diorex
life

Üçüncü Kılıç - Kemal Arı Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Üçüncü Kılıç kimin eseri? Üçüncü Kılıç kitabının yazarı kimdir? Üçüncü Kılıç konusu ve anafikri nedir? Üçüncü Kılıç kitabı ne anlatıyor? Üçüncü Kılıç PDF indirme linki var mı? Üçüncü Kılıç kitabının yazarı Kemal Arı kimdir? İşte Üçüncü Kılıç kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 17.06.2023 22:00
Üçüncü Kılıç - Kemal Arı Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Kemal Arı

Yayın Evi: Zeus Kitabevi

İSBN: 9789759856960

Sayfa Sayısı: 390

Üçüncü Kılıç Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

… Biz yine ilerliyorduk. İzmir sokaklarına girdik. Birinci kordona çıktık. Kordonda silahlı yüzlerce düşman subayı ve askeri ile karşılaştık. Tereddüde yer yoktu. Kılıç çeeek… Dört nala! … komutunu verdim. Rüzgar gibi geçiyorduk… Karantina binasının önüne vardığımız zaman üzerime bir bomba atıldı. Bindiğim atın karnı parçalandı. Ben de yüzümden ve omzumdan yaralanmıştım. Üstüm başım kan içinde kalmıştı. Önem vermedim. Yine: İleri.. diye seslendim. Ölsem de ne gam! … İzmir’i kurtarmıştık ya İzmir’e girmiştik ya… bu şerefin öncüleri biz olmuştuk ya.. Nihayet Hükümet Konağına geldik. İçeriye girdik… Hemen balkona koştum… Halk Hükümet Konağının önünde toplanmıştı. Hala asılı duran Yunan bayrağını derhal indirdim. Halkımızın öpe öpe getirdiği şanlı bayrağımızı aldım, önce öptüm öptüm… öptüm… Yüzümdeki kanlar ve gözyaşlarım ayyıldıza bulaşmıştı… Sonra O’nu Hükümet Konağına, Yunan bayrağının yerine çektim. Artık, hiçbirimiz gözyaşlarımızı tutamıyorduk. Dünyanın en şanslı ve en mesut insanı bendim…

Üçüncü Kılıç Alıntıları - Sözleri

  • Türkler sanki topluca imha edilmek isteniyormuş gibi her yandan sarılmışlardı. Sanki adım adım yaşam damarları kesiliyor, nefessiz bırakılıp boğulmak isteniyorlardı. Ülke başsız ve çaresizdi.
  • Süvariler tuttular; içlerindeki heyecanı, yüreklerinde duyumsadıkları ateşi, o günün canlı havası içinde dile getirmeye çalıştılar. Onlara göre İzmir ve deniz; ikisi de ayrılmaz bir ikiz kız kardeştiler. Ulusal Ordu'nun bütün emeli, bu iki kız kardeşe kavuşmak, ona ulaşmaktı. Türk ordusu ve süvariler, bu iki kız kardeşe aşıktı. Onlara kavuşmak için onca zamandır savaşmışlar, kan dökmüşler, cesaretini ortaya koymuşlardı... Dolayısıyla İzmir'e ve denize ulusal ordunun ulaşması; yanıp tutuşan aşıkların birbirine kavuşması gibiydi.
  • Ergenekon'da nasıl ki dağlar arasında sıkışmış kalmış bir ulusu; bir kurt, rehberlik ederek aydınlığa çıkarmışsa; bu savaşlarda da Mustafa Kemal Paşa, ulusuna önderlik ederek, onu tutsaklıktan kurtarmıştı. Sanki Türk Ulusu'nun ortak belleğindeki bir tarihsel mitoloji bu büyük savaşla gerçekleşiyor gibiydi. Bu, cumhuriyetin erken dönemlerinde, pek çok yazarın, ozanın diline ve bestelerine yansımış bir benzetmeydi. Pek çok yazar ve ozan, Mustafa Kemal Paşa'yı ulusunu aydınlığa çıkaran bir "Bozkurt"a benzetiyordu.
  • Gelirken yağmalamışlar; giderken "daha çok" yağmalamışlardı.
  • Ulusal savaş, bu görüntü ile yıllardır beklediği ereğine kavuşmuş; Yunan ordusunu yurdun temiz bağrında boğduktan sonra, Akdeniz'in mavi sularına dökerek, o ereğe ulaşmıştı. Son bir şey kalmıştı yapacak: Yunan bayrağını Hükümet Konağı'nın balkonundaki gönderden indirmek ve yerine al kırmızılı, hilalli yıldızlı bayrağı göndere çekmek... O işi de süvariler nefesini tutmuş halkın gözyaşları arasında, bakışlarının menzilinde ha yaptı ha yapacaklardı.
  • Günler boyunca hiçbir şey yememiş olan süvariler vardı. Ancak, yanan ve yakılan kendi yurtları, öldürülenler de kendi insanları olduğu için, gözlerinin açlığı falan gördüğü yoktu. Girdikleri yanıp yıkılmış kentlerde, kuyulardan insan cesetleri çıkarıyorlardı. Bir köye ya da kente girdiklerinde, süvarilerin ellerinde al sancağı gören Türklerin, ürkek, bezgin, önce korkan, sonra coşkulu gözlerle, dağlardan, saklandıkları mağaralardan, ağaç kovuklarından kendilerini karşılamak için indiklerine tanık oluyorlardı. Her yürekte bir büyük trajedinin yaşandığını biliyorlardı.
  • İzmir sanki bir "kızıl elmaydı." Şairler bu kızıl elma üzerine destanlar diziyorlardı. Ünlü hatipler, en keskin nutuklarını İzmir üzerine dile getiriyorlardı. Herkes, bulunduğu konuma göre, bu arzuya vurgu yapıyordu. Pek çok zabit, bu kızıl elmaya uzanma ve sanki mitolojik efsanelerde görülebilecek öykünün içinde yer alma gibi bir arzunun içine girmişti. İzmir'e ulaşmak düşü artık, yüreklerde kabarmış bir ateş topuydu. Yüzbaşı Şerafettin de bu düşü kuranlardan yalnızca birisiydi.
  • Emri alan süvari kolordusu, 4-5 Eylül gecesi yürüyüşe başladı... Nerede tuzağa düşerler, nerede ölümün üzerine yürürler; belli değildi. Bir karanlığın içinde, ay ışığı altında, atların üzerinde titreyen gölgeleri kimi zaman kayalara, kimi zaman yollara, ağaçlara çarparak ilerliyorlardı. Gecenin karanlığına ve gizemine at kişnemeleri, nal sesleri, haykırışlar, memleket havası kokan türküler karışıyordu. Geçtikleri dere yatakları, vadiler, ovalar, kayalıklar at nallarının şakırtısıyla inliyordu. Nal sesleri Kordon'da yeniden yankılanmak için, sanki acele ediyor gibiydi. Her türlü haliyle dünya bir alem; ölüme gider gibi zafere yürüyüş ise başka bir alemdi...
  • Belkahve'den tarihi günü izleyen başkomutan Mustafa Kemal Paşanın, yanında Fevzi ve İsmet paşalar olduğu halde, 10 Eylül sabahı İzmir'e gelişi görkemli oldu, kent adeta ayağa kalktı. İzmir'e girişinden iki gün sonra Başkomutan, Şerafeddin Yüzbaşı'ya, ''İzmir'' adını da ismiyle beraber kullanmasını önerdi. Genç subayda paşasını kırmadı ve soyadı kanununa kadar isim olarak adıyla beraber "İzmir’i" kullandı, soyadı kanunun çıkmasından sonra "İzmir" soyadını aldı. Tabii bu arada Mustafa Kemal Paşa tarafından İzmir’e ilk girecek subay ve asker her kime nasip olacak bu şanın yanında bir de maddi anlamda ödül verileceği de kamuoyuna duyurmuştu. Bu sebeple ordu da MustafaKemal Paşa'nın "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz. İleri!" nidası büyük etki uyandırdı. Çünkü; Sakarya Savaşı'nın ardından Ankara TBMM Hükümeti, Sovyet Rusya, Azerbaycan ve Afganistan tarafından tanındıktan sonra bağımsız Buhara Cumhuriyeti de TBMM Hükümeti ile siyasal ve diplomatik ilişkiler kurmak istemiştir. Bu amaçla elçi Recep ve maslahatgüzar Naziri beylerden oluşan bir Buhara heyeti Ankara'ya gönderilmiştir. Buhara Cumhuriyeti'nden gelen bu heyet, 7 Ocak 1922’de Çankaya’daki bağevinde TBMM Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna çıkartılmıştır. Buhara halkı adına üç değerli kılıcı armağan olarak getiren mezkur heyet üyeleri, bu kılıçlardan birini Gazi'ye, diğerini İsmet Paşa'ya sundu. Üçüncü kılıcın sahibiyse henüz belli değildi. Heyet, bu kılıcın İzmir'e ilk girecek kahramana verilmek üzere saklanmasını Gazi'den rica etti. Bu sırada Beyrut eşrafından Yahudi bir esnaf olan Misbah Efendi de, aynı amaçla 500 altın lira ödül koydu. Yaşanan bu gelişmeler, Batı Cephesi Komutanlığı'nca askerlere duyuruldu. Bu andan itibaren kılıç milli mücadele ile özdeşleşti, birçok subay ve askerin düşlerini süsledi. Büyük kurtarıcı, bu gelişmenin ardından Buhara Hükümeti'nden emanet aldığı kılıcı da, 15 Eylül günü Yüzbaşı Şerafeddin'e verdi. Ayrıca, Beyrut eşrafından (Yahudi) Misbah Efendi'nin, ödül olarak koyduğu 500 altın lira da, Şerafeddin ve Zeki yüzbaşılar arasında paylaştırıldı. Emekliye ayrıldığında İstanbul'a yerleşen Şerafeddin İzmir, 1951'de vefat edince, eşi Siret Hanım, "üçüncü kılıcı" İzmir'de açılması planlanan İnkılap Müzesi'ne verilmek üzere İstanbul Valiliği'ne kendi eliyle götürüp teslim etti. Ancak kılıç kayboldu ve asla müzeye konulamadı. Zaman içinde Yüzbaşı Şerafettin Bey’in adına Balçova Belediyesi bir park açtı. Dokuz Eylül Üniversitesi, Sabancı Kültür Sarayı’ndaki salonlarından birine Hasan Tahsin’in, ötekine Yüzbaşı Şerafettin’in adını verdi. İzmir’de bir semtin ve Alsancak’ta bir sokağın adı oldu ve en son; Karşıyaka Belediyesi tarafından yaptırılan Milli Mücadele Açıkhava müzesinde, Mustafa Kemal Atatürk’ten üçüncü kılıcı alırken, Yüzbaşı Şerafettin’in figürü bir rolyefte yer aldı. Han Tiyatrosu tarafından bu muhteşem tarihsel olay oyunlaştırıldı ve “Kordon’da Nal Sesleri” adıyla sahnelendi.
  • İzmir o gün yeni bir tarihe uyanıyordu. Ordu, Mustafa Kemal’den doğrudan aldığı emir ile adeta İzmir'e akmaktaydı. İkinci Süvari Tümen Komutanı Yarbay Zeki (Tümgeneral Zeki Soydemir), öncü olarak Birinci Süvari Alayı'nı görevlendirdi. Öncü olma görevi de İkinci Tümen, Dördüncü Alay Komutan Yardımcısı Yüzbaşı Şerafeddin Bey'e verildi. Yüzbaşı arkadaşları arasında daha çok “şeref” diye anılırdı. Bu emiri alan Yüzbaşı Şerafeddin Bey ve askerleri adeta uçarcasına, anlatılmaz bir hızla mesafeleri aşıyor, İzmir'e doğru düşmanı denize dökmek için koşuyordu. Kaçan düşman köyleri, kasabaları yakıyor, intikamını sivil halktan alıyordu. Adım başı rastladıkları yürekler acısı manzara, hızlarını büsbütün artırıyordu. 9 Eylül sabahı saat 09.00'da Bornova'ya giren genç Yüzbaşı, Halkapınar'a doğru yürüdü. Bir Rum'a ait Tuzakoğlu Un Fabrikası önünde baskın kuşkusunu taşıyan yüzbaşı, birliğin önüne tüfekleriyle koşan 8 er yerleştirdi. Kuşkuları doğru çıktı, bir anda müfreze fabrikadan ateş yağmuruna tutuldu. Burada 8 erin 3’ü şehit verildi. Olay yerinde yapılan tespitte şehit olan askerlerin başlarının İzmir'e dönük olduğu görüldü. Bu gelişmeye rağmen yürüyüşüne devam eden müfreze, yönünü Alsancak'a çevirdi, doludizgin, yalın kılıç 80 kişilik kuvvetle şehre akmaya başladı. Müfrezesinin başında kente saat 10.30'da giren Yüzbaşı Şerafeddin, Kordon'a kurşun ve şarapnel yağmuru altında 40 askerini kaybederek ulaştı. Süvariler, dörtnala Kordonboyu'ndan Pasaport İskelesi'ne geldiklerinde, bir Rum'un attığı bomba, Yüzbaşı Şerafeddin'in atının önünde patladı. Omzuna ve koluna şarapnel parçaları isabet eden yüzbaşı, can yoldaşı olan atının parçalanan bedenini istemeyerek orada bıraktı ve müfrezesinin kendisine temin ettiği yeni bir at ile yoluna devam etti. Hükümet Konağı'nın önündeyse Türkleri bu konağa kesin sokmama kararı almış olan ve yüzbaşı ile müfrezesini makineli tüfek ateşiyle karşılayan bir Yunan mangasıyla karşılandı. Yüzbaşı Şerafeddin'i, burada göğsüne isabet eden mermiler de durduramadı. Atından atlayarak inen Şerafeddin Bey, yerel halkın ve askerlerinin desteğiyle etkisiz hale getirilen Yunan mangasının önünden sıyrılarak, bir İzmirli gencin uzattığı Türk Bayrağı'nı alıp, göğsüne soktu ve sendeleyerek Hükümet Konağı'na yöneldi. Ama burada bir sürprizle karşılaşan yüzbaşı, kapının kilitli olduğunu gördü. Emir subayı Süvari Teğmeni Ali Rıza Beye bakarak kapının derhal vakit kaybedilmeden açılması talimatını verdi. Süvari Teğmeni Ali Rıza Bey duruma müdahale ederek yan kapının zincirini kırıp yolu açtı. Balkona çıktığında göğsündeki kanın bulaştığı bayrağı gözyaşları içinde göndere çeken Yüzbaşı Şerafeddin, o dakikaları, ''yaraları kim düşünür, ölsem ne gam. İzmir'i kurtarmıştık ya. Bu şerefin öncüleri biz olmuştuk ya'' diye anlatır. Hükümet Konağı'nın önünde toplanan halk, coşkun alkışlar arasında Türk subayı ve arkadaşlarını bağrına basarken, o gün akşam saatlerine kadar yabancı konsoloslarla görüşme görevi de bir yandan yaraları pansuman edilen Yüzbaşı Şerafeddin tarafından yerine getirildi. Bu arada Yüzbaşı Zeki komutasındaki süvari birliği Sarıkışla'ya, Üsteğmen Arif ve takım komutanı Celal Bey ile Yedeksubay Besim Efendi de Kadifekale'ye bayrağı çektiler. Bir kaç dakika içinde ise binanın üst katında görev tamamlandı. 1919’un 15 Mayıs’ından bu yana yerinde şerefle dalgalanmayı bekleyen Türk Bayrağı göndere çekilmişti. Böylece İzmir'in işgaliyle başlanılan nokta, 3 yıl 3 ay 24 gün sonra 9 Eylül 1922 günü konulmuş oldu.

Üçüncü Kılıç İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Üçüncü Kılıç PDF indirme linki var mı?

Kemal Arı - Üçüncü Kılıç kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Üçüncü Kılıç PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Kemal Arı Kimdir?

Kemal Arı Kitapları - Eserleri

  • Üçüncü Kılıç
  • Atatürk ve Aydınlanma
  • Türk Devrim Tarihi 1
  • Türk Devrim Tarihi 2
  • Büyük Mübadele
  • Tarih Yöntemi Tarih Ne Güzel Bir Aynadır
  • Zübeyde'nin Sarı Paşası Atatürk - 2 Cilt Takım
  • Devrim Güneş Kadar Sıcaktır
  • Atatürk ve Aydınlanma Türk Devrimi'nin Düşünsel Temelleri
  • Manoli'nin Gözyaşları
  • Suyun İki Yanı: Mübadele
  • Atatürk ve Devrimcilik
  • Başlangıçtan Günümüze Türk Devrim Tarihi

Kemal Arı Alıntıları - Sözleri

  • Prof. Dr. Afet İnana not aldırıp devrimciliğin tanımını yapan Atatürk şöyle diyordu. Tarihin seyri içinde hiç bir prensip dogmatik bünyesini muhafaza edemez. Onun için Türk Milleti yaşadığı çağın medeniyet seviyesinin icaplarını yerine getirmek mecburiyetindedir. İşte bu inkılapçılık prensibine bağlı oldukça Türk topluluğu medeniyet aleminde geri kakmama yolunu bulacaktır. Ancak bunda daima göz önünde bulundurularak nokta, milli bütünlüğümüzü ve menfatimizi en titiz bir itina ile muhafazadır. (Atatürk ve Aydınlanma)
  • Gelirken yağmalamışlar; giderken "daha çok" yağmalamışlardı. (Üçüncü Kılıç)
  • Zaman bir akıştır. Akış ise bir yerlerden başlar, bir geleceğe doğru yürür. Tarih ise, geçmişten geleceğe uzanan o göz kamaştırıcı akışta gerçekte ulusların kendi kendilerine yüzleşebilmeleri için yüzlerine tutulmuş görkemli bir aynadır. (Zübeyde'nin Sarı Paşası Atatürk - 2 Cilt Takım)
  • "Andımız, 1933 yılında, dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip tarafından kaleme alındı. Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün oluruyla, Milli Eğitime bağlı ilkokullarda okutulmaya başlandı". (Zübeyde'nin Sarı Paşası Atatürk - 2 Cilt Takım)
  • Korkmuyoruz gelsinler. Hatta masum Türk'e kastı olan bütün dünya gelsin. Süngüleriyle zaten kanayan yaramızı deşsinler. Toplarıyla evlerimizi, kuvvetlerimizi yıksınlar, alt üst etsinler, parçalasınlar! Ama asla unutmasınlar ki Türk ölmedi, yaşıyor. Ve burayı yunana vermeyecektir. Hatta silahlarımız olmasa bile, direnen ruhumuzla, coşkun kanlarımızla, sökülmeyen dişlerimizle bile bu ülkeyi savunacağız". (Zübeyde'nin Sarı Paşası Atatürk - 2 Cilt Takım)
  • Her şey "iyi" içindir; matematik yalnızca erdemlerin yerlerini belirleyecek bir ayraçtır. Doğruyu aramada, diyalektik kullanılmalıdır. (Atatürk ve Aydınlanma Türk Devrimi'nin Düşünsel Temelleri)
  • "Hem yaşamda hem de rüyalarda herşey tezatlarıyla vardır. Büyürken küçültmek, yürürken durmak; otururken kalkmak, ağlarken gülmek gibi"... (Zübeyde'nin Sarı Paşası Atatürk - 2 Cilt Takım)
  • “ Hareket halindeki cehaletten daha korkunç hiçbir güç yoktur. “ (Atatürk ve Aydınlanma)
  • O tarihlerde, dünyanın sayılı demokrasilerinden birisi olan Finlandiya'da eğitim ve kültür savaşıyla yoksul bir ülkenin nasıl kalkındığını anlatan ünlü bir kitap Türkiye’de öğretmenler arasında elden ele dolaşıyordu. Bu kitabın adı "Beyaz Zambaklar Ülkesinde"ydi. Grigoriy Petrov adlı bir yazar tarafından kaleme alınmıştı. Atatürk kitabı okuduğunda bu destansı öyküye hayran kaldı. Kitabın ülkedeki okulların, özellikle de askeri okulların müfredatına alınması emrini verdi. O, ülkedeki yaşamın yenilenmesi için mutlaka bu kitabın okunması gerektiğine inanıyordu. Kitap basıldıktan sonra ülkede en çok okunan kitap oldu. Yapıt, tüm yoksulluğa, olanaksızlıklara ve koşulların azlığına karşın bir avuç aydının önderliğinde, askerlerden din adamlarına, profesörlerden öğretmenlere pek çok meslekten insanın omuz omuza vererek Finlandiya'yı geri kalmışlıktan kurtarma öyküsünü anlatıyordu. Kitap, Finlandiya'da demokrasinin nasıl kurulduğunu da öyküleştirmekteydi. Atatürk, bu kitabın öğretmen olarak yetişip ataması yapılan bütün gençlere armağan olarak gönderilmesini istedi. Dönemin bakanlarından Mustafa Necati, öğretmen olanlara bir mektup yazıyor, mektuba bu kitabı da iliştirerek onlara armağan olarak veriyordu. Düşünülen şuydu: demokrasi gibi ileri olan ne varsa bu öğretmenlerin ellerinde yeşerecekti. (Atatürk ve Aydınlanma Türk Devrimi'nin Düşünsel Temelleri)
  • Kitap sınırsız bir hayattır, her kitapta kişilikler ortaya çıkar ve kitabı okuyan, geçmişin en keskin zekalarıyla sonsuz bir diyolaga girer. (Atatürk ve Aydınlanma Türk Devrimi'nin Düşünsel Temelleri)
  • Belkahve'den tarihi günü izleyen başkomutan Mustafa Kemal Paşanın, yanında Fevzi ve İsmet paşalar olduğu halde, 10 Eylül sabahı İzmir'e gelişi görkemli oldu, kent adeta ayağa kalktı. İzmir'e girişinden iki gün sonra Başkomutan, Şerafeddin Yüzbaşı'ya, ''İzmir'' adını da ismiyle beraber kullanmasını önerdi. Genç subayda paşasını kırmadı ve soyadı kanununa kadar isim olarak adıyla beraber "İzmir’i" kullandı, soyadı kanunun çıkmasından sonra "İzmir" soyadını aldı. Tabii bu arada Mustafa Kemal Paşa tarafından İzmir’e ilk girecek subay ve asker her kime nasip olacak bu şanın yanında bir de maddi anlamda ödül verileceği de kamuoyuna duyurmuştu. Bu sebeple ordu da MustafaKemal Paşa'nın "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz. İleri!" nidası büyük etki uyandırdı. Çünkü; Sakarya Savaşı'nın ardından Ankara TBMM Hükümeti, Sovyet Rusya, Azerbaycan ve Afganistan tarafından tanındıktan sonra bağımsız Buhara Cumhuriyeti de TBMM Hükümeti ile siyasal ve diplomatik ilişkiler kurmak istemiştir. Bu amaçla elçi Recep ve maslahatgüzar Naziri beylerden oluşan bir Buhara heyeti Ankara'ya gönderilmiştir. Buhara Cumhuriyeti'nden gelen bu heyet, 7 Ocak 1922’de Çankaya’daki bağevinde TBMM Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna çıkartılmıştır. Buhara halkı adına üç değerli kılıcı armağan olarak getiren mezkur heyet üyeleri, bu kılıçlardan birini Gazi'ye, diğerini İsmet Paşa'ya sundu. Üçüncü kılıcın sahibiyse henüz belli değildi. Heyet, bu kılıcın İzmir'e ilk girecek kahramana verilmek üzere saklanmasını Gazi'den rica etti. Bu sırada Beyrut eşrafından Yahudi bir esnaf olan Misbah Efendi de, aynı amaçla 500 altın lira ödül koydu. Yaşanan bu gelişmeler, Batı Cephesi Komutanlığı'nca askerlere duyuruldu. Bu andan itibaren kılıç milli mücadele ile özdeşleşti, birçok subay ve askerin düşlerini süsledi. Büyük kurtarıcı, bu gelişmenin ardından Buhara Hükümeti'nden emanet aldığı kılıcı da, 15 Eylül günü Yüzbaşı Şerafeddin'e verdi. Ayrıca, Beyrut eşrafından (Yahudi) Misbah Efendi'nin, ödül olarak koyduğu 500 altın lira da, Şerafeddin ve Zeki yüzbaşılar arasında paylaştırıldı. Emekliye ayrıldığında İstanbul'a yerleşen Şerafeddin İzmir, 1951'de vefat edince, eşi Siret Hanım, "üçüncü kılıcı" İzmir'de açılması planlanan İnkılap Müzesi'ne verilmek üzere İstanbul Valiliği'ne kendi eliyle götürüp teslim etti. Ancak kılıç kayboldu ve asla müzeye konulamadı. Zaman içinde Yüzbaşı Şerafettin Bey’in adına Balçova Belediyesi bir park açtı. Dokuz Eylül Üniversitesi, Sabancı Kültür Sarayı’ndaki salonlarından birine Hasan Tahsin’in, ötekine Yüzbaşı Şerafettin’in adını verdi. İzmir’de bir semtin ve Alsancak’ta bir sokağın adı oldu ve en son; Karşıyaka Belediyesi tarafından yaptırılan Milli Mücadele Açıkhava müzesinde, Mustafa Kemal Atatürk’ten üçüncü kılıcı alırken, Yüzbaşı Şerafettin’in figürü bir rolyefte yer aldı. Han Tiyatrosu tarafından bu muhteşem tarihsel olay oyunlaştırıldı ve “Kordon’da Nal Sesleri” adıyla sahnelendi. (Üçüncü Kılıç)
  • "Her ortama ayak uyduracaksın, böylece var olacaksın; bir düşüncen, ilken olmayacak ve ilkesizlik ve omurgasızlık rahatlığı içinde, bir de ulusa önderlik etmeye kalkışacaksın". (Zübeyde'nin Sarı Paşası Atatürk - 2 Cilt Takım)
  • Ulusal savaş, bu görüntü ile yıllardır beklediği ereğine kavuşmuş; Yunan ordusunu yurdun temiz bağrında boğduktan sonra, Akdeniz'in mavi sularına dökerek, o ereğe ulaşmıştı. Son bir şey kalmıştı yapacak: Yunan bayrağını Hükümet Konağı'nın balkonundaki gönderden indirmek ve yerine al kırmızılı, hilalli yıldızlı bayrağı göndere çekmek... O işi de süvariler nefesini tutmuş halkın gözyaşları arasında, bakışlarının menzilinde ha yaptı ha yapacaklardı. (Üçüncü Kılıç)
  • İzmir o gün yeni bir tarihe uyanıyordu. Ordu, Mustafa Kemal’den doğrudan aldığı emir ile adeta İzmir'e akmaktaydı. İkinci Süvari Tümen Komutanı Yarbay Zeki (Tümgeneral Zeki Soydemir), öncü olarak Birinci Süvari Alayı'nı görevlendirdi. Öncü olma görevi de İkinci Tümen, Dördüncü Alay Komutan Yardımcısı Yüzbaşı Şerafeddin Bey'e verildi. Yüzbaşı arkadaşları arasında daha çok “şeref” diye anılırdı. Bu emiri alan Yüzbaşı Şerafeddin Bey ve askerleri adeta uçarcasına, anlatılmaz bir hızla mesafeleri aşıyor, İzmir'e doğru düşmanı denize dökmek için koşuyordu. Kaçan düşman köyleri, kasabaları yakıyor, intikamını sivil halktan alıyordu. Adım başı rastladıkları yürekler acısı manzara, hızlarını büsbütün artırıyordu. 9 Eylül sabahı saat 09.00'da Bornova'ya giren genç Yüzbaşı, Halkapınar'a doğru yürüdü. Bir Rum'a ait Tuzakoğlu Un Fabrikası önünde baskın kuşkusunu taşıyan yüzbaşı, birliğin önüne tüfekleriyle koşan 8 er yerleştirdi. Kuşkuları doğru çıktı, bir anda müfreze fabrikadan ateş yağmuruna tutuldu. Burada 8 erin 3’ü şehit verildi. Olay yerinde yapılan tespitte şehit olan askerlerin başlarının İzmir'e dönük olduğu görüldü. Bu gelişmeye rağmen yürüyüşüne devam eden müfreze, yönünü Alsancak'a çevirdi, doludizgin, yalın kılıç 80 kişilik kuvvetle şehre akmaya başladı. Müfrezesinin başında kente saat 10.30'da giren Yüzbaşı Şerafeddin, Kordon'a kurşun ve şarapnel yağmuru altında 40 askerini kaybederek ulaştı. Süvariler, dörtnala Kordonboyu'ndan Pasaport İskelesi'ne geldiklerinde, bir Rum'un attığı bomba, Yüzbaşı Şerafeddin'in atının önünde patladı. Omzuna ve koluna şarapnel parçaları isabet eden yüzbaşı, can yoldaşı olan atının parçalanan bedenini istemeyerek orada bıraktı ve müfrezesinin kendisine temin ettiği yeni bir at ile yoluna devam etti. Hükümet Konağı'nın önündeyse Türkleri bu konağa kesin sokmama kararı almış olan ve yüzbaşı ile müfrezesini makineli tüfek ateşiyle karşılayan bir Yunan mangasıyla karşılandı. Yüzbaşı Şerafeddin'i, burada göğsüne isabet eden mermiler de durduramadı. Atından atlayarak inen Şerafeddin Bey, yerel halkın ve askerlerinin desteğiyle etkisiz hale getirilen Yunan mangasının önünden sıyrılarak, bir İzmirli gencin uzattığı Türk Bayrağı'nı alıp, göğsüne soktu ve sendeleyerek Hükümet Konağı'na yöneldi. Ama burada bir sürprizle karşılaşan yüzbaşı, kapının kilitli olduğunu gördü. Emir subayı Süvari Teğmeni Ali Rıza Beye bakarak kapının derhal vakit kaybedilmeden açılması talimatını verdi. Süvari Teğmeni Ali Rıza Bey duruma müdahale ederek yan kapının zincirini kırıp yolu açtı. Balkona çıktığında göğsündeki kanın bulaştığı bayrağı gözyaşları içinde göndere çeken Yüzbaşı Şerafeddin, o dakikaları, ''yaraları kim düşünür, ölsem ne gam. İzmir'i kurtarmıştık ya. Bu şerefin öncüleri biz olmuştuk ya'' diye anlatır. Hükümet Konağı'nın önünde toplanan halk, coşkun alkışlar arasında Türk subayı ve arkadaşlarını bağrına basarken, o gün akşam saatlerine kadar yabancı konsoloslarla görüşme görevi de bir yandan yaraları pansuman edilen Yüzbaşı Şerafeddin tarafından yerine getirildi. Bu arada Yüzbaşı Zeki komutasındaki süvari birliği Sarıkışla'ya, Üsteğmen Arif ve takım komutanı Celal Bey ile Yedeksubay Besim Efendi de Kadifekale'ye bayrağı çektiler. Bir kaç dakika içinde ise binanın üst katında görev tamamlandı. 1919’un 15 Mayıs’ından bu yana yerinde şerefle dalgalanmayı bekleyen Türk Bayrağı göndere çekilmişti. Böylece İzmir'in işgaliyle başlanılan nokta, 3 yıl 3 ay 24 gün sonra 9 Eylül 1922 günü konulmuş oldu. (Üçüncü Kılıç)
  • Süvariler tuttular; içlerindeki heyecanı, yüreklerinde duyumsadıkları ateşi, o günün canlı havası içinde dile getirmeye çalıştılar. Onlara göre İzmir ve deniz; ikisi de ayrılmaz bir ikiz kız kardeştiler. Ulusal Ordu'nun bütün emeli, bu iki kız kardeşe kavuşmak, ona ulaşmaktı. Türk ordusu ve süvariler, bu iki kız kardeşe aşıktı. Onlara kavuşmak için onca zamandır savaşmışlar, kan dökmüşler, cesaretini ortaya koymuşlardı... Dolayısıyla İzmir'e ve denize ulusal ordunun ulaşması; yanıp tutuşan aşıkların birbirine kavuşması gibiydi. (Üçüncü Kılıç)
  • Günler boyunca hiçbir şey yememiş olan süvariler vardı. Ancak, yanan ve yakılan kendi yurtları, öldürülenler de kendi insanları olduğu için, gözlerinin açlığı falan gördüğü yoktu. Girdikleri yanıp yıkılmış kentlerde, kuyulardan insan cesetleri çıkarıyorlardı. Bir köye ya da kente girdiklerinde, süvarilerin ellerinde al sancağı gören Türklerin, ürkek, bezgin, önce korkan, sonra coşkulu gözlerle, dağlardan, saklandıkları mağaralardan, ağaç kovuklarından kendilerini karşılamak için indiklerine tanık oluyorlardı. Her yürekte bir büyük trajedinin yaşandığını biliyorlardı. (Üçüncü Kılıç)
  • "Boş kap, dolu fıçıdan daha çok ses çıkarır." ~John Lyly (Atatürk ve Aydınlanma Türk Devrimi'nin Düşünsel Temelleri)
  • "Okumak bir insanı doldurur, insanlarla konuşmak hazırlar, yazmak ise olgunlaştırır." ~Bacon (Atatürk ve Aydınlanma Türk Devrimi'nin Düşünsel Temelleri)
  • Ona bağlılık, senin için ulusal ve tarihsel bir sorumluluktur. Çünkü ondan uzaklaşmak, seni yeniden karanlığa gömmenin, aydınlıktan uzaklaşmanın; kimliğini yitirmenin, insanlığından ve onurundan uzaklaşmanın ve yeniden kölelik düzeninin senin varlığını ve ruhunu yok edici etkisi altında intihar etmenin ta kendisidir... O nedenle bu büyük değeri bil ve ona sahip çık... Atatürk! "seni sevmek, Milli ibadettir..." (Zübeyde'nin Sarı Paşası Atatürk - 2 Cilt Takım)
  • “Men Leşkerem, Sen Serdarsen” (Ben erim, sen komutansın) Bu sözleri İzmir ziyareti sırasında İran Şahı Rıza Şah Pehlevi Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya söylemişti…İran Şahı Rıza Pehlevi, Mustafa Kemal Paşa’yı büyük bir komuttan olarak görüyor ve ona büyük bir hayranlık duyuyordu. Mustafa Kemal Paşa, İran Şahı’nı Türkiye’ye davet etti. Şah bu daveti büyük bir memnuniyetle kabul etti Şah davet üzerine şunu demişti: “Sabırlı bir adamım. Ancak iki şeye sabrım kalmadı. Biri Avrupa’daki oğlumu görmek, öteki de dostum Gazi Hazretleriyle buluşmak ve tanışmak…” (Türk Devrim Tarihi 1)

Yorum Yaz