diorex

Yatağına Kırgın Irmaklar - Ahmet Turan Alkan Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Yatağına Kırgın Irmaklar kimin eseri? Yatağına Kırgın Irmaklar kitabının yazarı kimdir? Yatağına Kırgın Irmaklar konusu ve anafikri nedir? Yatağına Kırgın Irmaklar kitabı ne anlatıyor? Yatağına Kırgın Irmaklar PDF indirme linki var mı? Yatağına Kırgın Irmaklar kitabının yazarı Ahmet Turan Alkan kimdir? İşte Yatağına Kırgın Irmaklar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 30.04.2022 23:00
Yatağına Kırgın Irmaklar - Ahmet Turan Alkan Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Ahmet Turan Alkan

Yayın Evi: Ötüken Neşriyat

İSBN: 9789754372410

Sayfa Sayısı: 304

Yatağına Kırgın Irmaklar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Niçin hep güzeldiler, trajediden drama, dramdan komediye, oradan yeniden trajediye doğru şimşek hızıyla geçişiveren o herc-ü merc günlerinde onları, başkalarının yazdığı sinsi ve hesabi bir senaryonun piyonları durumuna düşmekten kurtarıp son tahlilde kahramanlaştıran nasıl bir ruh kimyası olmalıydı ki daima güzel kalabildiler? Onlarda, yalan yere Şems'den müjdeli haber getiren şarlatanı bile bile ödüllendiren Mevlananın neş'esi hiç eksik olmadı; Hazret, "dosttan gelen yalan habere müjdelik verdim; doğru olsaydı canımı verirdim" demişti hani.

Ki canlarını bile verdiler.

Galiba hilkat, onların kumaşını bayrakların kumaşı ile birlikte dokumuş, hamurlarını Allah'a adanan kınalı kurbanlık koçların hamuru ile yoğurmuş, sütlerini haysiyet ve diğer kamlığın imbiğinden geçirmişti; onun için "maznun" iken de, "mahpus" iken de "mağdur" iken de hep güzel kaldılar: Edebiyatın, sanatın, estetiğin güzelliğinden söz etmiyorum; hani kıraç bozkırlarda ardını çok ama çok uzaklarda sislenmiş mor dağlara verip de Allah'dan gayrı kimseden nimet beklemeden kendi cürmünce yeşilin saltanatına itaat eden tek top ağaçların güzelliği vardır ya;

İşte öyle bir güzellik bu; fark edebilmek için biraz "yerli" olmak gerekir!

........

Yatağına Kırgın Irmaklar, yazarın lisanıyla muaşakasının parmaz izleri niyetine de okunabilir.

(Arka Kapak)

Yatağına Kırgın Irmaklar Alıntıları - Sözleri

  • Ve ben mekteplerinizde okudum Bir rivayete göre adam oldum Bir rivayete göre kayboldum
  • Sadri Bey'le (Alışık) Belgin hanım, Yeşilçam emekçilerinin Anadolu'daki sinema perdelerine öğrenilmemiş bir ustalıkla yapıştırıverdiği güzel insan sûretlerinin en manidar örnekleriydi.O pırıltılı illüzyon gösterisinin delikanlı ve genç kız çehrelerinden ancak pek azı vaktiyle çizdikleri beşeri imaja sadık kalabildiler.Cüneyt Arkın bir ticari buzdolabına tekme atarken hafızamızdaki Malkoçoğlu'nu da derinden yaraladı.Ekrem Bora ile Fikret Hakan ağız ağıza verip "Banker bilmemne" diye bağırmamalıydı."Vesikalı Yarim'in" yakışıklı manavı İzzet Günay saçlarına dökülen aklardan bu kadar nefret etmemeli, (çünkü Mithat Cemal Bey'in ada vapurunda Lüsyen Hanım'a hitaben verdiği ince cevabı tahattur etmelidir.Lüsyen Hanım, uzaklardan hayal meyal görünen Uludağ'ın tepesindeki karlara bakarak ve Mithat Cemal Bey'in erken ağarmış saçlarını ima ederek "Uludağ'ın başı ağarmış" dediğinde şair, "öyledir hanımefendi, mübarek yüksek yerlere vakitsiz düşer" dememişmiydi.) Sema Özcan bir çorap fabrikatörü ile yuva kurup sinemayı vaktinden önce terketmemeliydi.
  • Hüznü ve ızdırabı buruk bir tebessümle yıllarca aydınlık năsiyelerinde gezdiren o insanlar.Onların her şeye rağmen yeterince vasıf kazanamamalarının vebali kimin üstüne yazılmalı ; yabani ahlatın gölgesi bahçevanın fennine ve fendine galip gelmiştir ; onlar meziyetlerine olduğu kadar zaaflarını da sahiplenecek derecede bir nefis selametine vasıl olmuşlardır.Dehrin cilvesiyle dört bir tarafa savrulan o insanlar yıllar boyunca başının çaresine bakmayı bilmiş amelelikten müstahdemliğe, esnaflıktan bürokratlığa, öğretmenlikten sanatkarlığa kadar her şubede alnının akıyla kimselere yaslanmadan, ikbal ve iltimas beklemeden evine ekmek götürebilme saadetini yaşamıştır ; Onlar sadece Allah'a minnet eden bir nesildir
  • Olsa olsa yıldızlarını çoktan söndürmüş bir gecede, seher yelinin keskin dağ yamaçlarına haykırdığı bir bozlağı andırır bu hikaye.Sesi, geceyi, rüzgarı ve gökyüzünü yırtarak yayılan bir bozlak ; kelimelerini arayan bir çığlık, kadrajını bulamamış bir enerji fırtınası, henüz neyle ifade edileceği bilinmeyen bir halet. Onların hikayesi henüz bitmedi "Yağmur yağarken kimin ağladığı, kimin güldüğü belli olmaz" diyen Frenk haklı ; hükmü evvela tarihin vicdanı verecek, sonra da "Hesap günü" nün sahibi!
  • Dağlar gibi gençler âlemde perişan oldular (Ece Ayhan) Niçin hep güzeldiler ; trajediden drama, dramdan komediye, ordan yeniden trajediye doğru şimşek hızıyla geçişiveren o herc-ü merc günlerinde onları, başkalarının yazdığı sinsi ve hesabî bir senaryonun piyonları durumuna düşmekten kurtarıp son tahlilde kahramanlaştıran nasıl bir kimyası olmalıydı ki daima güzel kalabildiler? Onlarda, yalan yere Şems'den müjdeli haber getiren şarlatanı bile bile ödüllendiren Mevlana'nın neşesi hiç eksik olmadı; Hazret, "dosttan gelen yalan habere müjdelik verdim ; doğru olsaydı canımı verirdim" demişti hani. Ki canlarını bile verdiler. Galiba hilkat, onların kumaşını bayrakların kumaşıyla birlikte dokunmuş, hamurlarını Allah'a adanan kınalı kurbanlık koçların mayasıyla yoğurmuş, sütlerini haysiyet ve feragatın imbiğinden geçirmişti.; onun için maznun iken de, mahpus iken de, mağdur iken de hep güzel kaldılar.Edebiyatın, sanatın, estetiğin güzelliğinden söz etmiyorum ; hâni kıraç bozkılarda ardını çok ama çok uzaklarda sislenmiş mor dağlara verip de Allah'dan gayrı kimseden nimet beklemeden kendi cürmünce yeşilin saltanatına itaat eden tek top ağaçların güzelliği vardır ya ; İşte böyle bir güzelliktir bu ; farkedebilmek için biraz "insan" olmak gerekir
  • Onlar ki henüz şiire, romana, hikayeye, musikiye, resime, sinemaya, hasılı muhayyile sancısının o şahane dikkatine takılmadan gençliklerini tüketip sinn-i kemalin gıcırdayan basamaklarına terfi ettiler.Belî, artık genç değiller, kırışmış alın çizgileri, ağaran şakakları, dökülen saçları.Aslında hiç genç olmamışlardı, "gençlik" hallerinden ancak bir pir-i faniye yaraşan feragat ve istiğna hissiyle vazgeçmiş, taşıyabileceklerini bir an bile düşünmeksizin ellerini değil yüreklerini "taş" ın altına koymuşlardı. ; çoğu o yükün altında ezildi, coğu mecruh, coğu mahpus kaldı ama hiç mahkum olmadılar.Öğretilmemiş, tevarüs edilmiş bir asaletin emriyle, găhi keder, găhi sabır, găhi ecel şerbeti içtiler de bir dem olsun kan tükürmediler. MÜTHİŞ ÇOCUKLARDI BE! 103
  • Kul olan cihan beylerine eğmedi baş Başka sultanı-ı cihănız gör'e kimin kuluyuz Hayretî
  • Salavat getirsin cemalin gören Karacaoğlan
  • Gömmeden daha ölülerimizi Alnından öptük toprağı Ve ancak Bir savaş böyle kaybedilir B. Demirci
  • Dağlar gibi gençler âlemde perişan oldular (Ece Ayhan)

Yatağına Kırgın Irmaklar İncelemesi - Şahsi Yorumlar

“Ey bu devrin kara bahtlı, nice devrimlere uğramış gençleri; viraneye dönmüş bir savaş meydanının akşamında inleyerek yarasını sarmaya çalışan bir ‘kılıç artığı’ nesil olsanız da, Türkçenin son rönesansına tuğla taşımış bir yazarın eseriyle karşılaşırsanız önünde hürmetle eğilmeyi ihmal etmeyiniz” Böyle söylüyor kitabının bir paragrafında Ahmet Turan Alkan. Evet! Bende sevgili yazarın üslubunun ve dilinin önünde daha önce çok kere yaptığım gibi hürmetle eğiliyorum. Okuyun Ahmet Turan Alkan’ı… Okuyun ki; dünyadaki en büyük yalnızlığın iftar sofralarındaki yalnızlık olduğunu ruhunuzda hissedin. Okuyun ki, içi boşaltılıp tatile dönüştürülen dini bayramlar ile sıradan tatillere bayram sıfatı yakıştırmadaki çelişkiyi düşünün. Okuyun ki, edebiyat kitaplarımızda eski lisanın gülünçlüğü yönünde fikir telkin etmek için yazılan ve bugün okuduğumuzda bir şey anlamadığımıza utanmak yerine cahilliğimizle dalga geçtiğimiz Divan şiirini tanımaya çalışın. Okuyun ki, Türk musikisinin, türkülerin o eşsiz dünyasında seferler yapın. Okuyun ki, taşrada nice ümit ve fedakârlıklarla çıkarılan ve kısa sürede can veren matbuat aleminin çilekeş mahalli dergi ve gazetelerinin dramına hüzünlenin. Yani kısaca Ahmet Turan Alkan’ın o engin fikir dünyasında geçmişten günümüze doğru zaman zaman hüzünlü zaman zaman tebessümün hakim olduğu bir yolculuğa çıkın. (Gökhan Uzunoğlu)

Yatağına Kırgın Irmaklar PDF indirme linki var mı?

Ahmet Turan Alkan - Yatağına Kırgın Irmaklar kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Yatağına Kırgın Irmaklar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Ahmet Turan Alkan Kimdir?

Ahmet Turan Alkan, 1954 yılında Sivas’ta doğdu; İlk, orta ve lise eğitimi bu şehirde tamamladıktan sonra 1972 yılında A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi; bu fakültenin Siyaset ve İdare bölümünden 1977 yılında mezun oldu.

İlk köşe yazısını 1974 yılında, Sivas’ta çıkan mahalli Anadolu gazetesi’nde yayınladı. Sivas Ülkü Ocakları Derneği tarafından dört sayı yayınlanan “Pusat” isimli “bülten-dergi”ye emeği geçti; 1976-77 tarihleri arasında “Fedai” adlı haftalık dergiyi yönetti ve yayınladı.O yıllarda öğrenci olaylarının yoğunluğu sebebiyle fakülteye devamda zorluklarla karşılaşınca Sivas’ta yeniden yayınlanmaya başlayan “Hadiselerle Hakikat” gazetesi’nin yazı işleri müdürü olarak çalışmaya başladı; bu gazetede, sadece yazı işlerinde değil, bir gazetenin ve matbaanın gerektirdiği hemen her işte bilfiil tecrübe edindi. 1978 Yılında Ankara’da yayınlanan Hasret ve Genç Arkadaş dergilerine kısa süre katkıda bulundu.

Mezun olduktan sonra Sivas’a dönen yazar, Hakikat gazetesinde kadrolu fikir işçisi olarak iki yıl kadar çalıştıktan sonra 1980’de askerlik hizmeti için Tatvan’a gitti. 1982 başında askerliğini tamamlayarak Sivas’ta bir muhasebe bürosunda üç yıl çalıştıktan sonra 1985 yılında Cumhuriyet Üniversitesi’ne göreve başladı. Yüksek Lisans ve Doktorası’nın tamamlayarak İİBF Kamu Yönetimi bölümünee öğretim üyesi atandı.

1989 Yılında düzenli olarak başladığı yazarlık hayatı süresince muhtelif gazete ve dergilerde denemeleri yayınlandı; 19 basılı eseri bulunan yazar, halen Zaman Gazetesi’nde ve Aksiyon dergisinde yazı hayatına devam ediyor.

2008 yılında Cumhuriyet Üniversitesi’nden emekli olarak akademik kariyerini noktalayan Ahmet Turan Alkan, aynı yıl İstanbul Üsküdar semtine taşındı.

Ahmet Turan Alkan Kitapları - Eserleri

  • Altıncı Şehir
  • Üç Noktanın Söylediği
  • Yatağına Kırgın Irmaklar
  • Ateş Tecrübeleri
  • Kurşunkalem Yazıları
  • Biz Böyle Güzeliz
  • Gemilerde Talim Var
  • Yol Türküleri
  • Kalem İşleri
  • Neşeli Kitap
  • Meşk Olsun
  • Konuş Ki Görebileyim
  • İstiklal Mahkemeleri Ve Sivas'ta Şapka İnkılabı Duruşmaları
  • Tartışmacı Arkadaşlara Başarılar Dilerim
  • Hac Günlüğü
  • Ubeydullah Efendi`nin Amerika Hâtıraları
  • Ziya Nur
  • 2. Meşrutiyet Devrinde Ordu Ve Siyaset
  • Sıra Dışı Bir Jöntürk
  • Doğu ve Batı Karşısında Cemil Meriç
  • Sivas'ın Resmi

Ahmet Turan Alkan Alıntıları - Sözleri

  • Yol arkadaşı mühim : türkülerin sağanak olup içinizde fırtınalarla geçtiği demlerde refakatçinizin bir "tuzluk" ciddiyetiyle kollarını göğsünde kavuşturup tam bir münasebetsiz Mehmet Efendi soğukluğuyla "yahu bırak şu şarkıyı türküyü ciddi şeylerden bahsedelim" gibisinden âhenksizlikler etmesi dayanılır şey midir? Yol arkadaşınız icabında tek başına lastik değiştirip, elinde bidonla on kilometre ilerdeki benzinliğe piyadelik etmeye yüksünmeyecek derecede tekellüfsüz, lokantada hesabı ödemek uğruna sizinle boğazlaşmaktan çekinmeyecek kadar ağa tabiatlı ve ömründe hiç türkü söylememiş olsa bile gerektiğinde yüreğinin sesine rahat komutu verebilecek kertede ehli dil olmalı ki yolculuk "hiç bitmese" dedirtecek bir serüven güzelliğine bürünebilsin (Yol Türküleri)
  • Mesela son elli yıl içinde kaç hac ilahisi bestelenmiş, bu hususta kaç şiir, kaç seyehatname kaleme alınmıştır? Okumadığımız doğru ;lakin okunmaya seza kaç eser var bu konuda ; bir elin parmaklarını geçmez! Dini kültür ve edebiyatın nasıl bir kısır döngü içinde kaldığını buralarda farketmek doğrusu çok şaşırtıcı.Dinin kültüre akseden kısmını yeniden üretmek ve zenginleştirmek meselesinde hala ecdadın öğüttüğü ile iktifa ediyoruz.Hac çapında muazzam bir hadisenin sanatkarlara niçin taze ilhamlar vermediği tahkike değer bir sual! (Hac Günlüğü)
  • Herkesin bildiği gibi (radyonun) ipi(ni) televizyon denen gâvur icadı çekti. Cümleten büyülenmiştik. Eski radyoların üstündeki ince danteller, bir gün içinde televizyonun tepesine konduruldu ve radyolar kilere, çatı arasına, depoya ve hatta mahzene kaldırıldı. Neyse ki radyonun duyguları yoktu, bu ihanete dayanamazlardı zira. (Altıncı Şehir)
  • ‘’Türk’’ kelimesinin telaffuzundan bizler kadar heyecan duymayan, aksine köşelere itildiğini hisseden insanlara, ‘’yok, aslında sen farkında değilsin, bal gibi Türk’sün’’ nutkunu çekmekten artık vazgeçmiş görünüyoruz. Ama bu insanlara yeryüzünde huzur içinde yaşayabilecekleri tek coğrafyanın yine Türkiye olduğu gerçeğini yeterince anlatabildiğimiz inancında değilim. Türkiye, bu topraklar üzerinde yaşamaktan hoşnut olan ve Türkiye’ye ‘’vatanım’’ nazarıyla bakan herkesin vatanıdır ve öyle kalmalıdır. Bu gerçeği kabul etmek, hem asgarî, hem de azamî müşterektir. Müstakil devlet, federatif yapı, etnik siyasal parti gibi ‘’ekstra’’ talepler, bu itidal noktasından sonra artık sû-i niyet (kötü niyet) işareti sayılmalıdır. (Ateş Tecrübeleri)
  • Mescidler yayvan taş minâreli, oluklu kiremit çatılı, dışı tatlı kireç sıvalı kalın ahşap duvarlı tipik bir küçük mahalle mescidi; hâni o mahallenin nabzını tutan ve kalbgâhını teşkil eden mütevazı ama çok mühim "şehir" unsurlarından biri. Osmanlı Avrupasında İslâm'ın yayılmasını araştıran bir müellif de o kanaattedir; "Osmanlı Avrupası'nda İslâm'ın halk içinde nüfuz kazanmasının sebebi, âbidevî, yüksek, mutantan ve gösterişli büyük câmiler değil, mahalle aralarında her köşebaşına kolaylıkla inşâ ediliveren mütevazı, şirin ve herbiri İslâm'ın övdüğü ihlâs ve samimiyeti bünyesinde tecessüm ettiren küçük mescidler oldu." (Kalem İşleri)
  • Eski, "ölçülmüş, tartışılmış ve hakkında hüküm verilmiş" bir alandır. (Üç Noktanın Söylediği)
  • Belki işin bütün lezzeti de orada saklıdır; en güzel şeyler henüz yazılmamış, en sıcak çehrelerin resmi henüz çekilmemiş, en leziz hâtıralar henüz hâfızanın bulanık girdabından kurtulamamıştır. Neyse ki öyledir! (Altıncı Şehir)
  • Müslümanlar niçin böyle? diye düşündüğünüzde aklınıza gelen her sualin cevabı Haram avlularında ete kemiğe bürünmüştür. : Kavmiyetçilik zihniyetinin kaba ve örseleyici görüntüleri, başkalarının hukukuna riayetsizlik, cennete tek başına gitmek aceleciliği, toplu halde hareket etmek gerektiği zaman şahsi hürriyetlerden fedakarlıkta bulunmama dürtüsü, buna mukabil küçük topluluk dayanışmasının kazandırdığı geçici ve değersiz güven hissi vb.. İşte hepsi bir arada göründüğünde, " evet, şimdi anlıyorum" dedirtiyor insana. (Hac Günlüğü)
  • Arkadaşını köye gezmeye götüren Torunu aslen Laz olan ve o güne dek köy dışına pek çıkmamış olan ninesine küçük bir hatırlatmada bulunmuş - Nineciğim arkadaşım Laz değil Türktür haberin olsun Nine : olsun yavrum ne yapalım: o da bir insancuktur (Yol Türküleri)
  • Neredeyse bir ay süren uzun gözlemler neticesinde, mangal başında mukavva parçasıyla duman yelleyen bir insanımızın varoluşunun en yüksek felsefi noktasına çıktığını hayrete farketmiş bulunuyorum.Nirvana cinsinden bir vecd ve kemal hali bu.Ruhunun bütün fakülyeleriyle önündeki mangalın ateşine yoğunlaşarak ızgarada tavuk kanadı çevirip duran bir erkeğin vaziyeti onun tarih ve toplum içindeki misyonunu timsalleştiriyor gibidir sanki.Havada meşe kömürü isiyle karışık ağır bir et kokusu vardır sanki.Mangal taburesinde Rodin'in 'Düşünen Adam"heykelini andıran bir vakarla oturan adam, sol eliyle ateşi yelpazeleyip sağ elindeki maşayla köfteyi vs. bir ustalıkla çevirip, uygun gördüğü zamanlarda "mangalcı hakkından" bilistifade en nefis parçaları atıştırırken bana hep, bir torba dolusu yetim çocukla bir başına kalmış fedakar ve genç bir dul annenin, evlatlarının üzerine kanat germiş esirgeyici halini hatırlatmaktadır (Biz Böyle Güzeliz)
  • Olsa olsa yıldızlarını çoktan söndürmüş bir gecede, seher yelinin keskin dağ yamaçlarına haykırdığı bir bozlağı andırır bu hikaye.Sesi, geceyi, rüzgarı ve gökyüzünü yırtarak yayılan bir bozlak ; kelimelerini arayan bir çığlık, kadrajını bulamamış bir enerji fırtınası, henüz neyle ifade edileceği bilinmeyen bir halet. Onların hikayesi henüz bitmedi "Yağmur yağarken kimin ağladığı, kimin güldüğü belli olmaz" diyen Frenk haklı ; hükmü evvela tarihin vicdanı verecek, sonra da "Hesap günü" nün sahibi! (Yatağına Kırgın Irmaklar)
  • Üniversite ve Adliye bir memlekette bizzat "hakikat" in tecelli merciidir diyebiliriz.Hakikat ve adalet hissi zayıflatılırsa onun üstünde bina durmaz.Dünya edebiyatının bütün "siyasetname" leri aynı nükteyi tekrarlıyor. (Tartışmacı Arkadaşlara Başarılar Dilerim)
  • Ermeniler ve Rumlar eskiden bizim için "öteki," diye tabir edilen farklı unsurların yakın, munis ve komşu numuneleri idi.1. Cihan Harbi bu milli unsurlara hitaben 'evli evine köylü köyüne' çağrısında bulunan bir kabalığın eaeriydi.Batılılılar hastalanınca bizim gibiler de onların ilaçlarını içmek zorunda kaldılar.Harbi başlatırken bize sormak gereğini hissetmediler, hatta harbe iştirak etme konusunda bile fikrimizi almak luzümunu hissetmediler, böylece sürüklendiğimiz bir melhame-i kübra da kazanma ihtimalimiz yoktu.İlk kim başlattı sualinin çengeline takılmadan söylemek lazım gelirse neticede siz memleketinizden oldunuz, biz komşularımızdan.Kötü oldu Sebuh usta. (Meşk Olsun)
  • Keşke tarih literatürümüzde, seviyeli polemiklere daha sıkça rastlayabilseydik. Keşke, daha anlayıcı ve yapıcı bir dikkatle tenkide eyle bilsek ve tenkide tahammül edebilseydik. Sade tarihte değil, hayatın her yönünde tenkidi ya hasımlık ya da takdirkârlık olarak algılamamız; Şerif Mardin'in tespiti ile felsefeye ihtiyaç duymadan geçirdiğimiz uzun yılların tortusuzluğu mudur? Keşke tarih eğitiminde tarih usulü ve tarih felsefesine bugün olduğundan daha ziyade ağırlık verebilseydik. Keşke öğrencilerimizi, büyük tarihçilerin eserleriyle daha sıkça ve daha elverişli şartlarda yüz yüze getirebilseydik. Keşke tarih bizim için bir hesaplaşma ve inanç alanı olmasaydı. (Ateş Tecrübeleri)
  • Sakarya nehri kıyılarında cereyan eden 22 günlük cephe harbinden sonra (23 Ağustos-13 Eylül 1921), Yunan ordusunun artık taarruzî bir harekât yapamayacağı açıkça belli olmuş ve bu durum, cephe gerisinde asayiş ve düzenin yeniden kurulmasını oldukça kolaylaştırmıştı. (İstiklal Mahkemeleri Ve Sivas'ta Şapka İnkılabı Duruşmaları)
  • İşte onun içindir ki, bu kabil pop gevezeliklerini, dinleyende hiçbir kültür birikimi talep etmeyen gelgeç yarışmaları ciddiye almıyoruz efendim. Zor beğeniyoruz, takdirimizi zabtedemeyecek derecede sanatını iyi icra eden bir genç musikişinas için bile alkışlarımızı kalbimize gömüp "eh fena değil işte ; istidat var bu çocukta" diyoruz.Birilerine değer atfederken mihenk taşı olarak kendi klasiklerimize müracaat ediyoruz.Göz göre göre patlamış mısırı fıstıklı baklavaya, ayçiçeği çekirdeğini badem ezmesine, hamburgeri kuzu kapamaya tercih etmiyoruz; ele geçmez ise de hatırası ile telezzüz ediyoruz (Biz Böyle Güzeliz)
  • Kul olan cihan beylerine eğmedi baş Başka sultanı-ı cihănız gör'e kimin kuluyuz Hayretî (Yatağına Kırgın Irmaklar)
  • Anlamıyor musunuz; insanla insan arsındaki mesafe göz menzili, insanla kelime arasındaki mesafe söz menziliydi. (Üç Noktanın Söylediği)
  • Onlar ki henüz şiire, romana, hikayeye, musikiye, resime, sinemaya, hasılı muhayyile sancısının o şahane dikkatine takılmadan gençliklerini tüketip sinn-i kemalin gıcırdayan basamaklarına terfi ettiler.Belî, artık genç değiller, kırışmış alın çizgileri, ağaran şakakları, dökülen saçları.Aslında hiç genç olmamışlardı, "gençlik" hallerinden ancak bir pir-i faniye yaraşan feragat ve istiğna hissiyle vazgeçmiş, taşıyabileceklerini bir an bile düşünmeksizin ellerini değil yüreklerini "taş" ın altına koymuşlardı. ; çoğu o yükün altında ezildi, coğu mecruh, coğu mahpus kaldı ama hiç mahkum olmadılar.Öğretilmemiş, tevarüs edilmiş bir asaletin emriyle, găhi keder, găhi sabır, găhi ecel şerbeti içtiler de bir dem olsun kan tükürmediler. MÜTHİŞ ÇOCUKLARDI BE! 103 (Yatağına Kırgın Irmaklar)
  • Benim maarif hususundaki fikrim hiç kimseye benzemez. Ben bir memlekette tamim-i maarif, maarif nezareti olmamakla olur fikrindeyim. Çünkü maarif ekmek peynir gibi havayic-i zaruriyedendir. Hiçbir yerde ekmek nezareti var mı? (Ubeydullah Efendi`nin Amerika Hâtıraları)

Yorum Yaz