Yok Etme - Thomas Bernhard Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Yok Etme kimin eseri? Yok Etme kitabının yazarı kimdir? Yok Etme konusu ve anafikri nedir? Yok Etme kitabı ne anlatıyor? Yok Etme PDF indirme linki var mı? Yok Etme kitabının yazarı Thomas Bernhard kimdir? İşte Yok Etme kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Thomas Bernhard
Çevirmen: Sezer Duru
Orijinal Adı: Auslöschung - Ein Zerfall
Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
İSBN: 9789750810120
Sayfa Sayısı: 403
Yok Etme Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Odun Kesmek, Bitik Adam, Eski Ustalar ve Ses Taklitçisi’nin ardından Thomas Bernhard, bu kez de Yok Etme adlı romanıyla okurlar buluşuyor. Roma’da yaşayan Franz Josef Murau’nun annesi, babası ve erkek kardeşinin ölüm haberini alması ve Avusturya’daki evine dönmek zorunda kalmasıyla başlayan bir hesaplaşma öyküsü Yok Etme. Ama yalnızca Murau’nun hesaplaşma öyküsü değil, aynı zamanda usta yazar Thomas Bernhand’ın Avusturya toplumunu ve Avusturyalılığı başta vatan, eğitim, Katoliklik ve Nasyonal Sosyalizm gibi kavramlar ekseninde eleştirel bir yaklaşımla ele aldığı bir başyapıt.
Yok Etme Alıntıları - Sözleri
- Ömür boyu iğrenç ve itici bulunan kişiler için öldüklerinde birdenbire sanki yaşamları boyunca hiç iğrenç ve itici olmamışlar gibi konuşulduğunu sık sık gördüm. Bu türden zevksizlikleri her zaman utanç verici buldum. Bir insanın ölümü, ondan bir başkasını yaratmaz, onu daha iyi bir karakter kılmaz, eskiden bir budalaysa onu deha yapmaz, onu kutsal kılmaz tüm yaşamı boyunca kötü biri idiyse. Böylesi bir felakete doğal olarak dayanmak zorundayız, tüm korkunçluğuyla onu taşımalıyız, bunun ölümcül bir kazaya uğrayan insanların gerçek hayattaki imgelerini değiştirmeyeceğinden de hep emin olmalıyız. Bir ölü hakkında kötü konuşulmamalı diyor insanlar, sahtekarlık ve yalancılık bu. Ömrü boyunca iğrenç olmuş, tamamen kötücül bir karaktere sahip bir insan hakkında onun ölümünden sonra iğrenç biri olmadığını, iyi bir insan olduğunu birdenbire nasıl iddia edebilirim. Ne zaman biri ölse bu zevksizliğe tanık oluruz. Öldüğünde o iyi insan öldü demekten çekinmiyorsak, o hain, o alçak insan öldü demekten de çekinmemeliyiz. Tüm kusurlarıyla öldü demeliyiz. Ölümü o kişinin bizdeki imgesini asla değiştirmemeli. O içimizde olduğu gibi duruyor deyip onu rahat bırakmalıyız.
- Yüzyıllardan beri insanlar gözükmüyor yalnızca unvanları ve diplomaları gözüküyor.
- Aptallıkları kurnazlıklarına engel değildir .
- Yalnız karakter sahibi insanlarla birlikte olursak kurur gideriz ,dedim
- "Öte yandan, dedi, artık onların yaptıkları, varoluşlarını nasıl biçimlendirdikleri bizi ilgilendirmemeli. Hem bizim doğru yolu seçtiğimizi kim söylüyor? Biz de en mutlu kişiler değiliz. Her zaman ideal olanı arayıp durduk onu bulamadan. Hepimizin birbirimize yaklaşmak için bir yol aradığı gerçek, bu arada birbirimizden daha da uzaklaştığımız da öyle, birbirimize daha çok yaklaşmak için yaptığımız denemeler büyüdükçe, birbirimizden daha fazla uzaklaştık. Bu yönde yaptığımız denemeler, dedi, hep acıyla son buldu. Denemelerimizden vazgeçtik çünkü bunu yapmasaydık kendi sitemlerimiz altında ezilecektik."
- Kocaman kıçlarıyla devletin her bir köşesinde binlerce ve yüz binlerce makamda oturuyor ve kafalarında yok etme ve katletmekten başka bir düşünce taşımıyorlar.
- Onu susturmak için çaba harcadım ama kendini boğdurmadı .
- İnsanların yüzde doksanı gibi o da , son okuduğu okulun diplomasını yaşamın doruk noktası sandı.
- Ben Einstein'ı dilini çıkarmamış olarak düşünemiyorum artık ...
- Maria ile konuşmak her zaman teşvik edici ,evet her zaman heyecan verici, neredeyse her zaman mutluluk verici ..
- Acıklı ve hain ve sonuçta öldürücü olan gerçek dünya ile fotoğrafı çekilen ,tümden yalan ama insanlığın büyük çoğunluğu için arzu edilen ideal olan dünyada .
- Başından beri ben meraklı olandım, korkmaları gereken kişiydim.
- "Cehenneme geri dönüyorum "
- "Her şeyin kendiliğinden çözüldüğünü biliyoruz ama hiç bir zaman bu gerçeğe güvenmiyoruz, bunu görmezden geliyor ve kafamızı cehenneme çeviriyoruz ."
Yok Etme İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Bernhard bu eserinde yine ciddi konulara değinmiş. Aslında onda ben şahsen sürekli bir eleştiri havası seziyorum. Daha doğrusu sorgulayıcı bir eleştiri. Bir şeyi yapıyorsak bunu neden yapıyoruz ve neden yapalım ki? Yüzlerce yıldır doğru kabul edilip süregelmiş şeylere bile Bernhard okuduktan sonra en büyük kuşku ile bakar hale geliyorsunuz. Ama aslında onun değindiği konular, salt doğru olarak kabul edilen tabuları yıkan konuların yanında modernleşmenin (ya da yanlış modernleşmenin?) getirmiş olduğu yanılgıların korkusuzca imhasıdır ve yok edilmesidir. Belki de bu yanılgılar bu kadar sert bir dili hak ediyorlar diye düşündüm kitap boyunca. Çünkü bazı yerlerde gerçekten çok sert eleştiriler vardı, ama bir yandan da dedim ki kendi kendime, modern yanılgılar bu sertliği hak ediyor, sonuna kadar. Eser genel olarak ailesinin ölüm haberini alan bir öğretmenin bu süreçte yaşadığı zihinsel değişimleri anlatıyor. Bir düşünsel süreç hayatı kaplar. Bu açıdan nadir yazarlar bu temada başarıya ulaşabilir. Demek istediğim Bernhard gibi yazarların bu türden bir eseri aynı türün klişeleşmiş eserleri gibi yazmamaları. Bir adamın düşünsel yolculuğuna konuk olmak, kendisini bir sonuca ulaştıramamasına şahit olmak, bunalımlarını görmek, işte bunlar gerçek hayatta bir düşün insanının zihinsel sürecini bizlere aralayan şeylerdir. Ve bu zihinsel süreç de asla tamamlanmaz, eserin sonuna gelinir ama düşünsel süreç hala devam ediyordur. Tabiri caizse yazar içinize fikir tohumları salmıştır ve dünyaya karşı bakış açınızı değiştirmiştir. Böylelikle bazı eserler insanın ömrü boyunca devam eder. Çünkü insan o bazı eserlerden almış olduğu düşünceleri ve düşünce filtrelerini yaşamı boyunca taşır. Bu da eserin, kitabın dışına, gerçek yaşama taşmasına neden olur. İşte bunu başaran nadir yazarlardan biridir bana göre Bernhard. Öncelikle şundan bahsetmeliyim ki eserde bireysel olarak bir toplumsal baş kaldırmadan yola çıkarak karakterimizin zihinsel değişimlerine şahit oluyoruz. Bir insanın zihinsel gelişimine ve değişimine şahit olmak bizleri bu eserde bazı yerlerde hem şaşırtıyor hem de gerçekleri bu kadar yalın halde görmek tüylerimizi de diken diken ediyor. Karakterimiz gerçek hayatın mantıksızlıklarını gayet açıkça görebilen biri. Bu açıklık bizi şaşırtıyor kimi zaman kitabı okurken. Bazı gerçekleri elbette ki birden fazla insan da fark edebilir. Fark edebilme yeteneği de elbette ki önemlidir ama açıkça dile getirme yetisi olmadan farkında olabilmek bir işe yarar mı? Ya da farkında olmak da sadece bir oyunculuktur belki de? Farkındaymış gibi yapma oyunculuğu. İnsanların sergilediği hayatsal manada olan oyunculuk sanatından bahsediyor kahramanımız. Tiyatral bir oyunculuk değil bu. İnsanların kendilerini tamamen verdikleri, belki de farkında olmadan oynadıkları bir oyun. Bu oyunculuk sanatını üstün bir şekilde sergileyen insanlara olan iğrenmesini dile getiriyor. Mesela müzik dinleyip müzikten anlıyormuş gibi davrananlar, hayatı boyunca kütüphaneye gitmeyip kitap okuyormuş gibi yapanlar ve en beteri, saygın ve entelektüel görünmek amacıyla bilgili taklidi yapanlar. Aslında bu oyunculuklara da ihtiyacı oluyor bir süre sonra bu oyuncu insanların. Çünkü rezilliklerini gizleyebilecekleri tek yöntem bu oyunculuk oluyor. Üst düzey hayatsal manada bir oyunculuk! Bu oyunculuğu farkında olmadan sergileyenler bu durumun dramatik oyuncuları, ki bunlar aslında oyuncu bile değil dublörlerdir yapılması gerekenleri yaparlar, bir de her şeyin farkında olan asıl oyuncular vardır onlar da en tehlikeli olanlardır, çünkü bu tür insanlarda da diğerlerini bir küçük görme ihtiyacı vardır. İnsan küçük göremediği insandan nefret eder. Bu yüzden bunların karşısında duran doğru sözlülere en büyük nefret söylemlerinde bulunurlar, tabii haliyle dublörler de bunun aynını taklit eder. Hayatımıza ne yazık ki bazı basamaklar konulmuş. 'Önceden belirlenmiş' basamaklar. Bu basamakları çıkmadan yukarıya tırmanan insanları, toplum her zaman dışlamıştır. Çünkü topluma göre bu 'hazır' basamakları (tıpkı hazır su, hazır çorba gibi) kullanmayanlar ahmaklardır. İşte Bernhard olabildiğince bu basamakların, eserde görünmüş olanlarının hepsine saldırıyor. Onları 'yok ediyor'. Benim en sevdiğim kısım diploma kavramı ile ilgili olan kısımdı. Gerçekten olağanüstü bir tespit ve muhteşem bir dile getiriş. Biz insanlar modern dünyada diploma ve diploma benzeri onlarca değersiz belge içinde sıkışıp kalmış durumdayız. Diploma aslında sadece bir formalite olarak kalmalıydı. Ama biz insanlar, eserde de bahsedildiği üzere artık diplomalar için yaşar hale geldik. Diploma uğrunda öğrenilen bilgilerin kendi başına hiçbir önemi yok artık, hele eğer ucunda 'yüksek notlar' alıp diplomayı sağ salim kazanabilmek varsa. Diploma kavramı modern çağda bilgiyi değersizleştirmiştir. İnsanlar bir diploma alıncaya kadar çalışıyorlar, bilgi ediniyorlar, ki bu bilgileri de diplomayı alırlarsa eğer unutuyorlar, sonra da kendilerini tamamen bırakıyorlar. Yani insanlar kendilerini ancak diploma alacak kadar bilgisel olarak ileri götürüyorlar, daha da ilerisine gitmeyi mantıksız buluyorlar. Bu diploma kavramını öyle benimsemişiz ki hayatta, onu artık bir doruk noktası olarak görüyoruz. Hayatsal manada bilgi edinmenin hiç kimseye faydası yok artık, eğer işin ucunda diploma yoksa. Sosyolojiyi ya da jeolojiyi çok seven ama diploma kazandıran bir yöntem dışında bunu seven bilgi birikimi sağlayan insan topluma göre en büyük ahmakdır, çünkü bunu bir diploma uğruna yapmıyordur. İşte günümüzdeki insanın içini karartan bu türden bir bilgi kısıtlamasının eleştirisini bolca yapmış Bernhard. Bu bağlamda, insanın bilgili taklidi yapanının gerçekten de en tehlikeli oyuncu tipi olduğunu anlatmakla kalmıyor bilgi gibi evrensel olan, son derece kısıtlanamaz bir kavramı diploma gibi komik kağıt parçalarına sığdırmaya çalışan zihniyeti de yerden yere vuruyor. İşin sarsıcı gerçeği, aslında bu gibi dehşet vermesi gereken bazı modern zaman manzaraları karşısında insanların her zaman her şey doğalmış gibi davranmaları olduğunu belirtiyor. Onca dehşet verici şey varken insanların gerçekten de her şeyi doğal görmeleri bile bir dehşet veriyor. Zaten asıl dehşet de bu değil midir, dehşet duyulması gereken bir şeyde birinin dehşet duymadığını görmek. İnsanlara bu aslında dehşet verici olan düzenbazlıklar öylesine benimsetilmiş ki dehşeti doğal olarak görmeye başlamışlar. Eserden şu örneği vermek daha doğru olacaktır zannımca. Eğer tanıdığımız bir kişi ölmüşse onun arkasından kötü konuşmamak gerektiğini düşünüyoruz, neden? Bir kişinin ölmesi hayatın somutluğu kadar somut bir durumsa, neden ölen bir kişinin ardından olduğundan daha iyi biriymiş gibi konuşmaya çalışıyoruz? 19.-20. yüzyılda öldükten sonra bir düşünce insanı olarak en iyi şekilde anılmak isteseydiniz yapmanız gereken tek şey bir soylu olmanız olurdu. Çünkü karakterimizin ölen ailesinin de bir soylu aile olması, aslında köylü diyerek dışladıkları insanlardan daha beter bir durumda olmalarını kapatan bir durum. İşte bu adeta 'şık bir perde' görevi gören soyluluk kavramı da çokca irdelenmiş durumda eserde. Bir insanın ölümü, o insanı iyileştiremez, kötüleştiremeyeceği gibi. O yüzden ölen bir insanı olduğundan daha iyiymiş gibi göstermeye çalışmak da bir sahtekarlıktır. Bunun bize yakın olan bir insanı kaybettiğimizde onun anılarına zarar vermeme çabası olarak anlatıyor Bernhard. Ama bu zarar vermeme esasında ona asıl zarar verme olacaktır. Çünkü bir kişiyi olduğundan daha değişik bir şekilde göstermek en büyük düzenbazlıktır. Ayrıca insan suçsuz bir varlık da değildir, her insan iğrenç hatalar yapar ve bu gizlenmemelidir. Sonuçta ölen varlık bir insandır, daha üst düzey bir varlık değildir. Toplumsal eleştiriden ayrı olarak bazı felsefi konulara da değinilmiş. Mesela bir bölümde kahramanımız bir filozofu ne kadar çok anlamaya çabalarsa o kadar çok o filozoftan ve onun düşüncelerinden uzaklaştığını hissettiğini belirtiyor. Bu açıdan bana göre felsefenin ne kadar geniş bir kavram olduğuna dikkat çekilmiş. İçinde kolayca kaybolunulabilecek sınırsız bir kavram. Siz bir filozofun derinine inmeye çalıştıkça, her şeyi temelde göremezsiniz. Çünkü temele inme kavramı bana göre felsefede imkansızdır. Çünkü her zaman başka bir kapıya varırsınız. Bir filozofun yalnızca bir düşüncesinin bile temeline inmeye çalıştığınızda karşınıza bambaşka bir kavram çıkar, uzun çabalar sonrasında söz konusu filozofun o düşüncesinin aslında o bambaşka olan kavramın ufacık bir yerinden çıkmış olduğunu görürsünüz. Bu ufacık bir yer de sizi başka kavram ve düşünce akımlarına sürükler. Ki bu sürüklenme sırasında en az alakalı olan akımlara fikirlere bile uğramış olursunuz, çünkü bazı filozofların düşünceleri gerçekten de bu en az alakalı fikir ve akımlardan ortaya çıkmıştır. Bu şekilde sonu gelmeyen bir kapı içinde kapılardır, bir filozofun derinine inmek. İşin zorlayıcı kısmı üstte de tıpkı bahsettiğimiz gibi, bir kapıdan sonra sadece tek bir kapının da gelmemesi durumudur. Bir kapıyı geçersiniz karşınıza bir anda yüzlerce kapı çıkar. Ve bu kapılardan geçtikçe asıl bulmak istediğiniz şeyden ne kadar uzaklaşmış olduğunuzu fark edersiniz. Önemli olan o ilk bulunmak istenilen şey ile kendinizi neredeyse kaybedecek olduğunuz yerdeki bağı koruyabilmektir. Tıpkı geçmiş zamanlarda piramitleri keşfetmeye çalışan gezginlerin kullandığı bir teknik gibi; kendilerine çok uzunca bir ipin ucunu bağlayıp o şekilde piramitin içine girmeleri gibi. Bu ip sayesinde o kaybolmamış olma düşüncesi de zaten zihninizde durağan bir halde olacaktır, ki önemli olan şey de budur aslında. Ayrıca bir filozofu anlamanın etkili bir yöntemi de ona karşı gelmektir diyor kahramanımız. Dürüstçe bir tartışma sayesinde bazı anlaşılmayan şeyler anlaşılabilir. Anlaşılmak istenen filozofa yaklaşırken yapılan en büyük hata da bu belki de, filozofa karşıt olmaktan korkmak. Mesela koskoca bilmem hangi filozof, ben ona nasıl karşı geleceğim ki diye düşünen biri filozofları gerçek anlamda anlayamaz. Bize çelişki olarak gelen en ufak şeyde bile filozofa karşı gelmeliyiz ki, ona farklı açılardan da bakabilelim. Bu yüzden tarafsız olmak da yeterli değildir aslında. Değişken olarak hem taraflı hem de tarafsız olabilmektir mühim olan. Zaten Bernhard'ın dile getirdiği şey de bu eserde. Herkesin iyi gördüğü bir şeyi biz kötü olarak görüyor isek bunu kötü olarak gördüğümüzü saklamamalıyız mesela. Örneğin büyük bir filozofa yanlış diyebilmeliyiz ki o büyük filozofu anlayabilelim. Bernhard bu eserinde bazı yerlerde temsili öğeler de kullanmış. Ailelerindeki bahçıvan ve avcılarla. Karakterimiz küçüklüğünden bu yana avcıları hiç sevmemiş olan bu yüzden hep bahçıvanlarla büyümüş birisi. Sorun şu ki ailesinde avcılık çok büyük bir şey olarak görülüyor. Zaten ailesine birçok konuda karşı gelmiş olan karakterimiz avcıları sevme konusunda da onlara karşı geliyor. Avcıları diktatörlere benzetiyor. Diktatörlerin de av hırsları yüzünden kendi halklarını bile avlayabileceğinin altını çiziyor. Diktatörleri de diktatör yapan şey doymak bilmeyen av hırslarını tatmin edememeleridir bir nevi. Tıpkı avcılığın da bazı normal insanlarda bağımlılık halini alması gibi. Şu da var ki, Nazi egemenliği altındaki köy ve taşralarda da hep avcıların sözü geçiyordu. Bu da bir gerçek. Bu gerçek göz önüne alınarak kullanılmış temsili öğeler hikayenin gidişatına gerçekten çok güzel bir şekilde uymuş. Fotoğraf kavramının da insan hayatına yapmış olduğu büyük değişikliği dile getirmeden edemiyor. Bazı insanların bazı fotoğraflara sıkışıp kalmış olduklarından bahsediyor mesela. Sadece fotoğraflarından tanımış olduğumuz tarihi bir şahsiyeti, fotoğrafları ilk gördüğümüz andan itibaren, fotoğraftaki hallerinden farklı olarak hayal edebilmek ve düşünebilmek aşırı derecede zorlaşır. Mesela çok güzel bir örnek veriyor kahramanımız. Kendisinin Einstein'ı dilini çıkarmış olmadan hayal edemediğini söylüyor. Bu çok yerinde bir insan zihnine işlenmesi örneğidir. Ünlü fotoğrafları olan insanlar aslında bir nevi görüntüsel ve biçimsel olarak bizler için o fotoğrafın içine sıkışmışlardır. Onları başka türlü düşünebilmek için ya onların olduğu bir görüntüyü izlememiz gerekir ya da onları gerçek yaşamda görmemiz gerekir. Çok eski tarihi şahsiyetlerin hepsi de fotoğraflarda biçimsel olarak sıkışıp kaldılar. En azından düşünsel olarak zihnimizde yaşatabiliyoruz onları. Elbette ki biçimsellik yeri geldiğinde hiçbir şeydir. Ama en azından Descartes'ın nasıl yazı yazdığını ya da Kopernik'in nasıl düşündüğünü biçimsel olarak görmek isterdim. Karakterimiz düşünüş biçimiyle kendi varoluşunu kendi ülkesinin insanı olan Avusturya insanına özgü düşünme biçiminden bir kaçış olarak görür. Bu da bir yok oluştur ona göre. Yok oluş temelden değişmedir, mesela bir insanı Avusturya vatandaşı yapan her şeyden kendini yok etmesidir. Kendini bir dünya vatandaşı ilan edebilmesidir. Tüm düşünce dünyasını yok edebilmelidir. Çünkü asıl tarafsız düşünce böyle olmalıdır. Mesela gençliğinde çokca Marx okuyan biri eğer şimdi komünist ise, tarafsız düşünebilmek için zihninden bunları bile yok etmelidir. İnsanın kendini düşünsel olarak baştan yaratabilmesi için ilk başta gerekli olan tek şey kitaba da ismini vermiş olan bu 'yok etme'dir. Bir parçalanmadır. Ama kendisi de belirttiği üzere en büyük çelişkiye de burada düşüyor. Bu, insanlarla işim olmaz demek onları yok etmek anlamına gelmemeli diyor. Ama yine kendisinin dediğine göre uzun zamandır böyle davranmıştır kendisi. Doğru olan insan zihnini yeniden şekillendirmeye çalışırken zihnindeki saçma düşüncelerin kaynağı olan insanları aşağılamadan direkt olarak yok etmektir buna göre, aşağılama denilen şey istenmeyen bir insanla halen daha gereksizce uğraşmadır. Bu, onu yok etme (zihinsel olarak) sürecini geciktirmekten başka bir işe yaramaz. İşte bu gecikme hatasının içine ne kadar çok düşmüş olduğunu eserin sonlarına doğru anlıyor kahramanımız. Biz de onunla birlikte çelişkiye düşüyor onunla birlikte ikilemde kalıyoruz. Kendi yok oluşumuzu başkalarına suçlamalar atarak, onları aşağılayarak mı gizlemeye çalışırız peki? Başka bir deyişle kendi yok oluşumuz için onların da mı yok edilmesi gerek? İşte bu zihinsel yok oluş gerçekleşiyor mu, eğer öyleyse bu nasıl oluyor orası da biz okurlara kalıyor. Bir fikir salıyor Bernhard beynimize, düşünmeye başlıyoruz gerçek yok etme nedir, gerçekten mümkün olabilir mi bu, kitaptaki karakter bunu başardı mı, ama başarmış olsaydı bunu şunu demezdi gibi düşünce akışlarıyla beynimiz sürekli çalışmaya başlıyor bir anda. Sanırım şu anda içinde bulunduğum durum bu. Son olarak kahramanımız kendini bir abartma sanatçısı olarak görüyor. Her şeyi abartabilme yeteneği hayatı bir karşılama yöntemi olarak görülebilir. Tıpkı diğer hayatı karşılama, yaşanabilir kılma metodları gibi. Buna göre abartmak varoluşun bir tür atlatılışının sanatıdır. Başka bir deyişle varoluşa dayanabilme yöntemidir bu. Çünkü biz insanlarda olağanüstü bir abartabilme yeteneği vardır. Fantastik edebiyat da böylelikle ortaya çıkmamış mıdır? Realitenin abartılması ile. Bir şeyi abarttığımızda çoğu kez abartılan asıl şeye dikkat etmeyi bırakıp, abartılarak oluşmuş olan yeni şeye dikkat kesiliriz. Ve asıl şeyin dehşetini tam olarak yaşamış olmayız böylece. Tam da bu noktadan sonra Bernhard biz okurları neye uğradığına şaşırtıyor. Çünkü bu abartma üzerine olan düşünceler kahramanımızın zihninde kitabın sonlarına doğru ortaya belirmeye başlıyor. Ve kitapta o zamana dek anlatılmış olan şeylerin gerçek mi yoksa abartı mı olduğunu sorgulamaya başlıyoruz. Düşünün, sizi sorgulamaya iten metnin kendisi bile gerçeklik algısını kaybeder hale geliyor. İşte Bernhard farkı bu; insanı sarsıyor. Ayrıca abartma sanatının her şeyi abartmamaktan da çıktığı görülmüştür sıkça. Bundan da bahsediliyor. Hiçbir şeyi abartmamanın kendisi de abartı olmaz mı? Ama bu, kişinin gerçeği abartı olarak kabul ettiği değişken sınıra göre farklılık gösterebilir. Bu açıdan eserde anlatılan şeylerin gerçek mi abartı mı olduğunun bilinememesi bile zihnimizi meşgul edecek onlarca şeyden bir tanesi. Kim bilir, belki de kahramanımızın kendini bir abartı sanatçısı olarak görmesi de bir abartıdır, hatta her şeyi abarttığını düşünmesi de? Eseri gerçek ya da abartı olarak göremememizi sağlayan ikilemin kendisinin bile abartı olup olmadığını okurlar olarak bilmiyoruz. Ama şahsen şunun abartı olmadığına eminim ki, Bernhard gerçekten çok büyük bir yazar. Abarttım mı? (Nympheutria)
Benzer cümleler o kadar çok arka arkaya sıralanmış ki bir noktadan sonra "artık yeter sadede gel artık" diyor bıkıyorsunuz. Malesef yarım bıraktım (İsim önemsiz)
400 sayfalık bir Bernhard romanı. Her eserinde hissedilen o nefret, öfke ve huzursuzluk hissi burada da tam anlamıyla bulunuyor. Bernhard ve dolayısıyla karakterimiz Franz Josef Murau, her şeye karşılar. Her durumdan, rahatsız, huzursuzlar. Ve her satırda siz de bu öfkeyi hissediyorsunuz. Avusturyalılığa, Katolikliğe, Nasyonal Sosyalizme bir eleştiri. Sadece bunlara değil, doktorlardan papazlara, fotoğraflardan aile yapısına kadar, insanla, haliyle ana karakterimize, eserimize dair her şeye bir nefret var. Anne, babası ve abisinin ölüm haberini alması üzerine memleketine, Wolfsegg’e gitmek zorunda kalan Murau’nun dilinden Yok Etme’nin yazılışını dinliyoruz. Wolfsegg onun doğduğu, büyüdüğü, ailesinden ve Avusturya’dan nefret ettiği yer. Soylu bir aile olan Murau ailesinin, ikinci çocuğu. İstenmeyen evlat, yedek mirasçı. Yaşı geçmeye başlayınca sırf Murau’ların devam etmesi için evlenmiş bir babanın evladı. Wolfsegg, 5 tane kütüphane olan büyük bir bina. Ama bu kütüphaneler onlarca yıldır açılmıyor, Josef ve Georg amcası bu konuda çaba sarf eden ve Wolfsegg’den dışlanan insanlar. Roma’dayken bir telgraf alan Josef, arkasında mutlu olduğu kenti bırakıp cenaze için, daha bir hafta önce kız kardeşi Caecilia’nın düğününden dönmüşken ve bir daha gitmemek için kararlıyken cenaze için Wolfsegg’e gitmek zorunda kalır. Ve yüzleştiği şey Wolfsegg’dir, artık sahibi olduğu ve nefret ettiği Wolfsegg. Josef Murau bize Yok Etme’nin yazılışını anlatır bu eserde. Eser klasik bir Bernhard eseri gibi tek paragraf şeklinde yazılmıştır. Kitabın başında tek bir paragraf başlatır Bernhard, ve sayfalarca bu paragrafla devam eder. 400 sayfalık kitapta herhangi bir boşluk bulunmamakta. Eser tamamen bilinç akışı tekniğiyle yazılmış, Murau’nun saf düşüncelerini dinliyoruz. Okuması çok zor, daha önce herhangi bir Bernhard eseri okumamış kimseye tavsiye etmem. Kısa eserleri bile insanı çok zorluyorken, bu eserin nasıl zorladığını siz tahmin edin. 400 sayfalık tek bir paragrafta saf öfke dinliyoruz. Kuşkusuz Bernhard, diliyle, dert ettikleriyle, tekniğiyle en saygıdeğer yazarlar arasında yer alıyor. Kendisi bu yakıştırmadan nefret ediyor olsa da. (Nefret etmediği herhangi bir şey yok.) Samuel Beckett, Emil Michel Cioran, Georges Perec, William Faulkner sevenlerin bir bakmalarını tavsiye ederim. Geçmiş yüzyılın en ilginç yazarlarından. Kitap hakkında herhangi bir spoiler vermek mümkün de değil çünkü zaten hepi topu 3 tane olay ve aksiyon var. İkisi arka kapakta verilmiş ve zaten eserin ilk sayfalarında yazıyor. Sonuncusu da kitap sonunda. İlk sayfalarda yazanı paylaştım, sonuca da okuyanlara ulaşsın. (Ömer Ökten)
Yok Etme PDF indirme linki var mı?
Thomas Bernhard - Yok Etme kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Yok Etme PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Thomas Bernhard Kimdir?
9 Şubat 1931'de Avusturyalı bir annebabanın evlilikdışı oğlu olarak Hollanda'da doğdu. Büyükannesiyle büyükbabasının yanında geçen çocukluk yılları sırasında (1932-42) Avusturya'nın çeşitli yerlerini dolaştı. İlk ve orta öğrenimini Salzburg'da yaptı. Ardından müzikoloji ve ticaret öğrenimi gördü. İlk yazısını 1950'de yayımladı. 1952-55 yılları arasında, Salzburg'daki Mozarteum'da müzik öğrenimine kaldığı yerden devam ederken Demokratisches Volksblatt gazetesinin adliye muhabirliğini yaptı. İtalya, Yugoslavya, İngiltere ve Polonya'da dolaştıktan sonra 1965'te Yukarı Avusturya'ya yerleşti. Aldığı birçok önemli ödül arasında 1970'teki Georg Büchner ödülü, 1971'deki Grillparzer ödülü, 1988'deki Prix de Medicis sayılabilir. Çok sayıda anlatı ve tiyatro eseri yazmış olan Thomas Bernhard'ın ilk anlatısı 1963'te çıkan Frost (Kırağı), son anlatısı ise 1988 tarihini taşıyan Auslöschung'dur (Sönüş). Türkçede yayımlanmış yapıtları arasında Odun Kesmek (YKY, 1999); Tiyatrocu (Mitos Boyut, 1999); Bir Çocuk (Mitos, 1997); Soluk Bir Karar (Mitos, 1997); Mahzen (Mitos Boyut, 1994); Neden (Mitos Boyut, 1993) ve Kahramanlar Alanı (Can, 1992) sayılabilir.
Thomas Bernhard Kitapları - Eserleri
- Bitik Adam
- Beton
- Sarsıntı
- Neden
- Eski Ustalar
- Kiler
- Goethe Öleyazıyor
- Nefes
- Ucuzayiyenler
- Odun Kesmek
- Soğuk
- Ungenach
- Çocuk
- Kireç Ocağı
- Wittgenstein'ın Yeğeni
- Yürümek - Evet
- Ses Taklitçisi
- Don
- Yok Etme
- Düzelti
- Amras - Watten
- Ayın Demiri Altında
- Hakikatin İzinde
- Ödüllerim
- Dünya Düzelticisi
- Kahramanlar Alanı
- In Hora Mortis
- Immanuel Kant
- Olaylar
- Ritter Dene Voss
- Tiyatrocu
- On Earth and in Hell
Thomas Bernhard Alıntıları - Sözleri
- Çoğunlukla, sıkıca yapıştığımız noktadan, varolmayı sürdürmek için bütün gücümüzle bir anda başka bir noktaya kopmamız gerektiğinin farkına varmıyoruz. (Beton)
- Huzur yaşam değildir , diye yazmış Roithamer. (Düzelti)
- bazen deli olduğumu düşünüyorum (Immanuel Kant)
- Ich bin unwürdig dieser Berge und Kirchtürme, unwürdig einer einzigen Sternnacht und unwürdig eines jeden Bettlers Fußpfad, der in Traurigkeit endet. - I am unworthy of these mountains and church spires, unworthy of a single starry night and unworthy of any beggar’s footpath that ends in sadness. (On Earth and in Hell)
- Yıllar boyu süren kırılganlık ve yaralanmadan sonra artık neredeyse hissiz ve yaralanmaz olduk. (Kiler)
- Yaşamak; kendi istediğim hayatı yaşamak, kendi yolumdan, istediğim yere kadar gitmek. (Nefes)
- Was werde ich tun, wenn der Wald nur in meiner Phantasie wächst, wenn die Bäche nur mehr leere, ausgewaschene Adern sind? Was werde ich tun, wenn keine Botschaft mehr kommt aus den Gräsern? Was werde ich tun, wenn ich vergessen bin von allen, von allen . . . ? - What will I do when the forest grows only in my imagination, when the streams are but empty, washed-out veins? What will I do when no more messages come from the grasses? What will I do when I’ve been forgotten by all, by all . . . ? (On Earth and in Hell)
- Sahip olmanız gereken, sağlık sigortaları ve burslar, ödüller ve teşvik ikramiyeleri değildir, ruhunuzun ve bedeninizin vatansızlığıdır, her gün yaşayacağınız umutsuzluktur, terk edilmişliktir, soğuktan titremenizdir, her gün geri dönmenizdir... (Hakikatin İzinde)
- Ihr sagt nichts, weil ihr zu krank seid, zu sagen, wie groß die Qual ist, die meine Seele durchfurchen mußte vom Abend zum Morgen und durch die Mitternächte, - You all say nothing, because you are too sick to say how great the torment is which my soul had to furrow, from evening to morning, through midnights (On Earth and in Hell)
- "Rüyalar bile soğuktan telef oluyor. Her şey soğuk oluyor. Hayal gücü, her şey." (Don)
- İç geçirmelerle geçti gün, yıl duvara asılı kaldı karamsı, çağımın endişeleriyle huzursuz. Sanki daha gençtim. (Ayın Demiri Altında)
- Geceler en korkunç olanlardı… Sanki her şey beni mahvetmek istiyormuşçasına vardı. (Düzelti)
- Ich möchte hinausgehen nach der Nacht, und meine Hände und meine Lippen reinigen, ich möchte mich reinigen an der Sonne und an den Gräsern – Aber es regnet, und meine Gräser sind braun und alt – - I should like to go out to the night, and clean my hands and my lips, I should like to clean myself with the sun and with the grass— But it’s raining, and my grass is brown and old— (On Earth and in Hell)
- Gerçeği bildiğimizi düşünüyorsak, yanılıyoruz demektir, aynı şekilde hata ettiğimizi düşünüyorsak da yanılıyoruz. Anlamsızlık, önümüzdeki tek olası yol, sonunun bir yere çıktığını bildiğim tek yol bu. (Soğuk)
- "Günümüz dünyası yok olmuş bir dünya değil mi? Dayanılmaz çirkinlikte bir dünya. Nereye giderseniz gidin suratsız, köküne kadar ahmak bir dünya ile karşılaşıyorsunuz. Nereye bakarsanız bakın yıkıntı ve sefalet karşınızda. En iyisi bir sabah hiç uyanmamak. Son elli yıl içinde bizleri yönetenler her şeyi mahvetmiştir. Yaptıkları bir daha düzeltilemez. Mimarlar mahvetmiştir budalalıkları ile. Aydınlar mahvetmiştir budalalıkları ile. Toplum mahvetmiştir budalalığı ile. Partiler ve kilise mahvetmiştir her şeyi budalalıkları ile." (Kahramanlar Alanı)
- Her şeyi denedik Ve sonunda Hep yalnız bırakıldık (Ritter Dene Voss)
- "Bir taslaktır dünyaya aradığımız - Biz kendimiz o taslağız." Novalis (Ucuzayiyenler)
- ...Kiler Reichenhaller caddesindeki değişimi anlatır, 1sabah benim liseye gitmek yerine işçi bulma kurumuna, kendime çıraklık işi bulmak için gidişim ve sonrasında yaşananlar... (Ödüllerim)
- ... günlük gazeteleri her gün düzenli şekilde okumak - okudukça da onlardan iğrenmek. (Nefes)
- Trenle üç durak ileride mutluluğu yakalayan insanların işi kolaydır. (Dünya Düzelticisi)