Yalnız Adam - Eugene Ionesco Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Yalnız Adam kimin eseri? Yalnız Adam kitabının yazarı kimdir? Yalnız Adam konusu ve anafikri nedir? Yalnız Adam kitabı ne anlatıyor? Yalnız Adam PDF indirme linki var mı? Yalnız Adam kitabının yazarı Eugene Ionesco kimdir? İşte Yalnız Adam kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Eugene Ionesco
Çevirmen: Bertan Onaran
Yayın Evi: Cem Yayınevi
İSBN: Yok
Sayfa Sayısı: 136
Yalnız Adam Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Ünlü oyun yazarı Ionesco, ilk ve tek romanı “Yalnız Adam”da sıradan, ölüme mahkum bir bireyin yaşamını anlatır. Unutuşu, arayış, hiçbir zaman elde edemeyeceğimiz bilginin özlemi, içimizi kaplayan aynı derecede güçlü eksiklik duygusu ile her şeyin bir mucize olduğu duygusu, bu yalnız adama giz dolu bir boyut kazandırır.
Yalnız Adam Alıntıları - Sözleri
- Nedir zaman? Hiçliğe malzeme sağlayan şey.
- Dünya çok mu ağır, yoksa tüy gibi hafif miydi? Bir anda yok olup gidebilir. Ya da ağırlığı altında pestilimi çıkarabilir.
- Yeryüzüne fırlatılıp atılmıştım ve sanki ilk kez bilincine varıyordum bunun.
- İnsanlar kendilerini öldürtüyorlar. Kendilerini ötekinde öldürüyorlar.
- Ruhumu istediğim kadar sorguya çekeyim, kıyısını bucağını karıştırayım, hiçbir derin titreşim bulamıyorum orada. İnsanın iç dünysının külrengi mekanlarında, daha başka yıkıntıların altında yatan daha başka yıkıntılardan başka bir şey yok. Peki ama, yıkıntı varsa, belki de daha önce bir tapınak, ışıklı sütunlar, mumlarla aydınlatılmış bir sunak vardı? Yalnız bir varsayım bu. Gerçekte, hiçbir zaman, hiçbir şey olmadı orada belki de kaos dışında.
- İnsan, genellikle, yalnızlıktan yalnız değildir. Geri kalan şeyleri de yanında getirir.
- Çok kalabalıktı canım şu dünya, birbirinden ayrı onca yüz, görünüşe göre birbirinin aynı onca düşünce.
- Ne güç şey başkalarının ruhuna girmek!
- Geçmiş, cesetsiz bir ölümdür.
- "Hayat müthiş pahalandı, paranın hiç değeri yok."
- "Ben, öncelikle hiçbir şey arzulamamayı arzuluyorum."
- Bir bütün olarak, geçmişi içinde, her şey uzaklaştığında zamana dönüşen bir tür mekâna benzer şey içinde ona baktığınızda, harikadır yaşam.
- ... bütün toplumlar kötüdür, dünya kuruldu kurulalı başarılı bir toplum görüldü mü? İnsanlar savaşlarda ve devrimlerde birbirlerini gebertip duruyor. İnsanlar kendilerini öldürtüyorlar. Kendilerini ötekinde öldürüyorlar. Belki de ölümü öldürmeye çalışıyorlar.
- Hiç kimse hiçbir şey değildir. Aynı zamanda, her birimiz evrenin tümüyüz.
- Dünyanın sınırındayım. Önümde, yaratılmadan var olanın uçsuz bucaksız çukuru. Yaratılan her şey arkamdaydı. Evren arkamda kalmış, bütün ağırlığıyla beni dipsiz uçuruma itiyordu. Ne korkunç baş dönmesi! Geri çekilmek isterdim. Kıpırdamaktan fena korkuyorum. Bir adım attım mı, hop, hiçlik tarafından yutulacak, dibe çekilecek, eritileceğim. Gözlerimi yumdum; bu, başımın dönmesiyle bulantımı arttırmaktan başka işe yaramadı. Kosmos dengesini kaybediyordu. Dünya çok mu ağır, yoksa tüy gibi hafif miydi? Bir anda yok olup gidebilir. Ya da ağırlığı altında pestilimi çıkarabilir. Dolu ile boş arasında kaldım, yere yıkıldım.
Yalnız Adam İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Yalnız Adam, orta yaşlı bir adamın, kendisine kalan miras nedeniyle işinden ayrılıp, yeni bir ev alması ve yeni bir hayat düzeni inşa etmesiyle başlıyor. Bu yeni başlangıçla beraber, karakterimizin zihninde gezerken, hayat, ölüm, geçmiş ve anılarla ilgili sorgulamaları ve onun varoluşsal sancılarını okuyoruz. Bu noktada Aylak Adam’a çok benzer bir eser olduğu izlenimine kapıldım ama benzerlikler olmakla beraber Yalnız Adam’ın çok daha başka dertleri de olduğunu gördüm. Kitap incecik olmasına rağmen ilerledikçe tomurcuklarını açmaya devam etti ve muazzam konulara evrildi. Son sayfaya dek katman katman açıldı adeta ve bu öyle derinlikli oldu ki kitaptan bir sürü mevzuyla ilgili çıkarımlarda bulunmak da mümkün, bunları birbirine bağlanıp aynı noktaya varan detaylar olarak görmek de. İnsanın iç dünyası, insan psikolojisiyle ilgili muhteşem bir kitaba dönüşmenin yanında, bunların insanın toplum ve evrenle ilişkisine yansımasını işlemesi de şahaneydi. Çok ama çok sevdim. (İpek Dadakçı)
YALNIZ ADAM – VAROLUŞÇU BİR İNCELEME #4: Kısa bir süre önce okuduğum Sartre’ın “Özgürlük Yolları” üçlemesini daha ilk kısımlarda anımsattığı için romanı beğenmeme ihtimalimin olamayacağı kabulüyle çevirdim sayfaları. Yazar, Sartre gibi varoluşçu entelektüellerin de topluma yön verdiği 20. yüzyıl Fransa’sında yaşamış ve yazdığı oyunlarda varoluşçuluğun temel problemi olan “anlamsızlık” temasını işlemiş ki bu romanında da aynı tema devam ediyor egemen olmaya. Karakterimizin yüklü bir mirasa sahip olduktan sonra 35 yaşında hayattan çekilmesiyle başlıyor konu. Buradaki “miras”, yazar tarafından uydurulan gelişigüzel seçilmiş bir etken değildir; dayısından kalması dışında miras hakkında hiçbir bilgi verilmemiştir ve zaten devam eden sayfalarda da akrabaları ile konuşmadığını söyler karakter. İlk absürtlük burada çıkar karşımıza, neden Amerika’daki dayısının mirası, onun ailesi tarafından başka bir kıtadaki karakterimize ulaştırılmıştır? Yukarıda belirttiğimiz “hayattan çekilme” tabiri, işte bu garip mirasın simgelediği “iletişimsizlik” yüzünden olur. Konuşmadığı akrabalarından kendi isteği dışında mirası alır ve konuşmama durumu devam eder. Karakterimiz zaten sosyal ilişkilerde başarılı olamayan bir adamdır; ne arkadaşı ne de sevgilisi vardır, dost sandığı kişiler de aslında çalışma arkadaşlarından başkası değildir ki işten ayrıldıktan sonra artık ortak bir noktaları kalmayınca onlarla olan iletişimi de son bulmuştur. Artık parasından başka bir şeyi yoktur ve tabii boşluğu doldurmaya çalışan o iç sesi: “Hiç düşünmemeye söz vermişken, bir de baktım çok fazla düşünüyorum, düşünmemek daha bilgecedir, çünkü işin aslını ararsanız, kimse bir şey anlamaz bu düşünce denen şeyden.” (s.21) Genç yaşta yapacak işi gücü kalmadığı için artık kafasındaki o dırdırcı ses aktif olur ve yıllarca bilinçdışında saklı kalan hisleri açığa çıkmaya başlar. İletişimsizlik onu hayattan koparmıştı, şimdi de kendisi ile düşman olarak varoluşun getirdiği o yıpratıcı süreç giderek hızlanır. “Bir hiç uğruna yaşamaktan utanmıyor musunuz?” diye sorulur bir zamanlar ve karakterimiz utanmadığını itiraf eder kendisine. Çünkü o dönemde başkaldırının ve özgürlük arayışının anahtarı devrimdir ama karakterimiz için bunların hiçbir anlamı yoktur. Hatta insanların devrim uğruna birbirlerini katletmeleri ile yaşlanıp ölmeleri arasında da bir ayrım yapmaz. Bu yüzden gazetelerde cinayet, tecavüz gibi haberleri keyifle okuması, kitabın ikinci absürtlüğünü ortaya döker. Hatta düşen bir uçak haberini gördüğünde artık ilgilendiği oradakilerin hayatları değildir, fotoğraftaki iki hostes kızın güzel olup olmadığını kestirmeye çalışır. Sartre’ın karakterlerindeki hayata anlam verememe çabası bu karakterde de kitap boyu devam ediyor. Önceleri düzenli bir hayatı ve üzerine çalıştığı bir alan varken artık maskelemeye çalıştığı, sahte insanlar ve hayallerle doldurduğu anlamsız hayatını şeffaf bir pencerenin gerisinden seyrediyordur. Bu pencerede beliren görüntüler, iki ucu geçmiş ve gelecekten oluşan bir zaman çizgisinden bağımsız olarak vücut bulur. Karakterimizin asıl derdi “şimdi” iledir. Sartre veya Dostoyevski’nin karakterleri geçmişte aldığı yanlış kararların sorumluluğunu alamayan ve bunun sayesinde özgürlüğünü arayan kimselerdir ama bu kitaptaki karakterimiz ne geçmişiyle hesaplaşır ne de geleceğe yönelik bir bakış açısı geliştirmiştir. Özgürlük isteği yoktur onun, toplumdaki diğer insanlara ne tepeden bakar ne de alttan. O daima geriden bakar ve alınan kararlara boyun eğer. Bu nedenle savaşmak, iletişim kurmak, devrim yapmak, insan öldürmek gibi dertleri olmadığı için geride durarak hem geniş kitleyi eleştirme imkânı bulur (ki gazetelerdeki vahşetlerle eğlenme sebebi budur) hem de onların peşinden giderek yolunu kaybetmemeye çalışan bir ikiyüzlü sıfatına bürünür. Bu pasif karakteri, içindeki dırdırcı sesi dizginleyemediği için düşünceleri içinden çıkılamaz bir hal aldığında içki içerek teselli bulur. Artık varoluş sebebi içkidir; onu topluma olan iki karşıt konumundan kurtararak birey gibi hissetmesini sağlayan tek şey içkidir: “Arka arkaya beş kadeh içtim. Tanrım, ne güzel şeydi bu. Bütün sorular eriyip gidiyor, kendimi sıcacık, mutlu, yo hayır, mutlu değil, bütün şu sorulardan kurtulmuş hissediyordum.” (s.31) Birey olmak ister, bu dünyada bir yer kapladığını fark etmek ister ama varoluşsal problemlerin dolup taştığı o zihinde bir çıkış yolu bulamaz. Kendi zihninde bile özgür olamayan ve olmasının yolunu açacak o problemlerden içki içerek kaçan birinden özgürlük arayışına girmesi beklenebilir mi? Git gide mide bulantısı artmaya başlar. Diğer taraftan da kendisini bir haz alemine daldırdığı için Oblomov’a benzemeye başlar. Korkusunu, yüreğinin daralmasını, iç sıkıntısını içki ile giderirken bir taraftan da fenomenleri algılayışıyla ilgili kendini oyaladığı bir yöntemi uygulamaya geçirir: Çevredeki nesnelere ve insanlara odaklanmak, diğer her şeyi izole edip sadece zihnindeki o şeyle ilgilenmek. Böylece sanki onları ilk defa görüyormuş gibi hissederek onların ardındaki öze ulaşmak. Aslında bu fenomenolojik yöntemdir ki Husserl ve Heidegger kendi yorumlarıyla bu yöntem üzerinde kitaplar yazmışlardır. Daha sonra yöntem, Almanya sınırlarını aşarak Fransız entelektüellerini de etkilemiştir. Bu yöntemi uyguladıkça artık kendisi dışında kalan her şey “onlar” etiketini alır ve tek var olanın kendisi olduğunu iddia eder. “Gerçek”i kendisinin doldurduğu boşluğa benzetmektedir; dolayısıyla Sartre’ın karakterleri gibi yalnızlığına mahkûm olduğunu kestirse de fenomenoloji aracılığıyla bir çıkış yolu bulmuş gibi görünmektedir: “Sonra, varoluşun önümüze getirdiği küçük şeyler karşısında da, büyük şeyler karşısında da pek fazla yere serilmemeyi öğrenmiştim.” (s.37) Karakterimiz aylaklığa devam ederken epistemoloji hakkında düşünmeye başlar. Bilim, teoloji, teknik alanlarının bilgi olmayıp sadece günlük hayatın devamlılığını sağlamada pratik araçlar olduğunu ve bilgi temelimizin bir hiçlik üzerinde kurulu olduğunu söyler. Bu durumda evrensel bir doğrudan veya ahlak anlayışından söz edilemez. Bunun farkına vardıktan sonra ölüm onu korkutmaya başlar. Sartre da Özgürlük Yolları’nda ölümü, yaşam çizgisinin yönü olarak tanımlar; yani yaşamak dediğimiz eylem aslında ne yaparsak yapalım ölüme gitgide yaklaşmaktır. Korku ve kaygılarını yenmek için kullandığı fenomenoloji, onu başladığı konuma getirmekle kalmamış, anlamsızlığı daha da körüklemiştir. Husserl’in bu yöntemi icat etmekteki amacı, bilimin veremediği kesin doğruları yeni bir felsefeyle arama ihtiyacıydı ama yazar burada fenomenolojinin 20. yüzyıldaki başarısızlığına vurgu yapar. İç sıkıntısı ve yalnızlıkla artık başa çıkacak tek yol uyumaktır. Uyku, aslında bir din tesellisi verir: uyandıktan sonra her şeyin değiştiğini görmek ama uyandığında karşısına dikilen acı gerçekleri her gün göreceğini anlaması uzun sürmez. Yoldan geçen insanlar artık farklı gezegenden gelmiş yaratıklar gibi görünmeye başlamıştır, onların çıkardığı sözcükler ise anlaşılmaz kuru gürültüdür. İnsanları sırf can sıkıntısını geçirmek için birer araç olarak görür ve iletişim kurma çabası içine girer ancak devrimin patlak vermesiyle sokaklar çatışma alanına döner ve evinden dışarı çıkamaz hale gelir. Sartre, varoluşun, özgürlüğün, umutların sonunu “yıkılış” olarak tanımlamıştı ve savaşı bir metafor olarak kullanmıştı. Yazarımız da benzer şekilde burada devrimi kullanır. Başkaldırmak ve direnmek, Sartre için özgürlük yoluyken bu kitapta yıkımdan başka bir şey getirmez. Evine kapanır, yatağını korunaklı bir yere taşır ve dışarıda çatışmalara da tıpkı insanlarla olan iletişiminin kesilmesi gibi kayıtsız kalır. Artık gürültü duymaz, kendi kafasında frekanslarını değiştirerek oluşturduğu bir melodi duyar, insan da yoktur, sadece kendisi vardır. Varoluş yadsınmıştır, varlık anlamını kaybetmiştir, özgürlük umutları ölmüştür. Ancak odasındaki dolabın içinden çıkan güçlü ışık, büyük ağaçlı yol ve gökyüzüne giden merdiven, hala uğrunda gitmeyi bekleyen aydınlık günler ve amaçlar olduğunu haber verir. Gerçi bu mecaz, karakterin sahiden inandığı bir umuda mı dönüşür yoksa dini bir ritüel mi olmuştur, bilinmez. Yine de uyandığında geri gelen karanlığın içinde, bir parça ışığın kaldığını söyler. “Bunu bir işaret saydım.” (Ozan K.)
Yalnız Adam PDF indirme linki var mı?
Eugene Ionesco - Yalnız Adam kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Yalnız Adam PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Eugene Ionesco Kimdir?
Eugène Ionesco (Rumence: Eugen Ionescu, d. 26 Kasım 1909 – ö. 28 Mart 1994), uyumsuz tiyatronun önde gelen yazarlarından biridir. Sıradan durumların ötesinde bireyin var oluşundaki anlamsızlığı kendine özgü bir dille anlatmaktadır.
Yaşam öyküsü
Resmi internet sitesine göre 1912, başka kaynaklara göre 1909 yılında Romanya'da doğan Ionesco'nun babası Rumen, annesi Fransız'dır. Çocukluğu Fransa'da geçen Ionesco anne ve babasının boşanmasının ardından 1925 yılında Romanya'ya döner. 1928 – 1933 yılları arasında Bükreş Üniversitesi'nde Fransız Edebiyatı okuyarak öğretmenlik sertifikası alan Ionesco, burada Emil Cioran ve Mircea Eliade ile tanışır.
1936 yılında Rodica Burileanu ile evlenerek sıradışı çocuk öykülerini ithaf ettiği bir kız babası olur. 1938 yılında doktora çalışmasını tamamlamak için ailesiyle birlikte Fransa'ya döner.II. Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle Marsilya'ya taşınan aile, Fransa'nın özgürlüğe kavuşmasından sonra 1944 yılında Paris'e yerleşir.
1967 yılında İsrail'e gider ve daha sonra öz yaşam öyküsünde yahudi kökenli olduğunu açıklar.
1970 yılında Fransa Akademisi üyeliğine seçilen Ionesco, (accession speech, Fransızca) birçok ödüle de layık görülmüştür. Bunlardan bazıları: Tours Festivali Film Ödülü, 1959; Prix Italia,1963; Society of Authors Theatre Prize, 1966; Grand Prix National for theatre, 1969; Monaco Grand Prix, 1969; Austrian State Prize for European Literature, 1970; Kudüs Ödülü, 1973; bunun yanında New York Üniversitesi ve Leuven (Belçika), Warwick (İngiltere), Tel Aviv (İsrail) üniversiteleri tarafından fahri doktora derecesine lâyık görülmüştür.
84 yaşında ölen Ionesco, Paris'teki Montparnasse Mezarlığı'na gömülmüştür.
Genellikle Fransızca yazmasına rağmen Romanya'nın en çok gurur duyduğu isimlerden biridir. Rumenlerin bu konudaki temel kırgınlığının, gerçek adı olan Eugen Ionescu yerine isminin Fransızca söylenişi olan Eugène Ionesco olarak tanınması olduğu bilinir.
Eugene Ionesco Kitapları - Eserleri
- Toplu Oyunları 4
- Toplu Oyunları 2
- Cehennem Günlüğü
- Beyaz ve Siyah
- Yalnız Adam
- Jack ya da Boyuneğme
- Günlük'ten
- Four Plays
- Toplu Oyunları 1
- Toplu Oyunları 3
- The Chairs
- Toplu Oyunları 5
- Notlar ve Karşı-Notlar
- Yeni Kiracı
Eugene Ionesco Alıntıları - Sözleri
- Dürtüleri ifade etmesi daha kolay. Elin düşünmesine müsaade etmek yeterli: Eğer insan bir şey düşünmezse, biçimler ve ifadeler meydana çıkar. Kendi başlarına. İnsanın düşündüğünü unutabilmesi için çizmeyi ya çok iyi bilmesi gerekir ya da hiç bilmemesi. Düşünce avı, biçim avı: Edebiyatta, düşünce avı; çizimde, biçim avı. (Beyaz ve Siyah)
- Ey dünya! En iyilerin en kötülerden bin beter olduğu anlamsız dünya! (Toplu Oyunları 1)
- "Ben, öncelikle hiçbir şey arzulamamayı arzuluyorum." (Yalnız Adam)
- Bir çeşit toplu tuzağa düşüyoruz. Tüm felsefeler, tüm bilimler gizin anahtarını veremediler bize. Götürüldük, koşullandırıldık, tasmalarından çekilen köpekler gibi sürüklendik. Binlerce yıldır aldatılıyor,yanıltılıyor insanlık... (Günlük'ten)
- Bizi evlerimize ve de yürek darlığımızın içine hapsetmek istiyorlar. (Toplu Oyunları 1)
- Neden çocuklara canavar-bebekler veriyoruz, bir zamanlar ne güzel, tatlı, temiz yüzlü bebekler veriyorduk onlara. Neden olduğunu anlamayı size bırakıyorum. (Beyaz ve Siyah)
- " JEAN: Hiçbir zaman hiçbir şeye yormuyorsunuz zaten kafanızı! BERENGER: Tamam, kabul. Başıboş bir gergedan, iyi bir şey değildir. " (Toplu Oyunları 4)
- O kadar sıkıldım ki, her şeyi söylemek istiyor muyum bilmiyorum, bir şey söylemek istiyor muyum, biraz mı söylemek istiyorum ya da hiçbir şey söylemek istemiyor muyum bilmiyorum. Fakat aslında her şey bir şey söyler. Ve eğer bir şey söylüyorsam da sorumluluğunu almak istemiyorum. Yine evet ve yine hayır. Bilmiyorum. (Beyaz ve Siyah)
- Salt haklılık diye bir şey yoktur. Haklı olan dünyadır, ne sen, ne de ben. (Toplu Oyunları 4)
- Bir olay gerçekleştiğinde, mutlaka bir gerçekleşme nedeni vardır. Bu nedeni görmek gerekir. (Toplu Oyunları 4)
- Beni tiyatroya, müzeye, bir kitapçının edebiyat raflarına yönlendiren merak bambaşka. Seveceğim ya da sevmeyeceğim birinin yüzünü ve kalbini görmek isterim. (Notlar ve Karşı-Notlar)
- Kendime diyorum ki var olmuş olduğumuza göre, artık var olmamazlık edemeyiz. (Beyaz ve Siyah)
- Mrs. Martin :Excuse me, Mr. Fire Chief, but I did not follow your story very well. At the end, when we got to the grandmother of the priest, I got mixed up. Mr. Smith : One always gets mixed up in the hands of a priest. (Four Plays)
- OLD MAN [to Belle]: Will you be my Isolde and let me be your Tristan? Beauty is more than skin deep, it's in the heart ... Do you understand? We could have had the pleasure of sharing, joy, beauty, eternity... an eternity... Why didn't we dare? We weren't brave enough ... Everything is lost, lost, lost. (The Chairs)
- Binlerce yıldır aldatılıyor , yanıltılıyor insanlık. (Günlük'ten)
- Herkes otoritesini kendini ilgilendiren yere soksun. (Jack ya da Boyuneğme)
- Nedir yaşam?Bana sorulabilir böyle.Benim için zaman değil yaşam bu geçip giden,bu elimizden kaçıp kurtulan,sezilir sezilmez bir hayalet gibi ortadan çekiliveren bu mevcudiyet değil.Benim için yaşamın şu an şu varolan karışma şu bütünlük şu canlılık olması gerekiyor. Öyle çok koştum ki arkasından yaşamını,yitirdim Eugéne Ionesco (Günlük'ten)
- ...hiçbir zaman olmayacak düşler kuruyorsunuz. Uyandığımızda yok olan düşler. Yaşamdan tat almasını bilmiyorsak ölelim bari. (Şu kahpe dünya oyunundan) (Toplu Oyunları 4)
- ..artık konuşamıyorlar, çünkü artık düşünemiyorlar, artık düşünemiyorlar, çünkü artık heyecanlanamıyorlar, tutkuları yok, var olmayı bilemiyorlar, herhangi birine, herhangi bir şeye 'dönüşebilirler', çünkü var olmadıkları için onlar zaten başkaları, kişisizlik dünyasındalar, birbirleriyle değiştirilebilirler... (Toplu Oyunları 2)
- " Uyamıyorum. Olmuyor, yaşama uyamıyorum... " (Toplu Oyunları 4)