matesis
dedas

Doğanın huzurlu ninnisi

Doğanın huzurlu ninnisi

Bahardan bakıyorum hayata.

Hafta içi mecburen bulunmak zorunda olduğum bürodan uzaklaşmanın, lezzet alamadığım samimiyetsiz masadan, sandalyeden, bilgisayardan kurtarmak için bedenimi, cumayı heyecanla, sonrasındaki cumartesi, pazarı iple çekiyorum. Baharın son demlerini derin derin solumak için, iyi demlenmiş çay misali, tadına varmak için, haftasonu bırakıyorum baharın tenine, ruhumu.

Yamaçlarında sarı papatyaların, kırmızı çanak çatlatanların, mor şebboyların salındığı, şehre tepeden bakan dağın tepesine dikiyorum gözümü. Acele etmeden bana bahşedilmiş zamanın tadını çıkarta çıkarta, allı morlu yeşilli yollarından geçerek, tepesindeki en masum maviliğe ulaşmak için yürüyorum. Bu kaçışta yüreğimden tutansa bir kağıt helva* ;“Ne yöne gidersen git, doğu batı kuzey ya da güney, çıktığın her yolculuğu içine doğru seyahat olarak düşün. Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır”

Tepede kucaklaşıyorum bembeyaz bulutlarla. Kendi senfonilerinden seçtikleri en güzel namelerle, bana göz kırpan kuşların kanatlarını ödünç alıyorum. Bir kumtanesiyim, gelin kızın duağı misali zirvesindeki karlarla dimdik duran Hasan Dağı’nı izlerken. Küçük kalıyorum onun yanında. Kum tanesinin kalbi kadar.

Kum tanesi gözüyle, yedi gün yirmi dört saat içinde kaybolduğum şehri izliyorum, ödünç kanatlarımla. ”Kanat çırpan kuşlara bakın. Kanatlarının nasıl hareket ettiğine dikkat buyurun, bir aşağı, bir yukarı. Bir hüzün, bir saadet. Böyledir hayat. Hoş bir kararda, ahenk içinde, dengede.”

İçindeyken kaybolduğum sokaklar, mahalleler şimdi adımımı atsam ezip geçeceğim kıvamdalar. Bizim neyimiz eksik ki diğer şehirlerden, diyerek yapılan iki kuleli henüz tamamlanmamış alışveriş merkezi, şehri zengin yoksul mühiti diye kaç parçaya bölmüş evler, villalar, gece kondular, ayaklarımın altında ezilip büzülmekte yada bir nefesimle yerle bir olacak acizlikteler. “İçerdeki uçurum seni dışarıdaki dünyadan daha çok heyecanlandırıyorsa pekala içine, yani kendi benliğine düşebilirsin.” Olanca gürültü patırtı hepsi uzağımda, içimdeki mum ışığının izindeyim.

Cıvıltılarıyla dans eden kuşlar, tenimi serinleten güneş ışığı, sanki yeryüzündeki bütün çiçeklerin kokusunu etrafıma toplamış rüzgarın sıcaklığı. Mor zambaklar, susamlar, şebboylar, pembe kırmızı güller, sarı beyaz papatyalar, nergisler, limon çiçekleri, gelincikler. Sakin, dinginim…Bir kum tanesi olarak baharın tacını geçirip ruhuma, var olmanın hazzını hissediyorum iliklerimde. Kendi payıma düşeni yapıp, üflenen ezgiyi çalan ney misali, kum tanesinin kalbiyle tespih ediyorum baharı.

Hızla akan bir ırmakta sürüklenip giderken bir anlığına karaya çıkmış biri gibiyim. Aniden durmuş herşey. Okyanus maviliğinde gökyüzü, yeşilin binbir tonunda yer yüzü ve iç içe geçtikleri yerde yok olan ufuk çizgisi. Ötesi kum tanesinin kalbinden ibaret.

Çemberin dışından bakıyorum hayata, baharlık gözlerimle. Çok para kazanma hırsı, kazandığından daha çok harcama tutkusu, her şeyi ama herşeyi tüketme beynamazlığı. Mahalleleri, sokakları, evleri ayırdığımız gibi insanı da ayırıp “öteki” diye yaftalama yobazlığı, insanları özüne aldırmadan kümeleme çabaları. ”Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın  mukaddes nizamına saygısızlıktır.” Utanmadığımız saygısızlıklar, öldürme hırsı, savaşlar, ötekini yok etme yarışı, çoğalttığımız övüntüler, kıskançlık, çekememezlik, sahte suratlarla yapılan samimiyetsiz sohbetler, bitmeyen korkular…Hepsi…Bizi yok eden, kendi kendimize intiharlarımızın sebebi...Varlığımızı, bedenimizi, ruhumuzu eksiltip eskitmemize neden olan…Hayata ettiğimiz kepazelikler…Bize sunulan lütfu hoyratça kullanma nankörlüğü…

“Hayat dediğin bittikçe başlardı; kah arşa düşüp, kah yere yükselirken molalarda soluklanır, kendi küllerinden doğardı. Hep bir arayış içinde olmak demekti yaşamak, cevabını beğenmeyen girift bir bilmece gibi kona göçe. Hal böyle iken, illaki hayatta kalmalıydı insan. Kısa yada uzun olması fark etmezdi ikametinin, çünkü zaman değil aslolan”.

Tepesinden, bir kum tanesinin yüreğiyle izlediğim hayata kaldığım yerden devam etmek için, baharın kulağıma, gönlüme fısıldadığı umudu, inancı sarıp sarmalayarak içinde kaybolduğum sokaklara dönüyorum…

Kaç aydır bizleri fazlasıyla meşgul eden yoran hatta tiksindiren seçim muhabbetlerinde sıkılmış biri olarak, doğanın temizliğini dinginliğini paylaşmak istedim…

Yorumlar

Image
emine sağlam
21.06.2011 / 11:48

ne güzel bir yazı <br>yüreğinize sağlık

Yorum Yaz