Vadideki Zambak - Honore de Balzac Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Vadideki Zambak kimin eseri? Vadideki Zambak kitabının yazarı kimdir? Vadideki Zambak konusu ve anafikri nedir? Vadideki Zambak kitabı ne anlatıyor? Vadideki Zambak kitabının yazarı Honore de Balzac kimdir? İşte Vadideki Zambak kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Honore de Balzac
Çevirmen: Volkan Yalçıntoklu
Orijinal Adı: Le Lys Dans la Vallée
Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İSBN: 9786053328582
Sayfa Sayısı: 328
Vadideki Zambak Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
İnsanlık Komedyası’nın Töre İncelemesi ayağında Taşra Yaşamından Sahneler başlığı altında yer alan Vadideki Zambak 1836 yılında yayımlandı. Roman, gençlikten yetişkinliğe uzanan yolu, evli bir kadına duyduğu aşkla kateden Felix’in hikâyesini anlatıyor.
Vadideki Zambak Alıntıları - Sözleri
- İnsanlarda gerçekleşmeyecek umutlar uyandırmayın.
- "Herkesin birbirinin yüzüne doğrudan doğruya bakabilmesini sağlayan saygı, bir set gibi büyüğü de, küçüğü de korur."
- Evet, acı çekmeyi bilirim, ama onurlu ve yüce bir sonuç elde etmek için bile olsa, başkalarına acı çektiremem!
- Mutluluk insanı gençleştiriyor. Ben de mutlu olmak istiyorum.
- ''Sevilen kadın bütün kadınların en güzeli değil midir?''
- Kadın ne kadar çok severse o kadar çok yaralanır.
- "Size karşı içimde, sınırlarını bilmediğim bir sevgi var."
- Evet, herkes birbirine binlerce biçimde borçludur. Bana göre, bir dük ve yüksek meclis üyesi, bir zanaatkâra ya da yoksula onların kendisine borçlu olduğundan çok daha fazlasının borçludur. Üstlenilen yükümlülükler toplumun insana sunduğu yararlar oranında artar...
- ... Belki de onun için bir raslantıydım
- Dünyada en güzel şey, birinin sizi seviyor ve anlıyor olmasıdır.
- Çok acı çeken insan, çok yaşamış demektir.
- ...zaten bencillikle lekelenmiş sevgi ifadeleri sempati uyandırmaktan uzaktır; yürek her tür ince hesaptan ve yarar beklentisinden nefret eder.
Vadideki Zambak İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Olağanüstü Bir İfade Gücü: Kitabı ikinci kez okudum.İlkinde, 16-17 yaşlarında olduğum için sanırım,aklımda kalan tek şey Felix'in aşkıydı. Şimdi ise beni en az etkileyen nokta aşk oldu. Kitapta aşkın anlatıldığını zaten baştan biliyordum .Ben, aşkın kendisinden çok güzel ifade edilişini sevdim bu romanda. Aşkı ile ön plana çıkan üç kahramana bir bakalım: Felix:Çocukluğunda ailesi ve çevresi tarafından hiç sevilmemiş.En temel ihtiyaçları bile tam karşılanmamış. İçinde dolduramayacağını sandığı büyük bir boşluk var. O yüzden güzel ve kendinden yaşça büyük bir kadını sevmesi şaşılacak bir şey değildi. Felix, Henriette'in anneliğine de hayrandı. Çünkü kendi annesinden hiçbir zaman "annelik" görmedi. Henriette:Kendinden önce ölen üç ağabeyi var. Tek çocuk. Paranın ve soyluluğun miras kalabileceği tek kişi ve bu bir kız. "Kız"olarak doğması annesi tarafından asla bağışlanmamış. O da sevgisiz ve ilgisiz bir çocukluk geçirmiş. İçinde öyle bir beğenilme tutkusu var ki erdemli olacağım diye çıldırdı sonunda. İçindeki derin boşluk kocası tarafından görülmeyince onun da Felix'e bağlanması normaldi.Daha romanın başında Felix'e aşkını açıklamazken ve Felixsi de sustururken onun daha çok seven taraf olduğu hissediliyordu. Lady Dudley:Onun Felix'e tutkusu klasik bir söylem: "Kaçan kovalanır". Başka bir kadını çok seven erkeğe diğer kadınlar tarafından hayranlık beslenmesi... Ayrıca Lady Dudley'in gözünde Felix bir bakir. Oyunları oynayacağı tecrübesiz bir oyuncak. Bu da onu hazdan delirtiyor. Yani işin bu kısmı bana ilginç gelmedi. Başka kitaplarda da karşımıza çıkabilir. Beni asıl ilgilendiren olayların anlatılışı. Yani edebilik... Aşkın bu kadar çok yönünün ele alınabilmesi ,kelimelere bu denli özenli dökülebilmesi beni şaşırttı. Aslında bu kadar karmaşık olan bir duygu nasıl da zamana yayılınca anlam kazanabiliyor? Bunu gördüm eserde. İnsanları bu kadar iyi analiz edebilmek büyük bir başarı. Kitabı okumadan hemen önce Stefan Zweig'ın "Üç Büyük Usta" kitabından "Balzac" kısmını okumuştum. Zweig, Balzac'ın insanları bu kadar iyi anlatabilmek için gözlem yapma fırsatının olmadığını, bu başarının bir yetenek olduğunu düşünüyordu. Zweig 'a hak verdim bu konuda. Güzel tasvirler yapan ,insanı çok iyi anlatabilen yazarları daha önce okudum ama Balzac bu konuda özgün ve kesinlikle farklı bir tat bırakıyor. Bir başka başarı gerilimi hissettirebilmek: Felix de Henriette de duyarlı kişiler. İnsanları iyi anlayabiliyor, yönlendiriyorlar. Ama kendileri sürekli bir kriz halinde. Aşkın cinsel boyutu mu, ruhsal boyutumu? Bu soru hep kafalarında. Biri çiçek demetlerine işliyor aşkını diğeri nakışlara. Bu gerilim halinin bize yansıtılabilinmesini de çok sevdim. Yoksa aynı konuyu başarısız bir yazar anlatsa benim için çok sıkıcı olabilirdi. Felix, tam sevgisini akıtabilecegi bir vadi bulmuşken buna izin verilmemesi nasıl da yıprattı onu. Henriette'in arada kalışları,ikiye,üçe bölünüşleri benim de yüreğimi sıkıştırdı. Aslında Henriette benim onaylayacağım bir karekter değil.Onu okurken aklıma Freud'un savunma mekanizmalarından özgecilik geldi. Kendinden vazgeçmekten kocasının eziyetlerine katlanmaktan, çocukları için kendini yıpratmaktan zevk duyuyordu. Kendisi de söylüyor:"Başkalarının mutluluğu,artık mutlu olamayacakların tesellisidir." Bu tür insanlar çevresindekilerin mutluluğu için kendini feda ettiğini düşünür ama aslında kendi mutsuzlukları çevresindekileri daha mutsuz eder.Bu bakımdan Kont'un daha az erdemli ama erkeğini mutlu etmeyi daha iyi bilen biriyle evlenmediğine pişman olması ironik değil mi? Ben, Kontesi onaylamasam da acılarını, ruhunun haykırışlarını hissettim. Yani yazar bunu hissettirdi. Kendimi özdeşleştiremediğim bir karekteri bu kadar iyi tanımam da Balzac'ın gücü bence. Kontes, hep bir yanıyla aşkı bedensel anlamıyla yaşamak istiyor ,diğer tarafıyla bunu bastırmaya çalışıyordu. Ölümüne yakın sayıklamalarda İngiliz kadın gibi yaşamak istediğini haykırması çok acıklıydı . Yazar bir yerde anneler çocuklarını, çocukların annelerini tanıdığından daha iyi tanıyamaz,benzeri bir cümle kuruyordu.O kadar haklı ki. Çünkü Henriette kızının olan biteni anlamayacağını düşünüp onu Felixle evlendirmeyi hayal ediyordu.Bu konunun ahlaki boyutu başka bir tartışma konusu. Madeline annesinin düşündüğünün aksine tüm olanları gözlüyor, annesinin kendileri için neyi feda ettiğini çok iyi biliyordu. Başlarda onun çocukluktan itibaren Felix'e hayranlık beslediği düşündürüldüğü için son tavırları çok etkileyici oldu . Kont'un Felix ve eşi hakkında düşündükleri benim icin bir muamma olarak kaldı.Ama bu adamın hastalıklı hali çok gerçekçi yansıtılmıştı. Kitapta kafama takılan bir eksik var: Dönemin Fransa'sını çok fazla görememek. Herhalde aşk ön plana çıkarılmak istenmişti. Natali'nin mektubu beni çok etkiledi. O kadar içtendi ki. Her kadın bunu kolay kolay itiraf edemez. Okurken gülümsemekten kendimi alamadım. Yazarın farklı yaştan ve karakterden kadınları bu kadar iyi çözebilmesine bir kez daha hayran kaldım. Tabi Felix'in dördüncü aşkı arayıp aramayacağını merak ettim:) Felix'in sevdiği kadını vadinin zambağına benzetmesi çok hoştu. Ve bu benzetmeyi her okudugumda kafamda çok sevdiğim bir şiirin şu dizeleri yankılandı durdu: Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gurur. (Gönül.)
"İnanın, gerçek aşk ölümsüzdür, sonsuzdur, hep kendi kendine benzer; eşittir, arıdır, şiddetleri, kanıtları yoktur; saçları ağarır, gönlü hep gençtir." "Acı sonsuzdur, sevincinse sınırları vardır." "Başkalarının mutluluğu artık mutlu olamayacakların sevinci olur." Yazar bu kitap üzerinde diğer eserlerine kıyasla daha uzun ve daha özenle çalışmış. Ve yazarın en çok okunan kitabı olmasından da anlaşılacağı üzere emeklerinin karşılığını almış gibi görünüyor. Etkileyici ve kesinlikle sadece basit bir aşk romanı deyip geçilmemesi gereken bir eser.. İlk görüşte aşık olan, tanıdıkça aşkı daha da büyüyen Felix.. Felix, kolay ve mutlu bir çocukluk geçirmemiş genç bir adam. Acı veren geçmişinden bahsederken de hayatının ilk yıllarından başlıyor. En temel gereksinimden, aile sevgisinden mahrum kalarak büyümüş. Ne anne-baba sevgisi ne de kardeş sevgisi görebilmiş Felix. Ama gördüğü sevgisizlik onun içinde başkalarına nefret olarak doğmamış aksine sevgi dolu bir kalbi ısrarla muhafaza etmiş. Ancak Felix bir sevilmeyen olarak sürekli kendine şüphe ve güvensizlikle baş etmişti.. Yaşadığı şeyler miydi onu buna sürükleyen ya da aşkın kimi seçeneğinin belirsizliği miydi onu buna iten bilemeyiz ama evli bir kadına aşık olmuştu Felix.. Aynı acıları ve aynı hayalkırıklıklarını paylaştıklarını düşünen evli bir kadın ve genç bir adam.. Arkadaş, dost, dert ortağı olmuşlardı birbirlerine. Aynı acıda buluşmanın yeri geldiğinde mutluluk verebileceğini tatmışlardı. Bu acıları sadece ben çekmiyorum düşüncesinin verdiği rahatlama ile.. Felix'in aşkı Henriette'de karşılık bulabilir mi? Delicesine aşık bir adam sevdiği kadından gelen dostluğu yeterli bulabilir mi? Karşılık bulamayan bir aşk ne kadar varlığını sürdürebilir? Ve sürdürse bile ilk günkü tazeliğini koruyabilir mi? Karakterin iç dünyasının çok iyi yansıtıldığı, gelgitlerini, öfkesini, hayal kırıklıklarını ve ne olursa olsun içinde koruduğu o sevgiyi çok iyi yansıtan bir eser olmuş. Felix'in aşkına ise sadece iyi yansıtılmış deyip geçmek kesinlikle haksızlık olur. Felix'in düşüncelerinde sevdiği kadına ve ona olan aşkına tanık olmak aşka dair bir inanç doğuruyor.. Ama aşk, her zaman pembe gözlükler ardından bakarak yaşanmıyor. Ve hikayedeki her karakter de bunun birer kanıtı. Evet, aşk kişiye bazı mutluluklar ve hazlar veriyor ama acıdan da payınızı almadan sizin peşinizi bırakmıyor.. Kitabı okurken çoğu zaman karakterlerle tartışma içindeydim. Söylemler ve davranışlar bana göre değildi. Fazla 'aşırı verici-özgeci' tavırlar, yüce gönüllülük altında saklanan duygular, bencilce hırslar... Ama yazar o kadar başarılı bir eser ortaya koymuş ki her bir karakterin kendince aşklarını yaşayışına hayran kaldım. Yargılamadan uzak bir şekilde her birinin davranışlarının neden ve nasıllarını gördüm.. Kitapta yer alan bazı tavsiyeler dikkat edilesi ve anlamlı tavsiyelerdi. Mektuplar da özellikle kitapta en sevdiğim bölümler oldu. Sondaki Natalie'nin mektubu ise yaşanan her şeyi özetliyor gibiydi.. "...Bütün kadınlar yüreğinizin kuruluğunun farkına varır, siz de hep mutsuz olursunuz. Size bunları söyleyecek kadar içten davrananları, bugün sadık dostunuzun yaptığı gibi size hiçbir kin duymadan dostluklarını sunarak ayrılacak kadar iyi olanları çok azdır. " Keyifli okumalar.. (Neslihan TÜRKMEN)
Vadideki Zambak’ı ikinci kez okudum. İlk okuyuşumda özellikle kırlardaki çiçeklerin anlatıldığı kısımlarda betimlemelerin fazlalığı nedeniyle rahatsız olmuştum. Dahası Balzac’ı betimlemeyi abartan bir yazar olarak değerlendirdim. Ve bu sitedeki bir yorumda bu rahatsızlığımı paylaştım. Belki bunda daha önceki okuduğum çevirinin de payı olabilir. İkinci okuyuşumda Zerdali ‘ nin Klasikler ve Çevirmenler iletisini (gonderi/26528064) dikkate alarak İş bankası Yayınlarından Volkan Yalçıntoklu çevirisiyle okudum. İncelememe başlarken Sait Faik’le ilgili bir giriş yapmaya çalışacağım. Sait Faik öncelikle: “Ben herhangi bir ḳāriʾ değilim, yazar okuyucuyum” diyor. Daha sonra ise bir yazardan bahsedildiğini duyunca: “Ondan yazar olmaz, daha balık çeşitlerini bilmiyor” diyor. Dolayısıyla, kitap yazı ve şiir atölyesinde ders konusu olarak verildiği için; ikinci okuyuşumda kurguyu takip ederek, nasıl yazıldığına, cümleleri kurma şekline, anlatım diline, gizli ve açık mesajları nasıl yerleştirdiğine dikkat ederek okumaya çalıştım. Bu kadar farklı iki sonuca nasıl ulaştığıma hayret ettim ve kitaba hayran kaldım. Ortalamamın çok üzerinde paylaşımlar yaptım. Demek biz hep aynı insan değiliz. İç dünyamızla ve okuma anındaki duygu ve beklentilerimizle farklı sonuçlara ulaşabiliyoruz. Diğer önemli bir nokta ise; yazarın botanik bilgisi ve kırlarla, çiçek ve aşk üzerine yaptığı benzetmeleri dikkatle okudum. Ve Sait Faik’in bahsetmeye çalıştığı bu olmalı diye düşündüm. Tanpınar’ın musiki eşliğinde hikâyeyi taşıması gibi burada da demet demet çiçeklerle bir aşk hikâyesi taşınıyordu. Kitap hakkında giriş bilgisi olarak şunu söyleyebiliriz: Vadideki Zambak, 1836 yılında ilk yayınlandığında beklenen ilgiyi görmez ve Balzac’ın o dönemde en az satılan romanı olmuştur. Ama yazar eserine olan güvenini asla kaybetmez. Ve onun kitaba olan derin inancı eseri bugünkü başarıya kadar ulaştırır. Bugün bazı yazarlar tarafından Balzac’ın başyapıtı olarak kabul edilir. İşte 1836’larda ilk okuyup beğenmeyen, Daha sonra 2019’da okuyup beğenenlerden biri benim :) Bu noktadan sonra kitabı daha detaylı aktarabilme amacıyla hikâye hakkında fazla derine girmeden rahatsız etmeyecek derecede spoiler bulunabileceğini vurgulayarak devam etmek istiyorum. Hikâyemiz, istenmeyen bir çocukluk geçiren Felix’in sağlığının düzelmesi için kırlara gönderilmesi ile başlıyor. İncelemenin başında ifade ettiğim betimlemeler burada başlıyor. Ve doğal güzellikten etkilenen kahramanımız âşık olduğu kadını bu vadinin zambağı olarak simgeliyor. Kontun krallık ordusundaki yenilgi ve sürgün sonrası gergin ve tutarsız davranışları kontesi evlilikle ilgili büyük bir hayal kırıklığına uğratır. Ve şatodaki yaşantı ve karakter tahlillerinin anlatıldığı bu bölümde yazar oldukça başarılıdır. Burada özellikle kitaba damgasını vuran mektuplardan bahsedilmesi gerekiyor. Birincisi kitabın girişinde Nathalie’ye yazılan mektup ile kitabın sonunda Nathalie’nin yazdığı mektup. Diğerleri ise; kitaba önemli ölçüde değer katan kontesin yazdığı mektuplardır. Mektuplar aracılığıyla insan, toplum ve kurallar üzerine yazar önemli denemeler ortaya koyar. Aşığa yazılan öğütler şemsiyesi altında ahlak ve değerler üzerine göndermeler yapılır. Mektupların gerek yazışma, gerek vasiyet şeklinde olsun son derece samimi ve öğretici olduğunu düşünüyorum. Ve bu romanda kitabın kurgusunun tamamlanması ve mesajların yerine oturtulması için son derece ustalıkla yerleştirildiğini gördüm. Özellikle kontesin Felix’e yazdığı iki mektupta yazarın hayat hakkında söylemek istediği birçok mesajın kuvvetli bir şekilde aktarıldığını görüyoruz. Felix Paris’e giderken kontesin onun karşılaşacağı iş, siyaset, çevre ve kadınlar hakkında her şeyi önceden görüp uyarma amacıyla yazdığı mektup, yazarın tüm birikimine ışık tutacak derece kuvvetliydi. Yine kontesin öldükten sonra aşığına okuması için bıraktığı mektup; aşk, fedakârlık, inanç ve ihanet kavramları açısından son derece etkili ve öğreticiydi. Ben genelde batının anladığı aşk kavramının fiziksel ve fayda merkezli olduğunu, doğudaki aşkın ise duygusal, manevi ve fedakârlık eksenli olduğunu düşünüyorum. Nitekim Leyla diye yola çıkan birçok âşık ya fiziki olarak verem derdine düşmüş veya manevi olarak Mevla’ya ulaşmıştır. Elbette günümüzde doğu ve batı diye bu kadar net sınırlar çizmek mümkün değil, ama kültürel olarak böyle bir kaynaktan beslendiğini düşünüyorum. Zweig’in(kitap/bilinmeyen-bir-kadinin-mektubu--6159) ‘nda işlenen uzaktan sevme temalı romanında bile tek taraflı dahi olsa, bir faydaya uzandığı ve ulvi olmaktan uzak olduğu görülebilir. Daha fazla derine inmeden kitabımıza dönüyorum. Bu romanımızda ise; yazar, aşk, fedakârlık, annelik ve ihanet kavramlarını iki kadın karakter üzerinden sorgulamamıza imkân tanıyor. Âşık olan, fakat çocuklarından vazgeçemeyen Fransız kadını ile yine aynı kahramanımıza âşık olan ve aşkı için ailesi, serveti ve itibarından vazgeçen İngiliz kadınını karşılaştırma imkânı buluyoruz. Tabi her ikisi de evli olan kadınların eşlerine ihaneti ve bu ihanet için zemin sağlayan büyük hoşgörü konusuna girmiyoruz. Zira buradan çıkmamız zor olur. Ben özellikle çocuklarından vazgeçebilme noktasına ve yazarın hangi tarafı tuttuğuna dikkat çekmek istiyorum. Yazarımızın İngiliz soğukluğu ve menfaatçiliği aleyhine bir duruşu olduğunu ve Lady Dudley üzerinden bütün İngiliz kadınlarını suçladığını söyleyebiliriz. Markizin aşkının yüzeyselliği anlatılırken; Britanya’lılara özgü bencil tutumu ve aşkına dünyayı boyun eğdirtme vurgusuyla yine İngiliz düşünce dünyasına bir gönderme yapmaktadır. Bir diğer konu ise; Protestanlık ve Katoliklik karşılaştırmasıyla yine Fransız kadınının dini duyarlılığı ve erdemleri ön plana çıkarılmaktadır. Ve kitabın ana özünün; Kontesin aşkını yüreğine gömüp, erdemin yüceliğine vurgu yapması ve aşığını değil çocuklarını tercih ederek ölüme gidişine varan bir yüceltme ile yazar tarafından ödüllendirildiğini düşünüyorum. Gerek kitaplar, gerekse sinema ve tiyatro olsun, insanın iç dünyasındaki çelişkilerin anlatıldığı eserleri son derece dikkat çekici buluyorum. kitap/bes-katli-evin-altinci-kati--24553 ‘ da olduğu gibi. Burada ana karakter Felix’in iki aşk arasındaki çelişkisi, diğer iki kadın karakter Kontes ve Markizin aileleri ve aşkı arasındaki çelişkileri, daha sonra iki kadının birbirlerine karşı tutumlarını belirlerken yaşadıkları çelişkiler uzun uzun incelenir. Daha sonra, tanımadığımız Nathalie kitabın sonunda yazdığı mektupta bütün bu çelişkileri Felix’e gösterir ve kahramanımızın etik yönden muhasebesini yaparak kitabı finale taşır. Son olarak söylemek istediğim kontesin bu kadar yoğun aşk duygusunu annelik vurgusuyla taşıması, kızını aşığıyla evlendirme çabası ve Felix’in yaşayamadığı anne baba sevgisini ve korumacılığını bu aşkta araması ilginç olan ve buralardan bakınca anlaşılması çok kolay olmayan kitabın başka bir yönüydü. Kitaba geri dönüp baktığımda aklımda özellikle kalan noktalar; çelişkiler, sorgulamalar, vicdan azabı, kıyaslamalar ve özellikle kontesin ölüm döşeğinde Felix’ i karşılaması oldu. Konunun ve mesajın tamamlanması adına başarılı bir sahneyle sayfanın kapatıldığını düşünüyorum. Sayfalar kapansa da artık ara sıra açılması gerektiğini biliyorum. Eksiklerimiz olabilir ama kitaba özür mahiyetinde elimden geleni yaptım:) https://hizliresim.com/4jBDZG Keyifli okumalar dilerim… (Resul Bulama)
Kitabın Yazarı Honore de Balzac Kimdir?
Honoré de Balzac (asıl ismi Honore Balssa; 20 Mayıs 1799, Tours - 18 Ağustos 1850), Fransız yazar.
Hayatı
Asıl adı Honore Balssa'dır. Ancak ismini Balzac olarak değiştirmiş ve soyluluk ifade eden De’ öntakısını eklemiştir. Köy kökenli bir ailenin çocuğudur. Babası tüccardır. 6 yıl Vendome'da College des Oratoriens'te öğrenim gördü. Napolyon'un devrilmesinden sonra ailesi Paris'e taşındı. Burada 2 yıl daha okula gitti. 3 yıl bir avukatın yanında çalıştı. Ama küçük yaşlardan beri edebiyata gösterdiği eğilim ağır bastı. Trajedi türünü denediği 1819'da yazılmış "Cromwell" başarı kazanamayınca romana yöneldi. Para kazanmak için tarihsel, mizahi ve gotik romanlar yazdı. Bunları değişik adlarla yazdı. Basımcılık, yayıncılık, hatta dökümcülük yaptı. Başarılı olamayınca tekrar edebiyata döndü. Edebiyat hayatında çok başarılı eserler sundu. Birçok ülkede sayılan romanları ve kitapları çok büyük ilgi gördü ve tepkileri üstüne topladı. Edebiyatta başarılı olan Balzac hayatının sonuna kadar edebiyatla uğraştı.
Edebiyat kariyeri
1829'da yazdığı "Les Chouans" isimli tarihi roman tanınmasını sağladı. Bu eser Türkçeye (Köylü İsyanı 1974 ve Şuanlar 1977 olarak) çevrildi. 1824-1834 arasında yayıncılarından aldığı parayla bohem bir yaşam sürdü. 1829-1831 arasında yergici gazetelere yazılar yazdı. 1830’lardan sonra bir toplum tarihi yazmak amacıyla, eski ve yeni romanlarını üç bölüm altında toplamaya karar verdi. Örf ve âdet incelemeleri, felsefi incelemeler ve çözümleyici incelemeler. Bu tasarı 1834-1837 arasında 12 cilt olarak gerçekleşti. 1840’ta bu yapıtların hepsine Dante'yi anımsatan bir başlık koydu: "İnsanlık Komedisi". 1842-1848 arasında 17 ciltlik bir baskı yapıldı. 1869-1876 arasında da 24 cilt olarak yayınlandı. Eserlerinde aynı kahramanlara tekrar tekrar yer verme düşüncesini geliştirdi. Bunu gerçekçiliğin baş romanı kabul edilen ve 1834'te yayınlanan "Goriot Baba"da uyguladı. 1836 ve 1837'de İtalya gezisine çıktı. 1828'de Versailles yakınlarında pahalı bir ev yaptırdı. Borç sorunu nedeniyle Passy'de bir eve yerleşti (Bugün Balzac müzesi). Para kazanmak için tiyatroda başarısız denemeler yaptı. Edebiyatçılar Derneği başkanı olarak yazar haklarıyla ilgili girişimlerde bulundu.
1847'de Polonya'da sevgilisi Eveline Hanska'nın şatosunda kaldı. 1850'de Eveline ile evlendi Paris'e döndüler. Birkaç ay sonra yaşamını yitirdi. Geride 85’i tamamlanmış, 50’si taslak halinde eser bıraktı. Romanda gerçekçilik ve doğalcılık akımlarının yaratıcısı olarak kabul edilir. Mantıksal bir sıra izleyen olayların her şeyi gören bir gözlemcinin ağzından anlatıldığı, kahramanların tutarlı bir biçimde sunulduğu, kuralları belli "klasik roman tekniğini" Balzac'ın kurduğu benimsenir. Olağanüstü bir gözlem yeteneği ve güçlü bir hafızası vardı. Kendisini başka insanların yerine koyup onların duygularını paylaşmayı biliyordu. Eserlerinde nedenselliği ve arka plan ile karakterler arasındaki ilişkiyi açıklamakta ustadır. Bütün bu özellikleriyle "romanın Shakespeare'i sayılır.
1789’la başlayan ve uzun bir süreç alan Fransız Devrimi sırasında gelişen toplumsal değişimi anlatan; çatışmaları, iyiyi kötüyü ortaya koyan, Cumhuriyetçiler ve Kraliyetçiler’in 1830’da ülkeyi bırakıp gitmek zorunda kalan X. Charles’e dek yaptıkları kanlı kansız tüm çekişmeyi özellikle göz önüne seren, bireylerin bu çatışmadaki ulu düşüncelerin altında aslında kendi çıkarlarını nice korumaya çalıştıklarını betimleyen; sevgi, güç gibi evrensel konuları tüm çıplaklığı ve eleştirel bir yaklaşımla inceleyen; günümüz okuruna sıkıcı gelebilecek ama öncelikle Fransa ve demokrasiyi algılayabilmekte yardımcı olması bakımından tüm dünya için önemli bir Roman yazardır. Fransız Devrimi’nin geçmişsel belgesidir kitapları.
İnsalık Güldürüsü, yazarın 1830’da kendi yapıtlarını toplamaya başladığı bir üst yapıttır. Şu anda emin değiliz ama belkide 1830’da Kraliyetçiler’in yenilgisini perçimleyen sürgünden sonra devrimdeki ulu düşüncelerin bir yalan olduğunu düşünerek böyle bir yola gitti.
Honore de Balzac Kitapları - Eserleri
- Goriot Baba
- Vadideki Zambak
- Eugenie Grandet
- Otuzundaki Kadın
- İki Yeni Gelinin Anıları
- Seraphita
- Tılsımlı Deri
- Altın Gözlü Kız
- Köylüler
- Modeste Mignon
- Köylü İsyanı
- Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti
- Gambara
- Bir Havva Kızı
- Paris'ten Cava'ya Yolculuk
- Louis Lambert
- Yaşamda Bir Başlangıç
- Ursule Mirouet
- Pierrette
- Lanetli Çocuk
- Evde Kalmış Kız
- Mutlak Peşinde
- Suyu Bulandıran Kız
- Lanje Düşesi
- Gizli Başyapıt
- Bir Kır Balosu
- Köy Doktoru
- Güzel Imperia
- Bette Abla
- Aşk Gecesi
- Uzun Yaşam İksiri
- Zarif Bir Yaşam Üzerine
- Top Oynayan Kedi Mağazası
- Tefeci Gobseck / Üç Öykü
- Cousin Pons (2 Cilt Takım)
- Tours Papazı
- Sarrasine
- Ferragus
- Taşralı Bir Büyük Adam Paris'te
- İki Şair
- Parfümcü Cesar Birotteau'nun Yükselişi ve Düşüşü
- Nucingen Bankası
- Kırmızı Han
- Bilinmeyen Başyapıt ve Kırmızı Han
- Modern Uyarıcıları Kullanma Kılavuzu
- Bir Yaratıcının Çektikleri
- Modern Çağ Uyarıcıları Risalesi ve Z. Marcas
- Paris
- Vadideki Zambak - Bir Aşk Sayfası
- Esrarlı Bir Vaka
- Albay Chabert
- Çalışanın Fizyolojisi
- Seçilmiş əsərləri
- Cebimdeki Düşünceler
- Innocence and Other Stories
- Ateist Ayini
- Maskeli Aşk
- Vendetta
- Terör Devrinde
- Korneliüs’ün Elmasları
- Sönmüş Hayaller
- Another Study Of Woman
- Aklanmış Melmoth
- Kibar Fahişeler (2. cilt)
- Napoleon Efsanesi
- Eğlendirici Öyküler
- Çölde İhtiras
- Bilinmeyen Şaheser - Sarrasine
- Köy Papazı
- Muhteşem Godisar
- The Deserted Woman
- Goriot Baba Cilt 1
- İfritə
- Vadideki Zambak Cilt I (Minyatür Kitaplar)
- Vadideki Zambak Cilt II (Minyatür Kitaplar)
- Üç Hikaye
- Vadideki Zambak - Çocukluğum
- The Human Comedy
- Tuhaf Öyküler
- Rahibenin Aşkı
- Albert Savarus
- Adieu
- Die falsche Geliebte
- Die Grenadiére
- Vadidəki zanbaq
- Peau de Chagrin
- Honorine
- Vater Goriot
- Beatrix
- Die Frau von dreißig Jahren
- Der Ehekontrakt
Honore de Balzac Alıntıları - Sözleri
- Alçakgönüllülük, daha doğrusu korku, aşkın ilk erdemlerinden biridir. (Eugenie Grandet)
- Karşısında güzel bir kadın bulan bir erkek tuzağa düşmüş mü sayılıyor? (Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti)
- Peki öyleyse, öğretin bana... Sizi sevmemek için ne yapmam gerektiğini bana öğretin. (Seraphita)
- Gerçekten tümüyle yüce ruhlu kadınlar gerçeği yalana yeğlerler. (Bette Abla)
- Bundan çıkan sonuç şudur ki, toplumlar ne kadar uygarlaşır ve huzura kavuşursa, aşırı yollara o ölçüde başvururlar. Barış hali kimileri için feci bir durumdur. Belki de Napoléon'a "Savaş doğal bir haldir," dedirten şey de budur. (Modern Uyarıcıları Kullanma Kılavuzu)
- Aşk evliliğinden olan bütün çocuklar gibi miras olarak annelerin muhteşem güzelliğini aldılar,sefaletle birleştiğinde çoğunlukla yıkıcı bir hediyeydi bu. (Sönmüş Hayaller)
- ... herkesin mucizesi kendine göredir. (Köy Papazı)
- İntiharın üç türü vardır: önce uzun bir hastalığın son nöbetinden başka bir şey olmayan ve kuşkusuz patoloji sınırların içerisindeki intihar; sonra umutsuzluk nedeniyle intihar, son olarak da mantık yürüterek intihar. Lucien umutsuzluk nedeniyle ve mantık yürüterek kendini öldürmek istiyordu. bu ikisi vazgeçilebilir intiharlardır; yalnızca patolojik intiharın geri dönüşü yoktur; ama çoğu zaman bu üç neden, Jean-Jacques Rousseau'da olduğu gibi, birleşir. (Bir Yaratıcının Çektikleri)
- Alaycı bir adam daima sathi, bunun neticesi olarak da hain bir kimsedir, alay ettiği hâdisede cemiyete düşen payı hiçbir zaman kaale alamaz, çünkü tabiat yalnız hayvan yaratır, ahmakları toplum hayatına borçluyuz. (Nucingen Bankası)
- ... büyük bir aileden gelmenin ve servetten yoksun oluşun nice yüksek zekalı insanları içinde tuttuğu derin bir hiçlik duygusu içinde, Umut sönüp gidiyordu. (İki Şair)
- Vaktiyle seninle birlikte sonsuzluk denizine salıverdiğimiz gemileri yine orada yürütmeme kim engel olabilir? (İki Yeni Gelinin Anıları)
- Aşka benzeyen hiçbir şey yoktur.. (Gizli Başyapıt)
- İblisin vaat ettiği dünyevi zevkler çok fazladır ama cennetin sunduğu zevklerin bir sınırı yoktur. Tanrı'ya inandı ve ona dünyanın tüm hazinelerini veren o büyünün artık bir anlamı yoktu, tüm o hazineler, elmaslar onun gözünde çakıl taşından farksızdı; diğer hayatın görkemiyle kıyaslandığında incik boncuk gibi kalıyorlardı. Ona bu kaynaktan gelen her şeyin üzerinde bir lanet olduğunu düşündü. (Aklanmış Melmoth)
- Çünkü herhangi bir şeyde aşırıya kaçmak bedeni kendine özgü bir yola sokar. (Sönmüş Hayaller)
- Geceyi uykusuz geçirmek itiyadında olan ve derin bir sükûnet içinde seslerin çeşitli akislerine dikkat edenler bilirler: Çok defa, aynı yerden gelen hafif bir çıtırtı duyulur da, devamlı ve mutat [alışıldık] fısıltılar işitilmez... (Ferragus)
- Vadilerde açan, gösterişsiz, alçakgönüllü çiçekler, göklere çok yakın, fırtınaların koptuğu, güneşin yaktığı yerlere dikilince yaşamıyorlar belki de, kim bilir? (Top Oynayan Kedi Mağazası)
- Ancak her şey olmakla başlayarak herhangi bir şey olabilirsin. (Çalışanın Fizyolojisi)
- İki varlığı aynı anda sevebilir miyiz? Bir sevgili bütün kalbi doldurmazsa sevgili olabilir mi? Birinci, sonuncu, biricik olması gerekmez mi? (Seraphita)
- Aşkın ne kadar toplumcul ve yararlı olduğu hiç düşünüldü mü? (Evde Kalmış Kız)
- "Son aşk en ateşli aşktır." (Parfümcü Cesar Birotteau'nun Yükselişi ve Düşüşü)
Editör: Nasrettin Güneş