diorex
sampiyon

Unutulan Yıllar - Niyazi Berkes Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Unutulan Yıllar kimin eseri? Unutulan Yıllar kitabının yazarı kimdir? Unutulan Yıllar konusu ve anafikri nedir? Unutulan Yıllar kitabı ne anlatıyor? Unutulan Yıllar PDF indirme linki var mı? Unutulan Yıllar kitabının yazarı Niyazi Berkes kimdir? İşte Unutulan Yıllar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 09.09.2022 07:00
Unutulan Yıllar - Niyazi Berkes Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Niyazi Berkes

Yayın Evi: İletişim Yayınları

İSBN: 9789754705973

Sayfa Sayısı: 536

Unutulan Yıllar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Niyazi Berkes, 1940’lı yıllarda Türkiye’de kaynatılan “cadı kazanı” sı­rasında ırkçı turancı saldırılara hedef olmuş, Behice Boran ve Pertev Naili Boratav ile birlikte Ankara Üniversitesi’nde yürütülen tasfiye sonucunda kürsüsü elinden alınmış bilim adamlarımızdan biridir. Daha sonra Kanada’ya giderek akademik hayatını McGill Üniversitesi’ndesürdüren Berkes, Unutulan Yıllar adını verdiği anılarında yaşadığı olayları çocukluk yıllarından başlayarak dile getiriyor. Bunu yaparken,dönemin toplumsal ve siyasal panoramasını da çizen Berkes, bir top­lumbilimci olarak yorumlarda bulunup; çizdiği tablonun içine o yılların siyasetçilerini, bürokratlarını, gazeteci, şair ve yazarlarını da yerleşti­riyor. Millî Şef’ten Menderes’e, Hasan Ali Yücel’den Reşat Şemsettin Sirer’e, Nihal Atsız’dan Peyami Safa’ya, Zekeriya Sertel’e, Şevket Aziz Kansu’dan Suut Kemal Yetkin’e kadar nice portrenin yeraldığı Unu­tulan Yıllar’da, İkinci Dünya Savaşı’nın atmosferi içinde bastırılmak istenen demokrasi ve insan hakları mücadelesini, Millî Şef döneminin totaliter yöntemlerini, faşist eğilimlerin, ırkçı turancı akımların kolgezdiği çevreleri, tek parti rejiminin kuklalaşmış bürokrat ve siyasetçi­lerinin yanısıra az da olsa ayakta kalabilen namuslu ve demokrat bilimadamlarının ve yazarların öyküsünü bulacaksınız. Kanada’da Berkes’in öğrenciliğini yapan Ruşen Sezer’in yayına hazırladığı Unutulan Yıllar,bugün hâlâ tekrarlanan benzeri komplolar sonucunda ülkesindeki üniversite ve düşünce dünyasından uzaklaştırılan bir bilim adamının Türkiye’de demokrasinin önüne engeller ç›ıkarmaya çalışan bir zihni­yete yanıtıdır.

Unutulan Yıllar Alıntıları - Sözleri

  • Nihal, Sivas'ın doğusundakileri Türkten saymadığına göre Rumeli, Adalar gibi yerlerden olanları da Türkten saymazdı. Onun için Selanik doğumlu olan Mustafa Kemal'e düşmandı. Ona düşman olunca onun Cumhuriyet'ine de düşmandı. Bu cumhuriyet yüzünden Türk devleti Türk kanından olmayan soysuzların eline geçmişti.
  • Karşısında el pençe divan oturan yüksek kişilerden biri olan ak sakallı milli şair Mehmet Emin Bey : " Ah paşam o köpeğin yerinde olmayı ne kadar isterdim" deyince Atatürk bu sözden o denli huylanmış ki kendini tutamayıp, "Sen o köpekten de aşağı birisin" diye başlayan bir hakaret yağmuru yağdırmış.
  • Amerika Birleşik Devletleri strateji generalleri için İngiltere, Hitler'i sırası gelince arkadan vurmak için kocaman bir uçak gemisi, bir lojistik deposuydu.
  • Naziliğe yataklık eden diğer bir çevre, Turancı emekli generaller ile onların etkisi altında bulunan, eski Enver Paşa Turancılığı kafasından kurtulamamış olan kimi subaylardı. Zeki Velidi, Türkiye'ye Atatürk'ün ölümünden sonraki gelişinde Turancı paşaların kendi etrafında toplaştıklarını Hatıralar'ında iddia eder. Bunların en tanımınışı değilse bile fabrikatörlüğü dolayısiyle en zengini olduğunu tahmin edebileceğimiz Nuri Paşa, Küçük Yalı'da Çamlık gazinosunda onun şerefine ziyafet vermiş (s. 603). Toplantıya Enver Paşa'nın üvey kardeşi olan Nuri Paşa'dan başka amcası Halil Paşa, Hüseyin Hüsnü Erkilet, Cafer Tayyar, Mürsel Paşalarla Türkistan'da gördüğü başka subaylar da çağrılıymış. "Bu toplantı sırasında bahçeye adam sokulmadı" dediğine göre, ancak kendi aralarında konuşulabilecek şeylerin konuşulduğu anlaşılıyor. Bu adların çoğuna daha sonraları von Papen-Saracoğlu dolayısıyla rastlayacağımız için bir tahmin yapabiliriz: ya Nazi makamları ile görüşülecek "Turan Devleti" sorunu, ya da Nazi yanlısı bir iktidar değişikliği konusu konuşulmuş olabilir yoksa, Turan ülküsü serüvenlerine uzaktan yakından karışmış olan bu kişiler yalnız çapkınlık serüvenlerini mi konuşmuşlardı? Bu generallerin en önemlilerinin Milli Şef'ten çok Mustafa Kemal düşmanı olan kişiler oluşu ilginçtir. Özellikle iki tanesi: İkisi de Nazi Doğu cephesi açıldıktan sonra gazetelerde savaş durumunu anlatan yazılar yazan; sık sık Alman generallerine ders veren Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet ile Ali İhsan Sabis ikisi de Almanca Türhische Post gazetesinde maaşlı görevli. Birincisinin adı daha önemli. İleride Nazi belgelerinde dışardaki eylemler üzerine bilgi edineceğiz. İçerdeki çalışmaları ise en çok Çınaraltı adlı dergide çıkan açık faşizm propagandası niteliğindeki yazılarında görülür. Bu derginin kendisi basın çevresinin en tanınmış ırkçı-turancı dergisiydi. Derginin başında görünüşte böyle şeylerle ilgisi olmayan iki Babıali ozanı bulunuyordu. Bunların birincisi olan Orhan Seyfi Orhun'un, sonraları Milli Şef'in partisine alındığını, Meclis'te onun başta gelen şakşakçısı olduğunu da göreceğiz. Bu dönemde bunlar bu Çınaraltı dergisinin arkasını örten paravan rolündeydiler. (Not: bu kitapta çok kez CHP yerine "Milli Şef'in partisi" deyimini bilerek kullanıyorum; onu şeften önce ve şeften sonraki partiden ayırmak, onların üyelerini eleştirilerime karıştırmadığımı göstermek için).
  • Nihal'in ırk ve ırkçılıkla ne anladığını tanıtmak için öğrenciliğim yıllarındaki bir olayı anlatayım. Devlet bursu ile üniversitenin fakülte ve bölümlerinde okuyan öğrenciler Yüksek Muallim Mektebi öğrencileri sayılırdı. Bitirenlerin belirli bir süre lise öğretmenliği gibi ödevlerle çalışma borcu olurdu. Bu okulda geleceğin öğrencileri için pedagoji dersi verilirdi, bunun hocası olan Sadrettin Celal'in (Antel) uyguladığı yöntem gereği, ders yılı sonlarına doğru öğretmen adayları birer örnek ders verir, sonra öğrenciler bu ders konusu üzerinde tartışırlardı. Nihal'in verdiği örnek ders, edebiyat dersi adı altında ve sözde Türk tarihi üzerine. Sivas'ın doğusuna düşen illerde yaşayan halkın Türk değil, Kürt olduğunu ileri sürmüş. Bu Türk olmayan halk ya imha edilmeli ya da başka bir yere sürülerek onların yerine Orta Asyalı ırkdaşlar getirtilerek yerleştirilmeliymiş. Bu lafları dinleyen Erzurumlu öğrenci Sırrı Numan (Fransız asker Chauvain'i bile güldürecek olan) böyle bir fikre itiraz edecek olunca Nihal köpürmüş: "İki bin metrelik dağdan inen ayılar işte bu kadar anlar benim konferansımdan" karşılığını verince, öğrenciler birbirlerine girmişler. Çelebi bir adam olan Sadrettin Celal'in bu manzara karşısındaki hali görülecek şeydi. Nihal bu hocasını ve diğer arkadaşları olan Pertev Boratav ile Sabahattin Ali'yi ihbar eden kişidir ki, o aşamaya geldiğimiz zaman bu hareketinin nedenini belirtmeye çalışacağım.
  • Herkes istediği bilimsel doktorine inanmakta serbesttir. Komünizme inanmak bir suç ise bu adliyeye aittir. Biz ona karışmayız. Üniversitede ders olarak komünizm de, sosyalizm de, liberalizm de objektif bir şekilde tetkik edilebilir
  • Saraçoğlu kanunun amaçlarını bildirirken şöyle demiş: "Bu kanun bir devrim kanunu dur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları ortadan kaldırarak Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz".
  • Bugün yapılan incelemelerden öğreniyoruz ki gerçek neden insanı güldürecek nitelikte. Başkomutan eski Onbaşı Hitler yönetiyordu bu büyük savaşı! Her şey onun keyfine göre. Kendini dünyanın en büyük stratejisti sayan onbaşı Adolf'un askerlikte öğrendiği şey, Birinci Dünya Savaşı'nda onbaşı rütbesinde olan bir askerin öğrenebileceği şeydi.
  • Aklını oynatmamış bir kişinin bu denli kesinlikle konuşmasına bakınca, "eee, elinde herhalde belgeler olmalı? değil mi?" dersiniz doğal olarak.
  • Milli Şef lakaplı ve tutuk laflar eden sönük, ilhamsız bir "Şef" Onun, açıklıktan uzak, kuşku ya da korku verici sarsak söylevlerini dinleyen bir ülke için Hitler bir harikaydı. Özellikle Peyami Safa gibi histerik kişiler ya da onun tersi olan Palavracı tipler onun nutukları dinledikleri zaman kendilerinden geçerlerdi.

Unutulan Yıllar İncelemesi - Şahsi Yorumlar

BERKES, OSMANLI, CUMHURİYET VE UNUTULAN YILLAR İLE İLGİLİ BİR İNCELEME: Niyazi Berkes adını ilk kez, “Unutulan Yıllar” kitabı ile duymuştum. Bu kitabı ararken onun “Türkiye'de Çağdaşlaşma” adlı çok önemli araştırma inceleme kitabı elime geçti. Berkes bu eserinde Osmanlı’nın son üç yüz yılını didik didik ediyor, başka pek çok sebep arasında, Osmanlı’nın çöküşünde temel nedenin, eğitimsizlik ve cehalet olduğuna vurguluyordu. Berkes, söz konusu eserinde “Osmanlı sadece hadis ve Kur-an öğretilen ve buna da ‘ilim’ denilen bir eğitim sistemine sahipti. Osmanlı’nın âlimi ile cahili arasındaki fark ortadan kalkmıştı. Pek çok Osmanlı Paşa’sı imza atacak kadar bile okuma yazma bilmediğinden, imza mührü kazıtır, imza yerine o mührü kullanırdı. Bu sebeple de Osmanlı’nın çöküşü kaçınılmazdı” diyor. Ayrıca, “İslami / dini rejimlerde, yönetici halka değil, ‘Allah’a hesap verme iddiasında olduğu için, din ile demokrasinin yan yana gelmesinin düşünülemeyeceğini” de belirtir. Adı geçen eserinde Berkes, çağdaşlaşmada Cumhuriyet’in rolüne ise pek değinmemiş, kitabın sadece son sayfasında: “O, (M. Kemal) geleceğin kuşaklarına çağdaş dünya çerçevesi içinde, geleceğin bütün özgürlük kapılarını açan bir miras bırakıp gitmiştir.” demekle yetinmişti. Berkes’in Unutulan Yıllar’ını okuyunca, M Kemal’in nasıl bir “özgürlük mirası” bıraktığı bizzat Berkes’in kaleminden ve kendi hayat hikâyesinden anlaşılıyordu oysa. Milli Şef ve Ebedi Şeflerimiz 30’lu yıllarda Nazilerin terkisinde Turan’a ulaşma hayalleriyle, hayranı oldukları Hitler’e yaranmak uğruna cadı avı başlatmışlar, “komünistlikle” yaftaladıkları, özgür düşünce sahibi aydınlarımızı zindanlara doldurmuşlardı. 1940’lı yıllarda ise Nazilerin Amerika tarafından hezimete uğratılması üzerine, Milli Şef ve avenesi, bu kez de dümeni “yeni efendi” Amerika’ya kırmak zorunda kalmışlar, Nazi işbirlikçisi olduklarının üstünü örtmek için, Tan Matbası basılmış, Berkes, Behice Boran, Pertev Naili Boran gibi, evrensel düşünce sahibi, özgürlükçü aydın, yazar ve vatanseverleri hedef tahtasına oturtmuştu. Bunun sonucunda da Kemal Tahir, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali gibi farklı düşünce sahibi yazar ve aydınların akıbetine uğrayacağını anlayan Berkes, ancak yurt dışına kaçarak canını kurtarabilmişti. Berkes, Unutulan Yıllar adlı bu eşsiz çalışmasında, Atatürk ve tek parti döneminin de en az Osmanlı ve günümüzde olduğu gibi, insanların mal ve can güvenliğinden mahrum bırakıldıklarını, devletin vatandaşına sürekli tuzaklar kurduğunu, kitleleri birbirine düşürdüğünü, köylü, aç, yoksul ve işsizin insan yerine konulmadığını, CHP’li olmanın liyakatin önüne geçtiğini belgeleriyle ortaya koyar. Arap harfleri yerine Latin harflerinin kullanılması, fes yerine şapka giyilmesi, Almanya'dan ticaret kanunu, İsviçre'den medeni kanun ithali, tekke ve zaviyelerin kapatılması, ezanın Türkçe okutulması, dinin fiilen yasaklanması gibi dayatmalar Kemalistler tarafından "devrim" olarak nitelendirilse de, bunların Tanzimat’la başlayan yenileşme hareketlerinin karikatürize edilmesinden öteye bir değer taşımadıkları ortadadır. Osmanlı’nın geri kalmasındaki en önemli sebeplerden biri olan din ile devletin arasına mesafe konulamaması konusunda M. Kemal’in getirdiği “laiklik” elbette önemlidir fakat M. Kemal ve İnönü kesinlikle din ile devleti işlerinin ayırmadıkları gibi, bu ülke ve milletin başına “Diyanet İşleri / İlahiyat Fakültesi, İmam Hatip” belasını sarmışlar, dini araç olarak kullanmayı sürdürmüşler, Kemalizm’i bir din haline dönüştürme gayretine girmişlerdir. Bunların sonucunda ise altı yüz yıllık Osmanlının ürettiği hurafeden daha fazlası Cumhuriyet döneminden üretilmiştir. Yasama, yürütme ve yargının bağımsızlığı konularında ise, Kemalist rejimin Osmanlı'nın ilerisinde olduğunu söylemek Kemalist propagandanın gülünç iddialrından öteye bir anlam ifade etmediği ortadadır. Tüm bunların sonucunda da, sele gidenin yılana sarılması gibi, günümüzde insanı maalesef Osmanlı’dan medet umar hale gelmiştir. Fakat Osmanlı ve Cumhuriyet’i, geri kalmışlığımızın sebeplerini çok yönlü ve çok doğru analiz etmesine rağmen Berkes, M. Kemal'in 1926'dan ölümüne kadar olan dönemde Stalin tarzı infazlarından, ülkeyi zindana çevirmesinden ya hiç söz etmez ya da bunları “döneme, şartlara” vs bağlar. Olumsuzluklardan, rejimin kurucusu ve mimarı olan M. Kemal’i değil, onun basit bir minyatürü, karikatürü olan İnönü’yü sorumlu tutar, iyilikleri ise M. Kemal’den, bilir. Tabi Berkes gibi, son derece bilgili, kültürlü ve çok yönlü düşünebilen, özgür fikirlere sahip bir aydının, M. Kemal'in askeri alandaki başarılarının siyasi alanda, dar bir seçkin zümre dışında, ülke ve millet için tam bir kâbusa dönüştüğünü görememesini düşünmek bir hayli zor. "Unutulan Yıllar" aslında bir Kemalizm eleştirisi olduğu halde, Bonapartist M. Kemal diktatörlüğün hatalarının İnönü'ye yüklenmesi, kitabın hedef kitlesi olan Kemalistlerle ters düşmemek kaygısından kaynaklanmış olabilir. Zira bu durumda kitabın hedef kitle tarafından kabul görmeyeceği aşikârdır. Farklı düşüncelere asla tahammül göstermeyen bağnaz Kemalist zihniyet tüm bunlara rağmen onu ülkesinde barındırmaz. 1948’de Dil Tarih Coğrafya Fakültesindeki görevine son verilip, kendisi faşist rejimin hedef tahtasına oturtulunca, nice aydınlarımız gibi o da linç veya üleşkesini terk arasında bir seçime zorlanır. Kemalist faşist diktatörlük din simsarlarının elinde başka bir boyuta evrilmiş olsa da, tabi Türkiye hiçbir zaman bir hukuk devleti olamadığından Berkes bu çıkıştan sonra çok sevdiği yurduna ancak turist olarak gelebilmiş, vatan hasreti ile vatanından çok uzaklarda, ülkesi ve milleti aleyhine tek söz etmeden ölmüştür. Evet, M. Kemal’in celladı, infazcısı ve rakı sofrası arkadaşlarından biri olan Necip Ali’nin, “Niyazi bizde öyle adam yok” sözü Osmanlı, M. Kemal ve günümüz Saray rejimi arasında bir fark bulunmadığını, en açık şekilde ortaya koymuyor mu? Zira halka hesap vermeyen "yarı tanrı" despot liderler çevrelerinde liyakatli, dürüst insan istemedikleri için, ister istemez onların etrafını ya Behçet Kemal gibi "soytarılar" , ya da Mehmet Emin Yurdakul gibi “Paşanın köpeği”nin yerinde olmak isteyen ve “köpekten de aşağı” tipler sarıyor. İşte bu sebeple de maalesef 300 yıldır geriye gidiş ve çöküşü durduramıyoruz. Kitapta benim en çok dikkatimi çeken konu, uygulanan devlet teröründen ötürü, korku ve dehşetin hüküm o dönemde Berkes:”Halkın koyunlaştığını, aydınların ise toplumsal görevini yapamayan adi bir parazitlere dönüştüğünü” belirtir. Evet, bu gün de aynı şeylerden şikâyet etmiyor muyuz? Anlaşılan o ki, yöntemler aynı olunca, sonuçlar da aynı oluyordu. Hiç kimsenin can ve mal güvenliği olmayınca, hiç kimse de, hak, hukuk, demokrasi, insan hakları mücadelesi yapamıyor, yağma talanı düşünemiyordu. SONUÇ OLARAK Son üç yüz yıllık geçmişimizi olabildiğince doğru ve tarafsız değerlendirebilen Berkes’in Türkiye’de Çağdaşlaşma ve Unutulan Yıllar’ını okumadan, geçmişi ve bu günü gereği gibi anlamanın mümkün olmadığını söylersem abarttığımı sananlar olacaktır mutlaka ama bu iki eser gerçekten de bu kadar önemli. Zira, bizde maalesef tarih çoğunlukla gerçekleri ortaya çıkarmak için değil, gerçeklerin üzerini örtmek için yazılır. Eğer Osmanlı'yı, kendi hastalıklı din ve tanrı anlayışlarını tarihe diye bize sunan Necip Fazıl, Yılmaz Öztuna, Kadir Mısıroğlu, Ahmet Şimşirgil ve benzerlerinden öğrenmeye kalkarsanız, karşınıza Yunus, Karacoğlan gibi hassas ruhlu gönül adamı ve Olympos tanrıları gibi, "her şeye kadir" kahraman padişahlarla karşılaşırsınız. Oysa tahta çıkan her padişah, kaç kardeşi varsa, ilk iş olarak öncelikle onları boğdurur, bunların hamile veya hamilelik ihtimali olan cariyelerini ise, ağzı bağlı çuvallar içinde, Sarayburnu'ndan denize attırırlardı. M. Kemal'i de Turgut Özakman, Sinan Meydan, Yılmaz Özdil gibi militarist Kemalistlerden öğrenecek olursanız, yine aynı durumla karşılaşırsınız ve ‘Zeus’ gibi bir Atatürk çıkar karşınıza. Oysa tarihi bunlardan değil de din, tanrı ve ideolojik fikirleriden bağımsız düşünebilen, tarihi bir bilim olarak gören, akademik ve entelektüel ahlakı olan gerçek tarihçilerden öğrenecek olursanız, bu günkü Saray rejimi, M. Kemal, II. Abdülhamid, Dördüncü Murat, Yavuz Selim hatta Hz. Muhammed arasında pek bir fark olmadığını görürsünüz. Okuyarak kalın. KİTAPTAN ALINTILAR. “Kılık kıyafetinden "halktan" olduğu belli olan biri geçiyordu. Bunu gören Ziya Gevher adeta bir hister'i geçirdi. Bağırıp çağırıyor adamı kovuyor, hademeler koşuşuyordu. Adamı yaka paça dışarı attılar. Zavallı meğer tiyatro bileti almaya gelmiş.” (Sayfa 72) "Benim için diktatör diyorlar. Evet, ben diktatörüm ama kalpleri kazanarak diktatör oldum." (M. Kemal) Necip Ali'nin M. Kemal’e biat etmeye ikna için gönderildiği Nazım Hikmet’le ilgili: "Onu kazanabilseydik, hem büyük bir şair kazanırdık, hem de komünistliğini yok ederdik. Azizim bana mısın demedi. Kaya gibi adam. Hiçbir menfaat karşılığında eğilmeyecek bir adam. Niyazi, bizde öyle adam yok. Şu Behçet Kemal gibi soytarılarla iş mi olur?" (Sayfa 83) “Halkevleri'nin çalışma bölümlerinden birinin adı ‘Köycülük Şubesi’ydi. Üyelerin köylere gitmesi şöyle dursun, tek köylünün oraya gelmesi akla bile gelecek bir şey değildi. O zaman ‘halk’ kavramının içine ‘köylü’ kavramı girmiş değildi. Gerçekte asıl ‘halk’ bir tür ‘parya’ idi. Halkçılık bölümü toplantılarında bir alay halkçılık yapılır, Behçet Kemal'in palavraları ve şiirleri dinlenirdi.” (Sayfa 88) “Atatürk bir gün önemli bir zatla birlikte görüşürken sevdiği köpeği bacakları arasına otururken hayvanın başını okşamış. Karşısında el pençe divan oturan yüksek kişilerden biri olan aksakallı milli şair Mehmet Emin Bey Yurdakul: ‘Ah paşam o köpeğin yerinde olmayı ne kadar isterdim’ deyince Atatürk bu sözden o denli huylanmış ki kendini tutamayıp, ‘Sen o köpekten de aşağı birisin’ diye başlayan bir hakaret yağmuru yağdırmış.” (Sayfa 147) “Saraçoğlu dönemi gerçekten bir âlemdi. Fakat Milli Şef rejiminde bunları tartışmak, soruşturmak, incelemek olanağı yoktu. Zaten herkes o denli koyunlaştırılmıştı ki böyle şeyler kimsenin aklına bile gelmezdi.” (Sayfa 187) “Bunlar (aydınlar) Milli Şef döneminin nesinden korkarlardı? Tek, bir şeyinden: "şüpheli kişi" olarak mimlenme tehlikesinden. Öyle bir korku süren bir toplumda, sözde ‘aydın’ denen adam sadece ‘nemelazım’ adamı olur.” Toplumsal görevini yapamayan adi bir parazit.” (Sayfa 273) “Yeni düzen kendi eliyle kendi ‘iç tehlikesini’ de yaratmalıydı. Yarım yüzyıl tehlike hastalığı oynayan bir düzen için bunu yapmak güç olmayacaktı. İlk iş olarak sentetik sosyalist partilere olanak sağlanmalı; Amerikalılara kilidin Yunanistan'da değil, Türkiye'de olduğu gösterilmeliydi.” (Sayfa 366) “Türkiye'de demokratik özgürlükler kazanma uğruna yapılan çabalara karşı silah olarak ‘komünizm" damgalaması ile hükumet ve bir parti desteği ile saldırma geleneği Şükrü Sökmensüer'in bu söylevi ile başlamıştır. Böyle bir konuşma bir dizi olayı başlatmak amacıyla özel olarak düzülmüş ve uydurulmuştu. Bu geleneği de o açmıştır. (Sayfa 372) Doç. Hamit Dereli: "Niyazi Bey" , dedi ansızın, "bu memlekette yaşanmaz kaçın kaçmaya bakın yazık olur size", (Sayfa 463) (Halil Korkmaz)

1940 ve 1950 yillari arasindaki siyasi tarihi elestirel bir bakış açısı ile anlatmıştır. Niyazi Berkes’in hayat hikayesi ve anıları ile derlenmiş olan bu kitap Ruşen Sezer tarafından yayına hazırlanmıştır. (Elpisphantasos)

Niyazi Berkes gerçekten de unutulan, ama aslında unutulmaması gereken yıllara ışık tutuyor. 1940'li yıllarda yaşanan antikomünizm furyasını, Milli şeflik sıkıntılarını, yaşadığı bireysel sıkıntıları, ülkede başlayan cadı avını, binbir etiketleme ile mesleğinden edilen değerli akademisyenleri, içi boşaltılan siyasal bilgiler fakültesinin içler acısı halini, Türkiye'de kavramların ne kadar içi boş ve doğru anlamlandırılmaktan yoksun olduğunu gözler önüne sererek bize ders veriyor. Okumalı ve dersler çıkarmalı... (Merve E.)

Unutulan Yıllar PDF indirme linki var mı?

Niyazi Berkes - Unutulan Yıllar kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Unutulan Yıllar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Niyazi Berkes Kimdir?

1908'de Kıbrıs'ta doğdu. 1927'de İstanbul Lisesi'ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde felsefe ve sosyoloji öğrenimi gördü. Bu sırada aynı fakültenin Tarih bölümünden de sertifika alan Berkes, bir süre Ankara'da Türk Ocağı Kütüphanesi'nde ve Türk Eğitim Derneği'nin kurduğu deneme lisesinde öğretmenlik ve müdürlük yaptı. 1934'te üniversitenin yeniden yapılanması sırasında Edebiyat Fakültesi'nin Felsefe Bölümü'nde sosyoloji asistanı oldu. Bir yıl sonra ABD'ye giderek Chicago Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde çalıştı. 1939'da Türkiye'ye döndükten sonra Ankara'da Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi'ndeki sosyoloji doçenti olarak göreve başlayan Berkes, 1945'e kadar burada çalıştı. Aynı yıl tasfiye hareketi sonucunda kürsüsü kaldırıldı. Bunun üzerine gelişen olaylar sonucunda 1952'de yurtdışına gitti. Kanada'da McGill Üniversitesi İslâm Araştırmaları Enstitüsü'nde önce misafir profesör olarak görev yapan Berkes, 1956'da aslî profesör oldu. 1958-1959 arasında bu görevinin yanısıra Hindistan'da Aligarh Üniversitesi'nde de ders verdi, Pakistan, Endonezya ve Japonya'yı ziyaret etti. Emekli olduktan sonra İngiltere'ye yerleşen Niyazi Berkes, çalışmalarını burada sürdürdü. 18 Aralık 1988'de İngiltere'de Hythe'da öldü.

Niyazi Berkes Kitapları - Eserleri

  • Türkiye'de Çağdaşlaşma
  • Türk Düşününde Batı Sorunu
  • Atatürk Ve Devrimler
  • Unutulan Yıllar
  • Teokrasi ve Laiklik
  • Türkiye İktisat Tarihi
  • Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler
  • İki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz
  • Felsefe ve Toplumbilim Yazıları
  • 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz
  • Asya Mektupları
  • Türkiye'de Çağdaşlaşma
  • Batıcılık Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 1
  • Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 2
  • İslamlık, Ulusçuluk, Sosyalizm
  • Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler
  • 100 Soruda Türkiye İktisat Tarihi 1. Cilt
  • Patrikhane ve Ekümeniklik

Niyazi Berkes Alıntıları - Sözleri

  • Okumuşların Avrupa'ya gitmesinden hükümet son derecede kuşkulanır, onlara pasaport vermezdi. Buna rağmen şu veya bu yollardan birçok aydın memleket dışına çıkabilmişti.Çeşitli yayın organlarında ve toplantılarda yavaş yavaş üç grup belirmeye başladı. Bunların birinin başında bulunan Ahmet Rıza, Fransa'da ziraat tahsil etmiş, dönüşünde Tarım Bakanlığı'nda görev alarak bu bakanlığın hiçbir iş yapmadığını görmüş köylünün bilgisizlik yüzünden verimsiz olduğuna hükmederek ve köylünün ancak okulla kalkınacağına inandığından Eğitim Bakanlığı'na geçmiş, orada da bir iş olmadığı­nı görünce, Avrupa'ya gitmişti. Önce Abdülhamid'i devirmek, anayasayı yürürlüğe koymak, sonra da köylüyü okutmak lazımdı. (İki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz)
  • Katolik nüfusu ile Protestan nüfusu arasında şaşıran Rum kilisesi Osmanlı Devleti'nin eteklerinde yapışıyor zaman zaman bu dinlere karşı ortodoksluğun himayesini sağlayan kararlar koparıyordu. (Patrikhane ve Ekümeniklik)
  • XVIII. yüzyıla doğru ve bu yüzyılda bunların dört tanesi özellikle çok önemliydi: silahtarlar, mirahorlar, bostancıbaşılar, kapıcıbaşılar. Çok mütevazı unvanlar değil mi? Birincileri padişahların silahlarına bakan, ikincileri padişahın ahırlarını temizleyen, üçüncüleri bahçe ve bostanlarına bakan, dördüncüleri de kapı bekçileri sanacağımız gelir. Halbuki gerçekte bunlar çok güçlü, çok azametli, çok zengin ve çok korkulacak adamlardır. Özellikle bu dört tanesi sarayı, yalnız halkı değil boy boy vezirleri bile titretecek güçte bir yer haline getiren adamlar olmuşlardır. (Türkiye İktisat Tarihi)
  • Bu kadar elverişli şartlar içinde Türkiye'nin, ekonomik kalkınma, toplumsal değişme, çağdaş uygarlı­ğa uyma işlerini başaramamış olmasını izah için, bu kuvvetlerin ötesinde sebep aramamıza lüzum yoktur. İlk yüz yıllık bocalama hikayesindeki gözlemlerimiz; yersiz bir bedbinliğin değil, Türk toplumunun taşıdı­ğı büyük imkanların dar kafalı çıkarcıların elinde öldürülmüş olması karşısında Türk aydınının aciz kalı­şının verdiği acının eseridir. (200 Yıldır Neden Bocalıyoruz)
  • Bugün yapılan incelemelerden öğreniyoruz ki gerçek neden insanı güldürecek nitelikte. Başkomutan eski Onbaşı Hitler yönetiyordu bu büyük savaşı! Her şey onun keyfine göre. Kendini dünyanın en büyük stratejisti sayan onbaşı Adolf'un askerlikte öğrendiği şey, Birinci Dünya Savaşı'nda onbaşı rütbesinde olan bir askerin öğrenebileceği şeydi. (Unutulan Yıllar)
  • Çin imparatoru olan Kubilay Han 1281 yılında Japonya'yı zaptetmek için muazzam bir armada hazırlamış. Bunun hikâyesini Kyoto'yu ziyaretim esnasında öğrendim. Kubilay Han 1275-1279 arasında Japonlardan haraç istiyor. Reddedilince, efsaneye göre 4000 (tarihçilere göre ancak 350) gemi ve gene efsaneye göre 150000 (tarihçilere göre 100000) askerlere hazırladığı donanma yelken açıyor. Kıyılara kadar geliniyor, hatta bir iki yerde çıkarma da yapılıyor. Bütün Japonya korku içinde. Fakat Kami (Tanrı) onlara acıyor. Görülmedik bir tayfun gönderiyor. Kubilay Han'ın donanması paramparça oluyor. Japonların ünlü "Kamikaze" sözcüğü o zamandan kalma. "Tanrısal Fırtına" demek. Son Pasifik savaşında düşman üstüne dalma hücumu yaparak ölümü göze alan pilotlara verilen ad buradan gelme. (Asya Mektupları)
  • Naziliğe yataklık eden diğer bir çevre, Turancı emekli generaller ile onların etkisi altında bulunan, eski Enver Paşa Turancılığı kafasından kurtulamamış olan kimi subaylardı. Zeki Velidi, Türkiye'ye Atatürk'ün ölümünden sonraki gelişinde Turancı paşaların kendi etrafında toplaştıklarını Hatıralar'ında iddia eder. Bunların en tanımınışı değilse bile fabrikatörlüğü dolayısiyle en zengini olduğunu tahmin edebileceğimiz Nuri Paşa, Küçük Yalı'da Çamlık gazinosunda onun şerefine ziyafet vermiş (s. 603). Toplantıya Enver Paşa'nın üvey kardeşi olan Nuri Paşa'dan başka amcası Halil Paşa, Hüseyin Hüsnü Erkilet, Cafer Tayyar, Mürsel Paşalarla Türkistan'da gördüğü başka subaylar da çağrılıymış. "Bu toplantı sırasında bahçeye adam sokulmadı" dediğine göre, ancak kendi aralarında konuşulabilecek şeylerin konuşulduğu anlaşılıyor. Bu adların çoğuna daha sonraları von Papen-Saracoğlu dolayısıyla rastlayacağımız için bir tahmin yapabiliriz: ya Nazi makamları ile görüşülecek "Turan Devleti" sorunu, ya da Nazi yanlısı bir iktidar değişikliği konusu konuşulmuş olabilir yoksa, Turan ülküsü serüvenlerine uzaktan yakından karışmış olan bu kişiler yalnız çapkınlık serüvenlerini mi konuşmuşlardı? Bu generallerin en önemlilerinin Milli Şef'ten çok Mustafa Kemal düşmanı olan kişiler oluşu ilginçtir. Özellikle iki tanesi: İkisi de Nazi Doğu cephesi açıldıktan sonra gazetelerde savaş durumunu anlatan yazılar yazan; sık sık Alman generallerine ders veren Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet ile Ali İhsan Sabis ikisi de Almanca Türhische Post gazetesinde maaşlı görevli. Birincisinin adı daha önemli. İleride Nazi belgelerinde dışardaki eylemler üzerine bilgi edineceğiz. İçerdeki çalışmaları ise en çok Çınaraltı adlı dergide çıkan açık faşizm propagandası niteliğindeki yazılarında görülür. Bu derginin kendisi basın çevresinin en tanınmış ırkçı-turancı dergisiydi. Derginin başında görünüşte böyle şeylerle ilgisi olmayan iki Babıali ozanı bulunuyordu. Bunların birincisi olan Orhan Seyfi Orhun'un, sonraları Milli Şef'in partisine alındığını, Meclis'te onun başta gelen şakşakçısı olduğunu da göreceğiz. Bu dönemde bunlar bu Çınaraltı dergisinin arkasını örten paravan rolündeydiler. (Not: bu kitapta çok kez CHP yerine "Milli Şef'in partisi" deyimini bilerek kullanıyorum; onu şeften önce ve şeften sonraki partiden ayırmak, onların üyelerini eleştirilerime karıştırmadığımı göstermek için). (Unutulan Yıllar)
  • Protestanlar, Türklerin gittikleri yerlerde dinlere özgürlük verdiklerini görerek bir devletin tuttuğu tek bir resmi dinle bütün halkı zorla sokması siyasetini kötülüyorlar din ve devlet ayrımı rejimini istiyorlardı. (Patrikhane ve Ekümeniklik)
  • Eskiden kalmış Türk aydınlarının Milli Kurtuluş Savaşı'ndan bir şey öğrenmemiş olması insanı hayretler içerisinde bırakacak ölçüde olmuştur. (Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 2)
  • Büyük adam önderliğinin asıl anlamı da budur. Atatürk devrimleri dediğimiz devrimlerin hemen hiçbirini Atatürk icat etmemiştir. Hepsi ondan önce düşünülmüştür. Ama bu düşünülmelerin hiç sonu gelmezdi. Düşünüleni bir vuruşta eyleme çevirmektir önderlik sırrı! Hele o, ortalığı kaplayan gericilerin en kutsal saydığı, en dokunulmaz, en tabu saydığı kadınlık sorunu üzerine "gordiyon" kılıcını indirirse. Bugün böyle bir önderin yokluğunun hasreti içindeyiz. (Teokrasi ve Laiklik)
  • Merkantilist devletlerin siyaseti yalnız dış ticareti teşkilatlandırmakla kalmiyordu. Önemli olan şey, elde edilen servetlerin, İspanya ve Osmanlılarda yapıldığı gibi heba edilmemesi, ekonomik verimliliği olacak işlere yatırılmasıdır. Bu gelişmelerin belki en önemlisi yeni bir tüccar tipinin ortaya çıkmasıdır. Yeni ticaret o zamana kadar âdet olan ticaret loncalarıyla başarılamazdı. Sermayeleri bir araya getiren ortak hisseli şirketler bundan doğdu. Yeni ticari girişimlerin büyük sermayeye ihtiyacı vardı. (Türkiye İktisat Tarihi)
  • Merkantilizm: üllkenin refahini, sahip olduğu altın ve gümüş gibi değerli madenlere bağlayan, ülkedeki değerli maden yataklarının işletilmesine önem veren ve ihracı artırıp ithalatı azaltmaya çalışan iktisat öğretisi. (Patrikhane ve Ekümeniklik)
  • Bu "cahil ve dejenere ulusa yardım değil, savaş lâyıktır." (Türkiye'de Çağdaşlaşma)
  • Abdülhamit rejiminin efsaneye ve yalana dayanan ideolojisi göz önündeki gerçeklerin rağmına, kahramanca bir inatçılıkla otuz üç yıl sürdü; Türk toplumu Batı uygarlığının şahmerdanı altında sıkıştırıla sıkıştırıla teneke gibi kupkuru, ipince bir hale getirildi. Türk toplumunu bu hale getirdikten başka düşün hayatını da kuruttu; üstelik Batıcılığı da, Osmanlıcılığı da, İslamcılığı da adamakıllı dejenere ederek üçünün de iflasını meydana çıkardı. Üçünün de Türk toplumunun kalkınmasına yetersizliğini, ona hiçbir faydası olmadığını ispat etti. (Batıcılık Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 1)
  • Hazine sıkıntısını gidermek için en son çare olarak başvurulan bu yoldan, sikkelerden çalınan değerlerle hazineye gelir sağlanıyorsa da bu, gerçekte halkın geçim sıkıntısını artıran, toplum ekonomisini daha da baltalayan bir tutumdu. (Türkiye'de Çağdaşlaşma)
  • bugün çoğumuza göre Batılılaşmış olmak Batının tüketim ekonomisinin kapışıcısı olmak, hatta çöplenicisi olmaktır. Bundan farklı ve buna üstün bir görüşün Tanzimat'ta ortaya çıkmış olmasının nedeni, sanıma göre bir yandan Avrupa uygarlığının henüz bugünkü kadar, kişinin (özellikle kadın kişilerin) başını döndürecek, ağzının suyunu akıtacak çeşitte ve bollukta tüketim eşyası uygarlığı haline gelmemiş olması; öte yandan da, onu görenlerin çoğunda henüz bu eşyaya karşı iştahların kabarmamış olmasıdır. Gelen tüketim eşyası da (1830 yıllarında bile makarnadan ayakkabıya kadar çok şey gelmeye başladı) henüz daha bizde el ile de olsa yapılabilecek şeylerdi. Gerçi tüketim eşyasının hayatta, özellikle dış görünüşlerde etkileri belli olacak hale gelmişti. Ahmet Vefik Paşa gibi aklı az çok ekonomiye yatık birinin yerli malı kullanma gayretleri bir antikalık şeklinde kaldı. Daha o zamandan, Batı etkisi altında kalmış halklar arasında en çok Türkler dış görünüşte en çok değişmeye başladılar; özellikle kılık-kıyafet, sakal-bıyık "devrimleri" dönem dönem tekrarlanmıştır. Halbuki, Japon, Rus, Hint toplumlarına etki, bu derecede olmadı veya buna fırsat vermediler. Bugün çatal bile ne Hint toplumuna, ne de Japon toplumuna iyice girip yerleşememiştir. (Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler)
  • Vaktiyle, Lausanne konferansında çetin didişmelerden sonra anlaşmaya varıldığında, avuca giren kuşu kaçırmış olmanın hıncıyla İngiliz delegasyonunun başı Lord Curzon şöyle demiş: " Davayı kazandınız, size istediklerinizi hemen hepsini bahşettik. Fakat unutmayınız ki bir gün gene bizim yardımımıza muhtaç olacaksınız. Bir gün mali güçlükler sizi çaresizlik içine koyunca, bütçenizi denkleştirmenin mümkün olmadığını görünce, hatta memurlarınızın maaşlarını veremez hale gelince gene bize gelecek ve Paris'ten Londra'dan yardım isteyeceksiniz. İşte o zaman, şimdi elde etmekle iftihar ettiğiniz hakların çoğunu birer birer tekrar elinizden alacağız. " (200 Yıldır Neden Bocalıyoruz)
  • Aklını oynatmamış bir kişinin bu denli kesinlikle konuşmasına bakınca, "eee, elinde herhalde belgeler olmalı? değil mi?" dersiniz doğal olarak. (Unutulan Yıllar)
  • Adil olmayan bir eylem, bir toplumun bütün kişileri tarafından desteklense ve yürütülse bile, yine de adalet değildir; o yine bir istibdat olur. Namık Kemal iradenin çoğunluk tarafından uygulanmasını bile istibdat saydığı halde, hakların uygulanmasının hükümdara devredilmesini istibdat saymıyordu. (Türkiye'de Çağdaşlaşma)
  • Batılılaşma işini toplumda hiçbir değiştirme yapmadan çarşıya gidip eve öte beri alır gibi Avrupa'dan medeniyet malı almak, en komiğinden Hamdullah Suphi gibi Suriye hacıağaları tarzında nargile ve ibriklerle çevrili sedirlerde Türk harsı oyunu oynamak, en ağırından da, Türk toplumunu Alman veya Amerikan medeniyetinin petrol kumpanyalarına ve sermaye konsorsiyumlarına ihale etmek demektir. (Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler)

Yorum Yaz