matesis
dedas

28 Şubat! Muhasebesi

28 Şubat! Muhasebesi

        Kuzuyu yemeyi kafasına koyan Kurt suyun başında durmuş, aşağıda duran kuzuya; suyu niye bulandırıyorsun diye  çıkışması misali, ha bire irtica gündemiyle ülkenin gerildiği 28 Şubat günleri…

        Onbeş yıl geçti.

        Olup bitenlerden çok; buna teşne olan, buna ram olan ve buna direnen kişi, gurup ve anlayışları değerlendirmek gerekir.

        O dönem ve sonrasındaki yıllarda –özellikle doksanlı yılların ilk yarısında- faili meçhuller niye arttı? Faili meçhullerin artmasına kimler katkıda bulundu? Faili meçhullerde kolaylaştırıcı rollerde kimler bulundu?

        Kimlerin önü açıldı, kimlerin önüne duvarlar örüldü?

        Her tuzak bir fırsatı, her imkan da bir tuzağı barındırır. O süreçte oltaya atılan yemlere abanan ganimetçiler ile hasbunallah diyerek  istikametini bozmayanlar beraber imtihan oldular.

        Kuzuyu yemek için suyun bulanmasına, çakalların rahat cirit atması için havanın puslu olmasına, ortamın griliğinin koyulaşmasına ihtiyaç duyulmuştu. Tıpkı 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 öncesinde olduğu gibi.

        Hangi sözümüz, hangi tepkimiz, hangi ilişkimiz, hangi hamlığımız, hangi ihmalimiz, hangi aşırılığımız veya hangi oluşumumuz -bilerek veya bilmeyerek- buna malzeme sağladığının muhasebesini yeniden yapmalıyız.

        Tarih iki defa tekerrür eder diyor Hegel. Marks ise, evet iki defa tekrarlandığı doğru ama; birincisi trajedi ise ikincisi komedidir diyor.

        Yeniden geçmişin tekrarı artık gülünç bir komedya olmasın.

        28 Şubat bir şefkat tokatı mıydı, bir kırılma dönemi mi, yoksa tefessüh etmiş siyaset ve anlayışları n elenmesi mi?

        En radikal dergi ve kitapları eline alan, en sivri dili kullanan, en cafcaflı klişe lafları sloganlaştıran ve en ağır eleştirileriyle dikkatleri üstüne çekenlerin bu süreçte bedel ödediklerine mi, yoksa bedel ödettirdiklerine mi bakmakta fayda vardır.

        Fırtınalı havada gemisine binenleri kurtarmak için dışarıda kalanlara bedel ödetme yaklaşımını tercih edenler oldu.

        Dini hükümleri tevil yoluyla ve kelimeleri bağlamından kopararak dönemin şerrinden korunmaya çalışanlar oldu.

        İslamcılık iddiası bitti, siyasal İslam iflas etti beyanlarıyla dergilere kapak konusunu oluşturanlar oldu.

        Özel hayatlarında ve toplumsal ilişkilerinde İslami görünürlüğü perdeleyerek  şimşekleri çekmemek için kendilerini zorlayanlar oldu.

        Bunun yanında sürgünlerle, işten atılmalarla, iflas ettirmeyle, iş kapattırmayla ve hapislerle bedel ödemekten kaçınmayanlar da oldu…

        Zor zamanda doğru yerde olmakla dün sınandığımız gibi bugün de sınanmaya devam ediliyoruz.

         

        Merhum Erbakan’ın kızı Zeynep hanımla yapılan röportajdaki hissiyat, nasıl bir cendereden geçmiş olduğumuzu yeterince açıklıyor.

        28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısı on saate yakın sürüyor. Nermin hanım kızlarıyla beraber evinde tedirginlik ve endişe içinde bekliyor. Necmettin Erbakan başbakan olarak derdest edilebilir mi? Nermin hanımın önünde okunmakta olan Kur’an sayfaları gözlerden süzülen yaşlarla ıslanıyor. Dua, dua, dua.. Erbakan hoca geç saatte evine geldiğinde hanımı ve kızları yanına sokularak olup bitenleri anlatmasını bekliyor. Hoca; “Yarın gazetelerde yazılanlardan dolayı üzülmeyeceğinize söz veriniz dedikten sonra; İnşallah hayırlara vesile olacaktır. Bu sıkıntılardan geçilmesi gerekiyor. Cenneti kazanmak kolay değildir” dedi. Başka bir şey söylemek istemedi. (Star Gazetesi, haber7 com)

        *      *      *

        Kişisel enaniyetler yanında gurup enaniyetine de düşmemeye dikkat çekiyor Ahmet Taşgetiren. Kişi ve gurup olarak kazandığımızda ya da büyüdüğümüzde başka kardeşlerimizin de nefeslenmesini becerebiliyor muyuz?

        Dün Sincan’da Ebrehe’nin filleri gibi yürütülen tanklar, meşru hükümetin iktidarını ezmeye çalışıyordu; bugün verilen hükümler, sarfedilen laflar, karalanan yazılar, verilen beyanatlar ve geliştirilen ilişkiler hangi kalbin yaralanmasını sağlıyor diye düşünmek gerekmez mi?

        Bedir, Uhud, Hendek ve Taifi yüzünün akıyla geçmiş insanların Sffin, Cemel ve Kerbelada çakılmalarını eminim kimse yeniden görmek istemez.

 

        Medya, yargı ve Üniversite psikolojik savaşı yürütüyor, kirli ve kinli manşetlerle kamuoyu manipüle ediliyordu.

        12 Eylül 2010 Anayasa maddeleri referandumu ve 367 garabetinden sonra tıkanan Cumhurbaşlığı seçiminin halka seçtirilmesi ile ilgili kazanımlar çok önemli olmakla beraber darbe Anayasası halen yürürlükte değil mi? Ana gündem Sivil Anayasa olmaya devam etmelidir.

        Öyleyse gündem sapması niye?

       

   

Yorumlar

Image
Sadun
28.02.2012 / 16:15

Bir yazıyla bir çok mesaj ve gönderme yapmış. Ama dil çok edebi ve seviyeli yine de.

Image
Aliko
28.02.2012 / 16:14

Mevlana derki"Sokak köpeğine ister altın, ister yünden tasma tak, yine sokak köpeği olmaktan kurtulamaz."darbe darbedir ha militarist ha totaliter.

Image
Doğan
28.02.2012 / 16:06

Allah Bizi Abu Süfyan torunu ve Muaviyenin oğlu modern yezidlerin uygulamalarından korusun diyorum.En zalim kimdir.Gücü yettiği halde güçsüz(zayıf kişiye) zülum edendir.

Image
Furkan ÖZGÜR
28.02.2012 / 13:36

Bizler İslam dinine inanan müslümanlarız. Müslümanca hareket etmek zorundayız.Yazılarınızda müslümana yakışır bir şuurla yazıldığına eminiz.Onun içindir'ki Toplum ve İnsan merkezli bir yazı olmuştur.Bazı yorumculara diyorum ki "Dilini terbiye etmeden önce yüreğini terbiye et.Çünkü söz yürekten gelir.dilden Çıkar" (Hz.MEVLANA) Bu güzel ve anlamlı yazınızı için yürekten kutlarım.Yazılarınızın sürekli olması temeni ve isteği ile.Selametle kalın.

Image
vedat
28.02.2012 / 09:19

sizin kayıtsız şartsız desteklediğiniz hükümet in nemalandığı şeyleri niye halletsin ki? adamlar bundan nemalanıyor. hadi erkek göreyim, natonun askeri oılan cevik bir i içeri atsınlar, sizin tabirinizle ebrehe tanklarını yürüten ve sonrada akp ye yakın şirketlere danışmanlık yapan çevik bir...

Yorum Yaz