Yeşil Gözler - Marguerite Duras Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Yeşil Gözler kimin eseri? Yeşil Gözler kitabının yazarı kimdir? Yeşil Gözler konusu ve anafikri nedir? Yeşil Gözler kitabı ne anlatıyor? Yeşil Gözler PDF indirme linki var mı? Yeşil Gözler kitabının yazarı Marguerite Duras kimdir? İşte Yeşil Gözler kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Marguerite Duras
Çevirmen: Nilüfer Güngörmüş
Orijinal Adı: Les Yeux Verts
Yayın Evi: Metis Yayınları
İSBN: 9789753426473
Sayfa Sayısı: 192
Yeşil Gözler Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Özel bir sinemacıdan mektuplar, fragmanlar ve röportajlarla kurulmuş bir kitap: dünya, deneyimler, edebiyatla sinemanın ilişkisi, kişisel deneyimlerin bir sinemanın oluşumundaki yeri, sinema yapmak, sinemaya gitmek, kitaplar ve filmler. Marguerite Duras'nın Yeşil Gözler'inin ilk basımı 1990 yılında yapılmıştı. Bu basımı yakalayamayan genç kuşaklar için 2008'de yenilenmiş basımıyla.
Kitap, Haziran 1980 tarihli Cahiers du Cinéma'da çıkan yazıların da eklenmesiyle genişletilmiş ikinci baskısından çevrildi. Kitaba ayrıca yeni metinler, söyleşiler ve fotoğraflar da eklenmiş. Metinler kitap haline getirilirken, sayfa düzeni Marguerite Duras'ın isteğine göre yapılmış; bu düzen Türkçe basımda da korundu.
(Tanıtım Yazısından)
Yeşil Gözler Alıntıları - Sözleri
- Aşktan geriye kalan en sahici şey ihanettir.
- Yalnızlıktan söz edilecek olursa bizce, insanlar hem çok yalnızdır, hem de yeterince yalnız değil. Çoğu kimse yalnızlıktan kurtulmak için evlenir. Birlikte yaşamak, birlikte yemek yemek, birlikte sinemaya gitmek için. Yalnızlık çözümlenir, ne var ki bütünüyle hakkından gelinemez. Güvence: Daima yanında olan ötekine koş. Sevgililerin oluşturduğu çift, anlık bir olaydır. Evlilikten sonra yaşamaz.
- İnsanı sarsan şeyler vardır, benliğinin öteki tarafından gelen şeyler. Sonradan bakarsınız, bunları isteyerek yapmamışsınız.
- Filmler vardır, kalıcıdır; filmler vardır, seyredildikten sonraki saatler içinde yok olur gider. Ben sinemaya gidip gitmediğimi buradan anlarım: bir önceki gün gördüğüm film, ertesi gün bende nasıl bir kılığa bürünmüşse, ne hale girmişse, gördüğüm film odur.
- İnsan her şeyi yapar. Arzu her şeyi yapar.
- Maskaralıklar sona erince, korkudan yapılma adamı göreceğiz, boş kafalı adamı, Kabil ve Prag'dakini. Elde ettiler o insanı sonunda. Korkan insan bu. Çin'de olduğundan, balta girmemiş ormanlarda, kabaran denizde olduğundan çok daha fazla korkan insan. Dünyanın en fazla kar getiren askeri, bu insan. Bütünüyle, kendi üstünde korku yaratanların insafına kalmış.
- Merak ediyorum nasıl dayanabildim onca kırılıp dökülmeye, onca ilgiye, nezakete, derin sevgiye, kol kanat germelere, acımaya, onca pışpışlanmaya, tavsiyelere, nasıl oldu da gitmedim, kaldım, burada, onlarla. Nasıl oldu da ölmedim.
- Hepimiz, kişinin kendinden uzaklara çekildiği o anları, kendi içinde, kendine karşı büyüttüğü o meçhuliyeti ararız.
- Biz birbirimize ulaşamayız. Kesin bir ayrılığın içinde karşı karşıyayız.
- artık aşka hiç rastlanmıyor,
- Demek, yine. Her gün, her yerde artıyor. Televizyon hastalığı. Televizyon cihazı pis. Bir ev eşyası haline geliyor, ama eski ve pis, eski bir tencereye, bir bulaşık çukuruna dönüşüyor. Çok zamandır görüyor, duyuyoruz onları.
- bin yaşındayım, ayrılığa dayanamıyorum, herkes elbirliği etmiş dayanmam gerektiğini söylüyor. Neden? Berbat edilmiş, çiğnenmiş bir yaşam.
- Hayatım dublajlı bir film: montajı kötü, oyuncuları kötü, kötü kurulmuş; toptan bir hata.
- Yok, maske değil. Maskeden de kötüydü. Yüzün kendisi maskeye dönüşmüştü, canlı bir maskeye.
Yeşil Gözler İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Hayatını, montajı kötü, oyuncuları kötü, kötü kurulmuş, dublajlı bir polisiyeye benzetir Marguerite Duras Yeşil Gözler kitabının girişinde. Bu kadar kötü olmasının bir gerçeklik duygusu uyandıracağı düşüncesine rağmen, filmde sahte bir şeyler yine de vardır. Hayatının gerçek bir film olması için ise hiçbir şey yapmadan durması, özel bir şey düşünmeden kendisini gözler önüne sürmesi gerekir. Onun asla durmamasını, sürekli üretmesini sahtelikle mücadelesiyle açıklamak ne kadar doğru olurdu bilmiyorum, ama hayatını benzettiği filmlerle ilişkisi hep oldu Duras’nın. Sinema çevrelerinde ilk olarak, senaryosunu yazdığı Hiroşima Sevgilim (1959) filmiyle ün kazandı, sonrasında ise aralarında Sevgili ve Ölüm Hastalığı’nın bulunduğu pek çok kitabını bizzat kendisi sinemaya uyarladı. Duras’nın sinema üzerine yazılarını topladığı Yeşil Gözler ise, onun sinemayla ilgisinin senaryo yazarlığıyla sınırlı kalmadığını gösterirken, pek bilinmeyen yönetmenlik vasfını da okuyuculara tanıtıyor. Yeşil Gözler, özellikle Duras’nın kendi filmleri ve sinema konusunda referans noktalarından biri olmayı sürdüren Cahiers du Cinema dergisinde yayınlanan yazıları üzerinden, 1970’lerin sineması hakkındaki değerlendirmelerini, sinemanın sanat olarak gücü ve güçsüzlüğü üzerine değinmelerini ve sinema-yazın ilişkisi üzerine görüşlerini sunduğu bir kitap olarak değerlendirilebilir. Duras’nın sadece Godard, Bresson, Woody Allen gibi sinemada söz sahibi olan sinemacıları değil, kendi filmlerini (özellikle Aurélia Steiner üzerinde duruyor) ve yazılarını da eleştirdiği kitapta, toplumdışılara olan ilgisi (örneğin “Orange’lı Nadine”’in öyküsü üzerine yaptığı röportaj) ve politik hareketlerle ilişkisi (dönemin siyasi konjonktürü ve bir zamanlar üyesi olduğu ama sonraları otoriter eğilimlerini ileri sürerek ayrıldığı Fransız Komünist Partisinin tavırlarına eleştirilerle beraber) deneme ve röportajlar eşliğinde aktarılıyor. Edebiyattan sinemaya geçen, sonra tekrar edebiyata dönen Duras’nın sinemacı olarak en önemli avantajı, hiç kuşkusuz, edebiyatçı kimliğini sinemada da kolaylıkla kullanabilmesi. Hiroşima Sevgilim’de örneğiyle karşılaştığımız iç ses/metin okumaları tüm filmlerinde kendine has bir teknik yaratmasına yardımcı olduğu kadar, onun sinema ile yazın arasında kurduğu ilişkinin bir yansımasıdır da. Zaten yazın ile sinema arasındaki bu ilişkiyi, her ikisini de iyi bilen biri olarak tartışıyor Duras. “‘Gök masmavi bu sabah, güneşli’ duyumunu yeniden yaratmayı, bunu olabildiği kadar çok insana ulaştırmayı en mükemmel biçimde başaran araç sinemadır,” derken, sinema diliyle yazı dili arasında bir kıyasa girişiyor. Sinemanın sözdizimini en başından öğrenmemiz gerekmez, diyor, zira küçüklükten beri bu sözdizimini öğrenmiş, içselleştirmişizdir. Ayrıca sinema hep aynı yerdedir, seyircinin karşısında; kitap kendine ulaşılmayı beklerken, film buna gerek duymaz, film seyircisi olmak için pratik yeter de artar bile. Dolayısıyla kitap etken bir okuyucu ister, sinema ise edilgen bir seyirci. Öte yandan şiir, roman gibi söyleme biçimleri arasında sinema, tekniğinden dolayı ulaşılması en güç olması ve olaya en uzak kalması nedeniyle en son gelendir, ama sinemanın başarısı işte o bahsettiğimiz göğün masmavi ve güneşli olmasını insana en kolay ulaştırabilecek araç olmasında yatmaktadır. Tabii, çok insana ulaşmayı başarı ölçüsü olarak kabul ediyorsanız. Duras’nın filmlerindeki metin okumaları onun “iç gölge” olarak adlandırdığı ve sadece dil yoluyla dışarı çıkarılabilen, boşaltılabilen sessizliği sinemacının aşması, onun önüne geçmesi, yazarla sinemacı arasındaki ayrımın keskinleşmesine neden olan ayrımı yok etme, ortadan kaldırma denemesi olarak görülebilir. Yazar ile sinemacı, alışılageldiği üzere, yaratma güdüsü açısından farklı taraflarda durmaktadır. Filmi yapan kişi, yaratma zincirinde önemli bir halkayı, hikâyenin kâğıda dökülmesi, yazılması aşamasını atlamaktadır. Sinemacı film yaptığında kitabı aşar ve kitabın okunduğu yere, seyircinin yerine geçer. Film yapmak bu yüzden yazarı geçersiz kılmaktır. Duras’ya göre, yazar bir dille konuşmaktadır ve bu dil sadece o kişiye aittir; bu dille konuşmak sessizliğin bozuma uğratılması, kişinin içinde büyüttüğü sessizliğin kâğıda dökülmesi anlamına gelmektedir. Yazar kirleticidir. Sinemacı ise, işte bu bozulan sessizliği yıkar, geçer. Ses geldiğinde sessizlik kaybolur, geri dönüş yoktur, tıpkı bir bardak suya küçük bir pislik parçasının düşerek tüm suyu kirletmesinde olduğu gibi. Sinemacı sözü sessizliğe geri gönderir, yitip gider söz zihin dünyasında. Sinemacı yıkıcıdır. Söz, sinema tarafından yok edildiğinde, hiçbir yazıda yerine konamaz. Sinemanın bu yıkıcılığı alışkanlık haline getirmesi ve bunu bize kabul ettirmesi onu ilginç kılan şeydir. Televizyon da bu alışkanlığı rahatsızlığa dönüştürür. Televizyon seyretmenin tek heyecanı, Duras’nın gözünde, yaşadığımız zamanı yakalamamızı, onunla canlı bir ilişki kurmamızı sağlamasıdır. Televizyon sayesinde gündem hakkında bilgi sahibi oluruz, haberlerde gösterilen polis şiddetine küfrederiz, meymenetsiz suratlardan açıklamalar dinleriz, sinirleniriz, beceriksiz komedyenlere güleriz, takımımızın attığı gole seviniriz, heyecanlanırız ve aslında yaşadığımızı hissederiz. O kadar. Aslında ne kadar sıkıcı bir dünyada yaşadığımızı hatırlatır bize televizyon. Bu yüzden sinemaya kaçar insanlar. Sadece hafta sonu eğlencesi diye, yapacak bir şeyler olmamasından değil, televizyonun getirdiği, odamıza soktuğu, üç metreden tüm dünyaya ulaşılmasını sağlayan o rezillikten kaçmaktır amaç. Sinema salonunun karanlığında rahatlarız, o eski eğlence kaynağında bu sefer başka bir tuzağa düşmeye izin veririz. Zaten her şekilde tuzağa düşülecektir. İnsanlar aptal değildir, en azından sezgisel zekâları vardır. Hollywood filmlerinin beynimizi iğfal edeceğini, güzel aktör ve aktrisin, porno filmlerdeki seks sahnelerinin açık bir teşhirle sunulurak olayın mahremiyetinin yanı sıra duygusallığının da yok edilerek tüketilmesindeki gibi, bu sefer bizim duygularımızı bir duygu pornosu içinde mahvedeceğini biliriz, ama umursamayız. Televizyon, bana kalırsa, Duras için sinemaya olan inancını kaybettikten sonraki ıstırabını hafifletecek bir araçtan başka bir şey değildir aslında. Gittikçe ticarileştiği, amatör ruhundan uzaklaştığı, aynı filmlerin reprodüksiyonlarının, reprodüksiyonların reprodüksiyonlarının seyrettirildiği, artık seyircilerin kiloyla, gazetelerde çıkan sinema eleştirilerinin uzunluğunun ise filmin pahalıya çıkmasıyla ölçüldüğü bir dönemde Duras’nın ilk göz ağrısı edebiyata dönmesini bu şekilde açıklayabiliriz. Zira, sinema yapmak biraz da araba sürmek gibidir, herkes kolaylıkla yapabilir. Duras için sinema oradadır ve yapılır. Sinema yapılmadığı zaman ise sinema yoktur, ve olmayacaktır. Sinema sizi çağırmaz. Ama edebiyat, o farklıdır. Siz yazmasanız da, hiç kimse yazmasa da yazı oradadır. Duras, filmlerinde, edebiyatta yaptığı gibi yerleşik düşünceleri çiğneyip geçerken, sinema ile yazıyı aynı karede buluşturarak sinemanın yazının yerine geçmesini engellemeye çalışıyor, sinemayı edebiyatın bir parçası haline getiriyordu. Kitabını okurken ise bir filminden diğerine savruluyor, film fragmanları arasında geziniyorsunuz. Onun kitapları ve filmleri aslında bir girdabın içinde bulduruyor bizi, ne de olsa “okurken insan kendini yeniden bulur, sinema seyrederken kaybeder,” diyen bir yazarla yol alıyoruz kitap boyunca. (C.)
Marguerita Duras denilince sinema mı yoksa edebiyat mı ilk önce akla gelir? Kişisel ilgilere göre her bir okurun farklı cevaplayacağı sorulardan biridir bu. Kendi adıma ne zaman kaleminden bir şeyler okusam aklıma yazdıklarından uyarlanan filmler gelir, eğer uyarlanmamışsa da kafamın içinde o an çekilir o film. Bu yüzden benim bu soruya vereceğim cevap sinema olacaktır. Kendisinin sinema ve kültür hakkındaki yazılarının bir toplamı bu eser. Yıkıcı isyanının satır altlarına sızdığı, kederli, yalnızlığın omuz başına konuşlanmış, her bir satırında hissedilen, insancıl metinler bunlar. (Erkan Demirci)
Yeşil Gözler PDF indirme linki var mı?
Marguerite Duras - Yeşil Gözler kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Yeşil Gözler PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Marguerite Duras Kimdir?
1914 yılında Çinhindi'nde doğan Duras, gençliğini geçirdiği bu ülkenin atmosferinden ve olaylarından derinden etkilendi. 18 yaşında Paris'e geldi; hukuk, matematik ve siyaset bilimi okudu. Komünist Parti'ye katıldı. İlk romanı Les Impudents'ı 1943 yılında yayımladı. Özyaşamöyküsel bir roman olan Sevgili ile 1984'te Fransa'da Goncourt Ödülü'nü aldı. Çok sayıda roman dışında, birçok senaryoya da imza attı. Bütün eserlerinde edebiyatı sorguladı. 1960 Cannes Film Festivali'nde gösterilen Hiroşima Sevgilim, Duras'ı ününün doruğuna çıkardı. Duras 1996 yılının Mart ayında 82 yaşında öldü.
Marguerite Duras Kitapları - Eserleri
- Sevgili
- Ölüm Hastalığı
- Hiroşima Sevgilim
- Moderato Cantabile
- Bir Yaz Akşamı On Buçukta
- Bir Kış Günü Öğleden Sonra
- Yaz Yağmuru
- Yazmak
- Mavi Gözler Siyah Saçlar
- Bahçe
- Acı
- Yıkmak Diyor Kadın
- Askıya Alınmış Tutku
- Bay Andesmas'ın İkindisi
- Pasifik'e Karşı Bir Bent
- Somut Yaşam
- Yeşil Gözler
- Buraya Kadar
- Konsolos Yardımcısı
- İngiliz Sevgili
- Lol V. Stein'ın Kendinden Geçişi
- Tarquinia'nın Küçük Atları
- Ayrılık Müziği
- Normandiya Kıyısının Yosması
- Savaş Yılları Defterleri ve Diğer Metinler
- Kuzey Çinli Sevgili
- Cebelitarık Denizcisi
- Bütün Gün Ağaçlarda
- Yann Andrea Steiner
Marguerite Duras Alıntıları - Sözleri
- ona bakıyordum gitgide daha hızlı konuşuyordu ve sonra birdenbire konuşmayı kesti -bakıştık, bakıştık. Gökkubbe yıkıldı. (İngiliz Sevgili)
- Demek, yine. Her gün, her yerde artıyor. Televizyon hastalığı. Televizyon cihazı pis. Bir ev eşyası haline geliyor, ama eski ve pis, eski bir tencereye, bir bulaşık çukuruna dönüşüyor. Çok zamandır görüyor, duyuyoruz onları. (Yeşil Gözler)
- Karşılarına geçip bütün bir gece seyretseniz de, sizi ne fark eder, ne de sizden tedirgin olurlardı. Öylesine yalnızlardı ki dünyada, yalnızlık nedir artık bilmez olmuşlardı. (Bir Kış Günü Öğleden Sonra)
- Filmler vardır, kalıcıdır; filmler vardır, seyredildikten sonraki saatler içinde yok olur gider. Ben sinemaya gidip gitmediğimi buradan anlarım: bir önceki gün gördüğüm film, ertesi gün bende nasıl bir kılığa bürünmüşse, ne hale girmişse, gördüğüm film odur. (Yeşil Gözler)
- Öznesiz bir acının anlamı nedir? (Lol V. Stein'ın Kendinden Geçişi)
- İnsanın herhangi birinden kopması, doğasına uygun bir olay değildir . (Cebelitarık Denizcisi)
- Hayat beni fazla ilgilendirmiyor... Hiçbir zaman gerçek anlamda ilgilenmedim hayatla... (Yaz Yağmuru)
- Kalbimi hissetmiyorum artık. (Acı)
- Ben sizin yerinizde olsam dinlerdim. Dinleyin beni.. (İngiliz Sevgili)
- Ona beslediğim bu saçma sevgi, benim için kavranması olanaksız bir gizem olarak kalıyor. Neden ölümüyle ölmek isteyecek ölçüde çok seviyordu onu, bilmiyorum. Bu iş başa geldiğinde on yıldır ayrıydım ondan, onu çok ender düşünüyordum. Öyle görünüyordu ki her zaman için seviyordum onu, bu sevgide hiçbir değişiklik olamazdı. Ölümü unutmuştum. (Sevgili)
- Bakarsın ki yaşamda çözüm az ve her şey yerli yerine oturur, gün gelir bir tek değiştirme düşüncesi bile şaşırtıcı olur. (Bahçe)
- Bir yıl sürdü saçının uzaması. Düşünüyorum da, saçları mı kesenler saçların bu kadar zamanda uzadığını bilselerdi, bu işi yapmadan bir kez daha düşünürlerdi diyorum. (Hiroşima Sevgilim)
- Yavaş sesle ekledi: "Hep yirmi yaşındaymışçasına çekip gitmek gerek, bunu unutma." (Tarquinia'nın Küçük Atları)
- Yalnızlık hazır bulunmaz, oluşturulur. (Yazmak)
- Para yoksa erdem "geçersizdi" ve masumiyet mahküm edilebilirdi (Savaş Yılları Defterleri ve Diğer Metinler)
- Birincisi, onu öldürdüğümü düşümde görmüştüm. İkincisi, onu öldürdüğümde düş görmüyordum. (İngiliz Sevgili)
- Onun yanına uzanırsınız. Kendinize ağlarsınız hep. (Ölüm Hastalığı)
- tuhaf bir hikâye bu her şeye rağmen. (Yaz Yağmuru)
- Artık, yalnızca gözlerinizi görüyorum. (Normandiya Kıyısının Yosması)
- ..uzaklara git... Asla geri dönme ... Asla! .. çok uzaklara git... öyle ki, bulunduğun yer aklımın ucundan bile geçmesin ... (Konsolos Yardımcısı)