matesis
dedas

Akrep Avı İle ...

Akrep Avı İle ...

 

                            TUTUNMAK  

 

Büyüklerimizin ellerinde fanuslarla misafirliklere ya da nezaketen fanuslarını ellerinden alıp söndürdüğümüz  misafirlikler yaşanırdı Mardin'de.Komşularımızın bize inat merdivenleri vardı,trabazanlara tutunmak çok zordu;sallanıyor bizi adeta sarsıyordu.Çıktıkça bitmeyen , basamaklarındaki taşların aralıkları her an çıkığa veya burkmaya hazırdı.Kızkardeşim ninemin sırtında, bense annemin eteğine tutunarak dizlerimi basamaklara çarpa çarpa ulaşıyorduk cümle kapısına.Kapının tokmağını vurur vurmaz  avludan bir halatın hareketliliği sonrasında kapı açılırdı.Bakamazdık yüreklerimizin derinliklerini aydınlatan ışıklara.Ve her zamanki gibi babamıza dönerek içimizden ''Keşke bizde de elektrik olsaydı.''diye özlem duyardık  gözlerimizi kamaştıran ışıklara. Komşularımıza gitmediğimizde bizim için sihirli ışıkları gören pencereden  ya da damdan pırıl pırıl, demet demet, rengarenk ışıklardan alamazdık kendimizi.Hayallere dalar,geceleri Mezopotamya ufuklarında taşıtların seyrine dalardık.                             

Çorbamız, çayımız Ayn Taht-ıl Sur Çeşmesi’nin suyundan pişirilirdi. Bizler misafirlerimize Ğurs Suyu’ndan çayımızı sunamıyorduk. Ğurs Suyu’nu içtikten sonra anlardık çeşmemizin tuzlu olduğunu, çayın da berrak olmadığını keşfeder bulanık derdik. Oysa bu çeşmeden, doğarken ilk banyomuzu ebe analarımız yaptırır,banyo sonrası popolarımıza ellerinin dört parmağıyla tokatı şaklatırdı.

Yazın suları buz gibi kışın dondurucu soğuğunda çıplak gözlerimizle buharının nasıl yükseldiğinin sırrını bir türlü çözemiyorduk.Ayvanına saçılan döşekler, kış boyu kirletilen halılar,kilimler bu vefalı çeşmede yıkanır, başka sonbaharlara sarılarak saklanırdı. İhtiyacımız olan suyu bu vefalı çeşmeden sağlardık. Bir çırpıda sırtımızı döndük, suyunu içemez olduk, adeta emerek içtik/tükettik, sırtını sıvamadan sömürdük, adını anmaz olduk.                          

        Ayn Taht-Il Sur Çeşmesi’nden başlayarak bir elimizde maşa bir diğer elimizde fanus vardı. Artık ellerimiz maşayı kavrar büyüklükteydi. Zeki Sayılı adındaki mahalleli ağabeyimizden Zekeriya kardeşimizle eğitimini almıştık akrep avının. Bu avda yönümüz Mardin Kalesi. Bulunduğumuz noktadan bir metre ileriye, sağa- sola bakmak, görmek zorundaydık. Tahmin ettiğiniz gibi sokmalara karşı güvenliğimiz için. Avımızı görünce yavaşça yaklaşırdık, kaçırmadan elimizi hafif tutar, maşayla halkalı kuyruğunun son boğumundan (halkasından) keserek kristal tenekenin içine atar;heyecanla bir diğerinin peşine düşerdik. İki akrebin avı çok zor olurdu. Öyle ki büyüğünü maşayla tutar diğerinin yanına taşırdık. Duvara, yuvaya yakın olandan başlar bir diğerinin de zehirli kuyruğunu (zinnebé) tenekemize atardık. Sonrasında da bu savaşın kazanılmasından derin bir nefes alırdık. Etrafımızı gözlemledikten, soluklandıktan, heyecanımızı dindirdikten sonra kaleye doğru yolumuza devam ederdik. Bazen kendimizi kaptırır Mardin Kalesi’nin yamacında bulurduk. İnişler gerçekten zor olurdu. Zinciriye Medresesi’nin önünde bir araya geldikten sonra birlikte inerdik ışığın/aydınlığın olduğu pencere diplerinde oturur, tenekelerimizdeki boğumlu kuyrukları sayardık. Zeki Ağabey’imiz ''15-18'' derdi. Bize gelince sorulmadan cevap vermezdik kaç boğumlu kuyruk avladığımızı hangi labirent sokakta,taş aralıklarında,duvar diplerinde Mardin'nin tarih kokan her taşının altında...

 

Ertesi gün şimdiki Okyanus Kasabı(lokanta)'nın bitişiğindeki Cevdet Eczanesi'sine satardık.Neler alınmazdı ki bu paralarla bayramların keyfini çıkarır, filmlerin kralını seyrederdik. İşler iyi gider de satışlarımız limiti aştıysa Diyarbakır bile görünürdü, pek uzak sayılmazdı Küpeli’de yüzmenin tadını çıkarmak...

                                    *** 

Şehirliydik Mardin'de,böyle yaşadık;yün keçe,bakır,alüminyum toplayan,kar satanların öyküleri bunlar Cumhuriyet'in 40. yıllarında...

                                   ***    

Mezopotamya'da herkesin yaşadığı ' akrep avı ile tutunmak ' gibi benzer öyküleri vardır.

                                  ***

Amaa.. bir de herkese nasip olmasını istemediğimiz 'kayıpları ' vardır bu coğrafyadaki halkların.

                                 ***

Bu öykü,ortaklaşılabilecek bir ' Yeni Anayasa ' için Barış Meclisi'nden çağrı mektubum olsun. 

                                 ***

                                            

''Ketebnev me-ketebne/Iğsara me-ketebne/

  Ketebne miyyit mektub/Le helle me-cevebne.''

                       Arapça bir şarkıdan

(Yazdık...o kadar yazdık ki/Zarardı yazmamak/

  Yüz mektubumuza rağmen/Yanıt alamadık.)

                                    *

                                     

 

 

 

 

 

                                                                    

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                                         

                                                                                


Yorumlar

Image
A.Vahap OMUZLAR
12.07.2011 / 18:53

Sevgili Hatip;<br>''Eski günlerin tadı damaklarda...'' değil de aslında ihmal edildiğimiz,ikinci sınıf yurttaş gözüyle bakıldığımız yılların yüreklerde bıraktığı acılar diye düşünmek/düşündürmek için Mardin'linin,geçmişten gelen ezikliğini dışa vurmadan/tepkiye dönüştürmeden mezarına kadar götürdüklerine inananlardan biriyim ve bu acıları,insan kayıplarıyla bir değil birkaç kez yaşadığımıza inanıyorum.<br>Bu nedenle mayın arayıp/satan çocuklardan başlarsak bu öykülerin ne denli acılar yüklü olduğunu bilirsiniz.<br>Özgürlüklere yaklaşıldıkça bu tür öykülerin de acıları elbette dinecek,engelleyenlerine de tıpkı düşündüğün gibi tokatı yüzlerinde duyacak.Kalıcı Barış için her talebin karşılığı bir gün hakikat olup gerçek tadı damağımızda kalacaktır.

Image
HATİP ETE
11.07.2011 / 16:40

Eski günlerin tadı damaklarda kaldığı belli hocam düşünüyorum da acaba bizimde şimdiki güzelliklerin tadına varamadığımız ilerde bize tokat gibi çarpar mı? .... çok merak ediyorum... sevgi dolu yüreğine selam olsun A.Vahap Hocam... saygılarımla...

Yorum Yaz