diorex

Veba Geceleri - Orhan Pamuk Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Veba Geceleri kimin eseri? Veba Geceleri kitabının yazarı kimdir? Veba Geceleri konusu ve anafikri nedir? Veba Geceleri kitabı ne anlatıyor? Veba Geceleri kitabının yazarı Orhan Pamuk kimdir? İşte Veba Geceleri kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 05.02.2022 08:43
Veba Geceleri - Orhan Pamuk Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Orhan Pamuk

Editör: İshak Reyna

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları

İSBN: 9789750849282

Sayfa Sayısı: 544

Veba Geceleri Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Orhan Pamuk’un üzerinde 5 yıldır çalıştığı Veba Geceleri, 1901 yılında 3. Veba Pandemisi döneminde Osmanlı’nın 29. Vilayeti Minger adasında geçiyor. Hem sürükleyici bir siyaset ve aşk romanı hem de Pamuk’un salgın, karantina, devlet ve birey konularını bir masal havasıyla tartıştığı bu tarihi roman, konusuyla yaşadığımız günlere de ışık düşürüyor.

1901 baharında Osmanlı İmparatorluğu’nun 29. vilayeti Minger Adası’nda veba salgını baş gösterince Sultan Abdülhamit önce Sağlık Başmüfettişi kimyager Bonkowski Paşa’yı, onun arkasından da genç ve başarılı Doktor Nuri’yi salgını durdurması için adaya gönderir. Padişah kısa bir süre önce genç doktoru, sarayda hapis hayatı yaşattığı ağabeyi önceki padişah V. Murat’ın kızı Pakize Sultan ile evlendirmiştir ve Pakize Sultan da bu yolculukta kocasına eşlik etmektedir. Adada ise genç ve milliyetçi Osmanlı subayı Kolağası Kâmil, onun âşık olduğu adalı Zeynep ve her şeye yetişmeye çalışan Vali Sami Paşa ile güzel sevgilisi Marika vardır. Karantina yasaklarına itaat edilmesi için çaba harcayan bu insanların vebayla, adadaki geleneklerle ve sonunda birbirleriyle ve ölüm tehditleriyle savaşının ve yaşadıkları aşkların hikâyesidir Veba Geceleri.

“Pamuk yaşayan en büyük yazar.”

-Le Point, Fransa

“Pamuk, en iyi kitaplarını Nobel’den sonra yazan eşsiz bir yazar.” -The Independent, İngiltere

“O ne bir ideolog, ne bir siyasetçi, ne de bir gazeteci. Orhan Pamuk büyük bir romancı.”

-The New York Times, ABD

Veba Geceleri Alıntıları - Sözleri

  • Ona içinden geçenleri açmayı alışkanlık edinmişti.
  • ... sürekli her şeyin Allah'tan geldiğini tekrarlıyordu.
  • Hayat aslında güzeldi.
  • Gardiyanın cesedinden salgının bu adada hızla yayılacağını, çok daha fazla sayıda kişinin öleceğini anlamıştı ve bu bilgi o kadar ağırdı ki boynundan midesine doğru bir ağrı veriyordu.
  • "Kötü bir uğursuzluk kokusu alıyorum!"
  • ... gören kimsenin unutmayacağı kocaman mavi gözleri vardı.
  • “Paşam biliyorsunuz, pek çok mikrobun aşısı bulunurken, hatta bunların bir kısmı süratle Osmanlı laboratuvarlarında üretilebilirken, bugün, hâlâ vebanın aşısına sahip değiliz” diye en önemli sorunu dikkatle açıkladı. “Çinliler de Fransızlar da henüz bulamadı aşıyı. Vebanın karantinadan, tecritten başka ilacı yoktur!”
  • Bütün cinayetler bir fayda olsun diye işlenmez
  • “Tartışması bitmez bir konudur bu!”
  • "Fareleri öldüren mikrobun, insanları öldüren veba mikrobunun aynısı olduğunu 1894 'teki bu veba salgını sırasında Alexandre Yersin keşfetmişti. "
  • “Acaba Minger gazetelerinde de salgın haberi çıksa daha iyi olmaz mı? Ahali telaşlanmalı, dükkân sahipleri ölüm korkusuna kapılmalı ki, karantina yasakları başlayınca istekle uysunlar.”
  • “Hindistan'da, Çin'de binlerce kişiyi öldüren de aynı mikrop, aynı salgındır. İzmir'e gelen de odur.”

Veba Geceleri İncelemesi - Şahsi Yorumlar

SEN BİR TARİHÇİ DEĞİLSİN ORHAN PAMUK: 3 puan verip yarım bıraktığım kitabın incelemesinde üzerinde duracağım konu haliyle kitabı neden beğenmediğim ve kitabın bende bıraktığı hisler ve izlenimler olacak. Öncelikle, kitabın yayınlanacağının ilk duyurulduğu anda beklentim epey yüksekti. O zamandan bugüne ise giderek düşmesine rağmen dikkate değer bir seviyede sabit kalmıştı. Bence Orhan Pamuk’un ilk hatası, kitabı belirlenen ilk tarihinde yayınlamayıp bir sene ertelemesi oldu. Her ne kadar reel hayatta karşı karşıya kaldığımız pandemiyi gözlemlemek istediğini belirtse de romanının hazırlık süreci için sarf ettiği, otuz senedir aklımda son beş senedir de yazmaktayım minvalindeki diğer bir açıklamasıyla tezat oluşturan bir tabloyu önümüze çıkardı bu rötar. En son dinlediğim konuşmasında bu sefer ticari kaygıların ve pandeminin okur psikolojine yapacağı muhtemel etkiyi gerekçe göstermiş olsa da bu, beni tatmin etmedi. Bir kere, pandemiyi anlatabilmek için ona maruz kalmak gerekmez, aynı şekilde nasıl uç bir aşk ilişkisini anlatmak için bu ölçüde aşık olmamızın gerekmemesi gibi. Gözlemi ve deneyimi önemsizleştirmiyorum kesinlikle ancak eğer bir durum veya olayı anlatabilmenin koşulu onu bizzat yaşamak ise bu roman fikrini otuz senedir zihninde taşımanın ne manası vardı, diye sorarım. Bir yazarı büyük yapan etkenlerden birisi de yüksek hayal gücüne sahip olmak ve bunun ürünlerini etkileyici bir bütün oluşturup ortaya koymak değil midir? Romanın adını ve konusunu görünce tarihsel bir dokunun içinde geçeceğini anladık doğal olarak lakin benim bu konudaki beklentim, tarihsel içeriğin arka plan olması, haliyle odak noktasının edebiyat olmasıydı. Ancak, okuduğum ilk iki yüz sayfada ben ne bir roman okudum ne de bir tarihsel metin. Evet, yoğun tarihsel bilgi aktarımı mevcut hatta bilgi bombardımanı… Lakin, bu bir tarih kitabı olmadığı için atılan her bir bombadan sonra benim aklımda yazarın aktardığı bu bilgiler ne kadar gerçekle örtüşüyor sorusu oluştu ve internetten bunu kontrol ettim. Örneğin: Boxer Ayaklanması. Ancak, her bir aktarımdan sonra bunu yapmak hem de akıcılığı bu kadar düşük bir eser için bunu yapmak benim için yorucu ve yorucu olmasından öte gereksiz bir çabadır. Orhan Pamuk söylüyor diye aktarımları baştan doğru diye kabul de edecek değilim ve bundan daha önemlisi, eğer tarihi kurgunun, edebiyatın önüne bu kadar geçirmemiş olsaydı, bu araştırmaları yapmak zevkli olabilirdi ya da bunun yapılmasına gerek kalmayabilirdi; çünkü edebiyata, kurguya odaklanabilirdim. Önceki paragrafın konusuyla alakalı diğer husus, Pamuk’un tarih bombardımanı içinde güncel politik atmosfere gereğinden fazla odaklanmış hissi veriyor olması ve yine bunu, bir edebiyat temelinde değil, salt kişisel politik görüşünü esas alarak icra ediyor izlenimi vermesidir. S.101’de 2017 yılında yaşayan (sanırım) bir tarihçi olan anlatıcının da dediği üzere “Kitabımız en sonunda bir tarih kitabı olduğu için …” sözünde de Pamuk bu izlenimi kasten üzerimize bırakmak istiyor. O halde, ben bu kitabı tarih eseri olarak okumalıyım ancak az önce dediğim nedenlerden dolayı neden bunu yapayım ki ben Abdülhamid dönemini okumak istesem, neden bir edebiyatçı olan Orhan Pamuk’un yazdığı bir kitabı tercih edeyim halihazırda bir sürü tarihçinin eserleri dururken? Bununla birlikte bu tarih aktarımları kurguya epey zarar vermiş. Tam, romandaki cinayet hakkında olsun gelişmekte olan salgın hakkında olsun bir şeyler okuyacağım derken bir anda anlatıcının ya da Pamuk’un tarih aktarımlarını, bu aktarım üzerinden güncel politik atmosfer hakkında vermek istediği mesajlarla karşılaşıyorum ve tüm kurgunun gidişatı aksıyor, bozuluyor; adeta Çorum’dan İzmir’e hareket etmişken Aydın’a gelmeden aniden yoldan sapıp Mersin’e doğru kontrolüm dışında direksiyonu kırıp soluğu bir anda alakasız bir şekilde Artvin’de almışım gibi. Sonra, kitabın adı bir salgın, veba ancak bu bir ana zemin değil, ana zeminin üstünde yükselen ikincil bir konu bile değil. Şu iki yüz sayfada salgın atmosferi hakkında ne izlenim ne his aldın diye sorarsanız, hiçbir şey derim size, net olarak. Üstelik, girişte de değindiğim üzere kitabın yayın tarihini ertelemesinin başlıca nedeni olarak pandemi şartlarını bizzat yaşayıp, gözlemlemek olduğunu söylemişti; eğer bu yaşanmışlıkların ve gözlemin sonucunda çıkan ürün bu ise bence Pamuk uzun bir tatile çıkmalı ve bu esnada uzun uzun gözlemler yapmalıdır. Kurgudan ve içerikten devam edersem, adaya gelen Bonkowski Paşa’nın ölümüyle birlikte bir an için kurgunun en azından bir bölümüne cinayetin dahil olacağını düşünüyorken ilerleyen sayfalarda adada çok önemli bir kişi öldürülmüş mü buharlaşıp havaya mı karışmış yoksa hiç adaya gelmemiş mi belli değil. Çünkü bence Pamuk’un bu romanı yazarken derdi ne bir cinayet anlatmak ne salgını anlatmak ve amacı bu olmayıp tarihten hareketle güncel hakkında mesaj verme amacını kurguya o kadar acemice yerleştirmiş ki, açıkçası şu ilk iki yüz sayfada ne okuduğum belli değildi. Birbiriyle bağlantısı oldukça kopuk ve bunların arasındaki oldukça çürük bağlantı da her an tamamen kopacak gibiydi, belki biraz daha devam etsem bu gerçekleşecek ve soluğu Antartika’da alabilirdim. S.20-21’den başlayarak bence gereksiz bir sıklıkla vurgulanan ve yazarın kendisinin de gördüğüm kadarıyla tepki çekebileceğini düşündüğü bir husus ise salgın konusunda Rumların oldukça bilinçli, Müslümanların ise bilinçsiz olmasıdır. Bunu bir ‘tarihçi’ olarak 1901’de Avrupalı bilim adamlarının açıkladığı ve Müslüman entelektüellerin de gizli gizli kabul ettiği bir olgudan kaynaklandığını ifade ederek, dönemin Müslüman dünyasının kısaca birçok konuda geri kalmasından kaynaklı olarak bilhassa Hac olayındaki insan kalabalıklarının hareketi sonucunda meydana geldiğini ifade etmiş. Bu konuda benim yazardan aldığım şu oldu: kendince tarihsel bir durumu ortaya koymak istemiş ancak kamuoyunun tepkisinden haylice çekinip bunu birden fazla yerde açıklama gereği duymuş, yani neden böyle olduğunu. Sonuç olarak yazarın bu tarz çekinceleri ve kaygıları da bence kurguya oldukça zarar vermiş. Sonuç olarak, tarih tabi ki edebiyatta yer verilen bir konu olabilir. Güncel politik atmosfere yönelik mesajlar da edebiyatla verilebilir lakin bunu mesela Dostoyevski’nin Ecinniler romanındaki gibi yapmak var bir de Pamuk’un Veba Geceleri romanındaki gibi yapmak var. Pamuk, çok şey yapmak isterken bence bu romanında hiçbir şey yapamamış. Keyifli okumalar.. (Kaan)

"O ne bir ideolog, ne bir siyasetçi, ne de bir gazeteci..": Popüler olan her şeyden uzak kaldığımı burda takriben 85-90 kez belirtmişimdir. Bundan mütevellit bu kitap çıkar çıkmaz okuyup aradan çıkarmak istedim. İncelemeye de kitabı alış hikayemle başlamak istedim. Her zaman gitmiş olduğum sahafa gittim. Kitabı alırken orda bir baba bir oğul muydu yoksa bir dede bir torun muydu tam bilmiyorum; "Yeni çıkmadı mı kitap? Bu kadar mı çok seviyorsun Orhan Pamuk'u?" dedi. Cevap vermeyecektim lakin sorusuna soruyla karşılık verdim. "Siz sevmiyor musunuz?" dedim. "Biz sevmiyoruz." dediler. Ben de neden sevmiyorsunuz diye sordum ve zırvaladılar. Düzgün iki cümle kuramadılar. Bakın; bir yazarı, bir devlet adamını, bir sanatçıyı yahut herhangi birini sevmeyebilirsiniz. Bu en doğal hakkınız. Lâkin kendinizce bir sebebiniz olmalı. Kulaktan dolma üç beş cümle ile amcadan, dayıdan işitilmiş yüzde sekseni asılsız şeylerle sevmiyorum demek sadece beyin fukaralığıdır zannımca. Ülkemizin de en büyük sorunlarından birisi bu. Herkesin mutlaka sevmediği birileri var ve yüzde doksanı neden sevmediğini kendi de bilmiyor. Orhan Pamuk'un siyasi tavrını vs ben de tasvip etmiyorum pek. Lâkin o bir yazar. Kendisiyle evlenmeyeceğim ya da kız kardeşimle falan da evlenmeyecek. Sanatçı kimliği ile ilgilenirim dolayısıyla. Kendisini okurum. Herkesin de okuması gerektiğini düşünürüm. Lâkin düşüncelerini isteyen kabul eder, isteyen kabul etmez. Düşünceleri, tavrı sanatçı kimliğini gölgeleyebilir ama yok edemez. Orhan Pamuk romancılık konusunda bir markadır. Bunu bir kere kabul etmemiz gerekiyor. Nobel Ödülünü aldıktan sonra da çıtayı bence de yukarıya çıkartmış, gerçekten de güzel eserler yazmıştır. Kırmızı Saçlı Kadın'dan sonra Veba Geceleri ile de buna bir kez daha ikna etmiştir bizleri. Yalnız bu roman diğer romanlarından çok daha farkı bir roman. Yıllar boyu düşünüp ki kendi deyimiyle 35-40 sene fakat  5 yıldır yazdığı ve son 1 yılda düzenlemeler yapıp bize 120 yıl öncesini şimdi yaşıyormuş gibi anlattığı bu eseri Osmanlının en entelektüel sultanlarından olan V. Murat'ın kızı Sultan II. Abdülhamid'in yeğeni Pakize Sultan'ın torunu Mina Mingerli'den dinliyoruz. 1900'lu yıllarda, Hatice Sultan'a yazmış olduğu 113 adet mektubun içeriklerini derlemesiyle oluşturulan bu kitap bizleri Veba Salgının hatsafaya çıktığı o dönemde konuk ediyor. Mükemmel betimlemeleri, karakterlerin ruh analizi ile karakterlerin adeta yanında yaşıyor, onlarla beraber salgınla mücadele etmiş gibi oluyoruz. Kitabın spoiler vermeden hemen kısa bi bilgilendirmesini yapacak olursak; Minger Adası’nda veba salgını baş gösterince Sultan Abdülhamit önce Sağlık Başmüfettişi kimyager Bonkowski Paşa’yı, onun arkasından da genç ve başarılı Doktor Nuri’yi salgını durdurması için adaya gönderiyor. Padişah kısa bir süre önce genç doktoru, sarayda yaşattığı ağabeyi önceki padişah V. Murat’ın kızı Pakize Sultan ile evlendiriyor ve Pakize Sultan da bu yolculukta kocasına eşlik ediyor. Yolculukta Osmanlı Kolağası Kamil, onun aşık olduğu Zeynep, fedakar Vali Sami Paşa ve sevgilisi Marika da sonradan eşlik ediyor. Kitabın başlangıcında Tolstoy'dan alıntı yaparak başlaması ile bir kez daha Tolstoy hayranlığını kanıtlayan Orhan Pamuk, Savaş ve Barış'ın Prens Andrey Bolkonski'sinden karakterlere bir şeyler serpmiştir. Hem sürükleyici bir siyaset ve aşk romanı hem de Pamuk’un salgın, karantina, devlet ve birey konularını bir masal havasıyla tartıştığı bu tarihi roman, konusuyla yaşadığımız günlere atıfta bulunuyor. Tesadüf odur ki kitabın tanıtımında romanı için uzun araştırmalar yaptığını, pek çok kitap okuduğunu ve sabırla yazdığını anlatan Orhan Pamuk, kitaba başlamasının 3. yılında koronavirüs salgınının başlamasıyla çevresindeki herkesin ölümlerde, söylentilerden, hastalığı kimin getirdiğinden, karantinadan, sokağa çıkma yasağından, hastanelerin dolmasından söz etmeye başladığını kendisi de şu şekilde belirtmişti.  "Romanımda yazdıklarım gerçek olmuştu." Bu açıdan dönemi entelektüel bir yazar tarafından okumaktan çok zevk aldım. Karantina ve salgın hastalık sırasındaki insan psikolojileri ve bunun ardına oluşan toplumsal olayları çok başarılı bir şekilde ele almış.  Salgının dışında kitapta Din, Milliyetçilik gibi konularda eleştirini hiç esirgemeden yapan Orhan Pamuk bu konuda okurları yanıltmamış. Özellikle son kısmın bayağı tartışma yaratacağını düşünüyorum. (Müslümanları Rumlardan kat kat daha fazla eleştirmesi, Osmanlı hakkında yaptığı biraz acımasız çıkarımlar vs.) Benim gibi Sultan II. Abdülhamid hayranları bazı kısımlarda dişlerimizi sıkarak okuduğumuz bu kitapta yazar, söylemlerin birçoğunun kendi söylemleri olmadığını ve her Sultan yeğen gibi Pakize Sultan'ın da amcasına olan, daha doğrusu olmayan sevgisi olduğunu dile getiriyor. O zaman biraz da Orhan Pamuk'un okurlara olan katkısını abartarak aranızdan ayrılayım. Orhan Pamuk romanı okuyunca bazen bir dergi, gazete, ansiklopedi ya da tarihi bir kitap mı okuyorum diyorum kendi kendime. Aralara serptiği o didaktik cümleler ile okuru besliyor adeta. Konudan caydırmadığı gibi konuya olan merakı artırıyor. Böylelikle sadece roman okumuş olmuyorsunuz. Bu durumu da kitapın arka kapağında da bulunan The New york Times'ın tespiti özetliyor. "O ne bir ideolog, ne bir siyasetçi, ne de bir gazeteci. Orhan Pamuk büyük bir romancı." Kitaplı akşamlar, günler, yıllar, ömürler dilerim. Kalın sağlıcakla.  :) (Kadir Tribbiani)

Edebiyatımızın yaşayan en büyük yazarlarından biri olan Orhan Pamuk'un(belki en büyüğü?) beş senede yazdığı güzel bir eseri karşınızda duruyor. Nobel Edebiyat ödülünü alan tek türk yazar kendisi. İnşallah başkalarıda nasip olur edebiyatımızın kıymetli yazarlarına. Kitabı ilk açtığınızda yazarın hayatının özet olarak anlatıldığı bir sayfa karşınıza çıkıyor. Yazılabilecek en küçük punto kullanılarak koca bir sayfa doldurulmuş. İlk gördüğümde şaşırdım. Çünkü ne kadar büyük bir yazar olursa olsun en fazla iki paragrafla şunları şunları şu tarihlerde yapmıştır diyip geçerler. Ama Orhan Pamuk'ta baya bir şeyler var. Her yazdığıyla birçok ödül almış kendisi. Zaten kitabını okuyunca nedenini anlıyorsunuz. İlk olarak şunu belirtmeliyim: Ben Orhan Pamuk'un birçok konuşmasını dinledim. Fikirlerini gördüm. Bu kitabıyla da taçlandırdım. İnşallah başka kitaplarını da okuyacağım. Ve şunu demeliyim bu adamın fikirlerinin yüzde 99'una katılmıyorum. Bunu bilmenizi isterim. Ama incelemeyi kişisel görüşlerime bulamayacağım tabi ki. Herkesin fikri kendine. Tüm fikirlere saygı duyarım. Kitapta 1901 yılının baharında Osmanlı'nın 29. vilayeti olan Minger Adası'nda yaşanan veba salgını anlatılıyor. Lakin tek salgın yok. Kitap ilerleyen süreçte polisiyeye bulaşıyor. Tarihe karışıyor. Aksiyon barındırıyor. Realistlikten ayrılmıyor. Hatta Tanzimat dönemi edebiyatı tadı bile aldım. Ne demek istediğimi kitabı okuyunca göreceksiniz. Arada konuya dahil olup bilgi veriyor yazar. Tabi ki bunuda kitapta kullandığı metotlar sayesinde yapıyor. Metodu söyleyip spoiler vermek istemiyorum. Orhan Pamuk neredeyse tüm edebiyat öğretmenlerim tarafından tavsiye edilmişti bana. Nasip bu kitabınaymış. Devri ve devrin romancılığını anlamak için birebir olduğundan kaynaklanıyor herhalde. Sağ olsun kendisi diğer iyi yazarlar gibi sıkıcı. Bu sıkıcı kavramını bir incelememde anlatmıştım. Kısaca iyi bir şey. Kitapta geçen olaylara dayanarak tarihi anlamaya çalışmak, yorumlamak, inanılmaz saçma bir tutum olur herhalde. Orhan Pamuk'un tarihçi olmadığını unutmamak lazım. Adam roman yazıyor. Bazı yerleri değiştirmek zorunda. Yoksa roman olmaz. Ayrıca kitabın başında bahsettiği gibi tarafsız davranıyor. Yani kitapta geçen tarihi karakterler için ortaya atılan iyi kötü tüm yorumları söylüyor. Yani yanlış olan bilgilerde var. Mesela X kişisi hakkında tarihte net bir bilgi var. Bu net bilgi kanıtlı. Ama ortaya bir kesim iftira niteliğinde iddialar atıyor. Yazar tarafsız olmak için onu da söylüyor. Bu yüzden kitaptaki bilgiler tamamiylen güvenilir değil. Yanlış fikirlere kapılmamız olanaklı. O devrin tarihini tarih kitaplarından okumadan önce bu kitabı okumak biraz yanıltıcı olabilir. Mesela net bildiğim tarihi bilgilere ters bilgileri okurken gülmüştüm. Kitap genel olarak güzel ama beğenmediğim bir yer oldu. Yazar doğal olarak fikirlerini kitapta söyleyecek. Ama Orhan Pamuk kitaptan bağımsız söylemiş. Mesela kitabın ana teması veba, salgın, cinayet, tarih filan ama o karakterler aracılığıyla bazı konularda yorum yapmış. Yani bana göre karakterlere biraz abes kaçmış. Ben böyle düşünüyorum. Ama kitapta kullandığı metodlar bunu kurtarmış gibi gözüküyor. Bu yüzden net bir şekilde kötü olmuşta denemez. Ama ben bu şekilde yapılan eleştirileri beğenmedim. Tarih kitabı olarak değil, bir roman olarak okuyacak kişilere tavsiye edilir. Keyifli okumalar... (Oğuzhan Güneş)

Kitabın Yazarı Orhan Pamuk Kimdir?

Ferit Orhan Pamuk (d. 7 Haziran 1952, İstanbul), Türk yazar. Birçok başka edebiyat ödülünün yanı sıra 2006 yılında Nobel Ödülünü kazanarak bu ödülü alan en genç yaşta alan iki kişiden biri olmuştur. Kitapları altmış dile çevrildi, yüzü aşkın ülkede yayımlandı ve 11 milyon baskı yaptı. 2006 yılında TIME dergisi tarafından dünyanın en etkili 100 kişisinden biri seçilen Pamuk, Nobel edebiyat ödülünü alan ilk Türk'tür.

Yaşam öyküsü

Orhan Pamuk yazarlığa 1974 yılında başladı. 1979 yılında ilk romanı olan "Karanlık ve Işık" ile katıldığı Milliyet Roman Yarışmasında birincilik ödülünü Mehmet Eroğlu ile paylaştı. Bu romanı ancak 1982 yılında Cevdet Bey ve Oğulları adıyla yayımlandı. 1983 yılında bu kitapla Orhan Kemal Roman Ödülüne layık görüldü.

Pamuk'un daha sonra yazdığı kitaplar da çok sayıda ödül kazandı. İkinci romanı olan Sessiz Ev 1984 yılında Madaralı Roman Ödülünü kazandı. Bu romanın Fransızca tercümesi de 1991 yılında Prix de la Découverte Européenne ödülüne hak kazandı. 1985 yılında yayımlanan tarihi romanı Beyaz Kale ile 1990 yılında ABD'de Independent Award for Foreign Fiction ödülünü kazandı ve yurtdışında tanınmaya başlandı. Orhan Pamuk, 2002 yılında yayımlanan Kar kitabını, Türkiye'nin etnik ve politik meseleleri üzerine kurulu bir politik roman olarak tanımlamaktadır. Kar romanı Amerika'da 2004 yılında "yılın en iyi 10 kitabından biri" olarak gösterilmiştir. Yıllar geçtikçe Orhan Pamuk'un Türkiye dışındaki ünü artmaya devam etti. 1998 yılında yayımlanan Benim Adım Kırmızı 24 dile çevrildi ve 2003 yılında İrlanda'nın ünlü International IMPAC Dublin Literary Award ödülünü kazandı.

Romanlarının dışında, yazılarından ve söyleşilerinden seçmelerin ve bir hikâyesinin yer aldığı Öteki Renkler (1999) ve Ömer Kavur'un yönettiği Gizli Yüz adlı filmin senaryosu (1992) vardır. Bu senaryo, 1990 yılında yayımladığı Kara Kitap romanındaki bir bölümden yola çıkılarak yazılmıştır.

Orhan Pamuk ABD'de yayımlanan Time dergisinin 8 Mayıs 2006 tarihli sayısının "Time 100: Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler" başlıklı kapak yazısında tanıtılan 100 kişiden biri oldu. 2007 Mayıs'ında yapılan 60. Cannes Film Festivali'nde jüri üyeliği yapmıştır.

Nobel Ödülü

Orhan Pamuk 12 Ekim 2006 tarihinde Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak Nobel Ödülü kazanan ilk Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak tarihe geçmiştir. Akademi'nin 12 Ekim 2006 günü saat 14:00 civarında yayımladığı,

“ 2006 Nobel Edebiyat Ödülü 'Kentinin melankolik ruhunun izlerini sürerken kültürlerin birbiriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulan' Orhan Pamuk'a verilmiştir. ”

şeklindeki basın bildirisiyle Nobel Edebiyat Ödülü'nün Orhan Pamuk'a verildiği resmen açıklandı. Pamuk 7 Aralık 2006'da, İsveç Akademisi'nde Babamın Bavulu başlığı altında hazırladığı Nobel konuşmasını Türkçe yaptı, Türkçe bilmeyen izleyiciler ellerindeki çeviri metinden konuşmayı takip etti, birçok televizyon kanalı konuşmasını canlı yayınladı. Orhan Pamuk ödülünü 10 Aralık 2006 günü Stockholm Konser Salonu'nda düzenlenen ödül töreninde İsveç kralı XVI. Carl Gustaf'ın elinden aldı.

Romancılığı

Orhan Pamuk'un romancılığı postmodern roman kategorisinde değerlendirilmektedir. Eleştirmen Yıldız Ecevit Orhan Pamuk'u Okumak adlı kitabında onun avangard romancılığını değerlendirmektedir. Özellikle Beyaz Kale, Kara Kitap, Yeni Hayat, Benim Adım Kırmızı'dan yola çıkarak bize kendisini ve olayların gelişimini anlatır. Aynı şekilde edebiyat tarihçisi Jale Parla da Don Kişot'tan Günümüze Roman adlı kapsamlı yapıtında, Benim Adım Kırmızı'dan hareketle Orhan Pamuk'un eserlerini karşılaştırmalı edebiyat bağlamında irdeler. Parla'ya göre Pamuk, Türk romanının aldığı önemli dönemeçlerin sahibi olan bir yazardır. Doğu-batı sorunsalıyla estetik düzeyde hesaplaşmaya yönelen Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay gibi önemli yazarlardan birisidir Pamuk, bu sorunsalı kültürel ve felsefi içerimleriyle edebiyatına taşımış, özellikle Kara Kitap'ta bu tema bağlamında önemli, çok katmanlı bir edebi metin örneği sergilemiştir.

Eleştiriler

Orhan Pamuk'un Nobel Edebiyat Ödülünü kazanması değişik tepkilerle karşılaştı. Ödülün Pamuk'a Türkiye tarihi ile ilgili demeçleri dolayısıyla verildiği iddiasında bulunuldu. Orhan Pamuk Nobel ödülünü almadan on ay önce 19 Aralık 2005 Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanan Erol Manisalı'nın "Orhan Pamuk Nobel'i Garantiledi" başlıklı yazısı Pamuk'un ödülü almasının ardından popülerleşti ve Orhan Pamuk'un Nobeli hakkındaki olumsuz eleştiriler bu yönde gelişti. TRT'de Banu Avar'ın hazırlayıp sunduğu "Sınırlar Arasında" adlı belgeselin Pamuk'un Nobel ödülünü almasından bir gün sonra yayımlanan bölümünde Pamuk, Nobel ödülleri ve İsveç ile ilgili olumsuz eleştiriler yer aldı. Demirtaş Ceyhun hazırladığı imza metninde Orhan Pamuk'un kitaplarını "Amerikan patentli postmodern romanlar olarak" adlandırmış ve "Nobel ödülünün Pamuk'a verilmiş bir ücret" olduğunu söylemiştir. Basında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Orhan Pamuk'u kutlamadığına dikkat çekildi. Ödüle yabancı basından olumsuz eleştiriler de gelmiş, ödülün siyasi sebeplerden dolayı verildiği belirtilmiştir.

Orhan Pamuk'un eserlerinde Atatürk hakkında kullandığı üslup ve yazıları da kimi eleştirilere uğradı.

Bir kısım edebiyatçı Orhan Pamuk'un eserlerindeki bazı bölümlerin diğer yazarlara ait başka eserlerden fazlasıyla esinlendiğini savunmakta, özellikle bazı romanlarındaki belli kısımların diğer kitaplardan neredeyse tamamen alıntı olduğunu öne sürmektedir. Hürriyet Gazetesi yazarı Murat Bardakçı 26 Mayıs 2002 tarihinde belgeleri ile yazarı sahtecilik ve intihal ile suçlamıştır. Murat Bardakçı'ya göre Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı romanı, hikâyesi ve anlatım şekli ile Amerikalı yazar Norman Mailer'in Ancient Evenings adlı romanının bir kopyasıdır. Ayrıca suçlamalara göre Orhan Pamuk'un Beyaz Kale adlı romanı Mehmet Fuat Carım'ın Kanuni Devrinde İstanbul isimli eserinden birebir pasajlar içermektedir. Orhan Pamuk günümüze dek bu konuyla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.

Orhan Pamuk'un Sri Lanka'da düzenlenecek olan Edebiyat Festivaline katılması Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (Reporters sans frontières) tarafından eleştirildi. Örgüt Orhan Pamuk'u ve festivale katılmak isteyen diğer edebiyatçıları Sri Lanka'daki baskıları meşru hale getirmekle suçladı.

Orhan Pamuk davası

Yazar Orhan Pamuk, Das Magazin adlı haftalık İsviçre dergisine verdiği bir röportajda, "Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü. Benden başka kimse bundan bahsetmeye cesaret edemedi" açıklamasında bulununca hakkında TCK'nın 301. maddesinden ‘Türklüğe hakaret’ davası açıldı.

16 Aralık 2005'de ilk duruşması yapılan Pamuk davası Adalet Bakanlığı'ndan beklenen yazı gelmediği için 7 Şubat 2006 tarihine ertelendi. Şişli Asliye Ceza Mahkemesi, bu tür davalar için Adalet Bakanlığı'nın yazılı izninin gerektiğini belirterek izin verilip verilmediğinin sorulması için bakanlığa yazı yazılmasına karar verdi ve duruşmayı da 7 Şubat'a erteledi. Duruşmanın ertelenmesi kararına AB yetkililerinden tepkiler geldi. Dava günü Şişli Adliyesi önündeki Pamuk ve yabancı yetkililere yönelik protesto gösterileri, Türkiye ve dünya basınında önemli yer tuttu.

AB - Türkiye Karma Parlamento Eş Başkanı Joost Lagendijk, "hükümet, parlamentoya değişiklik yasası getirebilir. Yapılacak şey budur. Türkiye'nin imajına büyük bir zarar vermiştir. Avrupa'da kötü bir imaj doğmuştur. Ünlü bir yazar hakkında dava açarsanız, dışarıda milliyetçiler bu yazarı dövmek için arabasına saldırırsa, burada ciddi bir sorun vardır" dedi.

AP Türkiye Raportörü Camiel Eurlings de, hükümetin yazar Orhan Pamuk davasını düşürmesi gerektiğini belirterek, hükümet reform taahhüdüne sadık kalmalı şeklinde konuştu.

Türkiye ile AB arasında ciddi gerilime neden olan Orhan Pamuk’un hakkındaki dava 22 Ocak 2006 tarihinde düştü.

Adalet Bakanlığı, Şişli İkinci Asliye Ceza Mahkemesi'ne gönderdiği yazıda, Yeni Ceza Yasası gereği izin yetkisi olmadığını hatırlatarak, Pamuk'un yargılanması için Adalet Bakanlığı’nın izin verdiğine ilişkin belge bulunmadığı gerekçesiyle davanın düşmesine karar verdi.

Ödülleri

1979 Milliyet Roman Yarışması Ödülü Karanlık ve Işık (iki yazar arasında paylaşıldı)

1983 Orhan Kemal Roman Ödülü Cevdet Bey ve Oğulları

1984 Madaralı Roman Ödülü Sessiz Ev

1990 Independent Yabancı Roman Ödülü (Birleşik Krallık) Beyaz Kale

1991 Prix de la Découverte Européene (Fransa) Sessiz Ev (Fransızca çevirisi nedeniyle)

1991 Antalya Altın Portakal film festivali en iyi senaryo Gizli Yüz

1995 Prix France Culture (Fransa) Kara Kitap

2002 Prix du Meilleur Livre Etranger (Fransa) Benim Adım Kırmızı

2002 Premio Grinzane Cavour (İtalya) Benim Adım Kırmızı

2003 Premio rinzane Cavour (İtalya) Benim Adım Kırmızı

2003 International Impac-Dublin Literary Award (İrlanda)

2005 Prix Médicis Etranger (Fransa) Kar

2005 Alman Yayıncılar Birliği'nin Barış Ödülü (Almanya)

2005 Richarda Huch Ödülü (Almanya)

2006 Le Prix Méditerranée étranger Ödülü (Fransa) Kar

2006 Nobel Edebiyat Ödülü (İsveç)

2006 Washington University'nin Seçkin Hümanist Ödülü (Amerika Birleşik Devletleri)[24]

2006 Commandeur de l'ordre des arts et des lettres (Fransa)

2008 Ovid Ödülü (Romanya)

2010 Norman Mailer Yaşam Boyu Başarı Ödülü (Amerika Birleşik Devletleri)

2012 Sonning Ödülü

Fahri Doktoraları

2006 Tiflis Üniversitesi

2007 Berlin Serbest Üniversitesi

2007 Boğaziçi Üniversitesi

2007 Georgetown Üniversitesi

2007 Tilburg Üniversitesi

2007 Madrid Üniversitesi

2008 Floransa Üniversitesi

2008 Beyrut Amerikan Üniversitesi

2009 Rouen Üniversitesi

2010 Tiran Üniversitesi

2010 Yale Üniversitesi

2011 Sofya Üniversitesi

Onur üyelikleri

2005 American Academy of Arts and Letters Onur Üyesi (Amerika Birleşik Devletleri)

2008 Social Sciences of Chinese Academy Onur Üyesi (Çin)

2008 American Academy of Arts and Sciences Onur Üyesi (Amerika Birleşik Devletleri)

Orhan Pamuk Kitapları - Eserleri

  • Masumiyet Müzesi
  • Kar
  • Cevdet Bey ve Oğulları
  • Sessiz Ev
  • Beyaz Kale
  • Kara Kitap

  • Gizli Yüz
  • Yeni Hayat
  • Benim Adım Kırmızı
  • Öteki Renkler
  • İstanbul
  • Babamın Bavulu
  • Manzaradan Parçalar

  • Saf ve Düşünceli Romancı
  • Ben Bir Ağacım
  • Kafamda Bir Tuhaflık
  • Şeylerin Masumiyeti
  • Kırmızı Saçlı Kadın
  • Hatıraların Masumiyeti
  • Balkon

  • Babalar, Analar ve Oğullar
  • Turuncu
  • Ara Güler's İstanbul
  • Veba Geceleri
  • Evden Kaçmanın Yolları
  • Seçilmiş Əsərləri
  • Üç İstanbul Romanı: Kara Kitap - Masumiyet Müzesi - Kafamda Bir Tuhaflık

Orhan Pamuk Alıntıları - Sözleri

  • Yeni yazarlar denemek lazım.bazen gerekli sakinlik için yenilik için (Hatıraların Masumiyeti)
  • Her şeyin budalalık olduğunu biliyor, gene yaşıyorum. (Babalar, Analar ve Oğullar)
  • Kafamda bir tuhaflık var, ne yapsam bu alemde yapayalnız hissediyorum kendimi. (Kafamda Bir Tuhaflık)
  • . Bütün bilincim silinsin, geçmişimden hiçbir iz kalmasın, gelecekten ve beklentilerimden de hiçbir iz kalmasın istiyorum. . (Sessiz Ev)
  • Ama mutsuzluk gerçek bir intihar nedeni olsaydı Türkiye’deki kadınların yarısı intihar ederdi. (Kar)
  • Mutluluk nedir ? ''Bütün bu yokluğu, ezikliği unutabileceğin bir dünya bulmak. Birisini bütün bir dünya gibi tutabilmek..' (Kar)

  • "Ölümden korkuyorum." (Beyaz Kale)
  • Eğer orada yeterince uzun bir süre yaşamışsak bir şehir hatıralarımız için bir çeşit müze olur. (Hatıraların Masumiyeti)
  • Ben, beni kimse görmediği zaman en çok kendim oluyorum. (Kırmızı Saçlı Kadın)
  • Roman sanatı,kendimizden bir başkası gibi ve başkalarından kendimiz gibi söz açabilme hüneridir. (Saf ve Düşünceli Romancı)
  • “Ruhum hem bir eşyanın ruhu hem de bir saatin. Karanlıkta ışıldar ve aydınlıkta kendi içine kapanınca ben de kendi içime dönerim.'' (Şeylerin Masumiyeti)
  • Ah ne kadar da güzeldir çocukken haksızlığa uğrayıp, yatağa yatıp ağlaya ağlaya uyuyakalmak! (Benim Adım Kırmızı)
  • İnsan ne kadar sıkılırsa o kadar hayal kurar. İyi yazabilmem için, iyi sıkılabilmem; iyi sıkılabilmem için de hayatın içine girmem gerekir. (Öteki Renkler)

  • Ahmet keyifle: “Canım burası Türkiye!” dedi. “Gerçeğin kendisiyle değil, kötü bir taklidiyle karşı karşıyayız!” (Cevdet Bey ve Oğulları)
  • Bir kadına uygulanan en sert şiddet sarılmak olmalıydı. (Kar)
  • Mutluluğumuzun ve mutsuzluğumuzun nedeni yaşadığımız hayattan çok, ona verdiğimiz anlam. (Babamın Bavulu)
  • Zaten okumak yazarın harflerle anlattığı şeyleri aklın sessiz sinemasında bir bir resimlendirmekten başka nedir ki? (Kara Kitap)
  • İnsan Dostoyevski’yi hem kendini kaptırarak hem de hayatın tam böyle olmadığını düşünerek okur. (Saf ve Düşünceli Romancı)
  • Çocuk olmak istiyordum! (Beyaz Kale)
  • "Tekrar, mutluluğun kaynağı, garantisi ve ölümüdür!" (İstanbul)

Yorum Yaz