Yolculuk Günlükleri - Albert Camus Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Yolculuk Günlükleri kimin eseri? Yolculuk Günlükleri kitabının yazarı kimdir? Yolculuk Günlükleri konusu ve anafikri nedir? Yolculuk Günlükleri kitabı ne anlatıyor? Yolculuk Günlükleri kitabının yazarı Albert Camus kimdir? İşte Yolculuk Günlükleri kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Albert Camus
Çevirmen: Ramis Dara
Orijinal Adı: Journaux De Voyage
Yayın Evi: Can Yayınları
İSBN: 9789755104744
Sayfa Sayısı: 122
Yolculuk Günlükleri Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Yolculuk Günlükleri, Albert Camus' ün (1913-1960) İkinci Dünya Savaşından hemen sonra, 1946 yılı mayıs ayında Amerika Birleşik Devletlerine, 1949 yılı Haziran-Ağustos ayları arasında Güney Amerika ülkelerine yaptığı gezilerde tuttuğu notları kapsıyor. Birincisinde otuz üç yaşında henüz yeterince tanınmamış; ikincisinde ise otuz altı yaşında ve ünlenmeye başlamış bir yazar. Öznel ve nesnel koşullar nedeniyle, iki günlüğün havası birbirine benzemiyor....
Yolculuk Günlükleri Alıntıları - Sözleri
- Geceyi ve gökyüzünü, insanların tanrılarından daha çok seviyorum.
- Denizi hep seveceğim. O, içimdeki her şeyi, hep yatıştıracak.
- Ey, bütün yıldızların salındığı ve gemi direklerinin üzerinde kaydığı gecelerin tatlılığı ve içimdeki şu sessizlik, en sonunda beni her şeyden kurtaran şu sessizlik.
- Bir ülkeyi tanıma yollarından biri, orada insanların nasıl öldüğünü bilmektir.
- "Yaşamda her şeye ancak teğet geçiyorum."
- Yaşamak, başkalarına ve bunun da ötesinde kendine kötülük yapmaktır.
- Sevgiyi bilmeyen bir ülke burası...
- "Kalabalık bir topluluğa bedenen dayanamıyorum artık."
- Haklı olan asla öldürmeyendir. Bu demektir ki Tanrı olamaz.
- Bir ülkeyi tanıma yollarından biri, orada insanların nasıl öldüğünü bilmektir.
- Korkunç bir bırakılmış duygusu. Dünyanın bütün varlıklarını göğsüme sarsam bile, kendimi hiçbir şeyden koruyamazdım.
- Deniz insanları dağı, dağ insanları denizi severler.
- Yaşamaya, konuşmaya yeniden başlamak. Kişiler, yüzler, oynanacak bir rol; bunun için daha çok cesaret gerekecek, bense bunu kendimde bulamıyorum.
- İki kişi birbirini seviyor. Ama aynı dili konuşmuyorlar. Biri iki dil konuşuyor, ama birini şöyle böyle. Bu, onların birbirlerini sevmeleri için yetiyor. Ama iki dil bilen ölüyor. Ve son sözleri öbürünün anlamakta yetersiz kaldığı anadilinde oluyor. Gözlüyor, gözlüyor....
- Kalabalık bir topluluğa bedenen dayanamıyorum artık..
Yolculuk Günlükleri İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Bir yazar düşünün, bir gezi yolculuğu yaptığı sırada oluşturduğu notlarıyla bile kendine hayran bıraksın.Alt tarafı gezip gördükleri yerleri anlatıcak diye düşünülebilir ilk etapta ama isim "Albert Camus" olunca bunu öyle bir kaliteli edebi dille anlatmış ki hayran olmamak mümkün değil.Okuduğum romanlarda bu kadar alıntı çıkarmazken bu kısacık günlükten pek çok alıntı çıkardım. İki parça gezi bölümünden oluşuyor.İlki Amerika seyahati, gazeteci kimliğiyle gidiyor.İkincisi Güney Amerika seyahati artık ünlenmiş bir şekilde davet üzerine gidiyor. Amerika' ya New York şehrine ayak bastığı sırada bu şehri insanlık dışı çok çirkin bir kent olarak tanımlıyor.Şehrin kokusunu "demirle çimento karışımı hoş bir koku- demir daha baskın" şeklinde ifade ediyor. Bu seyahatinden sonra Kanada' ya geçiyor.Burada ise daha iyimser düşüncelere sahip ülke ve doğası hakkında Amerika' ya göre. Amerika yolculuğunda kimi zaman eleştirel bazen hayran ifadelerle bulunuyor ve buralarda edindikleri izlenimleri kitaplarında kullanacağını da bizlere hissettiriyor. Güney Amerika yolculuğunda ise daha çok denizlerde ifade ettikleri aklımda yer etti.Denizi fazlasıyla seviyor ve yalnız bir şekilde denizin sesini dinlemeye bayılıyor.Bu seyahatinde artık biraz daha insanlardan uzaklaşma çabası içerisine girdiğini ve varoluşsal süreçlerini bizlere daha çok hissettirdiğini görüyoruz.Denize olan sevgisini de kitabın bir yerinde şöyle ifade ediyor. "Sular yüzeyde henüz aydınlık, ama derin karanlıkları seziliyor.Deniz böyledir, onu bunun için seviyorum zaten! Yaşamın çağrısı, ölüme davet." Varoluşsal sıkıntılarını günlüğünde bize fazlasıyla hissettirmiş.İç dünyasını ve yazma sürecini merak ettiğiniz bir yazar ise bu kitap tam da okumanız gereken bir kitap.Keyifli okumalar. (UFUK AYDIN)
Albert Camus'un 1946'da ABD'ye 1949'da Güney Amerika'ya yaptığı yolculuklar sırasında aldığı notların toparlanmış hali. Kitabın arka kapağında yer alan cümlelerin aksine; Camus ABD'ye yolculuğunda sıkılgan, insanlardan uzak, kendi içinde bir hayat sürerken; ikinci yolculuğu olan Güney Amerika ziyaretinde bir hayli neşeli, insanlarla iç içe, konuşkan, yazmaya devam eden bir nitelikte. Ayrıca; Camus, betimlemelerini öyle derin kelimelerle ifade ediyor ki; yazar olmasaymış, ressam olurmuş diyebiliyorsunuz. Camus'un bir sonraki eserlerine ve yazım şekline ışık tutan bu kitabı okumalısınız. (Emre AKAY)
Yolculuk Günlükleri, Albert Camus'nün İkinci Dünya Savaşı ertesinde, 1946'da Amerika Birleşik Devletleri ve 1949'da Güney Amerika'ya yaptığı gezilerde tuttuğu notları kapsıyor. Birinci yolculukta Camus, ABD'ye kimi zaman hayran kimi zaman eleştirel gözlerle bakan, Yeni Dünya'yı anlamaya ve değerlendirmeye çalışan bir gazeteci kimliğinde. Bir taraftan da başta Veba olmak üzere gelecekte kaleme alacağı eserleri tasarlıyor. Güney Amerika'ya gidişindeyse artık resmî makamlarca davet edilmiş dünya çapında bir yazardır. Bu günlüklerde hasta bedeni, daralan soluğuyla, yorgunluk ve sıkıntılarıyla boğuşan, insanlardan uzak durmaya çalışan bir Camus'yle karşılaşıyoruz. Kitapta sunulan iki defterin ortak ve çok ilginç yönü, Camus'nün iç dünyasını açmaktan öte yazarın ham notlardan, işlenmiş eserlere nasıl geçiş yaptığını görme şansı vermesi. Nesnel dünyanın, bu dünyadan kaynaklanan duygu ve düşüncelerin edebiyata dönüşümüne tanık olmak, kaçırılmayacak bir fırsat. kitap/yolculuk-gunlukleri--4333 yazar/albert-camus (нιℓαℓ sεzgιη)
Kitabın Yazarı Albert Camus Kimdir?
Varoluşçuluk ile ilgilenmiştir ve absürdizm akımının öncülerinden biri olarak tanınır; fakat Camus kendini herhangi bir akımın filozofu olarak görmediğinden, kendini bir "varoluşçu" ya da "absürdist" olarak tanımlamaz. 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak, Rudyard Kipling'den sonra bu ödülü kazanan en genç yazar olmuştur.Ödülü aldıktan 3 yıl sonra bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir.
Hayatı
Çocukluğu ve gençliği
20. yüzyılın en güçlü Cezayirli yazarlarından biri olan Albert Camus, 1913'te Cezayir'in Mondovi kasabasında doğdu. Yoksul bir aileden gelen Camus'nün babası bir Alsaslı, annesi ise İspanyol'du. I. Dünya Savaşı sırasında, 1914'te babasını kaybetti. Annesi evlerde hizmetçilik yaparak oğlunu okutmaya çalıştı. Ancak Camus, daha bağımsız bir hayat sürebilmek için evinden ayrıldı. 1923'te liseye, ardından da Cezayir Üniversitesi'ne kabul edildi. Üniversite eğitimi sırasında sağlığı bozuldu ve 1930'da vereme yakalandı. Hastalığı yüzünden üniversite takımının kaleciliğini bırakmak zorunda kaldı. Bundan sonra çeşitli işlerde çalışmaya başlayan Camus, felsefe eğitimini ancak 1936'da tamamlayabildi.
1934'te Fransız Komünist Partisi'ne katıldı. Bu hareketinin kaynağı, Marksist-Leninist öğretisine (doktrinine) desteğinden ziyade, İspanya'da daha sonra iç savaşla sonuçlanacak politik duruma duyduğu kaygıydı. Ancak üç yıl sonra, Troçkist suçlamasıyla partiden atıldı. Camus 1934'te Simone Hie'yle evlendi. Simone bir morfin bağımlısıydı ve Camus'yle evlilikleri, Simone'nun sadakatsizliğine bağlı olarak son buldu. 1935'te "İşçinin Tiyatrosu"nu (Théâtre du Travail) kurdu fakat bu tiyatro 1939'da kapandı. Aynı yıl, verem hastası olduğundan Fransa ordusuna kabul edilmedi.
1940'ta piyanist ve matematikçi Francine Faure ile evlendi ve 5 Eylül 1945'te Catherine ve Jean adlarında ikiz çocukları oldu. Aynı yıl Paris-Soir dergisi için çalışmaya başladı. Daha henüz "Sahte Savaş" olarak adlandırılan II. Dünya Savaşı'nın ilk zamanlarında bir pasifist olarak kaldı. Ancak bu tutumu Paris'in Alman ordusu tarafından işgali ve 1941'de, komünist gazeteci Gabriel Péri'nin gözleri önünde idam edilmesiyle değişti ve onun da başkaldırmasına neden oldu. Paris-Soir ekibiyle Bordeaux'ya gitti ve aynı yıl ilk kitapları olan "Yabancı" ve "Sisifos Söylencesi"ni tamamladı. Camus, Bordeaux'yu 1942'de terkedip Cezayir'in Oran şehrine gitti ve ardından Paris'e döndü.
Edebiyat kariyeri
Camus II. Dünya Savaşı sırasında Naziler'e karşı oluşmuş Fransız Direnişi'ne katıldı ve bu direnişin bir parçası olarak "Combat" adında bir gazete yayımlamaya başladı. 1943'te gazetenin editörü oldu; fakat 1947'de "Combat" ticari bir gazete olunca buradan ayrıldı. Jean-Paul Sartre ile tanışması burada gerçekleşmiştir.
Savaştan sonra, Sartre ve Beauvoir gibi kişilerin buluştuğu Boulevard Saint-Germain'deki Café de Flore'u ziyaret etmeye başladı. Bu yıllarda, aynı zamanda Amerika'yı turlayarak Fransız varoluşçuluğu hakkında dersler verdi. Politik olarak sol görüşlere yatkın olmasına rağmen komünizme karşı çıkması, ona komünist partilerde arkadaş kazandırmadığı gibi Sartre'dan da uzaklaştırdı.
Camus, 1949'da vereminin tekrarlaması yüzünden iki yıl inzivaya çekildi ve "Başkaldıran İnsan"ı yayımladı. Bu kitap, Fransa'daki birçok sol görüşe sahip arkadaşı ve özellikle de Sartre tarafından hoş karşılanmadı ve Sartre'la bütünüyle yollarını ayırdı. Kitabının tatsız yorumlarla karşılanması Camus'yü kitap yazmaktan tiyatro oyunları çevirmeye itti.
Camus, 1950'lerde kendini insan haklarına adadı. 1952'de Birleşmiş Milletler, Francisco Franco diktatörlüğündeki İspanya'yı üye olarak kabul edince UNESCO'daki çalışmalarını durdurdu ve kurumdan ayrıldı. Ayaklanmalarda insandışı bir sertlik kullanan Sovyet metodlarını eleştirdi. Pasifistliğini koruyan Camus, İdam cezasına karşı savaşını sürdürdü.
Cezayir Bağımsızlık Savaşı 1954'te başladığında, Camus kendini ahlakî bir ikilem içinde buldu. Bunun nedeni, Cezayir doğumlu Fransızları tasvir ederken kullandığı sıfat olan "siyah ayak"tı. Ancak, sonunda, savaşta Fransa hükümetini savunuyordu. Kuzey Afrika'da başlayan isyanın, aslında Mısır önderliğindeki yeni-Arap emperyalizminin ve batıya saldıran Sovyetler Birliği'nin işleri olduğunu düşünüyordu. Cezayir'in özerk, hatta bir federasyon olmasını savunuyor; fakat bütünüyle bağımsızlığını desteklemiyordu. Öte yandan, Araplar'la "siyah ayak"ların beraber yaşayabileceğini düşünüyordu. Bu kriz sırasında ölüm cezasına çarptırılan Cezayirlilerin kurtulması için gizlice çalıştı.
Camus, 1955 ve 1956 yıllarında Fransız "L'Express" dergisinde yazdı. Bunların ardından 1957 yılında Camus Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı. Nobel ödülünü aldıktan sonra büsbütün genişleyen ünü, onu XX. yüzyıl dünya edebiyatının başköşesine yerleştirdi. Genel yaklaşım bu ödülün bir önceki yıl yayımlanan "Düşüş" için değil, idam cezasına karşı yazdığı "Réflexions Sur la Guillotine" makalesi için verildiğidir. Stockholm Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşma esnasında Cezayir konusundaki hareketsizliğini savundu. Fakat daha sonra Cezayir'de yaşayan annesinin başına ne geleceği konusunda meraklandığını bildirdi. Çelişkili sayılan bu durum Fransız sol entelektüelleri tarafından tepkiyle karşılandı.
Ölümü
Camus, 4 Ocak 1960'ta, Sens yakınlarındaki küçük Villeblevin kasabasında "Le Grand Fossard" isimli bir yerde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Daha sonra mantosunun cebinde bir tren bileti bulunmuştur. Büyük bir olasılıkla, Camus gideceği yere trenle gitmeyi planlamıştı; fakat arkadaşıyla birlikte arabayla dönmeyi tercih etti. İronik biçimde, Camus daha önce en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulduğunda, araba kazasında ölmeyi bunlardan biri olarak nitelendirmişti. Kazanın gerçekleştiği Facel Vega marka otomobilin sürücüsü ve yayımcı dostu da Camus'yle birlikte hayatını kaybetti. Camus Lourmarin Mezarlığı, Lourmarin, Vaucluse, Provence-Alpes-Côte d'Azur'de gömülmüştür.
Camus'nün ölümünden sonra telif hakları Camus'nün çocukları olan, Catherine ve Jean Camus'ye devredildi. Ölümünden sonra 1970'te "Mutlu Ölüm", 1995'te de öldüğünde hala bitmemiş olan "İlk Adam" yayımlandı.
Camus'ye göre "saçma"
Camus'nün felsefeye en büyük katkısı, insanların ne berraklık ne de anlam sunan dünyada bunları aramalarının sonucu olarak oluşan "absürt" fikridir. Filozof bu felsefesini "Sisifos Söylencesi"nde açıklayıp "Yabancı" ve "Veba" gibi romanlarında da işlemiştir.
Genelde varoluşçulukla birlikte ele alınan "Absürdizm" (Saçma, uyumsuzluk felsefesi) ile birçok yazar ilgilenmiş ve bu felsefi düşünce akımını kendine göre yorumlamıştır, Camus "saçma"`nın kurucusu değildir fakat bu düşünce akımında önemli bir yer tutar.
Camus, makalelerinde okuyanı dualizmle tanıştırır. Mutluluk ve keder, yaşam ve ölüm, karanlık ve aydınlık.. Hayatın çeşitli biçimlerde geçtiğini ve insanın ölümlü olduğu gerçeği de budur. Sisifos Söyleni`de bu dualizm bir çelişki halini alır: Bir yanda yaşayarak hayatlarımıza değer vermekte öte yandan eninde sonunda yok olacağımız gerçeğini de bilmekteyiz. Bu çelişkiyle yaşamak "Absürt"`ün ta kendisidir. Eğer hayatımızın anlamsız ve boşuna olduğunu biliyorsak, kendimizi öldürmeli miyiz? Bu trajedik kısır döngü nasıl aşılabilir? Camus saçma kavramını burada kurar: yaşamın beyhudeliğinin bilincinde olan insan. Fakat Camus intihardan yana değildir, yaşamın anlamsızlığının yok edilemeyeceğinin bilincindedir fakat bununla savaşmaktan kaçınmaz.
Varoluşçuluk ve absürdizm hakkındaki görüşleri
Bazı eleştirmenler Camus`yü kategorize etmeye çalışarak onun bir varoluşçu ya da absürdist olduğunu söyler. Eleştirmenlerin mi ya da Camus`nün kendi ifadesinin mi doğru olup olmadığı tartışılmakla birlikte, Camus etiketlenmeyi sevmediğini belirterek varoluşçu olduğu tanımına karşı çıkar: "Hayır, ben bir varoluşçu değilim. Sartre ile isimlerimizin yan yana anılmasına hep şaştık. Sartre ve ben kitaplarımızı birbirimizle gerçekten tanışmadan önce yayımladık. Birbirimizi tanıdığımızda ise ne kadar farklı olduğumuzu anladık. Sartre bir varoluşçudur, benim yayımladığım tek fikir kitabı Sisifos Söylencesi`dir ve sözde varoluşçu filozoflara karşı doğrultulmuştur.Camus felsefesini en iyi anlatan sözlerinden biri de; 'hayat hiç bir şey değildir, itina ile yaşayınız.'dir. Hayatın bir anlam aramaya çalışmayacak kadar kısa olduğunu, nihayetinde bir anlamı olmadığı, anlamı olsa bile olmasının hiç bir şey değiştirmeyeceğidir. Bu yüzden insanın yapabileceği en iyi şey hayatını yaşamak olacaktır. Camus hayatın anlamsız olduğunu söylemiştir, fakat anlamsız bir şeyi anlamlı yaşamanın da bir sakıncası yoktur. Bu yüzden Camus'un felsefesi pesimizm veya aşırı bir melankoli değildir.
Bir absürdist olup olmadığı hakkında da şunları söyler:
"Absürt kelimesinin kötü bir geçmişi var ve bunun beni rahatsız ettiğini itiraf ediyorum. Absürt`ü Sisifos Söylencesi`de ele alırken, bir metod arıyordum doktrin değil. Sistemli bir şüphe pratiği yapıyordum. Daha sonra bir şeyler inşa edebileceği düşüncesiyle "tabula rasa" yöntemini kullanmaya çalışıyordum. Eğer hiçbir şeyin bir anlamı olmadığı varsayarsak, dünyanın absürt olduğu sonucuna ulaşmalıyız. Fakat gerçekten hiçbir şeyin hiçbir anlamı yok muydu? Bu noktada kalabileceğimize hiçbir zaman inanmadım."
Camus ve futbol
Camus`yle birlikte anılan ve sık sık gönderme yapılan konulardan biri de kaleciliğidir. Bir süre Cezayir Üniversitesi genç takım kaleciliği yapmıştır ve maç raporlarına göre tutkuyla oynayan cesur bir kalecidir. Bir seferinde arkadaşı Charles Poncet "tiyatroyu mu yoksa futbolu mu" tercih edeceğini sorduğunda, "Tereddütsüz futbol" cevabını vermiştir. Tüberküloza yakalanınca futbolu bırakmak zorunda kalmıştır. 1950'li yıllarda bir spor dergisine futbol hakkında bir yazı yazması rica edilince şöyle demiştir:
« Ahlak ve insanın yükümlülükleri hakkında güvenebileceğim ne biliyorsam onu futbola borçluyum.»
Camus, dini ve politik insanların aklımızı karışık ahlaki sistemlerle karıştırmaya çalıştığını böylece aslında basit olan şeylerin olduğundan daha komplike göründüğünü söyler. İnsanlar, politikacılar ve filozofların alanı yerine futbolun basit ahlakına bakmakla daha iyi edebilir.
Albert Camus Kitapları - Eserleri
- Veba
- Düşüş
- Yabancı
- Yaz
- Sürgün ve Krallık
- Başkaldıran İnsan
- Sisifos Söyleni
- Mutlu Ölüm
- Tersi ve Yüzü
- Yolculuk Günlükleri
- Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar
- İlk Adam
- Defterler 3
- Defterler 2
- Defterler 1
- Denemeler
- Yanlışlık
- Sıkıyönetim
- Caligula
- Asturya'da İsyan
- Adiller
- Ecinniler
- Sanatçı ve Çağı
- Yabancı (Çizgi Roman)
- Büyüyen Taş
- Hə ilə Yox Arasında
- Yazışmalar 1946 - 1959
- Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler
- Sartre Camus Çatışması
- Düğün ve Yaz
- Seçilmiş Əsərləri
- Bir Alman Dosta Mektuplar
- İlk Adam
- The Guest
- Jonas
- The Plague
Albert Camus Alıntıları - Sözleri
- Mutlu muydu, yoksa içinden ağlamak mı gelirdi, bilemezdi o zaman. En azından, barışık olurdu böyle anlarda, neyi beklediğini pek bilmeden, usul usul beklemekten başka yapacağı yoktu. (Sürgün ve Krallık)
- Nasıl mutlu ölünür? Yani bizzat ölümün bile mutlu olacağı ölçüde mutlu nasıl yaşanır? (Mutlu Ölüm)
- Bundan böyle korkmak yok, kurtuluş korkmamakta! Gücü yeten ayağa! Neden eğersiniz başınızı? (Sıkıyönetim)
- Kısas doğanın ve duyunun bir emridir, yasanın düzeni değildir. Yasa, tanımı dolayısıyla doğa ile aynı kurallara uyamaz. Eğer cinayet, insan öldürmek, insan yapısının bir parçasıysa, yasa bu doğayı taklit etmek veya kopya etmek için değil, onu düzeltmek için yapılmıştır. Oysa kısas, salt doğal bir itinin onaylanıp, yasal bir güce eriştirilmesidir. Hepimiz, çoğu zaman utanarak bu itiyi duymuşuzdur ve gücünü biliriz; o bize ilkel ormanların derinliklerinden gelmektedir. (Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler)
- "...içimden inanca sarılmak geliyor bazı geceler." (Yanlışlık)
- Bir adam tanıdım, kafasız bir kadına yaşamının yirmi yılını verdi, her şeyi feda etti ona, dostlarını, emeğini, dürüstlüğünü bile, ama bir akşam, kadını hiç sevmemiş olduğunu anladı. (Düşüş)
- Mutlu olmak değil artık dileğim, yalnızca bilinçli olmak. (Tersi ve Yüzü)
- Axı bütün dərslərini hazırlayandan və böyüdüyünü boynuna alandan sonra irəlidə yalnız qocalıq qalır. Yaradıcılıq adına saxtakarlıqla məşğul olan istedadın özünü həyatda arsız və mahiyyətsiz kimi biruzə verməyə qadir olması gün kimi aydındır. İncəsənətin ali məqsədi hakimləri ifşa etmək, istənilən ittihamın üzərindən qalın bir xətt çəkmək və hər şeyə - insana və həyata haqq qazandırmaqdı. Bizim kimi qul cəmiyyətlərinə gerçəyi görməsi üçün iztirab və köləlik lazımdır, - günahları da elə bundadır, - halbuki həqiqət həm də xoşbəxtlikdir, yetər ki, ürək ona layiq olsun. ...istənilən halda qulun həqiqəti ağanın yalanından yaxşıdır. Biz, əlbəttə ki, faciəli dönəmdə yaşayırıq. Lakin çoxları faciəli olanı çarəsizliklə səhv salır. Faciəli olana, - Lourens söyləyirdi, - fəlakətin möhkəm təpiyi dəyməlidir. Hər şeyin öz zamanı var - yaşamaq və bu yaşamı təcəssüm etdirmək zamanı. (Hə ilə Yox Arasında)
- Əsas məsələ dəqiq ifadə işlətməkdə deyil, düzgün danışıb fikir yaratmaqdadır. (Seçilmiş Əsərləri)
- "Yalnızca sanatı, çocukları ve ölümü seviyorum." (Defterler 2)
- Öyle yollar vardır ki, bağışlanamaz. Ben ülkemi aynı zamanda adaleti de severek sevebilmek isterim. (Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar)
- Niye tasalanmalı şimdiden? Bekleyelim. Gittiği gibi dönecek belki de (Caligula)
- Hepiniz o beş para etmez aşkınız uğruna yaptıklarınızı haklı çıkarmaya çalışıyorsunuz.. (Adiller)
- Yaşamı öven her şey, aynı zamanda onun anlamsızlığını artırır (Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar)
- Nefes almaya mahkûm oldum şu lanet yalnızlıkta, hatırlamak işkencedir artık bana. (Yanlışlık)
- Çünkü insan yoksulluğu seçmez... Ama bir ömür boyu muhafaza eder... (İlk Adam)
- Gerçekte, ben de sizin gibi düşündüğümü sanıyor, size nasıl karşı koyacağımı bilemiyordum. Yalnız içimde dayanılmaz bir doğruluk duygusu vardı ve bu duygu en beklenmedik tutkular kadar aklı aşıyordu. Nerde ayrılıyorduk? Siz umutsuzluğu rahatça kabul ediyordunuz, bense etmiyordum.. (Denemeler)
- "Tecrübeyle öğreniyor insan, bakmaktan hiç fayda gelmiyor." (Yanlışlık)
- Devrim yaparken yelpaze sallanmaz! (Asturya'da İsyan)
- İnsan eninde sonunda her şeye alışır. (Yabancı)