matesis
dedas

Bu İlk Bahar Yarınlara Umut Olsun

Bu İlk Bahar Yarınlara Umut Olsun

Oturduğumuz mahalle şehrin doğusunda belediye sınırlarının bittiği yerle sınırlanıyordu. Mahallenin yaslandığı dağın öteki yüzü Eski Kale köyü idi. Köy, manastıra giden yolun üzerinde bir boğaz görevi görürdü adeta. Manastıra gitmek için köyün içinden geçen kuğu boynuna benzer dar bir yoldan geçmek zorunluluğu vardı. İlkbaharla beraber hafta sonları mesire yerine dönerdi köy.   

Süryani köyüydü burası. Anımsadığım kadarıyla beş altı Süryani aile kalmıştı köyde; bir kilise ve köyün girişinde ayvanlı bir çeşme vardı. Pazar günleri şehirde oturan Süryaniler, sabah duasına katılmak için erkenden gelir, duadan sonra da kilisenin avlusunda ya da çevredeki kalın gövdeli badem ağaçlarının gölgelerinde mangallarını yakar, yere serdikleri battaniyelerin üzerine uzanırlardı.  Böylece haftanın tüm yorgunluğunu atarlardı.

Gençler şortlarını, formalarını giyer, ilkbaharla beraber serseri otların boy gösterdiği harman yerinde futbol maçı yaparlardı.

Yaşı geçkin olanlar ise daha çok bağ bahçe işleri ile uğraşırlardı.  Kentli giyimleri, sepet örgüsüne benzer yazlık fötr şapkaları ile kilisenin avlusundan pek dışarı çıkamazlardı.

Kadınlar, saçlarının yarsı dışarıda kalan eşarpları ile yemek işini organize ederlerdi. Çocuklar ise köyün gururu gibi duran ayvanlı çeşmenin suyunun aktığı havuzun başında oyunlar oynarlardı.

En büyük coşkuyu köyün sakinleri olan Süryaniler yaşardı. Haftada bir gün bile olsa şehirden gelen akrabalarına en içten misafirperverliklerini gösterirlerdi. Köy mamulü ne varsa sunarlardı önlerine…

Pazar günleri yaşanan bu canlılıktan sonra akşam oldu mu etrafta biriken tüm çöpler toplanırdı. Bu haliyle bir peyzaj mimarının elinden çıkmış gibi her yer düzenliydi oralarda.

Gün geldi, pazar günleri köye gelen insan sayısında azalmalar oldu. Şehirde oturanların bir kısmının İstanbul’a ya da Avrupa’daki bir ülkeye göç ettikleri söylendi. Köye gelen insan sayısında azalma olunca da maçlar oynanmamaya başlandı. Geride kalan yaşlılar azalınca bağ bahçe budama işleri eksik kaldı. Kilise ibadet için eski coşkunluğunu kaybetmeye başladı. Maria’nın kalesinde yankılanan çocuk sesleri de kesildi. Hepsi gitti… Martin, Gabriel, Murat, Metin, Cebrail, Feride, Jaklin, Hanna, İsa, Hamso, Sümer...

Bununla da yetinilmedi. İlk etapta köyün Süryani gençleri bilmediğimiz yerlere göç ettiler. Ardından yaşlı annelerini babalarını yanlarında götürdüler. Topraklarını terk etmek istemeyen yaşlılar ise çocukları tarafından ikna edilerek şehre yerleştirildiler. Mekânı güzelleştirenin, oraya bağlılık hisseden insanların olduğunu anlayamadık ilk başta. Çok sonra fark ettik.

Kilisenin Haç’ı pas tuttu. Zangoç Çan’ı çalmadı bir daha. Mağrur duran ayvanlı köy çeşmesinin suları eksildi; ayvanı oluşturan lahit taşlar eksilen dişler gibi bir bir söküldü yerlerinden.  Havuz yosun tuttu; içindeki su bulanıklaşmaya başladı. Bir zaman sonra bir peyzaj mimarının elinden çıkmış gibi duran köy, her tarafı sarmaşıklar, dikenli otlar, bozulan bahçe bentleri ve giderek eksilen piknik alanındaki ağaçları ile viraneye döndü. Harman yerinin serseri otları ise hiçbir şeyin farkında olmadan her ilkbaharda boy göstermeye devam ettiler.

Eski Kale’den her geçtiğimde o günleri düşünürüm. Bir gün Süryaniler geri döner mi? O eski coşku, heyecan ve içtenlik tekrar yakalanır mı? Yeni jenerasyon köy yaşamına ayak uydura bilir mi? diye

Bu soruların cevabı biraz da biz, buralarda yaşayanlarda saklı galiba... Özellikle yeni bir heyecanın yaşandığı bölgede, birlikte yaşama isteğimizi tüm samimiyetimizle ortaya dökersek neden olmasın. “Kalbinin doğusunu” bu topraklarda bırakmış orta kuşak Süryanilerin topraklarına dönmesini sağlayabiliriz. O zaman yeni bir başlangıç olur kanısındayım. Kardelenler gibi hiç bitmeyecek kardeşliğin baharını müjdeleyebiliriz dosta düşmana. Babalarımızdan, dedelerimizden dinlediğimiz sağlam dostlukları yeniden kurabiliriz. Bir adım daha ileri gidebilirsek, yani “öteki”yle dost, kirve olmanın ötesinde, bizden biri ile dost, kirve olabilirsek dünya var oldukça sürecek bir huzur ortamını sağlamış oluruz. Dünya hepimize yetecek kadar büyük çünkü…

Basından takip ettiğim kadar, Udi sanatçı Yervant Bostancı, 21 yıl sonra terk ettiği memleketi Diyarbakır’a dönüyor. Bir kez canlı olarak müziğini dinlediğim Udi Yervant’ın coşkusunu, heyecanını ve sohbetini dinlediğimde, ne kadar da buralara ait olduğunu, bu topraklara yakıştığını, buranın bir parçası olduğunu anlamıştım. Geri dönüşünde emeği olan herkese teşekkür ederim. Dilerim bölgeden göç etmiş tüm Ermeniler, Kürtler ve Süryaniler bir gün topraklarına geri dönerler.

Not: Diyarbakır’daki Newroz alanına Zoxê köyü istikametinden gitmiştik. Binlerce insan gibi bizde ekili tarlalardan geçmek zorunda kaldık. Ve sanırım tarlaların ekinlerini ezdik. Tertip komitesinin bu konuda tarla sahipleri ile bir görüşmesi oldu mu? Ya da tarla sahiplerinin bir zararları oldu mu? Yetkililerin dikkatine sunmak istiyorum.

Yorumlar

Image
SLAW
10.04.2013 / 01:08

belkide süryanilerin hayatlarını en güzel ifade eden yazılardan biri bu...ELLERİNE SAĞLIK

Image
halktan biri
09.04.2013 / 16:53

sanki öss sınavı yada kpss sınavıdır biraz törerans tanıyın biraz yardımcı olun ölmiyeckesiniz yaaa

Image
selman
09.04.2013 / 16:52

güzel bir yazı <br>akıcı ve tat bırakıyor...

Image
ali çakan
02.04.2013 / 16:00

hocam tebrıkler cok guzel

Image
mardinli
31.03.2013 / 23:02

Güzel bir yazı. Tebrikler

Yorum Yaz