matesis
dedas

Açılım Bitti mi ve Neden 14 Temmuz?

Açılım Bitti mi ve Neden 14 Temmuz?

AÇILIM BİTTİ Mİ ve NEDEN 14 TEMMUZ?

 Türkiye’nin kendi öz iradesiyle bir Kürt Açılımı yapma inancı tamamen ölmüştür. Açılımın, artık ne demokratik yanı kaldı ve ne de çözümsel işlevi. Bu açılım, hikâyesinin içinde halkların mutluluğu artık yoktur. Deniz bitti, güven kurudu.

 Hükümetin tam ve çağdaş bir demokratikleşme gibi bir hedefinin olduğu artık şüphelidir. Bunun en bariz örneği Diyarbakır mitingidir. Burada bir ikiyüzlülük vardır; hem kapalı kapılar ardında Apo ile görüşeceksiniz, hem Apo yandaşlarının kendi liderleri için demokratik mücadelelerini yasaklayacaksınız. Bu ne yaman çelişkidir?

 Bu yasaklama ve engellemenin haklı bir gerekçesi ve makul bir nedeni olamaz. Demokrasi hedefleniyorsa, barış isteniyorsa, silahların susması gerçekten isteniyorsa bu böyle olmaz, olmamalıydı.

 Ortaya atılan yasaklamanın gerekçesine ancak gülünür; o gerekçeye bahane bile denemez. Neymiş; sözüm ona, PKK kitleyi tarayacakmış da, bilmem ne tür silahlar da yakalanmışmış. Bayat laflar bunlar.

 İyi de sen, “büyük” devlet değil misin? Bu planları bozmak, demokratik süreci hedefleyecek tezgâhları dağıtmak senin işin değil midir? Devlet olarak, sivilleşmenin özü sayılan demokratik mücadeleye izin vermek de, buna karşı gelişebilecek olası provakasyonları önlemek de senin asli görevlerin arasındadır ve asla bahanen olamaz.

 Provaksyonlar, nasıl bir ortamda başarılı olabilir; kargaşa ve karışıklık ortamlarında değil midir? Peki, izin verilmiş bir demokratik gösteri ortamında provakasyon olması mümkün olabilir mi? Tahrik edici olduğuna inandığımız ( Diyarbakır’ı da istiyorum söylemi nedeniyle), kasıtlı bir yasaklama ve buna karşılık olarak, inadına bir direnişle kızışan bir çatışmalı ortamda, provakasyonlar daha kolay gelişmez mi? Yani çelişkili ve çatışmalı bir ortam yok ise; provakatörler nasıl tezgâh yapabilsinler ki?

 Gösteriye izin verilmeyince, yakalandığı iddia edilen ve yasaklamaya bahane yapılan silahlara da inanmak güçleşiyor. Acaba asıl tezgâh bu mu, diye, insanın kafası karışıyor…

 Silahları yakaladıysan; onları kullanacak olanlar kimlerdir, sence o da bellidir o zaman; onların da elinizde olması gerekmiyor mu? Şayet onlar da elinizdeyse, oyun bozulmuş olmuyor mu; öyle ise, artık gösteriye yasak koymanın gerekçesi ortadan kalkmış sayılmaz mı? Niye hala yasakta inat ediyorsunuz? Doğru ve makul olan, demokrasi ve özgürlükler adına, elinizdeki malzeme ve gerekçelerinizle miting düzenleyicilerini uyaracaksınız ve onlara diyeceksiniz ki; işte bakın, sizleri korumak adına, görevimizi hakkıyla yapıyoruz; ama siz de dikkatli olacak ve kitlenizi uyaracaksınız, çünkü bu yönde şöyle bir istihbaratımız ve kanıtlarımız vardır. Bunları yakaladık ama, devamı da olabilir, diye haberdar edeceksiniz. Çünkü demokratik eylemler, demokrasiyi geliştiriyor; önce buna siz inanacaksınız.

 Eğer gerçekten demokratik bir açılımınız olacaksa, Apo ile görüşmelerinizde Kürt halkına karşı bir sinsilik olmayacaksa; böyle uyarılı bir girişimi, demokrasi adına yapacaksınız, karşınızdakine güven vermek adına bunu yapacaksınız. Aksine gelişen bu mevcut uygulamanın adı, uzlaşma olamaz; aksine bir cepheleşme zemini yaratır. Devlet adına bu yapılanların hiç de doğru olmadığına inanıyorum. Kesinlikle mitinge izin verilmeliydi ve varsa, duyumlara göre gerekli tedbirler de alınıp kitlelerin güvenliği sağlanmalıydı. Devlet, dediğin bunu yapar; ama demokratik olan bir devlet bunu yapar.

 Gelelim karşı tarafın hikâyesine; bu mitingin adı neymiş; “Abdullah Öcalan’a özgürlük” veya “Özgürlük için Demokratik Direniş” peki bunun için neden 14 Temmuz günü seçildi?

 14 Temmuz 1982’de 12 Eylül faşizmin azgınlığı ile Diyarbakır Zindanında Kürt siyasetçilerine ve sıradan halka yapılan vahşi işkence ve zorbalığı frenlemek adına, zindandaki kimi PKK öncü kadroları M. Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek başta olmak üzere, canlarını ortaya koyarak tarihi bir direniş sergilediler. Bence bu tarihi bir özveridir; halkı için canını ortaya koymak her baba yiğidin harcı değildir. Önder olmanın en önemli şartı da böyle fedakâr olabilmektir. Fikri ve zikri ne olursa olsun; görüşlerini beğenir veya beğenmezsiniz, bu fedakâr duruşa ancak saygı duyulur.

 Neyin mücadelesini veriyorlardı bu kadrolar; şüphesiz bunlar, Kürt halkı için, ne Federasyonu, ne Otonomi ve ne de Demokratik Özerklik için yola çıkmadılar ve bu tür hedefleri savunanlara da karşıydılar. Onların tek bir şiarı vardı; onlar, ölene dek, Bağımsız, Birleşik ve Sosyalist bir Kürdistan amaçlıyorlardı ve bu amaçları uğruna da öldüler.

 Şimdi bakıyoruz da, onların arkadaşları, dört kelimeden oluşan o amacın; “Bağımsız”, “Birleşik” ve “Sosyalist” iddialarını (görünürde Apo ve PKK’ ce)terk edilmiş durumdadır. “Kürdistan” sözcüğünün de içi boşaltılmış ve net bir amaç olmaktan sanki uzaklaştırılmıştır. Avukat görüşmelerinde Apo, Türkiye’nin 25 özerk bölge olmasını dile getiriyordu ve hala bu savunuluyor ise, bu kelimenin de bir anlamı kalmamış sayılır. 1923‘te “Kürdistan” , dört parçaya bölünmüştü; bu yeni taleple sadece Türkiye parçası kim bilir kaç parça olacaktır, belli değildir. Dışa yansıyan söylem böyledir, özü nasıldır; ancak özgür bir ortamda net olarak dile getirebilirler.

 Yani, 14 Temmuz direnişçilerinin savunduğu nokta ile Abdullah Öcalan’ın geldiği nokta birbirine tam zıttır. Onlar, kendilerini özgür bir Kürdistan için feda ettiler. Şimdi Kürt halkı için, devlet talebi yok, federasyon talebi yok, siyasi ve coğrafik bir otonomi talebi yok; dağa çıkanlar niye çıktılar ve neye karşılık inecekler net olarak belli değilken, 14 Temmuz günün, anlam ve amacı dışında (sadece Apo’ nun özgürlüğü için) kullanılması bana çok garip geliyor.

 BDP saflarında tutturulmuş bir “irademizdir” gidiliyor; bunu gerçekten savunan veya ortaya atan kimdir? Devlet de olamaz mı veya hükümet?. Eğer durum bu ise, ellerinde tutsak ettikleri (potansiyel) bir kişiyi, direnen bir halka önce “irade” yaptıracaklar, sonra o kişiye kendi siyasetini dayatarak, onun halkını, onun eliyle iradesizleştirerek asimile edebileceklerdir. Belki bu plan hedefine ulaşamadığı için, yani Apo henüz ikna edilemediği için hala gerginlikler sürüyor. Daha birçok şey konuşulabilir; belki şimdi yeri ve zamanı değildir.

 Kısacası, eğer Apo ile görüşülüyorsa (ki bence şeffaf bir şekilde görüşülmelidir), neden onun için yapılan gösteriler yasaklanıyor ve ortam bilinçli olarak gerdiriliyor? Devlet olarak, onunla görüşüyorsanız; neden bu görüşmeyi akrabalarından, avukatlarından esirgiyorsunuz? Ortada bir oyun vardır; ama kaç figüranlıdır bu oyun, bu belli değildir. Her seferinde başa geliniyor. Bu işin cılkı çıktı. Kime güveneceğimizi şaşırdık...

 Birbirlerine muhatap olması gerekenler, birbirlerine dayılanıyorlar, posta koyuyorlar; kendi kitlelerine barış diliyle değil, savaş diliyle mesajlar verip ortamı karşılıklı geriyorlar. Yapılmak istenen nedir; bir iç savaş mı? Bunun için pusuda bekleyen kaç devlet vardır, biliyor musunuz? Bu iş, o safhaya giderse sorun hepinizi aşacaktır, altında kalırsınız.

 Artık devlet de (başta hükümet) ve PKK de bu nazik süreci doğru görüp kendilerini gözden geçirmelidirler ve kendilerini çağa uygun güncellemelidirler. Artık siz iki tarafın da, savaş dilini anlayamıyoruz; bizi ürkütüyorsunuz, kendinizi barışa ve onurlu bir çözüme endeksleyiniz ki, sizleri doğru v ekolay anlayabilelim.

 BDP ve DTK de, ikide bir, kendilerini iradesizleştirmesinler; iradelerini gösterip siyasi muhatap olabilme moduna geçsinler lütfen. Kürt halkını çok yoruyorsunuz ve onların potansiyel enerjisini heba edip tüketiyorsunuz. Yazıktır bunca emeğe.

 Herkesin görevi ve rolü farklıdır. Sizler parti olarak, dağdakileri kesinlikle indiremezsiniz, bunu biliyoruz; sadece onlara çağrı yapabilirsiniz. Onları, dağdan indirmek Apo’ nun işidir; işte bu iş ona rağmen olmaz, olamaz. Ama demokratik açılım için, Kürt sorunu çözmek için ve yeni bir anayasada bütün bunların yolunu açabilmek için tüm görüşmelere aktif ve özgürce girebilecek iradeye siz sahip olmalısınız. Aksi halde yaptığınız politika olmaz; ancak figüranlık olur ve verimli de olamazsınız, sonuç da alamazsınız. Bunu yapamazsanız, varlık nedeniniz ortadan kalkabilir.

 Mecliste bu rolü size çok mu görecekler, sistem sizi dışlar mı; o zaman orada zaten bir işiniz de kalmaz. İradenizi kullanabileceğiniz yeni ve başka ortamları halk ile birlikte bulmak, yeni ve bambaşka bir süreci gerektirebilir. Demokrasilerde çare tükenmez (eğer demokrasi varsa); ama karşınızda bir demokrasi yoksa veya olmayacaksa, o zaman uluslararası platformlar dahil, bütün meşru yollarla iradenizi, halkın özgürlüğü ve refahı için kullanabilirsiniz. Bölgede ve dünyada gelişen yeni dengeleri görmeden ve hızla gelişen mevcut süreci doğru okumadan artık politika yapmak mümkün değildir.

 Demokratik süreci geliştirmek ve onu korumak öncelikle hükümetin işidir. Son dönemde Başbakan Erdoğan çok konuşuyor; şahsen onun konuştuğu kanalları artık değiştiriyorum. Gına geldi. Ayinesi iştir kişinin lafına bakılmaz. Kürt halkına düşman değilseniz ve gerçekten onların sorunlarını çözmeğe talipseniz artık çözün, süreci fazla uzatmayınız; artık ortam bozuluyor ve dengeler de (içerde ve dışarıda) alt üst olabilir. Bir iktidar uğruna halklarımıza acı çektirmeğe hakkınız yoktur. Kürt sorunu çözmek istiyorsanız, ne PKK ve ne de başka bir güç bahaneniz olmasın. Ortada bir halk var ve onların çözüm bekleyen sorunlarının ne olduğunu bilmeyen kalmamıştır.

 Dökülen kanların vebali, çözümsüzlükte ısrar edenlerin boynundadır. Savaş dilini terk etmeyen politikacılar, hırslarına kurban edilen çocuklarımızın bizzat katilleri gibi görülmelidir. Artık yeter. Savaş istiyorsanız kendi çocuklarınızı yollayın. Fakir halk çocuklarının kanlarını “şehit” edebiyatıyla kötü emellerinize alet etmeyiniz ve masumların kanlarını kendi rantınız için oylara tahvil etmeyiniz. Vebal artık size de çok ağır gelecektir ve tarih sizleri asla affetmeyecektir.

 Bilinmelidir ki, Türk ve Kürt halklarının birbiriyle dertleri yoktur; aslında hiçbir halkın başka halklarla dertleri olmaz, olamaz. İktidar hevesi olup gerçekten iktidar olamayan veya iktidarı ellerinden bırakmak istemeyen çeteler, rant uğruna kirli oyunlar tezgâhlıyorlar ve halkları birbirlerine kırdırıyorlar. Kurtlar, puslu havayı seviyormuş. Bu kirli oyunu bozmak, insanım diyen herkesin insanlık görevi olmalıdır.

 Halkların eşit ve özgür kardeşliği; demokratik bir ortamda, gönüllü birlikteliği için herkesin yoğun emek harcaması umut ve dileğiyle.
 Selam ve sevgiyle kalın.

 M.Nazım Güler -16.07.2012
 [email protected]

Yorumlar

Image
özgür aşıti
29.07.2012 / 12:38

Nazım bey bu adamlar "(sadece Apo&#8217; nun özgürlüğü için) kullanılması bana çok garip geliyor." bu cümlenizi görmesinler<br>walla adamlar azıtır yine.<br>ama yazınız genel anlamda çok güzel olmuş eliğinize sağlık.<br>aslında yazılarınızı nasname gibi sitelerde de yayınlatırsanız çok daha iyi olur düşüncesindeyim

Image
Mustafa Aydın
18.07.2012 / 10:16

Yazarı dikkatle okudum. Çok anlamlı, çok cesur ve çok açık yazmış. Okus-pokuslarla, politik ve popülist taktiklerle ve otorite kavgasını başka kavramlarla ifade kurnazlığıyla bu meselenin çözüme kavuşması bir yana; daha da düğümlenene daha da ulauslararasılaşan ve daha da bedel ödeten bir hal alır. Sivil siyasetin silahlı güçlerin boyunduruğunda olması dün devlet için, bugün ise örgüt için en büyük çözümsüzlük nedenlerinden birisi değil mi? Yazarımızı bu cesur ve içtenlikli yazısı için kutluyorum.

Image
mehmet demir
17.07.2012 / 12:01

irade meselesine dikkat çekmeniz güzel olmuş elinize sağlık güzel bir yazı olmuş<br>bu arada leyla zana ve başbakanın açıklamalarını kutluyorum.

Yorum Yaz