matesis
dedas

‘Çözüm’ Yazılarıma Eleştiriler

‘Çözüm’ Yazılarıma Eleştiriler

Peşpeşe yayınlanan ‘Kürtler, Dindarlar, Sekülerler’, ‘Çözümsüz Çözüm Projeleri’ ve ‘Nasıl Bir Çözüm’ başlıklı yazılarımla ilgili birçok yorum ve eleştiri aldım.

Türkiye’de maalesef çokça rastlanılan amigovari övgülerle terbiye dışı sövgüleri bir tarafa bırakacak olursak nezaket kuralları içinde yapılan her değerlendirme kıymetlidir ve mutlaka dikkate alınmalıdır görüşündeyim.

Yazılarımda Türkiye Kürtlerinin ezici çoğunluğunun demokratik bir cumhuriyette Türklerle birlikte yaşamaktan yana olduğunu ve;

1.Ana dilde eğitim (Radyo, TV, gazete, dergi, kitap, müzik, kaset, camide vaaz, köy-kasaba, şehir adlarının iadesi…)

2.Kürtçenin kamusal alanda kullanılması (2.resmi dil)

3.Bölgesel yönetim (etnik, dini, mezhebi değil coğrafi olarak)

taleplerinin olduğunu yazmıştım.

Kemalist cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren laikçi ulus devlet paradigmasının baskı, inkar ve asimilasyona dayanan ‘Tekçi’ anlayışının iflas ettiğini;

Gülen Cemaati’nin PKK’siz Çözüm Projesinin de; AKP’nin Kürtlerin kamusal haklarını öteleyen; PKK’yi dağdan indirmeye yönelik güvenlik öncelikli; süreci uzatan, içini boşaltan ve çürüten siyasetinin de sonuca ulaşmayacağının altını çizmiştim.

AKP Hükümeti’nin asıl amacının silahların susturulması olmasından dolayı tek muhatap olarak PKK’yi (İmralı-Kandil) almasının; Kürt sorununun çözümündeesas olarak Kürtlerin bireysel ve kamusal haklarının tanınmasını savunan PKK dışındaki laik, sol, sosyalist, milliyetçi, İslamcı… Kürtler  ile İslamcı Türklerin, tek muhatabın PKK olması halinde Kürt siyasetinin tekleşeceği ve otoriterleşeceğini iddia edenyoğun eleştirilerine maruz kaldığını belirtmiştim.

Gülen Cemaati mensupları ise KCK operasyonlarında kendilerine sempati duyan emniyet ve yargı mensuplarının (polis-savcı-hakim) görev almış olabileceğini ancak ‘Hizmet’in’ organik olarak KCK operasyonları ile bir ilişkisinin olmadığını ve ne yapılmışsa bizzat Tayyip Erdoğan’ın bilgisi ve onayı dahilinde yapıldığını iddia ediyorlar.

AKP’liler de ‘güvenlik’ sağlandıktan (silahlar sustuktan) sonra demokratikleşmeden asla vazgeçmeyeceklerini, yüz yıllık sorunların bir anda halledilemeyeceğini (12 yıldır iktidardalar, bir yılda değilse kaç yılda?), bunun bir zaman ve zemin işi olduğunu söylüyorlar.

Cemaat ve AKP’nin birlikte dillendirdikleri bir diğer eleştiri konusu da PKK ile ilgili.

Bu çevreler,Kürtlerin büyük bir çoğunluğunun demokratik/demokratikleştirmiş bir Türkiye’de birlikte yaşamaktan yana oldukları tespitinin doğru olduğunu, ancak PKK’nin geçmişteki ayrılıkçı ‘Sosyalist Bağımsız Kürdistan’paradigmasını sürekli olarak yedeğinde tuttuğunu, bugün ise yol kesmeler, şehirlerde adam öldürmeler, barikat kurmalar, iş adamlarını dağa çağırarak vergi adı altında haraç almalar gibi uygulamalarla kendinden başkasına hayat hakkı tanımayan bir yönetim anlayışınıbenimsediğini öne sürüyorlar.

PKK’nin ‘Demokratik Özerklik’ ile de aslında dağdaki gerillalarının ‘öz savunma gücü’ adı altında silahlarıyla şehirlere indiği bir sistemi kastettiğini, böyle bir durumun ise tekçi ve otoriter PKK siyasetinin elinde felaket olacağını belirtiyor, bu yönüyle PKK siyasetinin de yazımda belirttiğim ‘Çözümsüz Çözüm Projeleri’ne dahil edilmesi gerektiğini söylüyorlar.

Yazımın başında da belirttiğim gibi seviyeli eleştirilerin tamamı önemlidir ve mutlaka dikkate alınarak yanıtlanmalıdır.

Ancak yukarıdaki eleştirilerin ne kadarı haklı, ne kadarı haksız, ne kadarı eksik ne kadarı yanlış tek tek cevap vermek yerine kendi görüşlerimi ortaya koymamın daha doğru bir yöntem olacağı kanaatindeyim.

Bu çerçevede Kürt sorununda gelmiş olduğumuz nokta itibariyle;

1.    Laikçi ulusalcıların ‘Baskı-İnkar ve Asimilasyon’ siyasetlerinde ‘inkar’ dönemi bitmiştir.

Ancak 1930 ve 1980’li yıllarla kıyas edildiğinde çok önemli oranda azalmış olmakla birlikte ‘baskı’ halen de sürmekte, asimilasyon ise daha modern ve ince bir şekilde bütün hızıyla devam etmektedir.

2.    Ortadoğu’nun ve Kürt siyasetinin en önemli siyasi aktörlerinden biri olan PKK’yi yok ederek veya yok sayarak PKK’siz bir çözüm mümkün değildir.

Böyle bir siyaset vahim olayların yaşanmasına neden olacak ve sorunun daha da içinden çıkılmaz bir hale gelmesinden başka bir işe yaramayacaktır.

3.    ‘PKK’yi İmralı ve Kandil üzerinden ‘ikna’ edeyim, silahları susturayım, süreci uzatayım, HDP’yi de Kandil-İmralı-Hükümet arasında postacı seviyesine indirerek Kürtleri uyutayım, seçimleri atlatayım, canımı kurtarayım sonra da ne yapılabilir bir bakayım siyaseti günü kurtarmaktan başka bir işe yaramaz, yanlıştır, yürütülemez/sürdürülemez.

4.    PKK, Hizbullah, Gülen Cemaati, AKP, Devlet… farketmeden hangi örgüt, parti veya kuruluş olursa olsun tekçi, otoriter ve baskıcı yöntemler asla tasvip edilemez, meşru görülemez, bu gibi yönetimler insanlara mutluluk da vermez.

Silahla kurulan otorite ve baskı silah ortadan kalktığı an yerle bir olur.

Bunun en büyük örneği CHP’nin 1923’ten 1946’ya kadar kurduğu tek parti iktidarıdır.

1946’dan bu yana CHP tek başına iktidara gelebilecek bir oy alamamıştır.

Bundan sonra da en azından yakın bir gelecekte böyle bir ihtimal gözükmemektedir.

Ortadoğu yüzyıl sonra yeniden şekillenmektedir.

Kürt siyasetinin de tüm din, mezhep, etnisite ve ideolojilere saygılı, halka güven verici, adil ve gerçekten çoğulcu, demokratik bir anlayışı benimseme mecburiyeti vardır.

Tekçi ve otoriter siyasetler yüz yıldır çekilen acıların devam etmesinden başka birşeye yaramayacaktır.

Kürt siyaseti ve siyasetçileri dar alanda tekçi iktidar denemeleri yerine ortaya koyacakları samimi, demokratik pratikle Ortadoğu’nun bu perişan haline bir ümit ışığı olabilmelidir!

Yorumlar

Image
Aklı Selim
10.12.2014 / 02:53

Sayın Tan!<br>Tahliliniz tespitleriniz güzel. Ama herkesin atladığı bir mesele. Belkide tartışmaktan korkuyoruz. Ulus-Devlet modeli. Bu model milliyetçilik ve tek etnisite üzerine kurgulanmış. Katı jakoben anlayış. Biz bunu almışız ve uygulamışız. Fransız modeli olan bu modeli bu ülkeye giydirmişiz. Bu tekçi anlayış sorgulanmalı. Din konusunda da bu anlayış yıllarca uygulandı ve laik-antilaik kutuplaşmasına neden oldu. Ama 2004 ten beri yürürlüğe konulan ve AB değerler sisteminden alınan demokratikleşme uygulamalarını da atlamamak gerekir. Hükümet bu konuda samimi. AİHM çerçevesinde yapılan hukuki düzenlemeler, OHAL'in kaldırılması , DGM lerin kaldırılması, ana dilde savunma ve ifade hürriyeti, TV kanalları ve radyoların açılması, özel kolejlerde ana dilde eğitim hakkı( bu sene yetişmedi kuvvetle ihtimal gelecek eğitim döneminde başlar) göz altı sürelerinin AHIM ' e göre düzenlenip müdafi bulundurma hakkı, köyleri yakılan ve yakınları kayıp edenler için kabul edilen 5233 sayılı zararların tazmini yasası( ki şu ana kadar 3,5 milyar-katirilyon- tazminat ödendi ) istenilen isim ve soy isim alınması, köy ve belde isimlerinin değiştirilmesi taleplerinin kabulü, yerel yönetim yasalarının değiştirilmesi ( 5393 BLD kanunu ve özel idare kanunu ile seçilen yerel meclis üyeleri karar merci durumuna geldi eski yasaya göre daha yetkili ve etkili duruma/ hale getirildi) , seyahat ve yerleşme özgürlüğünün olması ve TC vatandaşlarının hiç bir kısıtlama ve ötekileştirme anlayışı olmadan diledikleri yere gitmesi ve yerleşme haklarının olması, alt gelir grubuna özellikle bölgede sağlanan şartlı ve şartsız nakit transferlerinin sağlanması, işkence ve kötü muamele suçlarına getirilen yüksek cezalar ve bu suçların zamanaşımına uğramaması düzenlemesi, dernek ve vakıf kurma hakkınjn örgütlenme özgürlüğünün AİHM ve AİHS çerçevesinde düzenlenmesi, yürüyüş ve gösteri hakkınının demokratik ülkeler seviyesine getirilmesi ve daha sayılamayacak nice düzenleme ve uygulamanın yapılması bu sorunun çözümü için çoook önemli uygulamalardır. Bunları hor görmemek gerekir ve hükümetin 12 yıllık icraatları içindedir. O halde bu yapılan düzenlemeleri de pozitif olarak zikretmek ve çözüm iradesine destek mahiyetinde ifade etmek gerekir.

Yorum Yaz