Üç Şair - Muzaffer İlhan Erdost Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Üç Şair kimin eseri? Üç Şair kitabının yazarı kimdir? Üç Şair konusu ve anafikri nedir? Üç Şair kitabı ne anlatıyor? Üç Şair PDF indirme linki var mı? Üç Şair kitabının yazarı Muzaffer İlhan Erdost kimdir? İşte Üç Şair kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Muzaffer İlhan Erdost
Yayın Evi: Onur Yayınları
İSBN: 9789753510055
Sayfa Sayısı: 96
Üç Şair Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Muzaffer İlhan Erdost, Nazım Hikmet'i, Cemal Süreya'yı, Ahmed Arif'i farklı söylemlerle anlatıyor.
Nazım Hikmet'in şiirinde devrim anlayışı/kavrayışı irdeleniyor.
Yakın arkadaşı Cemal Süreya, tanığı olduğu kimliğiyle açımlanıyor. Şiirinin kimi özelliklerine değinilmekle birlikte, Cemal Süreya'nın şiirini, sanatsal/estetik yönden irdelemekten kaçınıyor. Bu, benim işim değil diyor. Bir de "ek" var: "Papirüs Düşçüsüyle Buluşma".
"Mavzerine Şiir Doldurur", Ahmed Arif için yazılmış ilk yazı. Hasretinden Prangalar Eskittim yayınlanmamış daha. Dolayısıyla "Otuz Üç Kurşun" şiiri de. Yazar, "Mavzerine Şiir Doldurur"u yazarken biliyor "Otuz Üç Kurşun"u, yazısını içten donatan daha çok bu şiir oluyor.
Üç şair.
Üçü de yaşamda değil.
Birini görmedim (Nazım Hikmet).
Biriyle fakülte yıllarında arkadaş oldum.
Biri, gece Ulus'a gelmiş, "Ben Ahmed Arif, kurban!" demişti.
Birsen bir kitap verdi imama. Okuyabiliyorum: Önce Öp Sonra Doğur Beni. Cemal'in koynuna konması için. Sinine yatırılmıştı Cemal, kefeni içinde. yakınındaydım, görüyordum.
Üç Şair Alıntıları - Sözleri
- Ve sevda daracığında elimi çeksem senden olacağım,çekmesem kendimden
- “Özenle katlanmış bir mendil gibisin Sil beni N'olur kırk yıllık kirim pasım gitsin “ Cemal Süreya
- "Seni sevmek felsefedir, kusursuz."
- "Cemal'e göre, bir yaşamın (bütün ölümler erken olduğu için) üstü kalabilir."
- "Ben" diyecektir, “ne köprü altında yatan / ne de atlas yakalı sarhoş sofralarında / saz çalıp Arabistan fıstığı satan-/ların / şairiyim/topraktan, ateşten ve demirden /hayatı yaratan-/ların / Şairiyim / ben." (1930)
- Veteriner ve Ziraat fakültelerinin girişi güzeldi. Çeşitli ağaçların arasından geçilirdi. Solda iki de tenis kortu vardı. İlkyazdı, ağaçlar çiçekteydi. Çıkıyordum, Ulus'a doğru gidecektim. Dolaşmaya. Baktım, Cemal Süreya geliyor, Sezai Karakoç'la birlikte. "XX. Yüzyıl" mıydı, "20. Asır" mıydı, "Özdemir Asaf" mi çıkarıyordu? Gazete boyunda edebiyat dergisiydi. Orada, benim ve Sezai Karakoç'un şiiri çıkmış, al mışlar gazeteyi, paylaşmak için fakülteye gelmişlerdi.
- "Mavzerine Şiir Doldurur"
- "Bursa'da havlucu Recep'e Karabük fabrikasında tesviyeci Hasan'a düşman Fakir köylü Hatçe kadına Irgat Süleyman'a düşman ... Düşünen insana düşman ... Sevgilim onlar vatana düşman.” Nazım Hikmet
- "Nerede olursan ol, İçerde, dışarda,derste, sırada, Yürü üstüne üstüne, Tükür yüzüne celladın, Fırsatçının, işbirlikçi hayının ... Dayan kitap ile, Dayan iş ile Tırnak ile, diş ile, Umut ile, sevda ile, düş ile. Dayan rüsva etme beni." Ahmed Arif
- Tam olarak "benim bu" diyeceği, kendisini "ana-ata kalıtçısı" sayacağı nesi vardır ki? Kürt (Zaza) ama, ona Kürt denilebilir mi artık? Kaviminden ve aşiret birliğinden yalıtılmış, dilinden / dalından kopartılmıştır. Buna karşılık, aşiret geleneğinde olduğu gibi, bir aşiretten şu ya da bu biçimde ayrılmış olan birinin ya da ailenin bir başka aşirete alınarak bu yeni aşiretin alt basamaklarından üyesi olması gibi, bir başka aşirete alınmamış, ya da tekke değiştirmemiş, bir başka aşirete ya da tekkeye bağlı ve bağımlı olmamış. Burjuvalaşan toplum, onun özgür bireye dönüşünün toplumsal ortamını oluşturacaktır. Kuşku yok ki, bağımlı bireyden özgür bireye geçiş, yani aşiret üyeliğinden ulus birliğinin (biriminin) üyesi olmaya geçiş, bağlandığı aşiretin dağılmasının sonucu olsa da ilericidir; ama özgür bireye dönüşmesinin bedelini kendi dilini yitirerek ödemesinin ardındaki uygulama, demokratik değildir. Cemal, insanlığın gelişme aşamaları açısından çağına göre "geride" kalmış olan yarı-komünal ve yarı-feodal birliğinden koparılmış, alınıp konduğu toplumsal ortam, onun istenci (iradesi) dışında da olsa Kürtlüğünü soğurmuştur.
- 24 saatte 24 saat Lenin, 24 saat Marx, 24 saat Engels, Yüz dirhem kara ekmek 20 ton kitap ... Balık çorbası, tüfek talimi, tiyatro, balet, Kitap... Patates kamyonu başında süngü tak bekle nöbet Kitap...Kitap...Kitap... ... Oku, Yaz, Boz, Bağır, Çağır! Bütün kuvvetinle nefes al... Kafanda, Kalbinde, Etinde, İskeletinde ihtilal...
- Kapansın el kapıları,bir daha açılmasın, yokedin insanın insana kulluğunu! Bu davet bizim. Yaşamak!Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim.
Üç Şair İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Harika eser Harika insanlar.: Kitabın arka sayfasından alıntı. Muzaffer İlhan Erdost, Nazım Hikmet'i, Cemal Süreya'yı, Ahmed Arif'i farklı söylemlerle anlatıyor. Aynen öyle yazar 2 arkadaşı ve tanımadığı nazım'a ondan 30 yaş küçük olamama karşın 2 yaş büyüğüm ondan diyor. Ve hayatlarından şiirlerinden ve ideolojilerinden bahis ediyor. Eseri kısa sürede okudum ve okurken kalbime gelen mana şu idi;güncel zaman suali doğa üstü bir gücünüz olsa ne istersiniz ben kendime sorayım bu suali. Ve cevaplayayım. Keşke zaman seyyahı olsaydım rüzgarlı sokaktan Kızılaya yürüyüşleri sırasında Ahmet Arif ve Cemal Süreya ile bende manen yürüyüp onların muhabbetlerini dinleyebilseydim Nazım Hikmetin çalışma masasının yanı başında olaydım onu izlesem şiiri için nelerden beslendiğini gözümle temaşa etseydim ah ne çok isterdim bunu... (ömer yılmaz özcan)
M.İlhan Erdost- Üç Şair(Nazım Hikmet-Cemal Süreya-Ahmed Arif): Türk şiirinde İkinci Yeni akımının isim babası olarak bilinen Muzaffer İlhan Erdost, Üç Şair adlı eseriyle sosyalist ve toplumcu addettiği üç isme(Nazım Hikmet, Cemal Süreya, Ahmed Arif) odaklanır. Yazar, kitabı üç ana bölüme(N. Hikmet, C. Süreya, A. Arif) ayırmakla birlikte her bir şairi alt başlıklar halinde farklı hususiyetleri ile tanıtır. Söze bu üç şahsiyetle tanışıklığından başlar: “[Üçü de yaşamda değil, birini görmedim(Nazım Hikmet) biriyle fakülte yıllarında arkadaş oldum(Cemal Süreya). Biri gece Ulus’a gelmiş, “Ben Ahmed Arif, kurban” demişti]”(Erdost, 2006, 7). 1. NÂZIM HİKMET Birici kısımda Nazım Hikmet’in devrimci-marksist yönünden bahsedilmektedir. Kendisine ilham kaynağı seçtiği ve yalnızca üç devrimci değil, aynı zamanda çok büyük üç sanatkâr olarak niteleyeceği Marks, Engels ve Lenin, ilk şiirlerinde daha çok “inkılap” ile özdeşleştirilen “ihtilalci” özellikleriyle ele alınır. Nâzım’ın ilk şiirlerinde daima bu üç şahsiyetin yüksek perdeden haykıran sesini duyarız... “[hurra, hurra/ hurra!/ geçti bize/ diktatura!]”. Kısacası devrim anlayışı onda “militanca” bir tavır olarak görünmektedir. “[24 saatte 24 saat Lenin/ 24 saat Marks /24 saat Engels /Yüz dirhem kara ekmek /20 ton kitap]”(19 Yaşım, 1930). İşçi sınıfından yana tavır almasıyla birlikte dinginlik, yerini devingenliğe devreder. Yükselişler, kucaklayıcı tavır, yüksek perdeden haykırma daima şiirinin odak noktası haline gelir. Nazım Hikmet’in Moskova’da toplumbilim ve politik ekonomi okuduğu dönemlerde Türkiye o zamanlar sömürgeci-emperyal güçlerden arınmış, fakat kendi içinde faşist-dikta yönetimin kucağındadır ve sosyalist devrimi gerçekleştirebilecek bir sınıfsal toplumdan bahsetmek o zaman için güçtür. Çünkü bu dönemde sosyalistler bir söz hakkına sahip değillerdir ve özgürlük alanları oldukça sınırlıdır. Nâzım Hikmet’in gerçekleştirmek istediği şey de bir sosyalist devrim başlatmak ve bu devrimi gerçekleştirecek bir sınıf inşasıdır. Bu olguyu yaymak için daha çok işçi sınıfın demokratikleşme ve özgürleşme isteği üzerinden ilerler.“[Sosyalizm/Yani şu demek ki dayı kızı/Ekmeğimizde tuz/Kitabımızda söz/Ocağımızda ateş oluşu hürriyetin/Ve hepsinden önemlisi/Çocukların, ama bütün çocukların/Kırmızı elmalar gibi gülüşü]”(Bütün Şiirleri, 2007) Denebilir ki Nâzım, sınıfsız bir toplum kurma idealindedir. Bu düşünce ona Marks ve Engels’ten yâdigardır. Burjuvazinin işçi sınıfına, köylülere, ırgatlara zor kullanarak ezdiği, hakkını sömürdüğü gerçeğini çarpıcı şekilde yansıtarak, bu bozuk düzenin son bulmasını ve eşitlikçi bir yaklaşım olduğuna inandığı sınıfsız toplum ideline yönelmek ister. Bu düzeni kurmak elbette hiç de sessiz olmayacaktır. Bu yüzden kavga, Nâzım’ın şiirinde önemli bir öğedir. Nitekim Nâzım’ın bizzat kendisi tepeden tırnağa kavgadır. Yaşadığı dönemde demokratik eylemlere son veren yönetimler mevcuttur. Bu saldırgan ve faşist eylemlere karşı bağımsızlık ve demokrasi söylemleri bir savaşıma dönüşür. Nâzım Hikmet, şiirlerinde evrensel bir bilinçle ve bir ozan duyarlılığı ile özgürlük ve insanlık bilincini öne çıkarır. Türkiye’nin emperyalist sistemin sömürüsünü iyice hissettiği dönemlerde Nâzım, gerek Menderes gerek İnönü’ye oldukça eleştirel bir tavır alır. Çünkü “sarışın bir kurda” benzettiği Mustafa Kemal Atatürk artık hayatta değildir ve demokrasiye, sosyalizme, özgürlüğe her yerden bir saldırı gerçekleştirilmeye başlanır. Bu dönem yazdığı şiirlerinde yer yer etkileyici ve çarpıcı, yer yer sönük kalarak dönemini yansıtmaktadır. 2. CEMAL SÜREYA İÇİN Kitabın ikinci bölümünde Cemal Süreya’dan bahsedilmektedir. Öncelikle hayatına değinerek onun sürgünlük ve göçebelik arasında sıkışıp kalmışlığından bahseder. Buna göre şair, Erzincan doğumlu olup, bir aşiret ailesine mensuptur. 1938 Dersim İsyanın’ın ardından toplu sürgünlerin yaşandığı dönemde Cemal Süreya henüz 6-7 yaşlarındadır. Fakat yaşadığı bu sürgünlük bütün hayatına sirayet edecektir. Süreya, sürgün olduğunu küçük yaşlarından itibaren gizlemektedir. Bu yüzden kendisini bir “sürgün” değil “göçebe” olarak adlandırır. Bu sürgünlük, hayatını derinden etkilemiş olacak ki “[keşke göçmen denseydi bize]” der “Günler” kitabında. (Süreya,2019:301). Süreya, kendisini göçmen olarak tanımlasa da bu göçmenlik, coğrafi bir göçebelik değildir. Kendini bir yere ait hissedememekten kaynaklanan, hayatı ve insanları yadsıyan bir göçebeliktir. Süreya’nın “sosyalist” eğilim(leri)nden de bahsedilmektedir. Yazara göre Süreya, sosyalizmi öğrenerek değil tanıyarak benimsemiştir. Çünkü o dönemde halihazırda yayın olmadığı gibi, dönemin yasakçı zihniyetinin ortaya çıkardığı özgürlükten ırak yazın-yayım ve siyasi ortamı buna elverişli değildir. Sosyalizm, Süreya’da iki biçimde görülür aslen. Birincisi; sosyalizmin yasak olmadığı dönemlerde sosyalist eğilimlerini gizlememiştir. İkincisi; sosyalizmin “moda” olduğu ve siyasi baskıyla geçen dönemde ise “ben sosyalistim” diye bağırmamıştır. Yani sosyalizmi bilimsel ve ideolojik açıdan benimsediğini söylememiz pek mümkün değildir. Genel manada sosyalist olmak yeter ona. Bir teori üretmek ya da sosyalizmi bir siyasi parti aracılığıyla faaliyete geçirmek gibi bir gailesi yoktur ve sosyalizmi ancak bir kavrayış ve algılayış biçimiyle görürürüz. Şairin İkinci Yeni Hareketi içinde değerlendirilmesine de değinir. Onu İkinci Yeni içinde algılamak da, İkinci Yeni dışında algılamak da kendisiyle ve şiiriyle çelişir. İkinci Yeni hareketi çoğunlukla “anlamsız” olarak tarif edilmektedir. Fakat İkinci Yeni anlamsız demekse Süreya orada hiç olmayacaktı. Çünkü geleneksel mantığı şaşırtmayı sevmekle birlikte, anlamsız olanı kendine amaç edinmekten de kaçınmaktadır. Çünkü bu noktada bizim anlamsız olandan ne anladığımız önemlidir. Salt biçimde anlamını bilmediğimiz şey olarak algılanacaksa haklılıktır. Fakat İkinci Yeniciler’in anlamsızlıkla bir ilişkileri yoktur. Onların yaptığı iş bir anlamsızlık değil, yalnızca anlamın sınırlarını genişletmektir. Yani şiirin sınırlarını sınırsızlığa kadar genişletmek istemişlerdir. 3. MAVZERİNE ŞİİR DOLDURUR- AHMED ARİF Yazar, bu bölümde Ahmed Arif’in doğup büyüdüğü kent olan Diyarbakır’dan bahsederek yaşadığı kentin ve o kenti oluşturan unsurların şairde ne gibi etkiler barındırdığına değinir. Böylece dağlar, kaleler, aşiretler, köylülük gibi unsurlar onu oluşturan parçalardır. Ahmed Arif’in eleştirel bir yönünün olmadığından bahsederek, onun dağda, toprakta üretim ilişkilerini eleştirmediğini, ulusal baskı ve sömürüye, çok açık olmasa da ezilen veya ezen olsun, yarı-feodal veya kırsal üretici olsun hepsini sevgiyle sunduğunu söyler. Fakat bununla beraber henüz yerini ve değerini bulamamış olan devrimci teoriye övgü, şiirinde kendisine yer bulur: “[Onda insanın sunuluşu evrensel bir senteze ulaştığı gibi, bu insan yiğit ve dürüst insanı yani burjuvazinin, işbirlikçinin henüz çürütüp bozamadığı, aşiretine ya da topluluğuyla birlikte toprağına bağlı köylülüğün öğelerini de birlikte taşır]” (Erdost, 2006:82). Erdost, bu bölümün sonunda “Ulusal Övünç ve Anadolu Örneklemesi” alt başlığı ile aşk-nefret ilişkisi içinde tarihimize bakışını somutlaştırarak anlatır. Buna göre bizler geçmişimize olan sevgimizin yanında nefret ve öfke barındırırız. Pir Sultan Abdal’ı, Şeyh Bedrettin’i, Nâzım’ı yetiştirdiği için ulusal geçmişimizden gurur duyarız; kurtuluş Savaşını verdiğimiz için, emperyalizmi kendi toprağımızda da olsa yendiğimiz, hilafeti ve saltanatı yıkıp Cumhuriyeti kurduğumuz için geçmişimizden gurur duyarız. Geçmişimizden nefret de ederiz; Pir Sultan’ı asan, Kubilay’ı kesen geçmişimizden nefret ederiz; Kürtler üzerinde yüzyıllardır süren ve kanlı zulümlere varan bugünümüzden, ülkeyi yeniden yarı bağımlı duruma getiren bugünümüzden, Denizler’i idam eden bugünümüzden, yüzlerce gencimizin canına kıyan zulüm ve baskılardan dolayı bugünümüzden nefret ederiz. KAYNAKÇA ERDOST, Muzaffer İlhan(2006) “Üç Şair(Nâzım Hikmet-Cemal Süreya-Ahmed Arif)” İstanbul, Onur Yayınları. SÜREYA, Cemal(2019) “Günler” Yapı Kredi Yayınları. (Yasin Yonsuz)
"Üç şair, Üçü de yaşamda değil. Birini görmedim (Nazım Hikmet). Biriyle fakülte yıllarında arkadaş oldum. Biri, gece Ulus'a gelmiş, "Ben Ahmed Arif, kurban!" demişti." Ben şiir kitapları okumadan önce şairlerin hayatlarını, hangi akımdan veya şiirlerini yazarken neyden etkilendiklerini araştırdıktan sonra şiirlerini okumaya başlarım. Nazım Hikmet'ten üç kitap, Cemal Süreya'dan iki kitap okumuştum. Fakat Ahmet Arif ile tanışmam bu kitap sayesinde oldu. Bana göre bu kitabı diğerlerinden ayıran şey, Muzaffer İlhan Erdost'un Ahmet Arif'i ve Cemal Süreya'yı tanıması diyebilirim. Yazılarda onlarla yaşadığı anıları okuduğumda kendimi sofralarında onları dinlerken buldum. Okurken onları yaşadım. Bu yüzden bu kitabın benim için anlamı büyük oldu. "Nazım için yazmayı zaman zaman düşündüm. ama bir edebiyat tarihçisi, ya da eleştirmen/meleştirmen gibi değil. Olursa kendime özgü bir yazı olsun istedim. Gün olur yazarım belki derdim. Edebiyatçılar Derneği "Nazım Hikmet'in Şiirinde Devrim Kavrayışı"nı "bildiri" olarak hazırlamamı isteyince, konuyla çerçevelendim. Doğal ki yöntemim de, ancak genel bir yöntem olabilirdi." Nazım Hikmet ile ilgili yazısını şairin devrim ruhuna uygun olarak yazmayı seçmiş. İlk başta onun devrimini anlatmış. Neye karşı olduğunu, neden Türkiye'de sosyalizmin oluşmadığını anlatmak istemiş. "Yalnızca üç bilgin ve yalnızca üç devrimci değil,aynı zamanda çok büyük üç sanatkar olarak niteleyeceği Marx, Engels ve Lenin, ilk şiirlerinde daha çok "inkilap" ile özdeştirilen "ihtilal"ci özellkileriyle kucaklanır. Anti-Dühring, Kapital, Materyalizm ve Ampiryokritisizm de öyle. Çünkü, biri felsefe ve sosyalizm, biri kapitalist üretim sürecini tahlil, biri de idealist felsefenin eleştirisi açısından bu üç yapıt, bilimsel sosyalizmin bilgi teorisi en yüksek yapıtlarındandır." 19 yaşım Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım 19 yaşım Sana anam gibi hürmet ediyorum edeceğim Senin ilk arşınladığın yoldan gidiyorum gideceğim Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım 19 yaşım * Çok uzaklarda yuvarlanıyor başım Oturuyor 19 yaşım yatağımın başucunda ellerimin avucunda bana diyor ki; -- kafamızda getirelim geri o delikanlı günleri cancazım, o dehşetli güzel günleri... * Köpüklü şahlanışların dönüm yeri.. Dünyanın altıda biri; kan içinde doğuran ana.. İstasyondan istasyona yalınayak tankları kovalayarak açlıkla yarış... Şarkıların boyu kilometre ölümün boyu bir karış... * Kafkas; güneş Sibirya; kar Seslenebildiğiniz kadar ses- -lenin 24 saatte 24 saat Lenin 24 saat Marks 24 saat Engels Yüz dirhem kara ekmek, 20 ton kitap ve 20 dakika şey! .. * Ne günlerdi heheheeey onlar ne günlerdi ahbap! ! .. Çok uzaklarda yuvarlanıyor başım Duruyor karanlıkta 19 yaşım Lambayı yakıyorum ona hayretle muhabbetle hürmetle ve daha bilmem neyle bakıyorum bakışıyoruz * Yılların arkasında çırptı kanadını 'Strasroy Ploşaat' ın saat kulesi Yaşıyor herhangi bir 24 saatini Vatandaş kavgasının darülfünun talebesi; Balık çorbası, tüfek talimi, tiyatro, balet KİTAP.. Patetes kamyonu başında süngü tak bekle nöbet KİTAP... KİTAP... Madde, şuur, istismar, fazla kıymet KİTAP... KİTAP... KİTAP... Manikür; hayır, Diş fırçası; evet. KİTAP... KİTAP... KİTAP... Bu ne 24 saat bu ne 24 saattir ahbap! ! * Aşk; yoldaş, Profesör; yoldaş, Zenci; coni, Alman; Telman, Çinli; Li Ve 19 yaşım yoldaş da yoldaş, yoldaş da yoldaş, yoldaşım... Yılların arkasında yuvarlanıyor başım başım yuvarlanıyor Uzun saçlarından tutuştu yıllar yıllar yanıyor yanıyor da yanıyor... * Oku Yaz Boz Bağır Çağır! Bütün kuvvetinle nefes al... KaFanda, kalbinde etinde iskeletinde ihtilal... İhtilal; gündüz-gece Gece ormanda çam dalları yakarak, bembeyaz yusyuvarlak aya bakarak, hep bir ağızdan şarkılar söyleniyor.. Ve bu anda kuvvetli dinç bir ağrıdan gelen deli bir sevinç sıçrar atlar köpüklenir çatlar kafanda... * Haaayydaa, beyaz orduları dumanlı ufuklar gibi önüne katan bir kızıl süvarisin, bir kızıl süvariyim, bir kızıl süvariyiz, bir kızıl, , , , , Geçti üç yıl Ey benim 19 yaşım, Ormanda çam dalları yaktığımız hep bir ağızdan şarkılar söyleyerek aya baktığımız gecelerin üstünden........ Ben yine söylüyorum aynı şarkıları Döndürmedi rüzgar beni havada yaprağa, ben kattım önüme rüzgarı... Ve sen ki en yıkılmazları yıkabilirsin, gözüme bakabilir elimi sıkabilirsin... Ve sen ki... Sen, BENİM İLK ÇOCUĞUM, İLK HOCAM, İLK YOLDAŞIM 19 YAŞIM Devrim tutkusu ile harmanlanmıştır şiirleri ve devrim tutkusu ile bağırmıştır şiirleri. O ruhunu ve kendini devrimine teslim etmiştir tıpkı şiirleri gibi. "Teokratik feodal devlet sisteminden yana lan ve dolayısıyla hilafetin ve padişahlığın kaldırılmasını istemeyen gericilik karşısında demokratik (ulusal) kurumlar oluşturulurken, emekçilerin ekonomik örgütlenme özgürlüğü istemleri de sosyalizmle özdeşleştirilir. Demokratik bir yönetim olan Cumhuriyet, gericiliğin saldırısından genel düzenlemelerle korunurken, emekçilerin demokratik istemlerinin yasal baskı altına alınması, demokratikleşmeyi bir yanıyla engelleyecek ve yönetici kadronun bürokratikleşmesine ve bürokratik egemenliğine neden olacaktır. Dolayısıyla, sosyalizm/komünizmin, bir sistem olarak özlenmesi/istenmesi kadar, demokratikleşme özlemi de, kendi söylemini, emekçiler açısından, sosyalizm/komünizmin ideoloji olarak özgürleşmesinde bulunacaktır. Bu nedenle de, Nazım'ın 28 yıl ağır hapis cezasıyla Bursa Cezaevinde yattığı yıllarda, ona, içten içe duyulan yakınlığın nedenini, yalnızca sosyalizm özlemiyle değil, kimileri açısından da özgürleşme özlemiyle açıklamak daha doğru olur sanırım." Sosyalizm Yani şu demek ki dayı kızı Sosyalizm Senin anlayacağın yani El kapısının yokluğu sende İmkansızlığı Ekmeğimizde tuz Kitabımızda söz Ocağımızda ateş oluşu hürriyetin yahut, başkası yelde sen yaprakmışsın gibi titrememek bunun tersi yahut sosyalizm devirmek dağları el birliğiyle ama elimizin öz biçimi öz sıcaklığı kaybetmeden yahut sevgilimizin bizden ne şan ne para vefadan başka bir şey beklemeyişi sosyalizm yani yurttaş ödevi sayılması ihtiyarlığın yahut mesela esefsiz güvenle emniyetle gölgeli bir bahçeye girer gibi girebilmek usulcacık ihtiyarlığa ve hepsinden önemlisi çocukların ama bütün çocukların kırmızı elmalar gibi gülüşü Arkadaşı Cemal Süreya'yı ise kendi anıları ile birleştirerek onun sanatından bahsetmiştir. Sürgün ve Göçebe, Sosyalizm, Erotizm, İkinci Yeni alt başlıklarıyla anlatmış ve ölümünde ve ölümünden sonra yaşadıklarından bahsederek kendi için Cemal Süreya'nın önemine değinmiştir. "Okuyup irdelemeyi değil, daha çok konuşmayı sevmiş olamlı Cemal. Konuşmaya benzer bir ilişkidir kitaplarla kurduğu ilişki de. Birleştirmeyi değil, ayrıştırmayı; toplamayı değil, dağıtmayı; biriktirmeyi değil, harcamayı sever gibi. Kendisini bulmayı değil, kimi gülüşlerin ardına kendini serperek gizlemeyi sever gibidir de." 1938 yılında yaşanan Dersim isyanından sonra Cemal Süreya ve ailesini Bilecik'e sürgün etmişlerdir. Fakat o sürgün olduğunu hep saklamak ister. O kendisine sürgün denilmesini değil göçmen denilmesini istemektedir. Çünkü ikisi de aynı kapıya çıkar. Yurdundan başka bir yerde olmak. "Cemal 'in (Süreya), Kürtler yalan söylemek zorunda / Arnavutlar doğru dizelerini, şöyle söylemek de olanaklı: "Arnavutlar doğru söylemek zorunda / Kürtler yalan." Belli ki Arnavutluğunu her yerde çığlıklamış olan (Cemal 'in deyişiyle "edebiyatımızın mareşalı") Buyrukçu 'ya (Muzaffer) karşı kendi haklı nedenlerini bu iki dizede dile getiriyor. Cemal 'in, Buyrukçu 'ya şöyle dediğini duyar gibiyim: Ben sürgün olduğumu saklamak zorundaydım, Kürt olmak nedir bilincine varmadan daha. Sen ise Arnavut olduğunu saklayamazdın da. Arnavut olduğunu çığlıklamaman için bir neden de yoktu. Çünkü Arnavutlar bu ülkede "göçebe" dir, ama Kürtler değil. Ya da bu ülkede "sürgün" olan Kürtlerdir, Arnavutlar göçebe. Hemen burada söylemek bir paradoks gibi algılanabilir. Cemal, kendini "göçebe" olarak algılar. Öyle gezgin anlamında, yani coğrafya göçgünü göçebe değil. Bu, kendini bir yere oturtamamış olmaktan kaynaklanan göçebeliktir: "... ben hangi şehirdeysem / yalnızlığın başkenti orası". Cemal için "Gurbet garba düğşmektir" aynı zamanda ve kendisi her zaman bu "gurbet" dediği Garpta olacaktır. Bilecik 'te, İstanbul 'da, Ankara 'da, Paris 'te. Hepsi onun Doğusuna (Şark 'ına) göre, gurbettir." Bu yüzden onun ülkesi Türkçe. Başkenti de şiir oldu. Ahmet Arif ise çocukluğu Diyarbakır'da gençliği ise Ankara'da geçmiş aşiret ile kentleşme arasında sıkışık kalmıştır. Kendi kendine çözüm bulmaya çalışır. İkilemde kalması belki de onun şiirlerinin de ikilemde kalmasına neden olmuştur. Devrimci düşünüşünü geleneksel söylemle birleştirmiştir. Kendini anlatmanın yolu olarak şiiri seçmiştir. "Bu arada, kente indiği zaman, bir ayağı tarlada, bir ayağı maden kuyusunda olan yarı-köylünün, bir kolu pamuk tarlasında, bir kolu fabrikada olan yarı-proleterin, düzen içinde değerini, yerini bulamadığını belirten devrimci teoriye övgü, Ahmed Arif 'te vurgulanır: sevmenin kusursuz felsefesi, sisli bir dağın ardından ışır gibidir. Işır gibidir, çünkü kapitalistleşme yaygın bir biçimde uç vermiş, ve artık, "Çukurova / kundağımız, kefen bezimiz" dir ve Kastamonu 'nun ünlü Sepetçioğlu 'su bir kömür işçisidir, Urfa 'da Fransız 'a kurşun atan Urfalı Nazif mavzer değil, kürek tutmaktadır. Bu kürek, kendi avlusunda, kendi küçük tarlasındaki kürek değil, kör boğaz nafaka uğruna, halden düşmüş tebdil gezen can pazarındaki kürektir, yani ücretli işçidir artık. O geçmişin ayaklanan adamı, düşmana silah çeken adamı, ücretli işçi olmakla birlikte, henüz büyük sanayi işçisi değil, pamuk işçisidir, kömür işçisidir. Çünkü birkaç işletme dışında, işçi sınıfı, kendi sınıfının kurtuluşunun, kendi sınıfıyla insanlığın kurtuluşunun savaşımını başlatacak bir güçte değildir henüz. Ahmed Arif, teoriyi kendi toplumunun gerçeğiyle uzlaştırdığı içindir ki, onda, toplumun ilerici ve devrimci öğeleri, çeşitli kesimleriyle yansır, ama olduğu kadarıyla, o gün olduğu gibi." Ahmet Arif Anadolu şiirinde gurur ve nefretin tablosunu iç içe çizer. ANADOLU Beşikler vermişim Nuh'a Salıncaklar, hamaklar, Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır, Anadoluyum ben, Tanıyor musun ? Utanırım, Utanırım fıkaralıktan, Ele, güne karşı çıplak... Üşür fidelerim, Harmanım kesat. Kardeşliğin, çalışmanın, Beraberliğin, Atom güllerinin katmer açtığı, Şairlerin, bilginlerin dünyalarında, Kalmışım bir başıma, Bir başıma ve uzak. Biliyor musun ? Binlerce yıl sağılmışım, Korkunç atlılarıyla parçalamışlar Nazlı, seher-sabah uykularımı Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar, Haraç salmışlar üstüme. Ne İskender takmışım, Ne şah ne sultan Göçüp gitmişler, gölgesiz! Selam etmişim dostuma Ve dayatmışım... Görüyor musun ? Nasıl severim bir bilsen. Köroğlu'yu, Karayılanı, Meçhul Askeri... Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini. Sonra kalem yazmaz, Bir nice sevda... Bir bilsen, Onlar beni nasıl severdi. Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı Minareden, barikattan, Selvi dalından, Ölüme nasıl gülerdi. Bilmeni mutlak isterim, Duyuyor musun ? Öyle yıkma kendini, Öyle mahzun, öyle garip... Nerede olursan ol, İçerde, dışarda, derste, sırada, Yürü üstüne - üstüne, Tükür yüzüne celladın, Fırsatçının, fesatçının, hayının... Dayan kitap ile Dayan iş ile. Tırnak ile, diş ile, Umut ile, sevda ile, düş ile Dayan rüsva etme beni. Gör, nasıl yeniden yaratılırım, Namuslu, genç ellerinle. Kızlarım, Oğullarım var gelecekte, Herbiri vazgeçilmez cihan parçası. Kaç bin yıllık hasretimin koncası, Gözlerinden, Gözlerinden öperim, Bir umudum sende, Anlıyor musun ? (fulden ufacık)
Üç Şair PDF indirme linki var mı?
Muzaffer İlhan Erdost - Üç Şair kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Üç Şair PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Muzaffer İlhan Erdost Kimdir?
Muzaffer Erdost (kardeşinin öldürülmesinden sonra "Muzaffer İlhan Erdost" adını aldı) (d. 18 Eylül 1932 Tokat Artova), Türk şair, yazar, yayıncı
1956'da Veteriner Fakültesi'ni bitirdi. Pazar Postası'nı yönetti (1956-1958). Ulus gazetesinde çalıştı (1958-1963). 1958'de Açık Oturum Yayınları'nı, 1965'te Sol Yayınları'nı kurdu ve yönetti.
Erdost, şiir, öykü, deneme ve eleştiriler yazdı. Yazılarında, toplumsal sorunlar, Türkiye ve Osmanlı tarihi, tarım, faşizm ve demokrasi konularına daha ağırlıklı eğildi.
Kardeşi İlhan Erdost'un 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Mamak Askeri Cezaevi'nde dövülerek öldürülmesinin ardından, adına kardeşi İlhan'ın adını ekleyerek, "Muzaffer İlhan Erdost" ismini kullanmaya başladı. Erdost, Sol-Onur Yayınları'nın sahibi ve yönetmenidir. Türk şiirinde Garip Akımı'ndan sonra ortaya çıkan İkinci Yeni akımının isim babasıdır. Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHAK) girişimci ve kurucu üyesidir.
Türkiye'nin toplumsal bilincinin ve sol tarihinin oluşumunda önemli bir yere sahip olan Sol Yayınları'nın kurucusu ve sahibi Muzaffer İlhan Erdost, tedavi gördüğü Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde 25 Şubat 2020'de yaşamını yitirdi.
Yapıtları
Türkiye Sosyalizmi ve Sosyalizm (1969)
Türkiye Üzerine Notlar (1970)
İlhan İlhan, (1981)
Kapitalizm ve Tarım (1984)
Osmanlı İmparatorluğu'nda Mülkiyet İlişkileri (1984)
Bilim ve Yazın Arasında (1984)
Şemdinli Röportajı (1987)
Demokrasi ve Demokrasi (1989)
Havada Kalan Güvercin (Şiir, 1990)
Ey Karanlık Mavi Güneş (Öykü, 1990)
Adam İçin Türevler (1990)
Ulus, Uluslaşma, Demokratikleşme (1991)
Bir Fotoğrafa Altyazı - İki 7 Kasım (1991)
Üç Şair - Nazım Hikmet, Cemal Süreya, Ahmed Arif (1994)
Kanı Kanla Yıkamak (1994)
Faşizm ve Türkiye, 1977-1980 (1995)
Türkiye'nin Yeni Sevr'e Zorlanması Odağında Üç Sivas (1996)
İkinci Yeni Yazıları (1997)
Küreselleşme ve Osmanlı "Millet" Modeli Makasında Türkiye (1998)
Pandora'nın Bir Başka "Kutu"su (2000)
Türkiye'nin Kararan Fotoğrafları (2003)
Sosyalizmi Seviyorum (2007)
Türkiye 2009 (2009)
Muzaffer İlhan Erdost Kitapları - Eserleri
- Üç Şair
- İkinci Yeni
- İlhan İlhan
- Havada Kalan Güvercin
- Onu Anlat İşte
- Anarşizm Yazıları 1978
- Havada Yanan Güvercin
- Şiirin U Dönüşü
- Sosyalizmi Seviyorum
- 12 Eylülün İki Yüzü
- Türkiye'ye Kefen Biçenler
- Sosyalizm Tartışmaları 1978
- Hapisaneye Üniversite Üniversiteye Cami
- Ulus Uluslaşma Demokratikleşme
- Şemdinli Röportajı
- Kapitalizm ve Tarım
- Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı İmparatorluğunda Mülkiyet İşleri
- Demokrasi ve "Demokrasi"
- Ey Karanlık Mavi Güneş
- Kanı Kanla Yıkamak
- Adam için Türevler
- Türkiye Üzerine Notlar
- Türkiye'nin Kararan Fotoğrafları
- Kan ile Kardeş
- 12 Eylülün Büyük Babaları
- Etnik Ayrışma Ulusal Bütünleşme
- Karanlık Kırmızı Güneş
- Bilim ile Yazın Arasında
- Azınlıklar Sorunu
- Emperyalizm ve Ulusal Sorun
- Türkiye'nin Yeni Sevr'e Zorlanması Odağında Üç Sivas
- İkinci Yeni Yazıları
- Osmanlı İmparatorluğu'nda Mülkiyet İlişkileri
- Pandora'nın Bir Başka "Kutu"su
- Hiç Ölmedim Ben
- Türkiye 2009
- Toprak Reformu Bildirileri ve Demokratikleşme Oyunları
- Yabancılara Toprak Satışı ve Yasalaşma Süreçleri
- 12 Eylül "Turka"ları
- Faşizm Tartışmaları 1978
- Uluslararası Hukuk ve Soykırım Sözleşmesi
- Bir Fotoğrafa Altyazı/ İki 7 Kasım
- Kuşatılmış Ülke Kuşatılmış Yazılar
- Nefes Alamıyorum
Muzaffer İlhan Erdost Alıntıları - Sözleri
- Öldü kardeşim Öldürdüler onu Akşamdı, hava tam kararmamıştı daha Kan içindeydi, düşmüştü Akşamı görmek istemem artık Akşam kuşlarını görmek istemem Geceyi sesleyen yıldızın kımıltısını da Öldürdüler onu Döverek Bağırmadı bir kez olsun Ölüm mü içiyordu sesi Uyku mu çağırıyordu sesi Onun için görmek istemem Ölümü içen sessizliği Uykunun çağırdığı sesi de (Havada Kalan Güvercin)
- Gün vardı. Ama günün bilincine o vardı. Tarihsel derinliğine doğru ve geleceğe doğru. Dilini üretti. Değerler üretti. Ürettiğinin bilincine vardı. (Onu Anlat İşte)
- işlerim tatsız tuzsuz gidiyordu Ekmeğimi sen böldün bir sabah Çok sevindim (Havada Kalan Güvercin)
- Sözler örülür örülür çevrende ve içine sarkarak, dolarak, taşarak, boğarak seni. Sözler haindir. Her şeyden haindir söz. Ne yere düşer, ne havaya, uzaya akar. İntiharsızdır söz. (Adam için Türevler)
- Ocağımız engin yanar Acı yanar ağu yanar Ölmez ölümü uğuldar Dağa kardaş taşa kardaş (Havada Yanan Güvercin)
- MHP Yanlısı bir gazetenin manşeti ; - Komünistler kardeş kavgasını başlattı. - MHP Sözcüsü ; - Komünist katliamı, bir mezhep mensupları katlediliyormuş gibi gösteriliyor. - AP Lideri Demirel ; Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz. - Demirelin, sağcıları ve milliyetçilerin, "KOMÜNİST" olarak yada potansiyel solcu olarak nitelendirdikleri alevileri ve ilerici katletmiş olmalarını "CİNAYET" olarak değil ^KOMÜNİST^ katliamı olarak niteliyor da ondan. (Sosyalizmi Seviyorum)
- Nereye girdiyse kitaplar, orada sessiz bir ses büyüdü. (Onu Anlat İşte)
- Yerel topluluğun anadiline olan düşmanlık, dilin kendisine değil, bu siyasal düşünüşe ve gücedir. (Ulus Uluslaşma Demokratikleşme)
- Akşamdan sonra dağlar mor görünür Bekler misin şimdi çıkıp gelsem Yolcusu olsam hiç gidilmemiş yolların Karanlık yolların tek başına yolcusu Bekler misin şimdi çıkıp gelsem (Türkiye'ye Kefen Biçenler)
- Tabutların ya içinde olduk ya da altında. Cinayetin ardındaki gülüşleri düşürmek için Düşenleri yerden kaldırmak için Hep birlikte. (Havada Yanan Güvercin)
- Tefeci ve ticaret sermayesi, kar ve faiz biçiminde para doğurdukları için sermayedirler; sahipleri açısından bu sermayeler, hiç bir değer yaratmazlar; yani sahipleri, para servetlerini, değer yaratmaya, üretime yatırmışlardır. (Kapitalizm ve Tarım)
- Yürür müyüm durur muyum Çürür müyüm kurur muyum Sensiz kendim bilir miyim Döndüm ben bir düşe kardaş (Havada Yanan Güvercin)
- Yalnız olduğunu duyumsadı çocuk. Korktu. (Karanlık Kırmızı Güneş)
- İkinci yeni, anlamsızlığı ilke olarak savunmadı, şiirin anlamsız olarak suçlanmasına karşı çıktı, şiirin anlamsız da olabileceğini vurgulayarak ona tam bir serbestlik tanıdı. (Bilim ile Yazın Arasında)
- Emperyalizm çağında, özellikle sanayileşmemiş geri bir tarım ülkesinin hem kapitalist gelişmeye açık olması, hem de dünya kapitalizmi karşısında bağımsızlığı koruyabilmesi imkansızdır. (Türkiye Üzerine Notlar)
- Emekçinin üretim araçları ile olan ilişkisi üretim biçimini; ve gene emekçinin, üretim araçları sahibi ile olan ilişkisi üretim ilişkisini belirler. (Kapitalizm ve Tarım)
- Kemalist devrim milli demokratik devrimini tamamlayamadı, çünkü 1- Feodal mütegalibenin iktisadi kaynağını ve dayanağını teşkil eden büyük toprak mülkiyetinin ortadan kaldırılması yolu tutulmadı. 2- Emperyalizmin ayaklarının bastığı ihracat ve ithalat millileştirilmedi. 3- emperyalizm çağında milli burjuvazi yaratmaya gayret edilerek kapitalist kalkınma yolu tutuldu. (Türkiye Üzerine Notlar)
- Beyaz bir karanlıkta mıyız, Siyah bir aydınlıkta mı? (Havada Yanan Güvercin)
- 24 saatte 24 saat Lenin, 24 saat Marx, 24 saat Engels, Yüz dirhem kara ekmek 20 ton kitap ... Balık çorbası, tüfek talimi, tiyatro, balet, Kitap... Patates kamyonu başında süngü tak bekle nöbet Kitap...Kitap...Kitap... ... Oku, Yaz, Boz, Bağır, Çağır! Bütün kuvvetinle nefes al... Kafanda, Kalbinde, Etinde, İskeletinde ihtilal... (Üç Şair)
- Öyle ki, Kürtçe, konuşma dili olarak yasaklanarak, Kürt ananın cezaevindeki oğluyla konuşmasının dipçikle engellenmesinden, mırıldandığı Kürtçe bir ezginin bedelini ya polis kurşunuyla, ya işkencede, ya cezaevinde ödemeye değin, Kürtler üzerinde yoğunlaştırılan dilsel ve kültürel baskılar, ayrılıkçı siyasal hareketleri tetikledi, şiddete dönüştürmekle kalmadı, şiddeti yaygınlaştırdı ve yeğinleştirdi. Baskı o denli dayanılmaz yoğunluktaydı ki, Diyarbakır Cezaevinde Kürt gençler topluca kendilerini yakarak yaşamlarıyla bir halkın çiğnenen onurunu kurtarmaya çalıştılar. 12 Eylül askeri yönetimi, NATO planı çerçevesinde kirli savaşla kirletilen ülkeyi, bir halkı ayaklanacak boyutta ve derinlikte daha çok kirletmiş, ulusu ve ülkeyi lime lime bölmesi için programlanan PKK'nin, birkaç yıl içinde Türkiye'ye karşı savaş açacak denli güçlenmesinin toplumsal ortamını yaratmış, önünü ve yolunu açtı. (Türkiye'ye Kefen Biçenler)