirdi. Doktorasını ise doğubilim ve edebiyat üzerine verdi.

1952 yılında CNRS yani Fransız Ulusal Araştırma Merkezi'nde çalışmaya başladı ve 1990 yılında Araştırma Birimi Başkanı olarak emekli oluncaya kadar burada çalıştı. Yine bu dönemde 1957 ve 1990 arasında École de Louvre de akademisyen olarak da çalıştı ve Profesör ünvanını aldı ve Orta-Asya ve Türk kültür tarihi üzerine yaptığı alan çalışmaları sonucunda hazırladığı temel çalışmalarla tanındı.

La Turquie: Géographie. - Économie. - Histoire. - Civilisation et Culture, 1953

Türkiye ile 1950'li yıllardan itibaren ilgilenmeye başladı. La Turquie: Géographie. - Économie. - Histoire. - Civilisation et Culture adlı çalışmasını 1953 yılında yayınladı. bundan sonra peş peşe Türkiye ve Orta-Asya tarihi ve Türk örf ve adetlerini kapsayan çalışmalar yaptı.

Bu bağlamda, Türkiye'yle ilgilenmesi, 1950'li yılların başlarına rastlamaktadır. Hazırladığı La Turquie: Géographie. - Économie. - Histoire. - Civilisation et Culture (1953) adlı eserden sonra, ardı ardına Türkiye ve Orta-Asya kültür tarihi ve Türk geleneklerini kapsayan analitik-karşılaştırmalı çalışmalarla adını duyurdu. Kimi eserleri Timur (1994), Türklerin ve Moğolların Eski Dini (1994), Türklerin Tarihi: Büyük Okyanus'tan Akdeniz'e İki Bin Yıl (1995) adıyla Türkçeye çevrildi.

1971 ve 1977 yıllarında Paris'teki iki büyük İslam Sanatları Sergisi'ni organize etti.

Başta Atatürk Kültür Merkezi de olmak üzere birçok Fransız bilimsel derneğe fahri üye seçildi. Aynı zamanda Türk hükümeti tarafından 1973 yılında Devlet Ödülü verildi ve TÜTAV Ödülü aldı ve 1998 yılında da Liyakat Madalyası ile onurlandırıldı.

Jean Paul Roux'un ikiyüz makalesi ve yüzü aşkın araştırması ve bununla birlikte çoğunluğu Orta Asya ve Türk kültürüyle ilgili 25 kitabı vardır.

Jean Paul Roux Kitapları - Eserleri

  • Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl
  • Eski Türk Mitolojisi
  • Moğol İmparatorluğu Tarihi
  • Türklerin Tarihi
  • Türklerin ve Moğolların Eski Dini
  • Orta Asya
  • Büyük Moğolların Tarihi Babur
  • Dinlerin Çarpışması
  • Altay Türklerinde Ölüm
  • Cengiz Han ve Moğol İmparatorluğu
  • Orta Asya'da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar
  • Kral
  • Orta Asya Tarih Ve Uygarlık
  • Aksak Timur
  • Timurlenk

Jean Paul Roux Alıntıları - Sözleri

  • Timuçin’in, genç nişanlısının evinde, müstakbel damat sıfatıyla kalmasına karar verildi. Babası ona hediye olarak yanındaki binek atını verdi. Düğün öncesi hediyesi geleneksel ve vazgeçilmezdi. Ardından baba oğul vedalaştı. Giderken Dey Seçen’e dönüp şöyle dedi: “Oğlum köpeklerden korkar. Köpeklerinin onu korkutmasına izin verme!” Bu çocuğun babasından duyduğu son sözler oldu. Köpeklerden korkan dokuz yaşındaki bu çocuk, tarihin en büyük fatihi Cengiz Han olacaktı. Dünyanın tanıdığı en olağanüstü serüven işte böyle bir masal gibi başlamıştı. (Moğol İmparatorluğu Tarihi)
  • Üç kez ‘ Ben ki , Tengrinin hizmetkarıyım, bunu yazdım. ‘ diyen Gürberçin e ait küçük bir metinde , islamın etkisini görmek kesinlikle mümkün değildir. (8.yüzyıl) (Eski Türk Mitolojisi)
  • Zelenine, Sibiryalıların, hayvanların cinsel organlarına verdikleri önemi fark etmiş ve ruhun burada ikamet ettiğinin ya da edebileceğinin düşünüldüğü sonucunu çıkarmıştır. Bu nokta, bizi, arkeoloji sayesinde izlerine rastladığımız erkeklik organına tapma adetine götürmektedir ve eski yazılı metinlerde bu adetin doğrulandığı görülmektedir (öyle ki, İbn Fadlan, Başkırtların kendilerine özgü bir biçimde erkeklik organına taptıklarını görmüştür; (Altay Türklerinde Ölüm)
  • Babür büyük bir fatihtir ve oldukça kısıtlı imkanlarla, 12.000 adamı geçmeyen bir güçle, çok büyük insan kıyımlarına neden olmadan kurduğu eseri, zaferleriyle gözleri kamaştıran öteki kahramanların eserlerinden çok daha kalıcı, çok daha zengin olmuştur. (Büyük Moğolların Tarihi Babur)
  • Zaman tanrısı karar verir, tüm insan oğulları ölümlü olarak dünyaya gelmiştir. (Eski Türk Mitolojisi)
  • "Büyük Türkler olarak adlandırılacak Osmanlılara gelince Türkçe konuşan öteki devletlerin gözünde Asyalıdan çok Bizanslıydılar." (Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl)
  • Eğer şimdi böylesi kötü düşüncelerimiz varsa gök tarafından sevilmeyeceğiz. (Türklerin ve Moğolların Eski Dini)
  • "Ölüm şiddetli bir travmaya yol açmaktadır; önce bir korku uyandırmakta, hayatta kalanların kuşkusuna neden olmaktadır. Dolayısıyla olayın gerçekleştiği toplumun ilk tepkisinin tamamen pasif, muhafazakâr, yani kaçış niteliğinde olmuş olsa gerekir: duruma karşı gelmek bir reddediş hareketidir." (Altay Türklerinde Ölüm)
  • Artık öyle görünmek, öyle olmaktan çok daha önemli hale geliyordu... (Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl)
  • Sonunda Maveraünnehir özgürlüğüne kavuşmuştu. Çağataylı Kabul Han başa geçti. Türk soylular kazanmışlardı. Bağırlarından yeni bir efendi -hem de ne efendi!- çıkarmakta gecikmediler: Timur. (Orta Asya)
  • Acaba hangi uygarlık, Altaylılar gibi, av çemberinde kalan hayvanlardan birkaçının kaçmasına göz yumup türlerin yok olmamasını sağlamak istemiş ya da meyve ağacında mutlaka birkaç meyve kalmasına dikkat etmiştir? Toroslu bir oduncunun birazdan keseceği ağaçtan özür dilemesini sağlayan nasıl bir duygudur? Ya da birazdan kurban edeceği horozun boynunu özenle, neredeyse şefkatle okşayan köylünün heyecanı nasıl bir heyecandır? (Orta Asya'da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar)
  • Dişe gelen her şey onların gıdası olabilir. (Cengiz Han ve Moğol İmparatorluğu)
  • Büyük Şaman, Şaman başrahibi, Cengiz döneminde ve Cengiz'den önceki çağlarda beki'dir, bu kelimede Türkçedeki beg, "güçlü", sonraları bey şekline dönüşen "efendi" kelimesini bulmak olasıdır. (Türklerin ve Moğolların Eski Dini)
  • Türkler İslamiyet'i kabul ettiklerinde, kendilerini Abbasi halifelerinin koruyucusu olarak görmüş, Sünni mezhebinin kural ve ilkelerini benimsemiş ve Şii mezhebini ortadan kaldırmayı da en önemli hedefleri olarak görmüşlerdi. (Dinlerin Çarpışması)
  • Türklerin yaşam biçimi ve Türklere ait eşyalar günlük yaşamımıza sandığımızdan fazla girmiştir. Ortaçağda Fransa’da yel değirmenlerine turquois denilirdi. Fransızcada kiosque adıyla bilinen halka açık müzik ya da gazete bayilerimiz, Türklerin köşk adını verdikleri küçük, gösterişli binalardan devşirmedir. HollandalIların Avrupa’ya Boğaziçi’nden taşıdıkları lale, tulipe adım, bu çiçeğin taç yapraklarının bir türbanı andırmasından dolayı tülbent sözcüğünden almıştır. XIV. yüzyıldan beri Avrupalılar evlerini, çoğunlukla Türklerden, arada sırada İranlIlardan (uzakta kalan İran yerine daha çok Türkiye’den ahşveriş yapıyorlardı) aldıkları Doğu halılarıyla süslemişlerdir; ressamlar Türklerden o kadar çok etkilenmişlerdir ki, bugüne kadar ulaşan değerli birçok parçaya adlarını vermişlerdir. Bellini, Lotto, Holbein halıları (Holbeinler en ünlüleri ve en değerlileridir) XV ve XVI. yüzyıllarda ve XVII. yüzyılın bir bölümünde Türkiye’de üretilmiştir. (Türklerin Tarihi)
  • Bir gün bir Çinlinin Ögedey'e rüyasında Cengiz Han'ı gördüğünü ve hemen tüm Müslümanları yok etmesini istediğini söylediğini anlatırlar. Ögedey, rüya gören kişiye sorar: "Sana hangi dilde konuştu? –Çince. –Bu olanaksız, çünkü babam yalnızca Moğolca bilirdi." Ve bu sözde rüyayı gören kişiyi öldürtür. (Moğol İmparatorluğu Tarihi)
  • kral yer yöne dağılır ve her şey ona yakışır. Kainat düzenin, zamanın, doğal olayların, doğurganlığın, verimliliğin ve sağlığın düzenleyicisi ve sorumlusudur. (Kral)
  • İmparatorluğun, temeli krallıktadır; krallığın temeli, ailede; ailenin temeli, bireydedir. (Kral)
  • Eskiden Yakutlar ölülerini yakarlar ya da bir ağacın üzerine koyarlar ya da onları öldükleri kulübede bırakırlardı. (Altay Türklerinde Ölüm)
  • Ölümünün ardından "Firdevs Mekanı" [yeri cennet olan] unvanını alır. Bilindiği gibi Büyük Moğolların hükümdarlarına ölümlerinin ardından bir unvan daha verilirdi. (Büyük Moğolların Tarihi Babur)

Yorum Yaz