matesis
dedas

Destanın Adı: Çanakkale

Destanın Adı: Çanakkale

Ne zaman kardeşliğin, inancın zaferi Çanakkale’den bahsedilse, hemen merhum Mehmet Akif’in Çanakkale şehitlerine atfen yazdığı şiir gelir aklıma..

Hiç br şiir veya yazı, Çanakkale zaferini bu denli duygu yoğunluğuyla anlatamaz…

Zira mana gözüyle bakmadan tarifi mümkün olmayan bir zaferdir Çanakkale…

Düşman kuvvetlerine karşı, bedenlerini dalgakıran gibi kullananların zaferi Çanakkale…

Kazılan binlerce siper,

Yüzlerce cephe,

Yüz binlerce can,

Tek başına kaldırılan yüzlerce kiloluk mühimmat..

Göğüs gerilen milyonlarca mermi,

Omuz omuza çarpışan bütün millet….

Topyekûn bir ümmetin varoluş zaferi Çanakkale...

Namus ve şerefin ayaklar altına alınmaması topyekun seferberlik....

Anadolu, Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu…

Türk, Kürt, Arap, Çerkez…

Her yerden ve her milletten akın akın, inananların ortak zaferi Çanakkale..

50 bin medreselinin, sarığını, cüppesini bırakıp oracıkta şehit düştüğü içindir ki, "sarıklılar veya medreseliler savaşı" diye de anılan zafer, Çanakkale..

Tam 250 bin şehit….

Bedenini çiğnetip vatanını çiğnetmeyen Ey şehit..!

Senin, canınla bize hediye ettiğini, biz elimizle teslim ettik..

Sadece Çanakkale’den değil, her taraftan açtık kapıları onlara..

Sahil turizmi altında dört sahilden girdirip, kültür ve inanç turizmi altında Anadolu’nun iç kısımlarına kadar teslim ettik kendimizi...

Evimizin en baş köşesine kadar oturttuğumuz TV ile “Bekaret önemli mi? Namus kavramı bu devirde olmalı mı?” sohbetini ediyoruz onlarla.. .

Eğitim-Öğretimin öğretim kısmına takılıp, eğitimi ihmal ederek, uyuşturucu ve alkol batağında, ahlaki çöküntüye giden bir yeni nesil var ettik artık..

Biliyorum;

O gün, kardeşinle omuz omuza çarpıştın bizler için..

Ve cihan şahitti ki; sen, en yüce makamı yakalamış, şehit olmuştun..

Bu gün; kardeş, kardeşi her vurduğunda, sana karşı sonsuz derecede mahcubuz..

Hele de ölene, senin merteben veriliyor ya…!

O gün, aziz bedenler, şeref ve namus, düşmana çiğnetilmesin diye şehit olmuştun..

Bu gün, kendi elimizle ruhsat vererek, hem de kendi insanımıza çiğnettirdiğimiz için, sana karşı sonsuz derecede mahcubuz...

Ve:

O mekandan beslenirken, sarhoş ve namussuz kurşununa hedef olanı da senin mertebenle anarak, ona da şehit diyoruz ya…

İşte en çok, ona mahcubuz ey şehit…!

Senin kazandığın rahmetten, ne olur bize de pay ayır orda..

Velhasıl sözlerimin başında belirttiğim gibi Çanakkale’yi en güzel şekilde ifade eden Merhum Mehmet Akif’in şiiriyle baş başa bırakıyım

Sağlıcakla Kalın

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

 Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?

 En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,

-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya

 Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

 Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde – gösterdiği vahşetle “ bu : bir Avrupalı “

Dedirir – yırtıcı his yoksulu, sırtlan kümesi.

 Varsa gelmiş , açılıp mahbesi, yâhut kafesi!

 Eski dünyâ, yeni dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,

 Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.

 Yedi iklîmi cihânın duruyor karşısında,

 Avustralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada,

 Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;

 Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

 Kimi hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...

 Hani, tâ’una da züldür bu rezîl istîla!

 Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,

 Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyle, sefil,

 Kustu mehmetçiğin aylarca durup karşısına;

 Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına.

 Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz...

 Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz

 Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab

 Öyle müthiş ki: eder her biri bir mülk-ü harab.

 Öteden saikalar parçalıyor âfâkı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin

 Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin

 Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam

 Atılan her lâğamın Yaktığı: yüzlerce adam

 Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer

 O ne müthiş tipidir: savrulur enkâz-ı beşer...

 Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

 Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.

 Saçıyor zırha bürünmüş de o namert eller,

 Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.

 Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,

 Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre

 Top tüfekden daha sık gülle yağan mermîler...

 Kahraman orduyu seyret ki, bu, tehdîde güler!

 Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

 Alınır kal’a mı, göğsündeki, kat kat îman?

 Hangi kuvvet onu, hâşâ,edecek kahrına râm?

 Çünkü te’sis-i îlahi o metîn istihkâm.

 Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,

 Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer;

 Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;

“O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme” dedi.

 Âsım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

 O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,

 Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

 Bir hilâl uğruna, yâ Rap, ne güneşler batıyor!

 Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

 Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı değer.

 Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i...

 Bedr’in aslanları gibi şanlı idi.

 Sana dar gelmeyecek makberi kimler

“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.

 Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâp...

 Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.

“Bu, taşındır” diyerek Kâbe’yi diksem başına;

 Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

 Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyla,

 Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyla;

 Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,

 Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;

 Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,

 Uzanırken, gece mehtâbı getirsen yanına,

 Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;

 Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem;

 Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

 Yine, bir şey yapabildim diyemem hâtırana

 Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultânı, selâhaddîn’i,

Kılıç arslan gibi iclâline ettin hayran...

 Sen ki islam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

 O demir çenberi ğöğsünde kırıp parçaladın;

 Sen ki rûhunla beraber gezer ecramı adın;

Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,

 Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...

 Ey şehît oğlu şehît, isteme benden makber,

 Sana ağûşunu açmış duruyor peygamber.

 M. ÂKİF ERSOY

USTAD 18.03.2012

Yorumlar

Image
mehmet Ali
21.03.2012 / 13:31

Allah mekanlarını cennet etsin. Allah bu milleti O ecdada layık etsin. İblisin torunlarınada hidayet versin...

Yorum Yaz