matesis
dedas

AB: Türkiye'nin Başındaki Demoklesin Kılıcı

AB: Türkiye'nin Başındaki Demoklesin Kılıcı

Demoklesin Kılıcı deyiminin hikayesini sizlere bırakmak istiyorum sevgili okurlar. Zira çoğumuz biliyoruz. Asıl konumuz son yıllarda yozlaşan AB değerleri ve bu birliğin çifte standarları.

Mustafa Kemal ve arkadaşları Kurtuluş savaşını zaferle sonuçlandırdıktan sonra yenileşme sürecine başladı. Bu süreci ise 6 ilke olarak belirlediği felsefeye temellendirdi.

Mustafa kemal'in kafasındaki istikamet 'muassır medeniyet' dediği batının seviyesine ülkesini taşıyabilmek. Bu noktada temel ilkeler laiklik ve cumhuriyet olara belirlenmişti. Mustafa kemal'in felsefesinin arka planında Ziya Gökalp'ın "Türkleşmek, Çağdaşlaşmak ve İslamlaşmak" olarak nitelediği üç ayaklı doktrini yatıyordu, desek abartı olmaz.

Batı ise, özellikle Fransız İhtilalinden sonra gelişen insan hakları, özgürlükler, milliyetçilik, laiklik vs değerlerinin giderek kurumsallaşmasına ve bu değerlerin uluslararasılaşmasına dayanıyordu. Evrensel gibi gözüken bu değerler batı için yeni-sömürgecilik anlamına geliyordu. Daha sonraları bu değerlerle, batı yanlısı iktidarlar az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkacaktı. Belki de günümüzde hala batının bu yeni tarz sömürgecilik anlayışı devam etmektedir.

Aslına bakılırsa Batı, yeni tarz sömürgecilik anlayışını Ortadoğu'da özellikle müslüman nüfusunun çoğunluk teşkil ettiği coğrafyalarda kurumsallaştırmaya çalışmıştır. Batı kendine yakın iktidarlar oluşturmak için seçimle bu olmadıysa darbelerle yapmayı tereddüt etmemiştir. Türkiye'de meydana gelen darbeler ve en son olarak Mısır'da Mursi'nin darbe ile iktidardan düşürülmesi buna örnek oluşturmaktadır.

Batı, gelişmekte olan ülkelere "şirin" gözükmek için bir de AB denen bir birlik oluşturma yoluna gitti. O kadar "şirin"se İngiltere niye bu birliğe girmedi? Neyse..

Türkiye de yarım asırdır, Mustafa kemal'in istikametinde yürümek üzere bu birliğe girmek için başvurusunu yapmış, kendisinden istenen şartları özetle yerine getirmeye çalışmıştır. Türkiye'den çok sonra Romanya, Ukrayna gibi daha bir çok ülke baş vurmuş ve birliğe alınmıştır. Ancak sıra Türkiye'ye gelince bu birlik aşırı "naz" yapmaktadır.

AB, Türkiye'ye karşı insan hakları ihlallerini ve Kürt sorununu öne çıkarmaktadır. Kürtlerin coğrafyasını dörde bölen batının kendisidir. Daha açık bir ifadeyle Türkiye'ye karşı, Kürtleri hep maske olarak kullanmış ve kullanmaya devam etmektedir. Tabi bütün Kürtleri kast etmiyoruz, batıya inanan laik-seküler Kürtlerden söz ediyoruz.

İnsan Hakları ihlallerinin en alasını deyim yerindeyse, kendileri yapmaktadır. Suriye coğrafyasına bakalım. Ne işiniz var sizin Suriye'de ey ABD ve Rusya? Babanızın arsası mı orası? Bütün silahlarını, kimyasal silahlar da dahil, orada deniyorsunuz, ajanlarınız orada cirit atıyor. Kullandığınız bütün silahların suçlusu ya rejim ya Türkiye diyorsunuz. Bu coğrafyada bir saatte yaptığınız insan hakları ihlalleri Ortadoğu'da bir  devlet bir senede yapamaz.

Avrupa Parlamentosu kalkıp bir karar alıyor, Türkiye'de gazeteciler tutuklanıyor, insan hakları ihlalleri artıyor vs..

"EĞER İDAM GELİRSE AB KAPISI KAPANIR"

AB, kendisini hep Türkiye'nin tepesinde 'Demoklesin Kılıcı' gibi göstermektedir. Son olarak Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker Bild am Sonntag gazetesine yazdığı makalede bütün görüş ayrılıklarına rağmen AB kapısını Türkiye'ye açık tutmak istediklerini söyledi. Açık tutmak istediklerini söyledi ama, Avrupa'nın en zor zamanlarında bile Türkiye'nin yanında olduğunu ifade etmekle beraber, 15 Temmuz kanlı darbe girişimi sırasında yaşanan görüntüleri gördükleri zaman çok üzüldüklerini belirtmesine rağmen AB o zaman kararlı ve net bir duruş göstermemişti.  Zaten Batının son zamanlardaki siyaseti 'kaygıyla izliyoruz'dur. Devamla Juncker, idam cezasının geri gelmesi durumunda Ankara'nın AB üyeliğine girmek için kapıyı kapatması anlamına da geldiğinin altını çizdi.

Evet, Mr. Juncker böyle demektedir. Hep oyun ve oyalama taktiği. Burada kurban edilen Kürtler ve kendilerine inanan 'İnsan hakları savunucuları'. Bunlara kısaca AB tarafından 'kandırılan ve oyalanan gruplar' denilebilir. Zamanı gelince de Türkiye ile yaşadıkları sorunlarda 'kart' olarak kullandıklarını da unutmamak gerekir.

İdam cezası çağdışı bir cezadır ancak insanlık suçu işleyenlere karşı uygulanabilir. Burada bunun kriteri tartışma konusu. Kime ve neye göre insanlık suçu.

Aslında AB'nin, dahası Batının stratejilerini alt-üst eden Türkiye'deki AK Parti iktidarlarının dinamizmini oluşturan başkanları Recep Tayip Erdoğan'ın siyasi tarzı ve duruşudur. Erdoğan'ın bu duruşunu, Türkiye verdiği yüzde 50 destekle takdir etmektedir. Bu destek bugüne kadar yapılan seçimlerde somut olarak ortaya çıkmıştır.Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu siyasi tarzı AB ile ilişkilerde sorunların yaşanmasına neden olmaktadır. Batının her dediğine 'evet' demeyen bir siyaset uygulayan Erdoğan'ı zayıflatmak için çeşitli mekanizmalar geliştiriliyor. Bir dönem 'Erdoğan'sız AK Parti' bile devreye sokulmaya çalışıldı.

Hali hazırda AB ile Türkiye arasında yaşanan çelişkinin temeli budur. AB ise buna karşı 'zayıflatma' stratejilerini uygulamaktadır. Bunun için de, en iyi enstrumantal öge seküler Kürtlerdir. Bu çelişkiden buna umut bağlamış Kürtlere bir pay çıkar mı, bunu zaman gösterecek.

Ancak Kürtleri hep kandırıyor Batılılar. Kandırma stratejilerinde ustadırlar. Şimdi de diyorlar "sizin devlet olma sorunu, bizim de Ortadoğu'yu yeni yöntemlerle sömürme sorunumuz var. Burada çıkarlarımız çakışmaktadır. Haydi hep beraber olalım." Çok ilginç devlet paradigmasına karşı olduklarını açıkça ortaya koyan PKK'li Kürtler Batı ile müttefik olmuş durumda. Bu da bir paradoks olsa gerek.

ABD ve Rusya çıkarlarını kurumsallaştırmak ve Ortadoğu'yu uzun vadeli "kontrol" etmek amacıyla Suriye'nin kuzeyinde 7 tane üs kurmuş durumda. Bunların altı tanesi ABD'ye ait olduğu belirtiliyor. Aslında Kürtlerin yaşadığı bu bu bölgede 'Küçük bir ABD' kurulmuş durumda.

Fakat manzaraya baktığımızda Kürtler akıllı davranmazsa, sanki onları büyük bir felaket bekliyor, hissine kapılıyorum. Abdullah Öcalan, Suriye'de iken bir demecinde "ABD'nin ipiyle hiç bir zaman kuyuya inilmez". İşte  o ip Öcalan'ı imralı'ya koydurttu; onun ideolojisini Suriye'de uygulayan YPG'nın de boynunda aynı ip dolanmış durumda. Bizden söylemesi...Saygıyla...

Yorum Yaz