Üçleme - Samuel Beckett Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Üçleme kimin eseri? Üçleme kitabının yazarı kimdir? Üçleme konusu ve anafikri nedir? Üçleme kitabı ne anlatıyor? Üçleme kitabının yazarı Samuel Beckett kimdir? İşte Üçleme kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Samuel Beckett
Çevirmen: Uğur Ün
Orijinal Adı: Molloy, Malone Meurt, L'lnnommable
Yayın Evi: Ayrıntı Yayınları
İSBN: 9789755391526
Sayfa Sayısı: 432
Üçleme Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
20. yüzyılın en büyük yazarlarından Nobel Ödüllü İrlandalı yazar Samuel Beckett'in Watt ve Murhpy'sinin ardından Molloy, Malone Ölüyor ve Adlandırılamayan adlı romanlarından oluşan ünlü Üçleme'sini okurlarımıza sunuyoruz. Beckett'in en önemli yapıtları olarak görülen her üç romanda da tek bir kişinin çeşitlemeleri denebilecek antikahramanlar, bedensel yetilerini yitirirken, varoluşlarını yalnızca ussal düzlemde duyumsar ve sözün içinde yaşamaya başlarlar...
Molloy, koltuk değnekleriyle kent dışında bir çukurun dibinde fiziksel çöküşünün tamamlanmasını beklerken modern insanın metafizik serüvenini dile getirir: "Çürümek de yaşamaktır..." Yaşlı ve felçli olan Malone, ölüme, "bedeninin karar vermesini" beklerken yaşamdan elinde kalan tek gücü kullanır: Kendi kendine anlattığı gerçekle düş arası öykülerle, ölüme giden devinimi içinde bilinçsel ben'ini, bedensel ben'inin çöküşüne tanık kılar. Molloy'un koltuk değnekleri gibi, Malone'un da fizik dünyayla ilişkisini ucu kancalı bir sopa sağlar: Her ikisi de uygarlığın yıkıntıları içinde, "çürüme süreçlerine bir çeşni" katmaktan geri kalmaksızın, koltuk değnekleri ve sopalarıyla, kendilerine yaşamdan ölüme, dilden mutlak sessizliğe giden yolu açmaya çalışırlar. Adlandırılamayan'ın bir kafayla, neredeyse bir ağızla özdeşleşen anlatıcısı ise insanlık durumunun tüm bulantı veren yanlarını okura haykırır...
Beckett, yaşamı parça parça bütünleşen bir karanlık gibi görmeye çağırır okurunu. Esas olanın acı çekmek olduğunu düşünür. Uzlaşmazlık, anlamsızlık gibi kavramların sert havasını yumuşatan aşktan, arzudan, çalışkanlıktan asla söz etmez. Yaşamla bağlarının sonuna gelmiş, anlamlı bir varoluş iddiasını ya da gerekçesini yitirmiş yaşlı, sakat ve kendini ifade etmekten aciz insanlardır anlattıkları. Belki de hiçbir yazar güçsüzlüğün ne demek olduğunu Beckett kadar iyi anlatamamıştır...
Tekil okumayla yetinmeyen okurlar için...
Üçleme Alıntıları - Sözleri
- ''...an gelir, bırakır insan her şeyi...''
- ''...başlamak zorundaydım sıfırdan, hiçten, boşluktan...''
- Duygusallıktan kurtulamayacağım hiç.
- ''...zamanı geldiğinde elveda dememek budalalıktır.''
- ''...sizi uzaklara götürebilir özlemleriniz...''
- Hiçbir şey, hiçten daha gerçek değildir.
- Uzun uzun baktı yıldızlara. Arada sırada içini avutan bir görüntüydü bu.
- Cehennem ezelden beri var olsa bile, tarihi şeytanın başkaldırısıyla başlar.
- Bir gün sesleneceğim ona. Ne diyeceğim, bilmiyorum, bir şeyler diyeceğim, zamanı gelince söyleyecek bir şeyler bulacağım.
- Yaşam sürdükçe umut vardır.
- ''...kendimi masalların yardımına sığınırken buluyorum.''
- Önemli olan ilk adımı atmak. İkincisi daha az önem taşır.
- Yo hayır, belli bir uyku düzenim yok, şu bitmek tükenmek bilmeyen yaşamımda bütün uykuları denedim...
- ''...yaşamış olduğuma hiç inanmasam bile ölmeyi başardım...''
Üçleme İncelemesi - Şahsi Yorumlar
"..ÇÜRÜMEK DE YAŞAMAKTIR..": BEN MOLLOY. Yazmalıyım.. Kelimeleri arka arkaya sıralayıp içlerini kendimle doldurabilirim. Aslında doluluk ne, bunun da bir ölçüsü yok. Anlayabildiklerim mi, anlatabildiklerim mi? Bu konuyu kapatalım. Ya kalemin kağıt üzerindeki sesinde bulduklarım? Bulmak kaybetmek kadar sıradan benim için. ( O kadar sıradan mı gerçekten?..) Bilmiyorum. "NE ANLAMA GELİYOR ACABA ŞU SÖYLEDİKLERİM?" Bir şeylerin derinliğinde boğulduğumu farkettiğim zaman, beni o çukurdan çıkaran, herkesinki kadar sıradan bir bedenin çevremi kuşatan varlığı oluyor. Yokluğu mu desem..Ama ne önemi var ki bunun. Söyleyebilirim ama söylemeyeceğim.. Yazmalıyım, yazmam lazım biliyorum. Peki yazmak için ne bekliyorum? Bilmiyorum. "İNSAN DOĞASI MUHTEŞEM BİR ŞEY!" Benden kopan her şey yavaş yavaş ölüyor olsa da beni 'yok'a çevirmiyor. Unutuyorum belki ama fazlasıyla anlıyorum. Ama ben o değilim. Çok fazla onun gibiyim ama o değilim. Onun da kendimin de öylesine yabancısıyım ki..kim olduğumu unutuyorum. İçimde iki 'soytarı' var. Biri susan, diğeri düşleyen. Biri hatırlayan, diğeri unutan. Biri hareket eden, diğeri sadece yerinde duran. Yaşlandım. Yarışın sonundayım. Kazandım mı bilmiyorum. Karanlık iyice çoğaldı etrafımda. Herkes can sıkıcı ve tatsız. Çünkü buradayım, çünkü hep büyük günahlar işledim. "..AŞTIĞIM UZAKLIKLAR GİTTİKÇE KISALIYOR.." diyebilirdim ama demedim. Boşuna yordum kafamı.. Çok fazla sorum var. Çok fazla da yanıtım. Ama hepsi bulanık. Konuşmalarım garip, duruşum anlamsız.. Belki de sen..bisikletimle çarptığım köpeksin, ya da rastladığım şu genç yaşlı adam. Ya da annem. Seni arıyorum belki de.. ................. Hissiz bir ağırlık, derin bir boşluk, ürkütmeyen bir düşüş, dağınık bir hatırlayış, toptan bir unutuş, yoklukla, acizlikle, tükenmişlikle ve bitişle varlığın bir tür ispatı. Hiç susmadan konuşan biri. Anlatacak çok şeyi var gibi. Anlatacak hiçbir şeyi yok gibi. Rahatladığını hissettiğiniz kadar dibe vurduğunu da hissedeceksiniz. Okurken, ben mi gerçeğim sen mi, dedirten satırlar, baştan sona her şeyi sorgulatıyor. İki parçalık monolog bir anlatıdan oluşuyor. İlk kısımda anlatıcı Molloy. İkinci kısımda ise Moran, Jaques Moran. Bu iki kısımda mahiyetini tam olarak çözemediğim bir bağlantı hissettim. Yer yer koptuğumu düşünerek cümleleri başa aldım. Çünkü bence bu iki bölümün sıralaması böyle olmamalıydı. Her şeye rağmen bu kadar yoğun bir hiçliği ve bu kadar tuhaf bir acıyı ilk defa bu kitapta yaşadım. MALONE ÖLÜYOR Etrafında sesler ve insanlar azalan, gördükleri ve duydukları sınırlanan, beden denen elbiseyle kuşatılmış, kendi deyimiyle "tatsız " ve hasta bir ihtiyarın ölümü bekleyiş hikayesi. Boşluktan yükselip karanlığa gömülen bir "hiç" in hikayesi. Tam, olmamanın eşiğine gelmişken, kabuk değiştirir gibi bambaşka biri olmanın; yaşatmaktan yaşamaya, başarmaktan başaramamaya, sahip olmaktan kaybetmeye, her şeyi geride bırakıp sessiz sedasız ölümü beklemenin hikayesi. "HİÇBİR ŞEYE DOKUNMAYACAK EVET, HİÇBİR ŞEYE DOKUNMAYACAK HİÇBİR ŞEYE HİÇBİR ŞEYE BİR DAHA.." ADLANDIRILAMAYAN Üçlemenin son kitabı, üçüncü bölümü. Tutarsızlığın baş yapıtı. Arka arkaya sıraladığı iki cümlede bile tam zıt ifadelerle süslenen, mekânsız, zamansız ve konusuz bir monolog. Ne konu hakkında ne de anlatıcı hakkında fikriniz netleşiyor. Asıl tuhafı, bu durumda bile, hiçbir şey ifade etmemesi gereken satırlar, yüksek perdeden sesler gibi, kulaklarınızı dolduruyor. Olay örgüsü aramıyorsunuz. Aslında olmasına da gerek yok. Zaten aramadığınız ne varsa gelip sizi buluyor okudukça. O, " ..hayır, tam olarak böyle değil.." dedikçe, "..evet, tam olarak da öyle.." dedim durdum okurken. Fakat susmuyor. HİÇ SUSMUYOR! Aniden Molloy çıkıyor sahneye, Moleno çıkıyor, Murphy çıkıyor. Hepsi aynı kişi sanki..ya da öyle değil, bir cismin farklı aynalardaki gölgeleri gibi. O ve yarattıklarıyla aynı cismin. Ve Samuel Beckett. Deneysel edebiyatın öncülerinden. İlk postmodernistlerden. Modernizmin bir adım ilerisinde, okuduklarımızı zihnimizde tekrar doğurmamızı sağlayan, zaman ve mekandan bağımsızdır onun yazdıkları. Bir tür, görünenin ötesini görme biçimidir. Kimse hiçliği ve anlamsızlığı onun kadar iyi anlatamazdı eminim. Çünkü başı ya da sonu olmayan bağlantısız metinler bunlar. Sıradan bir okumanın dışına çıkmanız için zorluyor sizi. Başka türlü sıkılmamanız mümkün değil. Karakterlerin hepsi sıradışı ve anti kahraman. Çoğunluğu fiziksel ya da ruhsal olarak sakat. Yalnızlar, tuhaflar, tenha mekanlarda yaşıyorlar. Yani hiçbir şey, bildiğin gibi değil. :) Bilinç dışında her şeyi dışarıda bırakan müthiş bir şölendi. Ve son kısım zirve noktası. Bu kitap hakkında ASLINDA ANLATACAK ÇOK ŞEY VAR. ASLINDA ANLATACAK HİÇBİR ŞEY YOK.. Keyifli okumalar..:) (Liliyar)
Bu kitabın şahsında varoluşçu temel metinlerarası bir karşılaştırma yapıp, kitapların varoluşçuluk ekseninde birbirlerine olan konumunu irdelemeye çalışacağım. Temel metinler olarak Üçleme, Yabancı ve Bulantı ( Sartre’ın romanlarından herhangi biri, ya da hepsinin bu anlamdaki bileşkesi diyelim) seçiyorum. Tabi incelenecek çok farklı metinler mevcut ama bu metinler ve yazarlar varoluşuluk mevzubahis olunca en fazla zikredilenler. Beckett’ in yapıtlarında ana fikir saçma ve bu saçmada hareketin, olayın, olguların saçmalığı, dolayısıyla herhangi bir şey yapmanın ya da düşünmenin saçma olacağıdır. Üçlemede bu fikir adım adım işleniyor; hikaye, her şeyin ortadan kaybolduğu, yaşamın(varsa) belirtilerinin, düzenli düşüncelerin yerini kaosa bıraktığı ve sonunda hiç bir şeyin olmadığı bir sonda noktalanıyor. Bedensel fonksiyonlar kayboluyor önce, geçmiş silinmeye başlıyor, sadece anlık olayların değerlendirildiği bir hal alıyor zihin. Sonra sadece düşünceler çıkıyor ortaya, düşüncelerle farkında olmaya, var olma halinin devam ettirilmesine çalışılıyor, bunlarla direniliyor yok oluşa. Ve nihayet düşünceler de anlamsızlaşıyor, kesiliyor ve hiç bir yere bağlanmıyor, varmıyor. Üçleme esasen ayrı ayrı yayımlanan üç kitap. Beckett yazdıklarının ısrarla farklı kitaplar olduğunu, bir üçleme fikriyle yazılmadığını belirtse de eleştirmenler ve yayınevleri bu kitaplarda düşünsel bir bütünlük görüp üçleme olarak yayınlarlar. Okuyunca yayınevlerine hak vermemek elde değil, tek bir eserin farklı bölümleri gibi oluşturulmuş. Yabancı bilindiği üzere cinayet, kayıtsızlık, değerlerin reddedilişi; kahramanın dünyadan fikren ve bedenen kopuşu, kendine ve ölümüne yabancılaşmasıyla giden bir süreci anlatıyor. Burada bizim kahramanın fikriyatının temelini sorgulayabileceğimiz bazı durumlar mevcut. Burası önemli. Yazar kahramanın hayatında bir aşamada hikayeyi başlatıyor. Cinayet işleyen kahramanın yabancılaşmasını bu kesitte görüyoruz. Ara ara geçmişte de benzer fikirlere sahip olduğunu belirtse de kahramanı bu noktaya getiren bazı sebeplerin olduğu hissediliyor. Eğer bir sebep varsa bu metin varoluşçu bir metin değil, geçirdiği travmaya bağlı davranışları ve düşünceleri değişen bir karakterin öyküsüne, meşhur Katip Bartleby’ a dönüşür ve bir esprisi kalmadığı gibi varoluşçu bir bağlamda değerlendirilemez. Yazarın sisifos mitinde bahsettiklerine bakacak olursak düşüncede varoluşçu olduğu ancak bu düşünceyi eserlerine net bir şekilde yediremediği görülüyor. Sartre’ı kitap olarak değil de topyekün ele almak gerek. Sebebi ise Sartre’ ın roman ve hikayeler yazarken aynı zamanda kendi felsefesini oluşturmaya çalışan bir aktivist ve düşünür olması. Varoluşçuluğu kendince tanımlamaya girişen yazar düşünce tarihinin en çelişkili karakterlerinden biridir. Sartre ‘varoluşcu marksistlik’ adında oksimoron, eklektik bir düşünce tarzına sahipti. Varoluşçuluk Kierkegaard’ın kaygı kavramını, nihilizmin anlamsızlığını, insanoğlunun aydınlanma mantığının çöküşüyle beraber girdiği bunalımı, yabancılaşmayı ( Marksist anlamıyla değil tabi) bir potada eriten bir düşünce sistemi iken Sartre meseleyi İdealizm-Materyalizm ayrımına indirgeyip, önce var olduğumuzu, sonra kendimizi gerçekleştirdiğimizi; yaşamın anlamsızlığını ortadan kaldırmak için ilerici eylemsellikler içinde bulunmamız gerektiğini söyler. Marksist aktivizme sevk eden tarzı bildiğimiz anlamda varoluşçulukla uyuşmayan Sartre, hem varoluşçuların hem de Marksistlerin tepkisini toplamasına rağmen, aktivist kişiliğini sürdürür. Zaten döneminde yaşanan neredeyse bütün olaylarda Sartre kürsüdedir. Sartre sıkça bu kavramla ismi zikredilse de özel bir düşünür olarak yazın tarihinde yerini alan, önemli bir yazar ancak şaibeli bir varoluşçudur. Mesele absürd ve varoluşçuluksa Beckett diğerlerine göre çok radikal bir pozisyonu temsil eder. Beckett’ te neden belirtilmez, amaç yoktur, biraz düşünce vardır ama düşünceler düşünüldükçe kendilerini yok eder. Kierkegaard ve Heidegger’ in oluşturduğu bu düşünce sistemini edebiyatta temsil eden en önemli (belki de tek) yazar Beckett’ tir. İyi okumalar! (Rorschach)
SAMUEL BECKETTADLANDIRILAMAYAN Kitabın kapağını kapatıp şöyle arkanıza yaslandığınızda ne verdi bu kitap bana diye düşündüğünüzde verebileceğiniz cevap hiçbir şey,hayır hayır sakın yanlış anlaşılmasın belki de çok şey.Bellekle zihinle uzun bir konuşmanın içinde,yaratılmış iki karakter içinde Mahood ve Worm, çok şeyler var.Benim,sizin,ötekinin yarattığı sorguladığı sorduğu,soruların cevaplarını beklediği bir çok sorular var.”Araştırırsınız durmadan ararsınız,kendinizde ararsınız,kendinizin dışında ararsınız,insanlara söversiniz,Tanrı’ya söversiniz,sövmeyi bırakırsınız haliniz kalmaz toparlarsınız kendinizi,yılmadan yine ararsınız,doğa neresi,usumuz neresi,siz nerdesiniz,onların size yaptıklarını arar ve sürekli konuşursunuz diyor “yazar romanda.Evet kitabın özeti bu tamamen ağız ve belleğin bir kafanın içinde hapis oluşu habis oluşuda diyebiliriz buna.Gözlerbelirli bir konumda,sadece ileriye bakabiliyor,oynatmaya çalışıyor hareketi kısıtlı,kulağı olmadan duyan,ağzı olmadan konuşan,dünyayı bir yandan dışarısı bir yandan içerisi diye ikiye bölen şeyim,dünya jilet gibi ince ben iki yanda da yer almıyorum tam ortadayım ara bölmedeyim,iki yüzüm var diyor ki bu iki yüzünü yukarda da bahsettiğim gibi iki karakter oluşturarak veriyor önce Mahood daha sonra Worm olarak bazen de ikisi birden.Bazen yalnız,bazen üç karakter halinde,uzun uzundaya,sözler,söz öbekleri,bazen umutsuzsa tam kaybederken umudu tekrardan umuda yönelişi,varoluşsal yurtsuzluğa doğru,zor bir yolculuk.Sadece bir ses işiten,düşünen,düşündüklerini anlatan bir varlıkla karşı karşıyayız. Adlandırılamayan’la birlikte üçlemeyi tamamladım.Beckett önce bir dizini,sonra bacağını,daha sonra diğer bacağını,belden aşağısını ve aşama aşama tüm bedenini kaybettirerek,sadece ağız,zihin,bellek ve söz öbekleriyle sürekli konuşan bir karakter yarattı en nihayetinde.İsimsiz,Adlandırılamayan bir karakter. Kitabın önsözünde J.M . Coetze’nin Samuel Beckett’e bakmanın sekiz yolu başlığı altında bir yazı var.Bu yazının ilk maddesinde Beckett’ın felsefi açıdan düalist olması,bir beden artı bir zihinden olduğumuz kanısında,beden ve zihin arasında bağlantının açıklanamamış olması ve gizemli olması.Yaratılışımızın ikili olduğunu,ikili yaratılışında dünyada ki tedirginliğimizin kökeni olduğu kanısında,yaratılışın değiştirilememesinden dolayıda absürdlükün ortaya çıktığı kanısındaymış.Üçlemeyi okuduğumuzda ortaya çıkan sonuçta tam olarak bu denebilir. (Ferya Fertelli)
Kitabın Yazarı Samuel Beckett Kimdir?
Samuel Barclay Beckett, (13 Nisan 1906; Foxrock, Dublin - 22 Aralık 1989, Paris), İrlandalı yazar, oyun yazarı, eleştirmen ve şair. 20. yüzyıl deneysel edebiyatının önde gelen yazarlarından biridir. James Joyce'un takipçisi olduğu için "son modernistlerden", daha sonraki pek çok yazarı etkilemiş olduğu için de "ilk postmodernistlerden" biri olarak değerlendirilir. Beckett ayrıca, Martin Esslin'in "Absürd Tiyatro" olarak adlandırdığı akımın en önemli yazarı sayılmaktadır. Eserlerinin çoğunu Fransızca ya da İngilizce yazıp, diğer dile kendisi çevirmiştir. En bilinen eseri Godot'yu Beklerken'dir.
Beckett'in eserleri sade ve temel olarak minimalisttir. Bazı yorumlara göre, çağdaş insanın durumu hakkında oldukça kötümser, hatta hiççi eserler vermiştir. Gittikçe daha kısa ve özlü eserler veren Beckett, bu kötümserliği kara mizah yoluyla anlatır. "Roman ve drama türlerinde yeni formlarda oluşturduğu eserlerini, modern insanın yoksunluğu üzerine kurguladığı" için, 1969'da Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülen Beckett, ayrıca 1984'te Aosdána'da Saoi seçilmiştir.
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Samuel_Beckett
Samuel Beckett Kitapları - Eserleri
- Godot'yu Beklerken
- Hiç İçin Metinler
- Murphy
- Mercier ile Camier
- Aşksız İlişkiler
- Molloy
- Eşlik
- Dünya ve Pantolon
- Malone Ölüyor
- Proust
- Oyun Sonu
- Adlandırılamayan
- Üçleme
- Acaba Nasıl?
- Yankının Kemikleri
- Watt
- Echo'nun Kemikleri
- Sıradan Kadınlar Düşü
- Felaket ve Sair Kısa Oyunlar
- Bana Benzer Bir Başka Aylaklık
- Mutlu Günler
- Tüm Kısa Oyunları
- Son Band
- İmge
- All That Fall
- Hikaye Sırasında
- Godot'yu Beklerken - Tüm Düşenler - Oyun Sonu
- Krapp's Last Tape & Embers
- Li Benda Godot
- Toplu Kısa Oyunlar 1956-1962
- The end
- Worstward Ho
- Dante and the Lobster
- Bütün Hikayeleri
Samuel Beckett Alıntıları - Sözleri
- Hep denedin. Hep yenildin. Olsun. Yine dene. Yine yenil. Daha iyi yenil..! (Worstward Ho)
- Eğer bir gün susarsam, söylenecek bir şey kalmamıştır bu durumda; her şey söylenmemiş olsa bile, hiçbir şey söylenmemiş olsa bile. (Malone Ölüyor)
- [...] Kahretsin eski yerler,eski isimler (Felaket ve Sair Kısa Oyunlar)
- İnanç duymanın en büyük nedeni daha eğlendirici olmasıdır. İnançsızlık bir boşluktur. Değişeceğimize inanç duyamayız. İnsan boşlukta kalmaya katlanamaz. (Aşksız İlişkiler)
- "Ah, insanlar, insanlar, her şeyi açıklamak gerekiyor onlara." (Oyun Sonu)
- düşük yapmak kısır olmaktan daha iyi değil mi dokuz gün asla yüzdüremedi batan aşkı ne de dokuz ay ne de dokuz ömür.. (Yankının Kemikleri)
- Hamm: "Bu da ötekiler gibi bir gün o zaman." Clov: "Devam ettiği sürece. Ömür boyu hep aynı saçmalıklar!" (Oyun Sonu)
- Sınıfta aklı hep başka yerlerde olurdu ya da boştu kafasının içi. (Malone Ölüyor)
- Bir gün sesleneceğim ona. Ne diyeceğim, bilmiyorum, bir şeyler diyeceğim, zamanı gelince söyleyecek bir şeyler bulacağım. (Üçleme)
- ''Bazen insan kendine soruyor şaşkınlıkla, acaba doğru gezegende miyim diye.'' (Hiç İçin Metinler)
- “Desen sanatın namusudur.” (Dünya ve Pantolon)
- Çok uzun bir sürenin sonunda değer yargısı adına ne kaldıysa kendinde, onunla karanlığın ve sessizliğin hiç de değişmeyeceği yargısında bulundu. Bir gün sesi duyana kadar sürdü bu. O güne kadar! (Eşlik)
- Bana soru sorulmasına öğle az alışkınım ki, bana bir şey sorulduğunda ne olduğunu anlamam için bir hayli zaman geçer. (Molloy)
- Güzellik? Bir araya getirilmiş insanoğlu. İyilik? Boğazlayın. Gerçeklik? Büyük yığınların yellenmesi. (Dünya ve Pantolon)
- Bana tutup da aydan söz etmeyin sakın, gecemde ay yoktur benim, size yıldızlardan söz edersem yanlışlıkladır. (Molloy)
- Oysa ben para için çalışmıyorum. Peki ya ne için çalışıyorum? Bilmiyorum. İnanın pek bir şey bilmiyorum. (Molloy)
- Bir yaşam boyunca aynı sorular, aynı cevaplar hep. Artık sona erebilir. (Oyun Sonu)
- Hep aynı dünyanın üzerinde ışıldıyordu güneş, başka seçeneği yoktu çünkü. (Murphy)
- ...başka bir şey bulmak varoluşu biraz daha sürdürmek için sorular bulmak kimdi onlar nasıl varlıklardı dünyanın neresindeydiler bu tür şeyler işte bu kuklalar gösterisini kim düzenliyor hiçbir anlamı yok ki git bir şeyler ye... (Acaba Nasıl?)
- Bilemediğiniz şeyleri söylemek gücüne sahip olmadığınıza da inanmak istiyorum. Herkeste görülen bir yetersizlik bu. (Watt)
Editör: Nasrettin Güneş