tatlidede

1 Kasım Sonrası

1 Kasım Sonrası

7 Haziran seçimlerinden sonra ortaya çıkan tablodan bir koalisyon hükümeti çıkmamış, ardından anayasal süreç işlenmiş ve ülke seçimlerin yenilenmesiyle 1 Kasım’da tekrar sandığa gitmek suretiyle istenmeyen bir realiteyle karşı karşıya kalmıştı.

İstenmeyen realite derken, ne yazık ki bir koalisyon hükümeti çıkmamıştı, demek istiyoruz ve tabi ki ardından ülke olarak sosyal ve ekonomik istikrarsızlık yaşamaya başlamıştık. Siyasi istikrarsızlığın sonucu sosyal ve ekonomik istikrarsızlık oldu ne yazık ki. Bu gerçeği vatandaş somut bir şekilde cebinde veya pazara giderken hissetti. 

Muhalefet partileri önce AK Partisiz bir koalisyon düşündü; amaçları cumhurbaşkanını daha önce dedikleri gibi Yüce Divana göndermekti. Zira bunu her fırsatta kamuoyuna deklare etmişlerdi. Bu niyet üzerine daha hükümet kurma görüşmeleri başlamadan ortaya atıldı parti liderleri tarafından. Kuşkusuz cumhurbaşkanı ve ekibi bu niyetin farkındaydı.

İlk önce HDP Eşbaşkanı Sayın Demirtaş, “AKP’nin olacağı hiçbir seçenekte yokuz” diye ilan etti bir süre sonra AK Parti-MHP yakınlaşmasına “Savaş Koalisyonu Hükümeti” diyerek de itirazını sürdürmüştü. HDP’nin bu yaklaşımı solun etkisiyle olmalı ki sekter bir tutumla siyasal istikrarsızlığın başlangıcı oldu bir bakıma. 

MHP ise, HDP’nin içeriden veya dışarıdan olacağı hiçbir seçeneğe razı olmayacağını ilan etti ve hatta bir adım ileri giderek HDP’yi “Flu” saydı. “Hayır, hayır, hayır” yaklaşımıyla iktidar ortağı olmaktan kaçtı ve Türk siyasi tarihine “Hayırcı” bir yaklaşım geliştirerek geçti!

CHP ise ilk başlarda AK Partisiz bir seçenek üzerinde durdu ve Lideri Kılıçdaroğlu “Yüzde 60 Blok”tan bahsetti. Kılıçdaroğlu bir adım daha ileri giderek başbakanlığı MHP Lideri Devlet Bahçeli’ye önerdi. Bahçeli ise, Kılıçdaroğlu’nun bu önerisini “MHP küçük hesaplar peşinde olan bir parti değildir.” Diyerek reddetti. MHP’nin bu tutumuyla yüzde 60 blok çökmüş oldu.

Hükümet kurma görevini cumhurbaşkanından alan birinci parti durumundaki AK Parti’nin önünde ise tek seçenek kalmıştı: CHP ile koalisyon hükümeti kurmak. Şunu vurgulamak isteriz ki, AK Parti, “Hayırcı” olan MHP ile koalisyon görüşmeleri yapmaması bir yere kadar anlaşılır; ancak koalisyon hükümeti için HDP ile görüşmemesi eleştirdiğimiz yaklaşımlardan biridir. Başta HDP Eşbaşkanı Demirtaş, böyle bir açıklama yapmış olsa da ülkede sosyal ve ekonomik istikrarsızlığın yaşanmaması adına AK Parti bizce HDP ile görüşebilirdi ve bundan bir sonuç da çıkabilirdi. Zira daha sonra Demirtaş’ın AK Parti ile koalisyon kurulabilir ihtimalinin yer aldığı demeçlerini gördük.

Sonuçta CHP ile yapılan uzun görüşmelerden sonra AK Parti ile bir koalisyon hükümetinin oluşmaması ülkeyi seçim tekrarına götürdü. Hayırlı olsun demekten başka bir söz bulamıyoruz.

Umarız Herkes Ders Çıkarmış!

1 Kasım sonrasında mecliste yine dört partinin olacağı bir tablo ön görmekteyiz. Ama milletvekili dağılımı konusunda net olan bir durum yok.

Diliyoruz ki bütün partiler ve yetkilileri yaşananlardan ders çıkarmıştır. Anlaşıldı ki “Hiçbir seçenekte yokum” veya ‘‘hayırcı’’ yaklaşımlardan bir netice elde edilememiştir. 

Yaşanan hükümet boşluğu topluma büyük külfete mal oldu ne yazık ki. Kürt coğrafyasında “özyönetim” ilanları ve ardından şehirlerde kazılan hendekler ve devletin bunun üzerine şiddetle gitmesi insanlarınıza pahalıya patladı. Birçok şehirde günlerce sokağa çıkma yasakları halka büyük sıkıntılar yaşattı. Deyim yerindeyse halk hendek ile sokağa çıkma yasakları arasında kaldı. Onlarca insan yaşamını yitirdi. Buna ilaveten onlarca PKK’li, asker ve polis yaşamından oldu; bir o kadarı yaralandı. Aslında kaybedilen bütün insanlar bu coğrafyanın evlatları. Çoğumuz akrabayız zaten, bir arada yaşama imkanları varken neden birbirimize tahammül edemiyoruz? Sanırım en büyük sıkıntı burada…

Dileğimiz o ki, 1 Kasımdan sonra ortaya çıkan tablonun rengi ne olursa olsun bütün partiler birbiriyle görüşmeli, görüşebilmeli ve birlikte yaşama iradesini ortaya koymalı. Böyle bir kültür ve siyasi etik geliştirmek gerekiyor. Liderlerin rekabet adı altında birbirlerine söyledikleri emin olun, herkesi derinden üzmektedir.

Aksi halde bütün parti liderlerinin geliştirmiş olduğu ‘nefret’ dili topluma da sirayet etmiş, bireyleri adeta “öfke fıçısı” haline getirmiş durumda. Herkes birbiriyle öfkeli konuşuyor; hiddetli davranıyor. Kavga edilecek noktaya geliniyor; ağır hakaretler ediliyor karşılıklı olarak. Doğal arkadaşlık ilişkileri giderek zayıflıyor; konu-komşu diyalogu çok zayıflamış durumda. Her ilişkiye ideolojik ve politik içerik yükleniyor. Demokratik eleştiri kültürü yok olma eşiğinde. Herkes hemen karşıdakine bir etiket yapıştırıyor. Örneğin Kürt coğrafyasında HDP’yi eleştiren bir söz ortaya atılırsa o şahsa hemen bir AK Parti etiketi yapıştırılıyor. CHP etiketi yapıştırılmaması ise çok ilginç! Sanki başka parti yok da bu memlekette…

Tarihten bir anekdot vererek konuyu daha anlaşılır kılalım. 12 Eylül öncesine benzer bir durum bu. İnsanlara “Tu KUK’î ya Apocîyî” sorusu soruluyordu. Çatışan bu örgütlerin dışında kalan diğer örgütler yok sayılıyordu. Hatırlıyoruz bu yaklaşımdan dolayı halk iki arada bir derede kalıyordu. Halk büyük sıkıntılar yaşadı o dönem. Rivayet odur ki o dönem yoldan geçen bir çerçiye “Tu KUK’î ya Apocîyî” sorusunun sorulması üzerine tehlikeyi sezen çerçi “Ê min ez k…..k lawê k…..im birê min”  şeklinde bir cevap vermiş! Çerçinin verdiği cevap aslında yaşanan trajediyi özetliyor.

Kendi payımıza diyoruz ki, toplumsal huzur ve barış adına 1 Kasım’dan sonra ülkeyi demokrasinin gelişimine ve özgürlüklerin toplumda kök salmasına götürecek bir hükümet kurulmalı. Bu tek parti iktidarı olur, koalisyon olur hiç fark etmez. Kurulacak hükümete muhalefette kalan partiler yardımcı olmalı; engelleyici, ayakbağı olmamalı. İktidardan daha bir adım ileri pozisyonda muhalefet edilmeli. Mesela bu ülkede bir MHP-HDP koalisyonu neden olmasın? 

1 Kasımda seçimlere girecek olan bütün partilerimize başarılar diyoruz demokrasi kültürümün gereği olarak. Saygıyla…


Yorum Yaz