Yaz Yağmuru - Ahmet Hamdi Tanpınar Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Yaz Yağmuru kimin eseri? Yaz Yağmuru kitabının yazarı kimdir? Yaz Yağmuru konusu ve anafikri nedir? Yaz Yağmuru kitabı ne anlatıyor? Yaz Yağmuru kitabının yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar kimdir? İşte Yaz Yağmuru kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Ahmet Hamdi Tanpınar
Yayın Evi: Büyük Kitaplık Yayınları
İSBN: ---
Sayfa Sayısı: 172
Yaz Yağmuru Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Yaz Yağmuru Alıntıları - Sözleri
- gelmeyeceğine emindi. O geçici bir yaz yağmuru, bir aydınlık fırtınası idi.
- Onu beklemiyordu, gelmeyeceğine emindi. O geçici bir yaz yağmuru, bir aydınlık fırtınası idi. O kadar.
- " Değiştim, dedi, ben artık değiştim. Teslim oluyorum. Anladin mı? Teslim oluyorum. Siz daima haklısınız. Ama sade bu işte değil, öbürlerinde de, bütün meselelerde, hepsinde. Ben teslim oluyorum." (Teslim öyküsünden )
- Neden her şeyi bir azap yapıyorum kendime
- Tahterevalli gibi sallanıyorum
- Dünyanın belki en iyi kalpli insanları. Ama ne yaparsın ki hepsi dertli. Kendi dertleri değil! Başkalarının derdi. Etraflarındaki hiçbir şeyi unutmuyorlar. İşinden haksız yere çıkarılan vatman, tamir edilmediği için yıkılan ev, çocuğuna iyi bakmadığı için ölümüne sebep olan komşu kadın, ayna taşı çalınan çeşme… Hepsini biliyorlar. Hepsini hatırlıyorlar ve birbirlerine hatırlatıyorlar. Biri öbürünü tamamlıyor, tamamlarken bir başkasını hatırlıyor. Tam gayri memnun denen şeyin kendisi. Faciadan başka şeyden hoşlanmıyorlar. Öyle ki, kendi hayatları yok artık. “Nasılsınız?” der demez, zincir başlıyor.
Yaz Yağmuru İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Yaz Yağmuru, Teslim, Acıbadem'deki Köşk, Rüyalar, Adem'le Havva, Bir Tren Yolculuğu, Yaz Gecesi hikâyelerinden oluşan bir eser. Tanpınar'ın romanlardaki etkisini kısa kısa öykülerinde görüyoruz. Yaz Yağmuru konu itibariyle Huzur'dan bir parça gibi duruyor. Zaman ve rüya kavramları üzerine vurgu yapılmış. Özellikle rüya Tanpınar hikâyelerinde çok önemli bir yere sahip. Sanatlı dil, zengin kelime hazinesi, ilmek ilmek işlenen dil de Tanpınar'ın ustalığı diyelim. Olaylar İstanbul'da geçiyor. Mekân çoğunlukla Boğaz'a nazır evlerden oluşuyor. (Mutlu Özçelik)
1955 yılındayız. Ülkede Köy Enstitüleri kapanmış, Demokrat Parti iktidara gelmiş, gayrimüslimlere karşı 6-7 Eylül olayları yaşanmıştır. Edebiyat da hareketlidir. Sait Faik öyküde yeni bir kapı açmakta, şiirde İkinci Yeni doğmaktadır. “Yeni İstanbul” dergisinde 13 Haziran 1955-3 Temmuz 1955 yılları arasında tefrika edilen “Yaz Yağmuru” hikâyesi, 1944 yazını anlatır. Tanpınar’ın yaşadığı ve ürettiği dönemde İstanbul büyük badireler atlatmış, eski ihtişamını her anlamda kaybetmiş, hele bugünden geriye doğru baktığımızda resmen tenha bir şehirdir. Tanpınar, 1950’lerde başlayıp bugüne dek devam eden iç göçün ancak ilk yıllarına tanıklık eder. Ki bu yıllar yazarın artık yurt dışı seyahatlerine çıkmaya başladığı, ömrü boyunca beslendiği bir kaynağı nihayet kendi gözleri ile görüp değerlendirebildiği yıllardır. İstanbul ise hepten içselleştirdiği bir olgudur. Kendi hayatını yaşayarak kendi dönüşümlerini geçirmekte olan mevcut İstanbul değil, hayalinde yaşattığı ve kadın karakterlerinin üzerinden yeniden üretmeyi denediği şehir, onun İstanbul’udur. Bu hikâyesinde de mekân İstanbul’dur. Handan İnci, Tanpınar için şu sözleri söyler: “Tanpınar’ın “özel” olması için sadece İstanbul sevgisi bile yeterlidir.”. Hikâyenin başında henüz adını bilmediğimiz bu kadından yazar, genç kadın / kadın / suçüstü yakalanmış çocukların şaşkınlığı / gözlerinin çok tatlı, derin bakışı olmasaydı küçük bir kukla denebilirdi / belki de ona rüya hali veren şey bu beyazlık ve bu düzgünlüktü / çayı çocuk gibi sevine sevine içiyordu / yirmi yedi, yirmi sekiz yaşlarında olması lazım fakat on sekizinde de olabilir, hatta on beşinde bile / inanılmayacak derecede genç kız hatta küçük çocuk kalmış bir tarafı vardı / biraz da cins hayvan/ yağmurun altında geceden kalmış bir rüya / kukla / devamlı başka biri olan biri / güzel mahlûk / Yaz Yağmuru / uçurtma / Sabri’nin arkadaşı / ana tanrıça / deli / haz kaynağı / çocuk tabiatlı / hem maddesi hem kendisi olan koskoca insan / hayal / ipi kopmuş uçurtma gibi nitelendirmelerle sunar bize. (Gençalp, B. 2015) Bu nitelendirmelerin dışında Tanpınar’da sevilen kadınlar hep ışıkla, ışıltıyla, aydınlıkla, parıltıyla tarif edilir. Sabri genç kadını “büyük, temiz işlenmiş, güzel, eski bir lambaya benzetir. Kadının ismini hikâyenin sonlarına doğru bir sır gibi öğreniyoruz. Oysaki hikâyedeki herkesin isminden bahsedilmişti. Hacce Seher, Ayşe Hanım, Hacivat ve Karagöz, Sabri… Tanpınar için kadın, insan olmayacak kadar tapılası bir varlık. Olağanüstü ve haz ögesidir. Erkekler ise bu güzel kadınların aşklarını kazanarak var olmaya onlardan beslenmeye çalışır. Ama kadınların güzel, bakımlı olmaktan daha öte kültürlü ev entelektüel yanları ile derin bir anlamı vardır. Yazar, annesini erken yaşta kaybedişini bu kadınlar uğruna akıtılan gözyaşlarına gizlemiş olabilir. Geçmiş özlemi, anne özlemi olarak yorumlanırken, ona ulaşamamanın verdiği acıyla kadınlara büyüklük ve yücelik atfetmiş bir yazarla karşı karşıya kalırız. Birden ortaya çıkışı, güvenilmezliği, beklenmedik zamanlarda gelişi ile kadın, Sabri’de bir huzursuzluk yaratır ama bu huzursuzluk onu rahatsız etmez çünkü bu kadının gizemini merak etmektedir. Kadın başlı başına bir gerilim unsurudur. Sabri’nin evli oluşu hatta çocuklarının oluşu ilk engel unsurudur. Kadın eve ilk girdiğinde yağmurdan ıslanan giysilerini çıkarması ve kadına eşinin elbiselerini giyebileceğini söylemesi aslında Sabri’nin bilinçli bir şekilde yaptığı harekettir. Gerilimi aza indirebilmek için araya bir engelleyici unsur koymak ister. Kadın, eşinin elbiselerini giydiğinde aslına eşini hatırlar ve böylece yanlış bir durum ortaya çıkmaz. Engelleyici unsurlar hikâyede devam edecektir. Bir sonraki engelleyici unsur ise müziktir. Yağmur yağıyor, dışarıya çıkılamıyor, eş ve çocuklar başka yerde. Fiziksel temas için aslında ne kadar da uygun bir ortamdır. Yağmurun o güzel yağışı ile açılan müziğin etkisiyle Sabri ve kadın el ele tutuşur. Sabri kadının elini öper bile. Tam o sırada müzik de bitmiştir. Kadın müziğin bitişiyle birden yerinden kalkar ve “Durun, kendimizi zorla büyülüyoruz.” der. Ortamı değiştirip mutfağa giderler. O anda zil çalar. Gelen evin yardımcısı Ayşe Hanım’dır. Arzuları yine yarım kalmıştır. Aslında ikisinin hevesi de kaçmıştır. Hatta Sabri içten içe kadının gitmesini böylece o uzaktayken onu daha iyi düşünebileceğini söyler .“Gitse, uzaklaşsa o zaman onu daha iyi düşüneceğim ve onunla daha iyi anlaşacağım.” Zaten yağmur da bitmiştir. Kadın gitmek ister. Kadın ikinci gelişinde o günün kendi günü olduğunu ve özgür ve ne isterse onu yapacağını söyler. Bu yüzden gizli engelleyici unsurdan çıkmak ister. Yani evden dışarı çıkmayı, plaja gitmeyi teklif eder. Arzu oyunu tekrar başlar. Sabri eşinden gelen mektubu açmak istemez sadece biraz göz gezdirdikten sonra mektubu bırakır ve evden çıkarlar. Sanki bu ev onları birleştirmeye izin vermiyormuş gibi gizil bir güce sahiptir. Kapıdan dışarıya adım attıkları an, kadın Sabri’nin koluna girer. Aynı anda birçok duygu ile mücadele eder: korku, kaçmak isteği, şefkat, sevgi, hayranlık, merak… Kadın ona iyice sokulur. O anda Sabri’nin aklına eşinin mektubu gelir. Okumadığı için vicdan azabı duyar. Uzaklara dalar. İkisi birlikte olur ve Sabri boşluğa düşer. Ve şu sözleri söyler: “Bütün bunlar buna, bu yabancılığa varmak için miydi?” Buradaki arzu cinsellik olsaydı Sabri’nin arzusu burada biterdi lakin cinsellikten daha öte bir durum vardır. Bu durum gizemdir. Sabri kadının gizemini çözmek ister. Denizden sonra eve dönerler ve Sabri bulmacayı yavaş yavaş çözmektedir ve kadının ilk gün neden buraya geldiğini bilmektedir. Bu evde önceden kadın ve ailesi yaşamaktaydı. Evde çıkan yangından sonra taşınmış ve yıllar sonra burayı ziyaret etmek istemişti kadın. Sabri’ye büyün hikâyesini o gün anlatır ve bir daha görüşmeyeceklerini ima ederek gitmek ister. “Arzu işte burada bitmişti. Çünkü Sabri’nin arzusu kadının bedeni değil, gizemidir. Ondaki arzu, Freudyen cinsel arzu değil, romantik “bilme” arzusudur. Kadının sırrı çözülmüş, aradaki mesafe tamamen kapanmış ve arzu tatmin edilmiş, tükenmiştir. Ertesi gün için ilk iş olarak, eşinin ve çocuklarının yanına, Antalya’ya dönme kararı alır.” (Depe, D. 2018: 382) Sonuç Bu ev onları hem buluşturmuş hem ayırmıştı. Çünkü ev, Sabri için evliliğini sürdürdüğü yuva, Fatma içinse tüm bir aile tarihinin, unutulmayanların, acı verenlerin, hayal kırıklıklarının, kendi olamamanın mekânıdır. Belki de Fatma kimlik inşası için eve geri dönmek istemişti. Çünkü onun bu dünyadaki hacmi intihar eden teyzesinin yeri kadardı. Tek bildiği çıkar yolu, kendini gerçekleştirmenin varoluşun yolu bu eve dönmekti. Aslında kendinden kaçmak değil, toplumun ona yüklediği bu baskıyı ve rolü üzerinden atmaya çalışmaktadır. Artık bu evde başka biri yaşamaktadır. Bu ev Sabri’nin evidir. Sabri ve Fatma’yı birbirine denk bir duruma sokan bir unsur da ikisinin de “başkalarının yaşadığı şeylerle zengin” olmasıdır. Sabri kendi durumunun da farkındadır. Hikâye Sabri’yi özetleyen o cümle ile son bulur: “Hayatına bütün müdahalesi kendi kendisini göz hapsine almaktan ileri gitmiyordu”. Onun kahramanlarının peşinde koştuğu arzu her ne kadar cinsel arzu gibi görünse de aslında daha derinde yatan bir bilme arzusu saklıdır ve buda romantik edebiyatın Tanpınar metinlerine bir etkisidir Korku, insan doğasını açığa çıkaran ama aynı zamanda haz veren bir delil konumundadır. Öyleyse engelleyicilerin varlık sebebi her durumda insandaki bilmek ihtiyacını tahrik ve tatmin için yeni alanlar açmaktır. (nihal)
Kitabın Yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar Kimdir?
Ahmet Hamdi Tanpınar (d. 23 Haziran 1901; İstanbul) – (ö. 24 Ocak 1962, İstanbul), Türk romancı, öykücü , şair, öğretmen, çevirmen, edebiyat tarihçisi, siyasetçi.
Cumhuriyet neslinin ilk öğretmenlerinden olan Ahmet Hamdi Tanpınar; "Bursa'da Zaman" şiiri ile geniş bir okuyucu kitlesi tarafından tanınmış bir şairdir. Şiir, hikâye, roman, deneme, makale, edebiyat tarihi gibi birçok alanda eser veren sanatçının başlıca eserleri Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanları, Beş Şehir adlı şehir monogrofisidir.
Bir bilim adamı olarak “XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eseriyle edebiyat tarihçiliğine yeni bir görüş ve bakış açısı getirmiştir.
TBMM VII. dönem Maraş milletvekilidir.
Yaşamı
23 Haziran 1901'de İstanbul'da Şehzadebaşı’nda doğdu. Babası Gürcü asıllı Hüseyin Fikri Efendi, annesi Nesime Bahriye Hanım’dır. Tanpınar, ailenin üç çocuğundan en küçüğüdür. Çocukluğu, kadı olan babasının görev yaptığı Ergani, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya’da geçti. Annesini Kerkük’ten yaptıkları bir yolculuk sırasında 1915’te tifüsten kaybetti. Lise öğrenimini Antalya’da tamamladıktan sonra yükseköğrenim için İstanbul’a gitti.
Halkalı Ziraat Mektebi'nde bir yıl yatılı olarak okuduktan sonra 1919 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne girdi. Yahya Kemal’in öğrencisi oldu. Yahya Kemal onun şiir zevkinin, millet ve tarih hakkında görüşlerinin oluşmasında önemli rol oynadı. Celâl Sahir Erozan’ın bir şiir ve hikâye toplamı şeklinde yayımladığı seriden “Altıncı Kitap”’daki “Musul Akşamları”, yayımladığı ilk şiir oldu (Temmuz 1920)[6] Yahya Kemal’in çıkardığı Dergâh’ta 1921-1923 arasında 11 şiiri yayımlandı. 1923 yılında Şeyhî’nin Hüsrev ü Şirin adlı mesnevisi üzerine yazdığı lisans teziyle Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu.
1923’te Erzurum Lisesi’nde edebiyat öğretmenliğine başlayan Ahmet Hamdi 1925’te Konya Lisesi’ne, 1927’de Ankara Erkek Lisesi’ne tayin oldu. Konya’da iken bir Mevlevi ayininde Itrî’nin bir eserini dinleyerek Klasik Türk Müziği ile tanıştı. 1930-1932 arasında Gazi Terbiye Enstitüsü’nde edebiyat öğretmenliği yaptı; bir yandan da Ankara Kız ve Erkek Liselerinde ders vermeye devam etti. Gazi Terbiye Enstitüsü’nün bünyesindeki Musiki Mualli Mektebi, onun klasik batı müziği ile tanışmasını sağladı.
Bu dönemde yeniden şiir yayımlamaya başladı. 1926’da Millî Mecmua’da yayımlanan “Ölü” şiirinden sonra 1927 ve 1928 yıllarında (“Leylâ” şiiri hariç) hepsi Hayat dergisinde olmak üzere toplam yedi şiir yayımladı. İlk yazısı ise 20 Aralık 1928’de yine Hayat dergisinde çıktı.
Şiir dışında ikinci bir çalışma alanı olarak çeviriye başlayan Ahmet Hamdi’nin 1929 yılında biri E.T.A. Hoffmann’dan (“Kremon Kemanı”), diğeri iseAnatole France’tan (“Kaz Ayaklı Kraliçe Kebapçısı”) olmak üzere iki çevirisi yine aynı dergide yayımlandı.
1930 yılında Ankara’da toplanan Türkçe ve Edebiyat Muallimleri Kongresi’nde, Osmanlı edebiyatının tedrisattan kaldırılması ve okullarda edebiyat tarihinin, Tanzimat’ı başlangıç kabul ederek okutulması gerektiğini söyleyen Tanpınar, kongrede önemli tartışmaların doğmasına sebep oldu. Aynı yıl Ahmet Kutsi Tecer ile beraber Ankara’da Görüş dergisini çıkarmaya başladı.
1932 yılında Kadıköy Lisesi’ne atanması üzerine İstanbul’a döndü. Ahmet Haşim’in ölümü üzerine 1933’te Sanayi-i Nefise’de sanat tarihi öğretmeni olarak görevlendirildi. 1934’te Akademi’nin Estetik ve Mitoloji derslerine de girmeye başladı. Yahya Kemal’in İspanya’daki büyükelçilik görevinden döndüğü 1934 yılında Yahya Kemal üzerine iki yazı yayımladı. Artık dikkatini Türk edebiyatı üzerine yoğunlaştıran Ahmet Hamdi, 1936 yılında Tangazetesinde “Son Yirmi Beş Senenin Mısraları” adı altında beş yazılık bir deneme serisi yayımlamıştır.
Aynı yıl ilk hikâyesi “Geçmiş Zaman Elbiseleri”ni tefrika etmeye başladı; ancak bu tefrika 1939 yılında Oluş dergisinde tamamlanabilecektir. 1937 yılında Tevfik Fikret hakkındaki antolojisi Tanpınar’ın yayımlanan ilk kitabıdır. Aynı yıl Abdülhak Hamit Tarhan üzerine de bir yazısı yayımlanmıştır.
Tanzimat’ın 100. yıldönümü dolayısıyla 1939’da eğitim bakanı Hasan Âli Yücel’in emriyle Edebiyat Fakültesi bünyesinde kurulan 19. Asır Türk Edebiyatı kürsüsüne, doktorası olmadığı hâlde, Yeni Türk Edebiyatı profesörü olarak atandı ve Tazimat’tan sonraki Türk edebiyatının tarihini yazmakla görevlendirildi. Hazırladığı edebiyat tarihinin de etkisiyle 1940’lı yıllarda yazı faaliyetleri yeni Türk edebiyatı etrafında şekillendirdi. Kitap tanıtım yazıları ve İslam Ansiklopedisi’ne maddeler yazdı. 1940 yılında 39 yaşındayken Kırklareli'nde topçu teğmeni olarak askerliğini yaptı.
En tanınmış şiiri olan “Bursa’da Zaman”ın ilk hâli “Bursa’da Hülya Saatleri” adıyla 1941’deÜlkü mecmuasında yayımlandı. İkinci kitabı olan “Namık Kemal Antolojisi”ni 1942 yılında yayımladı.
1942’deki ara seçimlerde Maraş milletvekili seçilen Tanpınar, 1946 seçimlerine kadar milletvekilliği yaptı. 1943’te öykülerini içeren “Abdullah Efendinin Rüyaları”’nı yayımladı. Bu, onun basılı ilk edebiyat yapıtıdır. Aynı yıl “Yağmur”, “Güller ve Kadehler” ve “Raks” gibi ünlü şiirleri yayımlandı; “Bursa’da Hülya Saatleri” şiiri, “Bursa’da Zaman” adıyla tekrar basıldı.
İlk romanı Mahur Beste 1944’te Ülkü dergisinde tefrika edildi. Tanpınar’ın önemli çalışması Beş Şehir, 1946’da kitaplaştı.
1946 seçimlerinde parti tarafından tekrar milletvekilliğine aday gösterilmeyince bir süre Millî Eğitim Bakanlığı’nda orta öğretim müfettişliği yapan Tanpınar, iki yıl sonra Güzel Sanatlar Akademisi Estetik hocalığına, ardından Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ndeki görevine döndü.
Huzur romanı 1948’de Cumhuriyet'te tefrika edildikten sonra büyük değişikliklerle kitap haline getirilip 1949’da yayımlandı. Aynı yıl Milli Eğitim BakanıHasan Ali Yücel’in ısmarladığı XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserinin 600 sayfalık ilk cildini yayımladı. İki cilt olarak tasarladığı bu eserin ikinci cildi yarım kalmıştır. Sahnenin Dışındakiler adlı romanı 1950’de Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edildi.
1953’te Edebiyat Fakültesi, Tanpınar’ı altı aylığına Avrupa’ya gönderdi. 1954 yılında Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanının Yeni İstanbul gazetesinde tefrikası yapıldı; 1955 yılında ise ikinci hikâye kitabı olan Yaz Yağmuru yayımlandı. 1957 ve 1958 yıllarında Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazılarına ağırlık verdi. 1959’da edebiyat tarihinin ikinci cildi için kaynak toplamak üzere Rockefeller bursuyla bir yıllığına yeniden Avrupa’ya gitti.
Sağlığında yayımladığı 74 şiirinden ancak otuz yedisi ile, tek şiir kitabını çıkardı: Şiirler (1961; Bütün Şiirleri adıyla genişletilmiş olarak 1976). Aynı Yıl Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitaplaştı.
24 Ocak 1962 günü geçirdiği kalp spazmı sonucu hayatını kaybetti. Cenazesi Aşiyan Mezarlığında Yahya Kemal'e yakın bir yere defnedilmiştir.
Mezartaşı üzerinde çok bilinen "Ne İçindeyim Zamanın" şiirinin ilk iki mısrası yazılmıştır:
"Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında".
Ölümünden sonra
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sağlığında yayımlatamadığı birçok çalışması ölümünü takip eden yıllarda teker teker yayımlanmıştır.[6] Enis Batur 1992 yılında "Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Seçmeler" adlı bir kitap hazırladı. 1998 yılında da Canan Yücel Eronat tarafından hazırlanan “Tanpınar’dan Hasan Âli Yücel’e Mektuplar” kitaplaştı.
Tanpınar’ın önceki kitaplara girmemiş yazıları ve söyleşileri ise "Mücevherlerin Sırrı" adlı altında toplanarak yayımlandı. Tanpınar'ın 1953 yılında yazmaya başladığı ve 1962 yılında vefatına kadar tuttuğu notlar 2007 yılının sonunda "Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa" adıyla kitaplaştı.
Ahmet Hamdi Tanpınar Kitapları - Eserleri
- Saatleri Ayarlama Enstitüsü
- Huzur
- Beş Şehir
- Mahur Beste
- Bütün Şiirleri
- Sahnenin Dışındakiler
- Hikayeler
- Aydaki Kadın
- On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi
- Suat’ın Mektubu
- Yaşadığım Gibi
- Yaz Yağmuru
- Yahya Kemal
- Edebiyat Üzerine Makaleler
- Abdullah Efendinin Rüyaları
- Hep Aynı Boşluk
- Edebiyat Dersleri
- Hüsrev ü Şirin
- Mücevherlerin Sırrı
- Sahnenin Dışındakiler
- Tanpınar'dan Hasan Ali Yücel'e Mektuplar
- İki Ateş Arasında
- Mahur Beste (7. Basım)
- Yaz Gecesi
- Tanpınar Zamanı Son Bakışlar
- Tevfik Fikret
Ahmet Hamdi Tanpınar Alıntıları - Sözleri
- Kitaptan niçin korkarlar? Bunu bir türlü anlayamadım. Kitaptan korkmak, insan düşüncesinden korkmak, insanı kabul etmemektir. Kitaptan korkan adam, insanı mesuliyet hissinden mahrum ediyor demektir. "Bırak, senin yerine ben düşünüyorum!" demekle, "Falan kitabı okuma!" demek arasında hiç bir fark yoktur. İnsanoğlu her şeyden evvel mesuliyet hissidir ve bilhassa fikirlerin mesuliyetidir. Ondan mahrum edilen insan, kendiliğinden bir paçavra hâline düşer. (Yaşadığım Gibi)
- "Yalnız sevgidir ki, hayat gibi sonsuz ve aydınlık devam eder. Sevginin ufku daima açıktır, daima ileriye bakar." (Hep Aynı Boşluk)
- Henüz ne yapacağını pek iyi bilmeyen, kudretleriyle ihtilaflarının arasındaki nispeti ölçme fırsatını bulamamış, kendi dünyasını başkalarında arayan. (Yahya Kemal)
- "... Her insanoğlu, kendi içinde bir mücadeledir..." (Edebiyat Üzerine Makaleler)
- Sen seni bil sen seni! (Beş Şehir)
- Eski şairlerimizin aşk için, insan tabiatı için yazdıkları şeyler kendi kalplerini ve hayatlarını nasıl iyiden iyiye yokladıklarını gösterir. (On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi)
- "Çünkü İstanbul 'da her saat bir sanat eseri gibi güzeldir." (Yaşadığım Gibi)
- Mektup da insanın kendisini en iyi anlatabildiği şeydir; zira, karşındakinin müdahalesi yoktur. (Edebiyat Dersleri)
- Bütün yaraların henüz taptaze olduğu, kanadığı bu günlerde anlamak güçtü. (Beş Şehir)
- Yaşamak her an kendimize sorduğumuz bir yığın suale cevap vermekten başka ne olabilir? Biz sormasak bile onlar kendiliklerinden bize gelir. (Yaşadığım Gibi)
- "Bazen kendimi iki ayrı insan sanıyorum. Hatta birbirine karşı vaziyet almış iki ayrı insan. Birinin yaptığını öbürü bozuyor gibi geliyor bana.." (Aydaki Kadın)
- “Çalmak, servet yığmak onlara yetmezdi. Fakirin alkışı, duası ve gözyaşı da lazımdı.” (Hep Aynı Boşluk)
- “Az okuyoruz, hatta hiç okumuyoruz ve galiba hiç de düşünmüyoruz!” (Sahnenin Dışındakiler)
- Hepimiz birbirimiz için hüküm veririz. Fakat hüküm vermek için doğan insanlar vardır. İşte onlar korkunçturlar. Bence bir numara insan düşmanları onlardır. Çünkü her şeyi bilirler, görürler, affederler, bütün neticelerin altındaki sebepleri tanırlar (Suat’ın Mektubu)
- Onu beklemiyordu, gelmeyeceğine emindi. O geçici bir yaz yağmuru, bir aydınlık fırtınası idi. O kadar. (Yaz Yağmuru)
- Hayatımız dardır; karışıktır. İyi ama, bu hayat nihayet vardır ve yaşıyoruz, nefret ediyor, ıstırap çekiyor, ölüyoruz. Bir romancı için bu kadarı yetmez mi? Bir tek insanın ıstırap çektiği yerde insanlara söylenebilecek her şey vardır. (Edebiyat Üzerine Makaleler)
- Gün bitmeden başladı içimizde Yarınsız insanların gecesi. (Bütün Şiirleri)
- Bizde resim dille yapıldığı için belki de resim çığırı açılmamıştır. (Edebiyat Dersleri)
- ''Artık dağılmamız lazım! Birbirimizi anlamamız imkansız ve hepimiz yorgunuz!'' (Suat’ın Mektubu)
- Ger okursam sana mihnetlerümden Yazarsam binde bir zahmetlerümden Göge dûd ire yanıp nâmelerde Kara kanlar dökile hâmelerden (Eğer sana sıkıntılarımı söylesem, çektiklerimin binde birini yazsam. Yazıların yanmasıyla göğe dumanlar yükselir, kalemlerden kara kanlar dökülür.) (Hüsrev ü Şirin)
Editör: Nasrettin Güneş