tatlidede

'Dersim'iz: Resmi Tarih

'Dersim'iz: Resmi Tarih

1923’te devleti kuran kadrolar geçmişe ait tüm izleri silmek istedikleri için yeni baştan bir tarih yazmaya koyuldular.

Mirasçısı oldukları imparatorluğa ait iyi veya kötü olan her şey reddedilmeliydi.

Padişahların ihanetinden hilafetin kötülenmesine kadar akla gelen ne varsa bu resmi tarihte yer almalıydı.

Resmi ideoloji bu kadroların ideolojik arka planları gereği koyu bir Türk milliyetçiliği esasına dayandırıldı, ülkede mevcut olan diğer tüm milletler ve topluluklar yok sayıldı, inkâr ve asimilasyona tabi tutuldu.

Bu yüzden en ufak bir itiraz bile, o günlerde kullanılan tabirle “Cumhuriyetin kudretli demir yumruğu” ile bastırıldı.

Tek partinin iktidarda olduğu o dönemler oldukça kanlı bir sürece sahne oldu.

Bu süreç içinde en çok göze çarpan olaylardan birisi de Dersim katliamıdır.

Benim bu meseleyle tanışmam, geçen hafta Başbakanın grup konuşmasında atıfta bulunduğu aynı kitapla oldu.

Daha lise dönemlerindeyken babamın zengin kütüphanesi arasında ilgimi çekmişti Necip Fazıl’ın kaleme aldığı “Son Devrin Din Mazlumları” kitabı.

Kitapta Cumhuriyet tarihi boyunca rejimin gadrine uğramış pek çok ismin trajik hikâyesi var.

İskilipli Atıf Hoca, Menemen olayı, Bediüzzaman Said Nursi, Seyyid Abdulhakim Arvasi bunlardan birkaçı.

Dersim katliamı kitapta “Doğu Faciası” adı altında yer alıyordu.

Bu bölüm 2-3 sayfa olmasına rağmen anlatılanlar insanın kanını donduracak nitelikteydi.

Üstelik katledilen insan sayısı Başbakan’ın açıkladığı belgelerdeki gibi 13 bin değil, bunun çok üstünde yaklaşık 50 bin kişi olarak veriliyordu.

Muhafazakâr kesimin bu konuda bugüne kadar, Necip Fazıl dışında hiç girmemiş olmasını ayrı bir tartışma konusu olarak bir kenara bırakıyorum.

Bugün asıl amacı muhalefet liderini köşeye sıkıştırmak gibi görünüyor olsa bile devletin tepesindekilerin tek parti ve Atatürk dönemini böyle eleştirebilmeleri dahası özür dilemeleri küçümsenecek bir gelişme değildir.

Buna karşın o dönem devleti yöneten partinin bugün başında bulunan ve kaderin cilvesine bakınız ki kendisi de Dersim’li olan Kılıçdaroğlu ise partisinin diğer mensupları ile birlikte bu katliamı tevil etmek, mazur göstermekle meşguller.

Devletin mutlak hâkimi olan ve adeta kendisinden habersiz nefes bile alınamayan Atatürk’ün aslında katliamdan haberi olmadığı ve bu olayın arkasında daha sonra DP’yi kuran kadronun olduğu, dolayısıyla da CHP’nin bu süreçte masum olduğu gibi saçma gerekçelerle bu halkı aptal yerine koyduklarını sanıyorlar ama asıl aptallığı kendilerinin yaptığından da habersizler.

O dönemdeki gazete haberleri, devrin bazı önemli isimlerinin kaleme aldıkları hatıraları da doğal olarak devlet başkanının olayın her saniyesinden haberdar olduğunu ve bizzat süreci yönetmekte olduğunu gösteriyor.

Sayın Başbakan bu konudaki samimiyetini ve asıl amacının sadece ve sadece CHP liderini zor duruma düşürmek olmadığını göstermek için Cumhuriyet tarihi boyunca zulüm görmüş her kesimden devlet adına özür dilemelidir.

Mensup olduğu dünya görüşünün bu zulüm ve katliamlarda bir sorumluluğu olmamasına rağmen devleti yöneten kişi olduğu için yapmalıdır bunu.

Devleti Cumhurbaşkanı yönetir diyebilirsiniz ama mevcut sistemde Cumhurbaşkanı sembolik bir makamdır, idare merciinin başı Başbakandır.

Ayrıca baştan sona yalanlarla dolu resmi tarih safsatalarına son verilmeli ve gerçek bir tarih bilinci oluşturularak o yönde eğitim verilmelidir.

Devletin özür dileyeceği konu da çok aslında.

Menemen olayı bahane edilerek idam edilen veya sürülen din âlimleri, Şeyh Said isyanı gerekçesiyle toplu sürgüne ve ölümlere maruz bırakılan binlerce insan, Varlık Vergisi ve daha sonra 6-7 Eylül komplosu ile malları devlet tarafından gasp edilen gayrı Müslimler, düşüncelerinden dolayı hapislere atılan, işkencelerden geçen binlerce sol görüşlü insan, inançları nedeniyle yine her türlü baskı ve zulme uğrayan, en temel özgürlükleri ellerinden alınan Müslümanlar, kimlikleri nedeniyle baskı, zulüm, inkâr ve cinayetlere maruz bırakılan Kürtler…  

Ve hayalleri, geleceği darbelerle çalınan bir ülke.  

Sabıkası o kadar kabarık ki bu devletin.

Mehmet Altan’ın yıllardır savunduğu ikinci Cumhuriyet tezi aslında en çok bu nedenlerle gerekli.

Çünkü birincisinin geçmişi kan ve gözyaşıyla dolu ve artık miadını doldurmuş durumda.

Halkıyla, geçmişiyle ve tüm unsurlarıyla barışık ve içi demokrasi ve özgürlüklerle doldurulmuş yeni bir cumhuriyet elzemdir.

Van’dan bir insanlık dersi

Van depreminde yaşanan bir olayı duydum geçen gün bizzat bunu yaşayan şahitlerin ağzından.

Mardin Çevre ve Şehircilik Müdürlüğünden Van’a hasar tespiti için giden heyetin başından geçmiş bir olay bu.

Bir ilçede (sanırım Erciş'te) hasar tespiti yapan ekip bir kadına ait eve hasar tespiti yapmaya giriyor.

İşlerini bitirip çıktıktan sonra evin hemen yanında yıkılmış olan ve yine aynı kadına ait ahırı görüyorlar.

Tam hasar tespiti yapıp tutanak tutmaya hazırlanırken kadının uyarısıyla karşılaşıyorlar.

Kadın onlara ahırın depremde değil depremden birkaç gün önce kendiliğinden yıkıldığını söylüyor ve tutanak tutmamalarını isteyerek “hakkım olmayan bir şeyi istemem” diyor.

Ekiptekilerin hepsi çok duygulanıyor.

Zor durumda olmasına ve muhtemelen tek geçim kaynağı olan hayvanlarının barınağı yıkılmış olmasına rağmen ve üstelik “depremde yıkıldı, hayvanlarım altında kalıp öldü” bile derse kimsenin itiraz etmeyeceği bir durumda herkese bir insanlık dersi veriyor.

Çok etkilendiğim bu anekdotu sizlerle de paylaşmak istedim.

Yorum Yaz