matesis
dedas

باران / Baran

باران / Baran

“Tenden ayrı, gönle yakın bir hikâyenin
Kaçıncı perdesi bu beni divane eden…
Olmazı olduran,
Arının bal diye yazılan yazgısını bozduran,
Teni cana yabancı kılan bu hengâme nedir?”*

İzin verde, kalbim kalbine secde etsin, diyen iniltilerimin çoğalıp, ruhuma ızdırap örtüleri giydirdiği bir zamanda, “Baran” nı izledim.

Baran İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin 2001 yapımı filmi. 1979′da Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgâl etmesi, 10 yıllık işgâlin ardından başlayan iç savaş, Taliban rejimi ve 3 yıllık kuraklık sonucu Afganistan’dan İran’a göç eden ve olumsuz şartlarda çalışan Afganlı göçmenlerin acılarını anlatıyor, derim ilk etapta. Oysa bu yalnızca bir perde…

Perdenin arkasından görünen ise, uzunca saçlar.

Saçlarını tarayan genç bir kadının suretini görünce Latif perdeden, gerçekle helalleşmeye başlar.

Gerçek, çok katlı inşaatın mutfağında işçilere çay götürüp yemek yapan Latif’in işini çalan pis bir Afganlı, yani Rahmet tir. Latif, insanın şeytan olma özlemini idarake başlayıp, Rahmet e eziyet eder.  Onun çayını içmez, yemeğini yemez, nefreti o kadar kabarır ki, mutfak demeye dilimin varmadığı harebeyi alt üst eder, tabakları bardakları kırar, tüm perdeleri yırtar. Tek isteği Rahmet in acı çekmesidir…

Hakikat ise, perdenin arkasından görünen Baran dır.  Latif’in kalbine rahmet estiren, insanın melek olma özlemini idrak ettiren, insanı özüne götüren AŞK tır. Latif halden hale girer, toz toprak içinde süslenir,  terleyen bıyıklarını, gülmeye başlayan gözlerini izler aynada, çimento karışmış saçlarını yan yatırırken. İnşaat alanından ibaret dünyası artık sadece “Baran” dır. Onu görmek için tüm tesadüfler kurgulanır. O geçerken yıkanmayan eller yıkanır,  görünmeyen yollar gözlenir, gözbebeklerinden gülümsemeler arşa yükselir. 

Bir lâl duruşu var filmin, Aşk hiç konuşulmadan, hiç seslendirilmeden; merhamet, vicdan, ahlak, yoksulluk, yoksunluk, fakirlik, göçmenlik, hüzün üzerinden inşa ediliyor. Dünya şarkısını söylüyor, aşığın payına sessizlik düşüyor; o sessizliğin içinde aşık olunan da yeniden doğuyor. Latif, Baran’dan ibaret…Baran ise olmayan çocuk, olmayan kadın, olmayan insan...Küçük, narin, saf bedeniyle savaşın acılarını taşıyan ruh…

Soluğumda, yalnızlıklarımı boğuyorum iniltilerim tükenir diye. Muzdarip tekilliğimle Baran’ın bakışlarından düşüyorum. Kirpiklerimi düştüğü yerden kaldıramayacak kadar takatsizim. Gerisi Baran’ın ruhunun kalbimdeki tırnak izleri. Gerisi, yağmurun ıslatamadığı toprağıma düşmüş bir tohumun serzenişleri.

Gerisi, taş üstüne konulan bir bardak çay ve iki kırık şeker…

Baran gider, geriye kalansa Latif’in kalbindeki suretidir. O suretin izlerini kendinde taşır Latif; güvercinleri besler, mutfağı koklar, inşaatın merdivenlerini yoklar. Elinde tek kalansa sevdiğinin tokasıdır…En büyük hazinesi…

Aşık ayrılığın takatsizliğiyle, aşığının izini sürmeye başlar. Yolda durakladığı, ayakkabı tamircisi yaşlı Afgan mülteci, olmayan evinde onu ağırlar bir yırtık ayakkabı dikimliğince.

“Sen yalnız mısın?”

“Yalnız yaşayan Allah ile komşu olur”, “bir parça ekmeğim var ister misin evlat?”

Kadim bir “zikir” halidir yaşlı Afgan…

“Ayrılık öyle bir ateştir ki, alevi yürek yakar”

Bundan sonraki sahneler şiir gibi akıp gider, aşığın ızdırabı, inleyişleri sade olduğu kadar etkileyici görselliklerle seyircinin kalbini kanatır. Karlar, sevgiliyi arayıştaki yollar, sokaktaki göçmen çocuklar, türbe kenarında kaynatılan kazanlar, bir bardak süt içerken ki çaresizlik,   türbenin uçuşan perdesi, içerden yükselen şarkı Latif’in yüreğini sızlatan, havuzdaki kırmızı balıklar umuda dair…

Sevgili o kadar yakın ve o kadar da uzaktır ki…Yakın ve Uzak…

İzin ver de toprağına göç edeyim. Süreyim toprağımı da, toprağına karışıp tohum olayım. Ayaklarıma nasırı, gözlerime uzağı reva görme…Uzağım…

İzin ver de, saçlarımdaki kırları, yaşımdaki eskimişliği soyunup, yanında, hemen dizlerinin dibinde durayım…Yakınım…

Ve Baran’na en yaklaşılan an…Gürül gürül çağlayan suların içinden bedeninden ağır taşları çıkartırken sevgili, Latif’in yüreğini köz eder…Suya düşen ayakkabı, aşığı öldürdüğü kadar beni de asar…Sevgilinin üşüyen ayakları, titreyen dudakları…

Her şey feda edildiğinde aşkta sıra, ayrılığındır…Baran ile yok olan Latif, varlığını feda ettiğin de, ayrılığıda kabul eder…yan yana duran ama kavuşamayan eller…

Baran ve Latif…

Gerisi, çamurda izi kalan ayakkabı…Gerisi, yağmur…

Aşkın firuzesinde saklıdır sonsuzluk.

Aşkı bilen korkmaz tahterevallinin kırılmasından.

Aşkı bilmeyen, ziyadesiyle korkar ölümden!

*E.Batar

Yorum Yaz