matesis
dedas

90’lı Yıllarda Mardin’de Kürt Basınına Mensup Olmak

90’lı Yıllarda Mardin’de Kürt Basınına Mensup Olmak

“ Bu yazıyı 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü nedeniyle yaşamını yitirmiş Kürt basın mensuplarını anmak amacıyla kaleme aldım.”

Uzun süren bir baskı döneminden sonra Kürt basını 1990’dan sonra filizlenmeye başladı. 12 eylül Askeri Darbesi bütün Türk ve Kürt devrimci, demokrat ve sosyalist örgütlerine ağır darbeler vurmuş, binlerce gözaltı ve tutuklamalar…Bunun ardından 1984 yılında PKK’nin ilk eylemi ile başlayan süreç giderek demokrat ve yurtsever Kürt cephesinde nefes aldırıyor öte yandan çok sert olan devlet aygıtı ise sarsılıyor yavaş yavaş. Bu sarsılma ise devleti deyim yerindeyse daha da harlaştırıyor ve bu şekilde 90’lara geliniyor.

1990’larda devlet Kürtlere karşı baskısını arttırırken bir yandan yükselen PKK mücadelesi öbür yandan da artan bütün baskılara rağmen Kürtler siyasetin legal zemininde kurumsallaşmaya önem ceriyor. Kurumsallaşma süreciyle birlikte bir dizi kurum ortaya çıkıyor. Legal partinin yanı sıra basın, kültür, sanat alanında ard arda kurumlar kuruluyor.

22 Nisan 1898 yılında Mısır’ın başkenti Kahire’de yayın hayatına başlayan Kürdistan gazetesinden bu yana 1990’lara gelindiğinde yaklaşık 90 yıl geçmişti. Bu süre zarfında Kürt basın alanında çeşitli dergiler ancak birkaç sayı çıkarak varlığını koruyabilmişti. Ömürleri çok kısa olmuştu; zira Osmanlıdan bu yana Türkiye Cumhuriyeti döneminde de baskılar katmerlenerek sürüyordu.

Hafızam beni yanıltmıyorsa 1989-90 sürecinde Toplumsal Diriliş diye bir dergi okurlarla buluştu. Ben bu derginin 3 -4 sayılarını gördüm. Ali Fırat imzalı Aydınlar üzerinde yayınlanmış bir makale vardı derginin bir sayısında. Yine Halk Gerçeği diye bir dergi çıktı. Baskılar artınca bu dergi kapanarak Yeni Halk Gerçeği ismiyle tekrar çıktı. Yanılmıyorsam Toplumsal Diriliş dergisinin alt yapısı üzerinde de Özgür Halk Dergisi de tekrar yayın dünyasına girdi. Yeni Halk Gerçeği de birkaç sayı çıktıktan sonra o da kapandı. Nedeni, devletin baskısı tabii ki…Bu arada ilk haftalık Kürtçe gazete olan Welat gazetesi de yayın yaşamına girdi. Eş zamanlı olarak Haftalık Yeni Ülke gazetesi de yayına başladı. Bu arada günlük olarak Özgür Gündem gazetesi de yayına başladı.

Yukarıdaki paragraftan anlaşışdığı gibi Kürt basın alanı tam bir yoğunluk yaşıyor. Tabi biz de yayına başlayan bütün dergi ve gazetelere muhabirlik yapıyoruz. Bu alanda çalışan her bir muhabir aynı zamanda Welat, Yeni Ülke, Özgür Halk ve Özgür Gündem’e haber geçiyor. Ayrıca bir de bu dergi ve gazetelerin dağıtılması ve okurlara ulaştırılması da hem muhabirler hem de dağıtımcılar üzerinden gerçekleştiriliyor. Kürdistan’daki işleyiş böyleydi. Bildiğim kadarıyla bu gibi yayaın organlarına DİHA ajansı üzerinden haberler geçiliyor. Tabi imkanlar artmış eskiye göre. Öte yandan devlet baskısı bütün hızıyla devam ediyor.

Bölgede çalışan Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet vs gazetelerinin muhabirleri bizlere selam vermekten bile kaçınırlardı. Mesleki dayanışma baskılardan dolayı oluşmuyordu. Ancak çok kısmi denebilecek bazı muhabirlerle temaslar sağlanabiliyordu. Devletin baskısını dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in şu sözü hem itiraf hem de kabullenme anlamına gelir: “Onlar militan gazeteci.”

Genel manzara özetle böyle. 1993 yılı boyunca Mardin Özgür Gündem gazetesinin temsilciliği görevini yürütmekteyim. Gazetemizin o zaman imtiyaz sahibi siyasetimizin beyefendisi ama bir o kadar zahmetini çekmiş Sayın Yaşar Kaya idi. Benim adıma düzenlenen temsilcilik yetki belgesinin üzerinde Yaşar Beyin imzası yer alıyordu. Kürt siyasetinde DEP milletvekilleri ile mecliste.

Benim temsilcilik görevini üstlenmemle beraber büro çalışan sayısında bir artış oldu. Daha önce sadece Bahatin Özen ve eşi Nezahat Özen arkadaşlarımız Mardin Büroda çalışyorlardı. Mardin temsilciliği Ahmet Dağ adında bir arkadaşa verilmişti; o da devlet baskısına dayanamayıp Avrupa’ya gitmişti. Ben dahil olduktan sonra Rezan Güneş diye bir arkadaş muhabir olarak çalışmak üzere kuruma kazandırıldı. Bir de Diyarbakır’da Akif Şenyiğit adlı başka bir arkadaş da Mardin büro ekibine katıldı. İdareden Sorumlu ise arkadaşımız Mahmut Daş idi. Mahmut arkadaşımız ise gazeteyi dağıtmak üzere 10-15 dağıtımcı çocuk tutumuştu. Mahmut arkadaşımız yapıcı, yetenekli ve bizi sürekli güldüren bir arkadaştı. Saz çalıp beste yapan bir yeteneğe sahipti. Dağıtımcı çocuklarımız ile polis arasında bazen Mardin sokaklarında kovalamacalar yaşanıyordu. Yavaş yavaş sistem oturmaya başladı. Mardin’de süreci verimli geçirmek adına şu kararı aldık: Her muhabir kendi yedeğini oluşturacak. Bir de yapacağı en az iki haberi bir gün önceden belirleyecek ve büro gündem toplantısında açıklayacak. Böylece her muhabirin sonraki gün için haberi hazır olmuş olacak. Yani atıl, tembel muhabir olmayacaktı. İşleyişe herkes bağlı kaldı ve büromuzu çok üretken bir pozisyona getirdik. Bu şekilde halkı daha çok gazetelerimize yansıtmış oluyorduk. Bunun neticesinde buroyu ziyaretler başladı. Gruplar halinde ziyaretler…Emin olun bütün baskılara rağmen halkla bütünleşmiştik ve bazen kalabalıktan dolayı muhabir arkadaşlar haber yapmakta zorluk yaşıyorlardı.

Büromuz Hasan Ayar Çarşısının bitişiğinde ana cadde üzerindeydi. Mardin’de bürodan çıkıp habere gitmek başlı başına bir meseleydi. Birbirimizi takip etmek üzere çıkarken iki kişi olarak habere gidiyorduk. Zaten büronun kapısının tam karşısında sürekli birileri giren-çıkanı gözetliyordu. Çıkanlar muhabirse takip edilir, arkasında ana- avrat küfürler dizilirdi. Maksat tahrik edip olay çıkarttıktan sonra gözaltına alıp götürmek…devamı ağır işkence ya da öldürülmek suretiyle bir yere cesedin atılması…Biz de söylenenleri duymazlıktan geliyorduk(!)

Dönemin Mardin siyasetinden de biraz bahsetmekte fayda var. O zaman DEP Mardin İl Başkanı Mehdi Aslan, Merkez İlçe Başkanı Şeyhmus Çağro, Sayman Davut İzgi ve yönetimde Aziz Baran (Rahmetli) arkadaşlar fedakarca görev yapıyorlardı. Bu arkadaşlar parti binasına geldiklerinde yan yana yürüyemezlerdi. Çünkü faili meçhul saldırıları her an olabilirdi. Bunun için onlar da tedbiren 5-10 metre mesafeyle arka arkaya dizilerek yürüyorlardı. Basın toplantılarını düzenledikleri zaman benden başka katılan gazeteci olmuyordu. Bunun üzerine Mehdi Aslan bana hitaben ‘Sayın Basın mensubumuz’ diyordu. Tabi bu söz gülüşmelere neden oluyordu. DEP Mardin milletvekilleri Rahmetli Mehmet Sincar ve Ali Yiğit idi. Vekillerimiz de gazete bürosunu zaman zaman ziyaret ederlerdi. Ama en çok ziyaret eden polis memurları idi. Çünkü haftada en az 3-4 sayımız hakkında toplatma kararı çıkardı; hem kararı bildirmek hem de gazeteye el koymak için büroya gelirlerdi.

‘Çayekê Bidin Wî Musulmanî jî’

Bir gün Mardin DEP binasına gittim. Baktım ki Mehdi Başkan ve yöneticiler dışında aykırı bir tipe sahip olan başka biri de var. Başkanın odasında sessizlik ve tepki hakimdi. Ben de sessizce ‘Ev kî ye lo(Bu kim ya)’ diye sorunca Mehdi Başkan tebesüm ederek ‘Ne ji me ye’(Bizden değil) diye yanıtladı. Nasıl yani deyince bir yönetici arkadaş ‘Polis polis’ diye söylendi. Bu arada çay geldi, herkes çayını aldıktan sonra Mehdi Başkan ‘Çayekê bidin wî musulmanî jî’ (O müsülmana da bir çay verin) deyince herkes gülmeye başladı ve sessizlik bozuldu.

Sonradan öğrendim ki parti binasının içinde olup bitenlerden haberdar olmak, gelen gideni yakından gözlemlemek gibi maksatlarla polis içeriye kadar gelip oturmuştu. Olacak gibi değildi. Savcılık kararı olmadan, ortada suca eğilimli bir hareket ihtimali dahi olmaksızın polis neye dayanarak parti

binasında, hem de başkanın odasında saatlerce oturma cürretini gösteriyordu?? Bu olayda da Kürt siyasetçilerinin ve Kürt gazetecilerinin hangi koşullarda çalıştıkları görülüyor.

Çalışmalarımızı sabote etmek üzere telefonla tehdit etmeler, büroya tehdit notları atmalar ve dışarı çıktığımızda taciz etmek suretiyle takip etmeler günlük yaşantımızın neredeyse tamamını kapsıyordu. Tehdit telefonları marşlar eşliğinde ve insan çığlıkları dinleterek gerçekleştiriliyordu. Bir süre sonra marşlar eşliğinde delilo oynamaya başladım. Ben delilo oynadığım zaman arkadaşlar gülerek ‘Faraç yine ölümle tehdit edilmiş’ diyorlardı. Hepimizin yaşamı birbirine benzerdi.

Bir gün İdare amirimiz Mahmut Daş yaşadığı bir durumu bana anlattı.

Mardin Kuyumcular çarşısı mevkiinde iri yarı biri Mahmut’a çarpıyor. Mahmut diyor ki “Beyefendi önüne baksana. Bana niye çarpıyorsun?”

Adam, Mahmut’a “ asıl sen önüne bak. Bana çarptığın için senin özür dilemen lazım” diye karşılık veriyor. Mahmut diyor ki “Beyefendi senin özür dilemen gerek. Sen galiba hem suçlusun hem güçlüsün” deyince

Adam “Evet ben güçlüyüm. Bak benim silahım var. Onun için senin özür dilemen gerek”.

Mahmut kestirip atarcasına “Tamam kardeşim. Pardon. Silah işin içine girince sen haklısın” diyerek konunun kapanmasına çalışmış.

Arkadaşımızın yaşadığı bu olay Kürdistan’da çalışan her gazetecinin başına gelmiş desek abartı olmaz.

‘Çayın İdeolojisi Olmaz Beyler’

Yine bir gün toplatma kararını tebliğ etmek üzere polisler büromuza gelmişlerdi. Git-gelden artık biraz diyalog gelişmişti aramızda. Gelen polislere her zaman çay teklif ediyorduk. Hatta ilk gelişlerinde birlikte yemek yemeği de teklif ettim. Bu teklifime hem polisler hem de arkadaşlarım da şaşırdılar. Kesin bir dille yemek yemeyeceklerini belirttiler; ancak bir gün çay içmeyi kabul ettiler. Neyse çayları geldi, çay içerlerken biz de bu arada toplatılan gazeteleri kolileyip hazırlıyorduk. Uğurlarken polislerden biri kapıda “Vay bee Özgür Gündem’in çayını içeceğim hiçbir zaman aklımdan geçmezdi” sanki suç işlercesine deyince, ben de “Yaw beyler, çay çaydır; çayın siyaseti, ideolojisi mi olur Allahaşkına” deyince hep beraber gülüşmüştük. Aslında bu kısa anekdot o dönem görev bölgede yapan güvenlik personelinin haleti ruhiyesini özetlemektedir.

Mardin’de oldukça üretken gazetecilik yaptık 1993 yılı boyunca ve alt yapımız üzerinde bizden sonra da arkadaşlar aynı tempoyla geleneği sürdürdüler. Daha önce sadece siyasi haberler yapılmıştı. Büroda kadro sayısı artınca kültür, sanat, spor alanında da haber yapmaya başladık. Hatırlıyorum o zamanlar Mardinspor’un bütün iç saha maçlarını takip ettim ve haberleştirdim. Spora sevdiğim için bu alanı arkadaşlar bana vermişlerdi. Mardinspor maçları sayesinde bürokrasi ile mekansal temasımız başladı. Hatta şaşıran amirler oluyordu. “Özgür Gündem Temsilcisinin sporla ne alakası var?!!” diye söyleniyorlardı. Toplumsal yaşamdan da haberler yapmaya başladık; çünkü gazetemizin son sayfası toplumsal yaşam haberlerine ayrılmıştı. Hatırlıyorum, Rezan Güneş arkadaşımız Derik’e giderek ‘Mahsere: Pestil pekmez yapma dönemi’ haberini yaparak ilk defa imzasıyla yayınlanmıştı ve bu onu çok mutlu etmişti. Yine ben Mardin merkezde Kahva Bilalo’yu (Allah rahmet eylesin) haber yaparak ilk toplum-yaşam haberini yapmıştım. Bu haber Bilalo’nun oğlunu çok sevindirmiş, bizden 10 tane gazete

hatıra olarak almıştı. Bu gibi haberler bizi şu sonuca götürüyordu: Halkı ne kadar yansıtsan halk da o kadar gazeteye sahiplenir. Korkuyu kırmayı başarmıştık ve giderek ilçelere açıldık. Derik, Mazıdağı halkı muhabir arkadaşlarımızın bizzat orada haber yapmalarıyla ilk defa gazeteci ile tanışma şansı ve fırsatını bulmuştu.

Gazeteciliğimizi Derinden Etkileyen Olaylar…

Bir gün büromuzun tam karşısında dükkanların üzerine çıkmış ve ellerinde makineli tüfek ile bize silah doğrultan üç adam gördük. Hemen gazetemizinmerkezini aradım. Genel yayın yönetmenimiz ve aynı zamanda avukat olan Sayın Ferda Çetin’e durumu izah ettim. Ferda Bey de Mardin Emniyet Müdürlüğünü arıyor vs..

Gördüğümüz üç silahlı adamlardan birinin Alattin Kanat olduğu kanati oluştu bizde. Bir de yine İtirafçılar arasında ismi ön planda olan Abdulkadir Aygan da sık sık Mardin’deydi. İki defa da onunla göz göze geldik!!! Nitekim daha sonra Aygan Avrupa’da yaptığı açıklamalarda Mardin Özgür Gündem Gazetesinin Mardin Temsilcisi olan Faraç Çobanoğlu’nu izlediğini itiraf edecekti. İşte biz bu koşullarda haber yapıyorduk. Yaşadığımız her saniye korku ve tehdit olduğu kadar, aynı zamanda hatıralarla dolu bir basın mirasını oluşturmaktadır. Bu süreçteher bir muhabirin binlerle ifade edilebilecek hatıraları vardır; aslında her muhabir bir basın romanını yazabilir zengin bir yaşama sahiptir. Yaşadığımız koşullar birbirine çok benzer ama bir kadar ayrıntı ve farklılıklar vardır.

Mardin’deki gazeteciliğimin en hüzünlü ve kahredici günü vekilimiz Mehmet Sincar’ın Batman’da uğradığı silahlı saldırı sonucu aramızdan ayrılmasıydı. Çünkü daha bir hafta önce Mardin’deydi ve DEP İlbaşkanlığında sohbet ediyorduk. Heyet oluşturuldu ve ilçeleri dolaşıyorduk. Halka moral vermek, yaşamını yitirmiş gerilla ailerine taziyede bulunmak heyetin programının ana temasıydı.

Heyetin her gittiği yerde bir coşku seli oluşuyordu. Faili mechul cinayetlerinin sıklığına ve aşırı devlet baskısına rağmen halk heyeti görünce acısını unutuyor neredeyse ve bir kenetlenme meydana geliyordu. Tabi heyette Mehmet Sincar, Cabbar Gezici, Mehdi Aslan, Şeyhmus Çağro ve ismini hatırlayamadığım partililer vardı. Çünkü heyete sürekli partililerden oluşan bir konvoy eşlik ediyordu. Tabi heyete sürekli başkaları da eşlik ediyordu: Sivil polisler ve özel harekat timleri. Heyeti olmadık yerde durdurma ve sık sık yapılan kimlik kontrolleri herkesi canından bezdiriyordu. Hatırlıyorum Kızıltepe Emniyet Müdürlüğünün tam karşısında polisler heyeti durdurdu ve dokunulmazlığı olduğu halde Mehmet Sincar’ın aracı arandı. Tabi polisin arama ısrarına Rahmetli gülümseyerek karşılık verdi.

Yine Ozan Hemid (Hemido) silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirmesi üzücü olduğu kadar bir kırılma noktası oluşturdu. Hemido’ya yapılan saldırıdan sonra bölgedeki mahalli sanatçıların neredeyse tamamı batı metropollerine kaçarak canlarını zor kurtardı. Ne yazık ki insanı derinden yaralayan bu olayın haberini ben yapmıştım ve rahmetli ile (kardeşleri dahil) güçlü bir dostluğumuz vardı. O da vurulmadan kısa bir süre önce kardeşi Musa ile birlikte büroyu ziyaret etmişti. Ozan Hemid’in mevlidine de gittim o zaman. Ancak ne yazık ki mevlidinde çok az kişi vardı. Medeni cesareti olan ve her zaman bu cesareti ortaya koyan arkadaşım Aslan Başboğa ve bir grup arkadaşı mevlitte idi. Maalesef insanlar baskılardan dolayı mevlide katılıp bir fatiha okuyamamıştı. Bunun gibi daha nice üzücü olaylar…

Gültan Kışanak’a ÖNERİM

Gerek Mardin’de gerekse Kürdistan’ın başka yerlerinde ve gerekse Türkiye’nin batısında yaşamını yitiren, işkencelerden geçirilen bütün basın emekçilerimizi saygıyla anıyorum. Emekleri ve çalışmaları Kürt basın tarihinin mirasını ve deneyimlerini oluşturmaktadır. Hele o gazete dağıtımcısı çocuklarımızı her zaman sevgiyle yadediyorum. Diyarbakır’da onlarca dağıtımcı çocuklarımız 90’lı yıllarda yaşamını yitirdi. Kendileri de o zaman gazetenin yurt haber merkezinin müdürü olan ve şu anda Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı olan Sayın Gültan Kışanak’a önerimdir: O çocuk dağıtımcıları temsilen bir heykel dikelim!!

Faraç ÇOBANOĞLU

Dönemin Özgür Gündem Gazetesi

Mardin Temsilcisi

0532 790 96 77

Yorumlar

Image
Muhammad
14.01.2015 / 10:20

Işte MardinLife gazetesini senin gibi insanları bizlerle buluşturduğu için seviyor ve takip ediyoruz

Yorum Yaz