matesis
dedas

Çektiğimiz sancılar!

Çektiğimiz sancılar!


         Bindiğimiz aracın at arabası değil kaliteli bir otomobil olduğu, üstümüzdeki elbisenin çuldan örme değil markalı iyi bir kumaştan olduğu, oturduğumuz evin kerpiçten baraka görünümlü değil lüks apartman katı olduğuna bakarak huzur içinde olduğumuzu söyleyebilir miyiz?

         Yıllar önce bir taziye çadırında kendisinin akranı olan yaşlı bir amca ‘Hacı, dünya bir hoş olmuş ama biz yaşlandık’ deyince Hacı Şakir Duyan bilgece şu karşılığı vermişti; ‘Evet dünya güzel/rahat olmuş, ama hoş olmamış!’ (Dınya xeş nebuyı, xeşık buyı)

 

         Elimiz, ayağımız, sırtımız, bedenimiz daha rahat; yazları serinlik, kışları sıcaklık oluşturacak mekanlarda daha çok zaman geçiriyor olabiliriz.

         Peki ya ruhumuz?

         İnsan, bedenine, somut, nesnel, maddi boyutuna her türlü yatırımı yapmakta; ikram etmektedir. Makyaj, pedikür, traş, jöle, ütü, marka… hep bedene yönelik çabalar.

         Daha güzel görünsün, bilinsin diye.

         Ama vitrin ışıltılı ve cazip; zula ise küf ve kir dolu!

         Umut, huzur, hayal, uyum, güven, saadet adına elimizde ne kaldı?

         Dünyamızı açabileceğimiz kadar güven duyacağımız, yada dünyasını bize açacak kadar güven verdiğimiz insan sayısı ne kadardır?

         El tutar, ayak yürür, göz görür, ten hisseder.. Peki umudun, endişenin, güvenin, kaygının, hayalin, sevincin, öfkenin, korkunun ve sevginin membaı nedir?

         Vücudumuzun hangi uzvu, hangi organı, hangi parçasıdır huzur veya sıkıntıyı taşıyan?

         Benlik, ene, nefs; yani şahsiyet, yani insanın’kendisi’.

         Gururun, mağruriyetin, sinmişliğin, direnişin, esaretin, hürriyetin, huzurun, sıkıntının, bezmişliğin, coşkunun, ahlakın ve imanın taşıyıcısı olan benlik.

         Tüm iyilik ve kötülüğün, takva ve fücürün, erdem ve adiliğin potansiyelini taşıyan nefs.

         Biz ‘kendimiz’ olmuyor/olamıyorsak, dış etki ve rüzgarlara göre tepki verip tutum takınıyorsak ciddi bir zafiyet taşıyoruz demektir.

         İnsanı cömert, iffetli, güvenilir, vefalı, fedakar, kanaatkar, dürüst şeklinde mi; yoksa yakışıklı, zengin, güçlü işini bilir(!) olarak mı meth ediyoruz?

         Kişiyi hilekar, yalancı, tamahkar, hırslı, riyakar, bencil olarak mı; yoksa fakir, zayıf, güçsüz olarak mı yeriyoruz?

         Albenili ve cicili bicili olana mı; nitelikli ve hayırlı olana mı ilgi duyuyoruz?

         Mekana mı, mekine mi; zarfa mı, mazrufa mı; insana mı, kürke mi değer veriyoruz?

         Makam, mevki, unvan, kariyer,  sınıf, renk ve etnisite mi; yoksa ahlak, kişilik ve duruş mu önem sıralamasında öncelikli olan?

         Zaman zaman dedelerimiz-babalarımız dönemi komşuluk münasebetlerini sitayişle anarız ama olumlu bir ilişki için adım atanın hep başkası olmasını bekleriz. İyi insan, iyi komşu anlatısını dillendiririz ama iyi komşuluk için örnek olmaya bir türlü tevessül etmeyiz.

Komşumuzun elektronik aygıtı, mefruşatı veya arabasına imreniriz ama terbiyeli çocuğuna, hayırlı ameline imrenmeyiz.

         İnsan etkilenen ve etkileyen bir yapıya sahiptir. Cisim, meta, dünyevi arzular ve ihtiyaçlar ile tüketim üzerinden herkesi etkisi altına alan atmosfer bizi, ailemiz ve çocuğumuzu da etkisi altına almaktan sıkılırız; ama bu menfi atmosferin dağıtılması için iyi olanın yaygınlaşması ve bizleri de içine alacağı bir  güce ulaşması için katkımızın ne olacağı üzerinde kafa yormayız.

         Herkes kendisi ve yakınları (eş, çocuk ve ebeveyn) için emek, mesai ve imkanlarını kullanmaktadır. Bu çok da matah bir şey değildir. Böcekten serçeye, filden tavuklara kadar canlıların hepsi benzer fedakarlıkta bulunur. Nadide insanlardan bilge adam M. Derviş’in ifadesiyle; yakın akraba halkasını genişleterek başka başka insanlara (hatta varlıklara) karşı sorumluluk duygusuyla fedakarlık yapabilen tek varlık insandır. Bu halkayı genişlettiği ve fedakarlığını artırdığı oranda insan olunur.

         İnsanlarda güven duygusu nasıl oluşur, güven duygusunu yitirenler başkasına güven verebilirler mi?

         Öylelerini tanıma bahtsızlığına uğradım ki adamın güven duyduğu kimsesi yok! Bir çok akrabası, mesaidaşı, zorunlu da olsa hayatının kesiştiği kişi var; ama sırdaşı, dostu, muhibbi yok.

        Her söze, her ilişkiye, her muhataba negatif duyguları önceleyerek başlar; kandırılabilirim, aşağılanabilirim, zarara uğratılabilirim diye. Ne kadar acınası ve ne kadar sıkılası bir durum bu.

         Doktor bunun ağrısını dindirebilir, birileri karnını doyurabilir, birileri de üstünü giydirebilir. Hatta kendisi bunu özgücüyle de aşabilir. Peki bakış açısındaki çarpıklığı, insanlara olan güvensizliği, kimliksizliğini, kimsesizliğini ve ruhundaki nasırlaşmayı kim tedavi edebilir?

         Bakıştaki bozukluk, duruştaki yamukluk ve benlikteki bozukluk insan için en vahim tehlike değil midir?

         Önce bizde/benliğimizde olan menfilikleri ve giderek toplumsallaşan yanlışlıkları aşmak için tek tek ve toplu olarak bir şeyler yapmalıyız.

         En büyük umudumuz ve gücümüz hem benliğimizin derinliklerinde vicdan gibi bir imkanı barındırıyor olmamı,z hem de toplumda bu sızıyı kalbinin derinliklerinde hissederek davrananlardan mahrum olmayışımızdır.

         Hem vicdanı hem de iyi adamları cesaretlendirme ve güçlendirme olmalıdır işimiz.

Yorumlar

Image
Ahmet Can
06.07.2012 / 22:50

Bizim ağzı iyi laf yapan değil hal dili iyi insana ihtiyacımız vardır.Hangi sancıdan bahsediyoruz hangi birimiz önce canan diyoruz.Bence günümüz müslümanlarının en büyük sorunu işte budur konfor düşkünlüğü,makam düşkünlüğü vb.vesselam..

Image
davut alper
03.07.2012 / 09:53

Selam sana ey guzel insan yazilarinizi begenereh okuyoruz

Image
bajari
30.06.2012 / 22:34

Adam rumuzlu ve dalalo rumuzlu kardeşler; lütfen çok muhterem ve saygıdeğer yazara karşı biraz el- insaf diyorum.Daha ne yapsın munnevver bey ne bekliyorsunuz.Siz gibi arkadaşları daha ne kadar aydınlatsın kardeşler mum misali.lütfen sizi gidi (heşuçu) pilavcılar sizi.....

Image
Adam
29.06.2012 / 12:05

Eşim ile sıkıntılarımı mahkemeye taşırmadan ve toplumda dedikodusu yapılmadan kiminle/kimlerle konuşup paylaşabilirim; benim aile sırrımı bana ileride koz olarak kullanıp istismar etmeyecek insan var mı? Ah sancı, hem de büyük bir sancı!.. Vallahi büyük bir mesele.

Image
dalalo
29.06.2012 / 09:11

Mustafa bey yazıyorsunuz ama çuvaldızı kendinize batırmıyorsunuz.

Image
Entelijans
28.06.2012 / 10:55

İnsanın giydiği kürküyle değil ruhuyla ilgilenmek, buraya dikkati çekmek ve güncel yaşadıklarımızdan böylesi derin anlamlar çıkarmak ancak bilge ve dert insanı olanların yapacağı şeylerdir. Herkesin kaçtığı yerde ısrarla buradayım demek çok değerli bir şeydir.

Image
bajari
27.06.2012 / 20:33

Çok değerli ve muhterem ; başkan,bu yazı için millet olarak size minnetarız sizi sürekli takip ediyoruz.gercekten halkı soyadınız gibi aydınlatmayı sürekli sürdürmeniz biz kent halkını mutlu ediyor.bir yıldız gibisiniz adeta, allah(cc) sizin gibi insanların sayısını Türkiye Cumhuriyetinin 81 iline başkan olarak nasip etsin.AMİN.

Image
Furkan ÖZGÜR
27.06.2012 / 14:00

Sayın Çok Kiymetli Başkan, <br>Ben bu yazınıza bu sözün daha doğru duracağına düşünüyorum. Hayren nes men yenfaa nes (İnsanlığın hayırlısı, İnsanlığa yararlı olandır.) Allah c.c. zaten insanı en iyi zamanda en güzel şekilde yarattı. İnsanoğlu hiç bir zaman yaratılış amacını unutmamalıdır.yazılarınızın devamını diler, selam ve sevgi ile kalın.

Image
kalemşör
27.06.2012 / 11:37

kaleminize sağlık...

Image
öğrenci
27.06.2012 / 11:36

...<br>dünyayı güzelleştirmek ve güzel görmek insanın elinde.güzel gören güzel düşünür güzel düşünen hayatından lezzet alır.vesselam...

Image
siraç demir
26.06.2012 / 23:17

güzel bi yazı olmuş ama daha güzel örneklele bu yazı daha da zegileştirilebilirdi.

Image
Öğretmen
26.06.2012 / 23:07

İnsafa, merhamete, samimiyete ve dostluğa yaptığı bu güzel çağrıdan dolayı sizleri tebrik ediyorum.

Image
Şabaşşabah
26.06.2012 / 21:20

Bravo emek verilmiş düşünülmüş kafa patlatılmış bir yazı allah(cc) razı olsun.

Yorum Yaz